.

..............................
..



.................
............
............
............
AKÇAKENT’TE ORMAN KANUNLARI
BELCETUQUE Gürbüz Yalçınkaya
........................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

............

............

Orman kanunu deyince aklımıza hemen argo anlamı ile, vatandaş olarak haklarımızı tanımlayan yasalar yerine, gasp edilmiş haklarımızın yerine konan ve zorbalık esasları dahilinde oluşturulan yapı aklımıza gelir.

Eğer yukarıdaki tanımlama aklınıza gelmiyorsa o zaman, 31.08.1956 tarihli 6831 sayılı kanun aklınıza geliyor demektir. Bu kanunun uygulanması ile ilgili olarak tiraji komik bir çok aykırılık anlatılabilir.

Akçakent’ten bir örnek anlatalım dersek, herhalde aklımıza ilk gelen, yakalanan meşe odunlarına orman muhafaza memurlarının el koyması, akabinde, kendileri ve uygun gördükleri insanlara bu yakalanmış odunları vererek “ baba ormancı “ rolüne soyunmaları, feodalitenin egemen olduğu zamanlarda kabullenen bir kanun uygulaması idi! Bu uygulamadan Akçakent’ten ziyade, çevre köyler etkileniyordu, Akçakentli insanın böyle bir sorunu olmadı, ormanları korumak için 6831 sayılı kanuna da ihtiyaç olmadı, nasıl mı? Yazının tamamını okuduğunuzda bu sorunun cevabını bulacaksınız, aslında siz cevabını biliyorsunuz, ben size sadece hatırlatacağım.

İç Anadolu bölgesinin platoları arasında, kara deniz bölgesinin gür ormanlarını andırıcasına sadece Akçakent sınırları arasına sıkışmış ormanı öylesine canlı ve korunmuş bırakan neydi acaba? Tabiî ki atalarımız, onlar ormanı yaşamlarının kutsal bir varlığı olarak kabul ettiler, ormana öylesine bir kutsiyet yüklediler ki, İslam öncesi inançların da bile, THA ismini verdikleri ve yaratıcı olarak inandıkları kutsal varlığa toplu ibadet için, toplanma yerini ağaçların altını seçiyorlardı. İşte bu geçmişten gelen ağaç saygısı,atalarımızdan günümüze kadar bize ormanla yaşamayı ve ona saygıyı getirdi. Orman kanununu kim takardı daha düne kadar? Orman kanununu uygulayacak güç, daha düne kadar bir menfaat karşılığı halkın cehaletini de kullanıp, kendi belirlediği sınırlar içerisinde kesimi ve kıyımı reva görürdü. Bunu bilen atalarımız zaman zaman müdahaleci olmuşlardır. Ormanın hangi bölgesinin, ne kadar süre ile korunacağını, hangi bölgesinin kışlık ihtiyaçlar için kesileceğini belirlerler ve uzlaşılan ilkelere uyulması konusunda hassasiyetlerini çok üst düzeyde tutarlardı. Ormancılarımız o dönemlerde Akçakent halkını iyi tanımaları nedeniyle müdahaleci olmak yerine, bir tür bu uygulamalara seyirci kalırlar, daha ziyade etraf köylerimizin orman ihlallerine kafa yorarlardı.

Bir küçük anı ;

Henüz oldukça genç yaşımızda ALAN mıntıkasından akşam vakti yaklaşık olarak
8-10 civarında arkadaş hayvanlarla odun getiriyoruz. Köyümüze o dönem henüz yeni gelmiş olan bir ormancımız, şevk ve heyecan içerisinde bizi pusuya düşürüp yakalayacağı düşüncesi ile saklanmış olduğu meşelikler arasından çıkarak, zafer kazanmış bir komutan edasıyla bize “ evet beyler sizi yakaladım, baltaları verin bakalım “ dedi. Bizler şaşkındık, “bu nasıl işti, biz büyüklerimizin yani Akçakent kanunlarının belirlediği kesim bölgesinden almıştık odunları “ diye hayıflandık ve kendisine de bunu söyledik. Biz ona, o da bizim söylemimize şaşırmıştı. Biz birazda “ git işine der “ tavırları ile yolumuza devam ettik, ormancı büyüğümüz bu tavrımız karşısında , donup kaldı ve evimize geldik. İlerleyen zamanlarda kendisi ile karşılaştığımızda bizim ile konuşmadı ama sonra oda “ Akçakent’in kanunlarını” anladı ve samimi duygular ile nahiyemizde uzun yıllar geçirdi. Bizler o zaman gelişmiş ve kanun bilir insanlar değildik elbette ama kanun üstü bir etik ve ahlak inancı taşıyordu insanlarımız, atalarımızın koyduğu, hiçbir yerde yazmayan, sadece yaşayanın öğrendiği ve vicdanında benimsediği kanunlardı, bizi böylesine yaptığımız işten emin kılan.

Bugün Akçakent ormanlarına bakın, bir çok yerine girilemeyecek kadar sık ve gür. Bu doğa harikası yerlerin korunması için mevcut kanunlar mutlaka gereklidir ama öncelikle tıpkı eski Akçakentli insanın orman sever ruhu olmalı. Dar alanda böyle bir orman korumasının örneğini başka yerde göremezsiniz. Kentleşme medeniyet getirmeli diye beklerken ve devletimizin kömür konusunda olabildiğince yardımlarına rağmen, ormanlar koynuna kadar genişleyen, ilçemizin 150 yıllık ağaçlarının tepe kısmından kesildiğine ve dolayısı ile ağacın kurumasına veya gelişmesinin durduğuna şahit oluyoruz, bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konu sanırım. İnsanlar köylü iken ve kanun bilmez iken daha mı medeni oluyorlar?, sosyologların üzerinde çalışması gereken bir konu bence.

Ben yukarıdaki soruya, şahsım ile ilgili olarak bir cevap vereyim, “evet ben köylü iken, daha bir medeni insandım“ diyorum ama şöyle bir durum da söz konusu idi, “ ben bunun farkında değildim “ sonra çok istediğim üzere kentli oldum! ve yeni yaşam alanlarını keşfettim, önceleri iyi gitti, varoşları bile beğenmedim, biraz felsefe, biraz sosyoloji okudum. Geldiğim noktada, güzel konuşuyorum, bir sosyal statüm var, kentli yaşamın sınırlarına duhul ettim..vs..amma bir sorun var, “şimdi medeni bir insan olmadığımı öğrendim ve bir zamanlar ne kadar medeni adammışım! “ misali geçmişe dair duygular ile avunuyorum . Evet medeni insanmışım, tıpkı Yıldırım amca gibi, babam gibi, Hacumar amca gibi, Akçakentli asil büyüklerim gibi..Kirlendim, ama kirlenirken medeni insan olacağım diyerek, pekte güzel enstantaneler ile yeni yaşam alanlarına çekilmiştim. Bu
aslında hepimize oluyor da, bazılarımızın bu medeniyet denilen sözde güzel alanda gerçek ile yüzleşmeleri biraz uzun zaman alıyor, bazen bir ömür boyu!..

Akçakent’i özlüyorum, yaşamımın medeniyet beşiği olan köyümün insanlarına, hırs ve rekabet dolu yaşamın o kötü yoz kültür kalıntılarının, bir hoş kültürel esinti ile çağdaşlık kisvesi altında, altın bir tepside sunulacak ikramı gördükçe üzülüyorum… Almam demek yok, çünkü sosyal bir vakanın kendisini tamamlaması için, gereklidir bu ikram, ne kadar kirli de olsa...

Ormandan başlayan yazı nerelere kaydı gibi geldi sanırım sizlere, aslında bu yazılanlarda başlığımız ile alakalı, çünkü o orman, şu yukarıda ifade etmeye çalıştığım ve geçmişte atalarımızın yaşama ait düşüncelerinde, ne kadar asil olduklarına vurgu yapmak açısından güzel bir örnek bence. Yani anlayacağınız, orman, yazı için bahaneydi aslında, sadece Akçakent’in güzel insanlarının, kendi güzel kültürlerinin farkında olmalarına bir atıf yapmak için uydurduğum bir bahane!..

Uydurduğuma sizde inanmadınız galiba, öyle ya, o asil duygunun sonucunu ibraz edercesine haşmetli bir şekilde duruyor ormanlarımız, ama sanki atalarımıza ; “ kurtarın beni bugünün canavar orman düşmanlarından “ der gibi, mahzun ve boynu bükük bakıyorlar gökyüzüne adeta, çünkü Amazon ormanlarında kıyımdan ağlayan orman kardeşlerinin iniltilerini duyuyorlar ve sıranın kendilerine geleceğini biliyorlar…

Asil Akçakent insanlarının, atalarından kalan bu güzelim ormanlarını, günümüzün canavar orman düşmanlarına karşı koruyacağı inancı ile hoşcakalın...

............

BELCETUQUE Gürbüz Yalçınkaya'nın Diğer Makaleleri >>>

............


............

.................