.

..............................
..



.................
............
............
............
KÖMÜRLÜ EKMEK!
BELCETUQUE Gürbüz Yalçınkaya
........................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

............

............

Bir lokma ekmek içindi bunca çile. Aç ve sefil bir yaşamın size verdiği ıstırabı düşünmeden, aç eşiniz ve çocuklarınızın durumunu gördükçe gece ve gündüz mefhumunu ortadan kaldırma misali koşuşturarak verilen bu emek karşılığı, sadece; kazanılacak bir kaç çinik buğday, sonrasında değirmencinin keseceği öğütme gideri sonrası kalacak bir tutam un ve bu unla karnı doyacak ailenin 3-4 gün mutluluğu demekti. Evin erkeği olarak bir kaç tutam un ile bu mutluluğu yaşatmak bir erdemdi. Ekmeğini çoluk çocuğuna getirmek ve aç karınları doyurmak, mağrur bir erkek olmak için önemli ve belirleyici bir nedendi. En büyük mutluluk buydu, o dönemler bunun ötesinde başka bir mutluluk adresi yoktu.

Atalarımın, 65 km uzaklıkta bulunan Kırşehir ili ve 40 km uzaklıkta bulunan Kaman ilçesine eşek üzerinde götürdükleri iki torba meşe kömürü karşılığı edindikleri mutluluktan ve alın terinden bahsediyorum. Her şey birkaç günlük mutluluk içindi, erkek olarak ev halkının karnını doyurma şerefine nail olmanın yoluydu bu. Orman muhafaza memurlarına yakalanmayı göze alarak ve sonucunda eşekten de mahrum kalmak adına gecenin karanlığında eşeklerden oluşmuş bir katar ile “bismillah“ diyerek yola koyularak, aç karınla bunca yolu yürümek asilliğin en büyüğü olsa gerekti.

Yıl, 1940-43’lü yıllar…Tüm ülkede cereyan eden kuraklık sonrası buğday kıt, insanlar bir eşek yükü olarak tabir edilen iki torba meşe kömürünü satıp, bir çinik (yaklaşık 8 kg) buğday alarak eve bir an önce dönmenin telaşı içindeler. Öyle ya, dönüp bir gece dinlendikten sonra tekrar ormana giderek kömür yapılması gerekiyordu, çünkü küçük mutlulukların süresi çabuk bitiyordu!

Dönemin değirmeninden öğütülen esmer unlarından pekte güzel ekmek olurdu, el değirmeni ile çekilen ve tam un haline gelmeden kırıntı halinde iken yapılan ekmeği yemekte güzeldi. Tabi güzeldi, bir çok insan el değirmeninden çıkan mısır, darı kırıntıları ile ekmek yapıyordu (!), ya arpa unundan yapılan ekmeği yiyenlere ne dersin? Her ekmek güzeldi, malzemesi buğday olsun, arpa olsun fark etmezdi, bu ekmeklerin içerisinde kömür vardı, her bir zerresine sinmiş meşe kömürünü elde etmek adına akıtılan alınteri. Ekmek için kömür lazımdı, kömürsüz olmak açlık demekti, onun için de kömür, ekmeği ifade eden bir başka isimdi adeta, öylesine birbirlerinin ayrılmaz parçalarıydı, sanki tüm ekmekler kömürlü!

O dönem insanlar parasızdı ve açlık korkusu ile yaşıyorlardı ama onurlu  duruşun asilliği elbette doğanın kurallarına yenilecekti! Ekmeğin sac üzerinde pişerken çıkardığı kokusu, asaletli duruşu bozan davranışlara yol açardı!

Kömür kaçakçılarının yol güzergahında olan Güllühöyük köyünün içerisinden aç karnınız olduğu halde geçerken, yufka ekmek pişen tandırlığın hangisi olduğu, alınan koku ile nokta olarak tespit edilir ve koku takip edildiğinde ayaklarınız sizi bu tandıra götürürdü. Arkadaşınız eşeklere bakarken, siz aç karnınız için birkaç yufka ekmek isteme cesaretini gösterirdiniz ama ne yazık ki ekmek o zamanlar bu kadar kolay elde edilebilen bir şey değildi, mücadele gerektiren ve ulaşılması zor bir nimetti. Doğal olarak ekmek yapan kadınlarda bunun böyle olduğunun bilincindeydiler. Kendisinin ve arkadaşının karnını bu güzel kokan ekmeklerle doyurabileceği hayali ile gelmişti tandırda bulunan kadınların yanına thamade HAJEMİGO İhsan ERDEM…O, kendisi ve eşeklerin yanında nöbetçi kalan arkadaşı BELCETUQE İhsan YALÇINKAYA’nın aç karnı için bir kaç ekmek istemişti, alıp gidebileceğini aslında o da tahmin etmiyordu ama yinede nezaket ile şansını denemek istedi. İnsanların aç ve unun çok değer ifade ettiği bu dönemlerde kimse iki yabancıya ekmek veremezdi, olması gereken buydu, dedik ya, mutluluklar herkes için 3-4 gün üzerine kurulmuştu, hem de yarım torba un karşılığı, öylesine ucuz! Açtı karınları, mutlaka karınlarını doyurmalıydılar, yol uzundu ve Garmizey Hable’deki evlerinde karınlarını doyurmak adına kendilerine ümit bağlamış insanlar vardı. Ekmek isteğine ret cevabı alan thamade HAJEMİGO İhsan duraksamadı, atik bir şekilde ellerini yığınla duran kuru yufka ekmeklerine daldırdı, o an kapabildiği ekmeklerle var gücüyle koşmaya başladı, iyi koşmak gerekiyordu, çünkü ellerinde oklava ile ekmeklerini kurtarmak için saldırıya geçmiş 5-6 kadın vardı, koştu, koştu...Sonunda erkek olmanın verdiği avantajla ellerinden kurtuldu, büyük iş başarmıştı thamade, aç karınlarına girecek ekmekler onları Kaman’a kadar ulaştıracaktı, zaten oraya vardıklarında kömürlerini satıp bir kaç kuruş ile bir torba buğday alacaklar ve oradan değirmene götürüp öğüttükten sonra unlarını alıp Akçakent’te döneceklerdi. Her iki thamade yaptıkları bu ekmek hırsızlığından utanmamışlardı, hani bir Avrupalı düşünürün dediği gibi “Aç insanların yaşadığı bir yerde ahlaktan bahsetmek, en büyük ahlaksızlıktır“ misali inanıyorlardı hayatın gerçeklerine.

O dönem sahip olduğunuz en önemli mal varlığınız iyi bir eşek ve iyi bir balta idi. Bunlar önemliydi, “hayatınızı kazanmak içinin“ olmazsa olmazlarıydı.

Thamadem BELCETUQE İhsan, o günlerden bahsederken hep hayıflanırdı;

“Babam rahmetli olduğunda 15 yaşlarındaydım, bakmam gereken benden küçük 3
kardeşim ve annem vardı. Miras olarak; bir kötü ev, iyi bir balta ve kötü bir eşeğim vardı, ev önemli değildi ama eşeğin kötü olması kömür kaçakçılığı konusunda beni çok zor duruma düşürürdü “ derdi.

Kömür yakmak gibi bir çilekeş yaşam elbet kalmadı ama toplumda görüyoruz ki, yaşam standartları yükseldikçe ve fiziğe dayalı emek azaldıkça insanlar daha çok suç üreten toplum haline geldi.

Meşe odunlarının dağda yakılması ile geçimini sağlayan o dönem atalarımızın emeklerine saygı duyuyorum diyen her günümüz genci, yaşamın alın teri ile kazanmanın mutluluğunu ve onurunu yaşamanın kutsiyetine inanmalı, günümüzün teknolojik imkanlarının verdiği olanakları göz önünde bulundurarak, (her ne kadar atalarının yaşadığı bir süreç olsa da) geçmişle yüzleşerek, emeği; dürüst yaşamın bir lokomotifi olarak benimseyerek, geleceğini doğru temeller üzerine kurmanın yoluna bakmalıdır.

Mutlu olmak ne kolaymış değil mi? Sadece ekmek ile mutlu olabilmenin erdemliğini hissedecek yürekler halen günümüzde var mı? diye sormak gerekir sanırım.

Şair Mehmet Akif’in dediği gibi; “kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası, düşmanının maskarası“ sözünün doğruluğuna inanarak yaşam mücadelesine girmek gerekir

Dürüst yaşam kurallarının, toplumun alışılmış tüm değer kurallarını kendi ekseni etrafında şekillendirdiği bir toplumda birlikte olmak dileği ile…

............

BELCETUQUE Gürbüz Yalçınkaya'nın Diğer Makaleleri >>>

............


............

.................