İnsanoğlu olarak yaşamın
getirdiği rekabet ve hırs dolu anlarını öylesine
doyumsuz yaşıyoruz ki, sanki, ilahi bir alemden ses gelse ve dese ki
“
ey insanlar siz neden bu kadar ihtirasa bürünmüş halde yaşıyorsunuz,
kendinize gelin “ dese dahi, bu gaflet uykusundan uyanamayacak kadar
derin
bir hırs denizinin altına dalmış misali duymayacağız.
Her insanın yaşam süresinin bir sınırı var ve bu süre geri dönüşü
mümkün
olmayacak şekilde düzenli olarak işliyor. Ölüm kendisini bir şekilde
hissettirdiğinde ise, insanoğlu aciz bir şekilde, yaşamının
keşkelerini
sıralamaya başlayarak “ keşke bir kez daha hayatı tekrar yaşamak
mümkün
olsaydı“ diyecek kadar biçare oluyor.
Öyle ya ;
Birlikte aynı toplumu paylaştığı ve basit nedenlerle kırgın olduğu
insanların tekrar muhabbetini kazanmayı istiyor.
Para hırsının duyguları körelttiği yaşamı, kişilerarası ilişkiler
de,
sevgi ve saygının temel payda olacağı ilişkileri tesis etmeyi hayal
ediyor.
Ayıp ve insan zafiyetlerini ön plana çıkaran konuşmalar yerine,
insanlardaki güzel ve duygu yüklü yönlerini konuşmanın önemini
anlıyor.
Çıkar ilişkilerine dayanan sahte dostlukların kurulduğu ilişkileri
terk
edip, acı ve sevinçte birlikteliklerin doğal mecrasında yaşandığı
dostlukları bulabileceğini umuyor.
Ölüm kokusunu aldığında “keşkelerin“ bozduğu psikolojisinin yerine,
ne
mutlu ki bu anımı da paylaşacak can dostlarım varmış edasına
girmenin
mümkün olduğuna inanıyor.
Makyajının bozulmaması için kendine yaklaşan çocuğunu iterek, “şimdi
sarılma“ diyen kadın, keşke çocuğuma daha fazla sevgi verseydim
diyerek
“keşkeleri“ sıralıyor.
Sevgi ve saygı görememiş bir uzun yılın muhasebesini yaparak, bu
kavramlar adına girişimlerde bulunarak insanlardan saygı ve sevgi
görebilmek adına geç atılmış adımları atıyor ama ne yazık ki doğal
bir
geri bildirim alamıyor, zamanın artık geç olduğunu kabullenmek
dışında
“boynu bükük” misali durgun bir ruh haliyle yaşamın içerisindeki
rolünü
oynamaya başlıyor.
İnsanların mana ifade etmeyen konuşmaları, birbirleriyle
ilişkilerinde bir
sorumsuzluğa yol açıyor ve bunun sonucunda olumsuz bir duygu
girdabında
boğuluyor. Pişmanlık adına atacağı adımları düşünmekle beraber “
kibir “
duygusu kendini bırakmıyor, çünkü, “ henüz erken! “ diyor ve “kibir
duygusu kendini bıraktığında “ insan ; artık dönüşün geç olduğunun
bariz
farkında oluyor.
İnanç dünyası, insandan insana farklılık gösterir ama asırlardır bu
farklılık adına insanlar birbirlerini boğazlar veya zıt kutup
olduklarını
kabul etmekle birbirlerine yaşamı zor kılmanın, kendilerince
hesabını
yaparak, bu yönde fikri ve icrai faaliyetlere girerler. Bunun için
en
vahşi yöntemleri keşfetmek için birbirleri ile yarışırlar ve
isteklerine
ulaştıklarında, “ zafer kazanmış bir komutan edası “ ile mağrur bir
duruş
ile zaferlerini kutlarlar. Sonra zaman geçmiştir, doğru yolu
bulduğunu
sanır ve kendilerinden sonraya ahkam keserek yaşamın doğruları
üzerine “
sözlü kitaplar!” yazarlar, konuşurlar, konuşurlar…
Zaman geçiyor, hepimiz biraz daha kendimize çeki düzen vermek
zorundayız.
Kısır çekişmelerin ve birimiz için “ötekileştirilmiş insan veya
insanlar
yaratmanın “ bir mantığı olmasa gerek.
Şöyle bir hesap yapalım; kırgınlıklarımızın birbirimize ne gibi bir
getirisi oldu? Sonra düşünelim, “peki bu kırgınlıklarımız olmasa idi
ne
kaybederdik?“
Elbette çok şey kazanırdık. Gelin yanlış olan ve affettiğinizde bir
şey
kaybetmeyeceğiniz tüm konularda doğru veya yanlış siz olun fark
etmez, “kırgın olduğunuz insanları arayan siz olun, inanın gurunuz
örselenmez''
içinizdeki anlamsız gururu daha doğrusu ismini gurur olarak
bildiğiniz
kibiri yenin.
Güzel yarınlarda muhabbet dolu günlerde görüşmek dileği ile… |