.

..............................
..



.................
............
............
............
THAMADEMİZ REŞAT SAVAŞ (HACO) İLE RÖPORTAJ
BELCETUQUE Orhan Yalçınkaya
........................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

............

............

05 Mayıs 2008 Cumartesi günü saat 15.00'de thamade JANBEY Reşat Savaş namı diğer HACO amcanın evine misafir oldum. Kendisinin sıcak ilgisi ile karşılaştım, o güzel doyumsuz sohbeti ile eskilerden anlatmaya başladı, o kadar güzel bir anlatımı vardı ki, sanki bende o günleri yaşadım adeta.  

Bende hazır böyle bir sohbet var kendisine birkaç soru sordum ve verdiği cevapları sizin için kaleme aldım.

Thamade HACO çocukluk dönemi ile ilgili olarak neler anlatırsınız?

1933 yılında o zamanki ismiyle SITMA (Akçakent) köyünde dünyaya geldim, benim tek arzum okumak, tahsil etmekti ama o dönemler insanlar fakirdi ve ben bu yüzden okuyamadım. İlkokul’u 3’üncü sınıfa kadar köyümde yani Akçakent’te okudum, 4’üncü sınıfı ise, herkes gibi 5 km uzaklıkta bulunan Güllühöyük köyüne günlük gidip-gelerek okuyacaktım. Güllühöyük köyündeki okula 2 gün gittim, öğretmenimiz rahmetli Veli Hoca bana bir kitabı okuttu ve okuduğum konuyu anlatmamı istedi, ayağa kalktım ve okuduğum konuyu oldukça uzun anlattım. Veli Hoca bana çok çalışkan olduğumu söyledi ama
okulun 3 günü babam olan thamade rahmetli Ali Savaş okula gitmeyi gereksiz
gördüğünü ve her gün gidip gelmenin zorluğunu bahane ederek beni okuldan aldı.

HACO lakabınız ve Sıhhiyecilik nereden geliyor?

HACO ismini dedem thamade Ahmet Çavuş taktı, beni çok severdi. Omuz ve sırtında beni gezdirirdi, akşam eve biraz geç kaldığımda avludan çıkar gelişimi beklerdi ve avluya girişimle, HACOOOOOO diye çağırırdı, kendisini çok severdim halen özlemini çekerim, Allah rahmet eylesin mekanı Cennet olsun.

Sıhhıyeciliğime gelince;

1953 yılında askere gittim, 4 aylık temel eğitimden sonra revire alındım ve hasta bakıcısı olarak çok azimli çalıştım. 20 ay süren askerliğim boyunca, severek görevimi yaptım. Sıhhiyecilik adına bilinmesi gerekenleri öğrenmek adına çok çalıştım, yapılan sınavda birinci oldum ve başarı belgesi aldım. 1955 yılında terhis oldum. Askerde öğrendiğim bilgiler ışığında Akçakent ve çevresinde bu zamana kadar, çıkar gözetmeden vatandaşlara sağlık konusunda yardımcı olmaya çalıştım. Bir çok kez hasta olan insanları sırtımda hastanelere taşıdım. Benim için en büyük mutluluk, bir hastanın tedavisi sonrası sağlığına kavuşması idi, herkese hakkım helal olsun.

İnsanlar geçmişte daha sağlıklıydı ama sorun hastalandıkları zaman hastane ve doktora gitme zorlukları söz konusu idi, çünkü insanlar çok fakirdi, herkes doktora gidemezdi, şimdi ise sağlık hizmetleri insanların ayağına geldi ve en ufak bir rahatsızlıkta doktora gidebiliyorlar.

Eski ve yeni Akçakent’i mukayese ederek, günümüz gençlerine ne söylemek istersiniz?

Bizim dönemlerde gençler birbirleriyle ilişkilerinde çok bağlıydılar, aynı zamanda daha sağlıklıydılar. Şimdiki gençler bilgili, eğitimliler ve geçimlerini daha iyi sağlıyorlar, rahat yaşıyorlar.

Akçakent 1990 yılından bu tarafa ilçe, gençlerimiz iş bulup çalışmaktalar. Sabah olunca herkes işine gidiyor, bu nedenle de çok mutluyuz. Köy iken insanlar mutsuzdu ve düzenli bir iş olmadığı için yılın önemli bir zamanı herkes kahvelerde oyun oynayarak zaman geçiriyordu. İlçemize emeği geçenlerden Allah razı olsun, hizmet olarak % 70’i ayağımıza geliyor takdir etmek gerekir.

Köyümüzün geçmiş dönem bayramından bir anı anlatır mısınız?

Eskiden bayram sabahları köyün gençleri at binip yarışlar yaparlardı. Yine bir bayram sabahı Güllühöyük köyünden Nuri Bey bayram namazını kılmak için köyümüze gelmiş ve atını bizim ahıra bağlamıştı. Bende kendi kendime sevinmeye başladım ve Nuri Bey’lerin Bayram namazına gitmesini bekledim. Namaz vakti geldiğinde namaza gittiler, bende atı ahırdan alarak üzerine bindim ve arkadaşların olduğu yere gittim. Arkadaşlarla birlikte Eskiyurt mevkiinden başlayarak köye doğru bindiğimiz atlarla yarışa başladık. Köyün
tam ortasına geldiğimizde ben attan çok kötü bir şekilde yere düştüm. Yolda bulunan büyüklerimizden BLANE Hikmet Mermer beni yerden kaldırarak, çocuk olarak örselenen gururumu okşamak için, bana hitaben; “arkadaşların, atların üzerinden düşmemek için karasakız yapıştırdılar, senin atının üzerine ise sabun köpüğü sürdüler, bu nedenle attan düştün“ dedi, o zaman çocuk olduğum için inanmıştım. Ben bu konuşmadan sonra bayıldım sadece o kadarını hatırlıyorum.

Başka neler söylemek istersiniz?

Akçakent insanları esasında iyi ve güzel insanlardır, birbirimizin değerini anlamak için aslında Akçakent dışında bir yaşayıp görmek gerekir. İnsanlar birbirini sevmeli ve saygı duymalı, biz yeni gençlikten bunları bekliyoruz. Dışarıda gurbette yaşayan tüm hemşerilerime de selamlarımı gönderiyorum.

Thamade HACO’ya uzun ve sağlıklı bir ömür dileyerek, sevgili dayım rahmetli SİYUGH Orhan İlhan'ın thamademiz Haco ile ilgili anlattığı bir anı ile sohbetimizi bitirelim:

Thamade Orhan, memuriyet nedeniyle genç yaşta Akçakent'ten ayrılır. Bir süre sonra yıllarca sürecek ve doktor doktor gezmesine karşın deva bulamadığı bir mide ağrısına yakalanır. Her yolu dener ama yıllarca bu acıyı çeker. Bir gün köye geldiğinde thamademiz Haco'yla karşılaşır. Derdini ona anlatır. O da bir ilaç verir. İşte yıllardır çektiği mide ağrısı hemen geçer. O günden sonra da bir daha mide ağrısı çekmez. Bulunduğu her ortamda hep bu olayı anlatırdı.
Geçenler de Kırıkkale'de Dedem NACHQO H. Ömer Türkay hasta olduğu için,
Boğazevci kasabasından bir komşumuz ziyarete gelmişti. Sohbet ederlerken
söz Akçakent'in ilçe oluşuna geldi. Misafirimiz; ''Boğazevci'nin nüfusu
Akçakent'ten çok olmasına karşın, neden 'Boğazevci kasaba oldu da Akçakent ilçe oldu'' dedi.
 
Babam NACGQO Bekir Türkay ile dedem o sıra göz göze geldiler. Dedem hasta
yatağından kafasını hafifçe kaldırdı ve kaşları çatık, anlatmaya başladı.

''Akçakent'in ilçe olması için çalıştığımız zamanlardaydı. Sizin köye (Boğazevci) gittik. O zamanın milletvekilleriyle birlikte. Köy meydanında ilçe olabileceğimizi söylerken, oradaki yaşlılardan biri aynı senin gibi ''Bizim Akçakent'ten nüfusumuz fazla orası neden ilçe oluyor da biz olmuyoruz'' dedi. Bende oturduğum yerden kalktım yüksek ses tonuyla; ''Boğazevci'nin ilçe olması için ne yaptınız? Kaç dilekçe yazdınız? Kaçınız gidip ilçe olmak istediğinizi bildirdiniz'' diye cevap verdim. Hiç kimseden ses çıkmadı. Eğer bizim nüfusumuz Boğazevci'nin nüfusu kadar olsaydı; ben ilçelik için değil şuan burada il olmak için uğraşırdım.''

Thamadenin kızgınlığı hala geçmemişti. ''Şimdi bile bu yaşlı halimle; Akçakent il
olabilir, deseler hasta yatağımdan kalkar giderim. Gerekirse T.B.M.M.'nin
kapısında yatarım. İl olabilmesi için ne gerekiyorsa yaparım'' diye sözünü bitirdi.

Konuşulanlar beni çok etkilemişti. Anlaşılan Akçakent bugünkü halini kolay almamıştı. Buna bizzat şahit olan dedem bile böyle sinirlendiğine göre, Akçakent öyle burada anlattıklarım kadar kolay Akçakent olmamıştı.

Ben inanıyorum ki; 78 yaşındaki dedem ve diğer büyüklerimin zamanında,
20 haneli köyü ilçe yaptıkları gibi, günü geldiğinde Akçakent'in il olması için çaba gösterecek birileri çıkacaktır. Çünkü orası öyle bir yer ki; oradan hiç bir zaman İhsan Yalçınkaya'lar, Eyüp Has'lar, H. Ömer Türkay'lar, Rıza Aslan'lar, Abdullah Türkay'lar eksik olmayacaktır.

............

............


............

.................