Günlerden 11 Mayıs 2008
Pazar. Saat 21:00 suraları. Thamademiz Musa ÇELEN’in evindeyiz.
Sayın ÇELEN, koltuğunda oturmuş bir yandan tv seyrederken diğer
yandan benimle muhabbet ediyordu.
Kendisine köyün sitesinde yayınlanmak üzere birkaç soru sormak
istediğimi dile getirdiğimde, bana dönerek bundan memnuniyet
duyacağını belirterek gülümsedi ve bende thamademize ilk soruyu
sorarak kendisi ile keyifli bir sohbet başlattım.
Hayatınızın bir bölümünü geçirdiğiniz Akçakent ve orada birlikte
yaşadığınız insanlarımıza ilişkin düşüncelerinizi ifade eder
misiniz?
İnsanların hayatlarında unutamadıkları dönemler vardır, en önemlisi
de çocukluk dönemine ait yıllarıdır. Yaş ilerledikçe her insanda
eskiye olan özlemde bir artış gözlenir. Bende çocukluk ve gençlik
dönemlerimde, Akçakent’te insanlarımızla geçirdiğim yılları çoğu
zaman özlemle anıyorum.
Akçakent bizim çocukluğumuzda küçük bir köydü. Fakat çevre köyler
arasında bir ayrıcalığa sahipti, çünkü orada, Kafkasya’dan gelen ve
kültürü ile farklı olan insanlar yaşıyordu. Bizim insanlarımızın
taşıdıkları değerler; çevre köylerimizde bulunan insanlar
tarafından, bizim insanlarımıza her zaman saygı duyulmasını
sağlıyordu, bu saygınlığın köyümüze getirdiği bir çok avantaj oldu.
Zaman ilerledikçe köyümüz gelişti ve ilçe oldu, tabii ki bu
gelişimin insanlarımız için faydalı ve zararlı yönleri olmuştur.
Mesela gençlerimize iş açısından avantaj sağlarken, kültürel
yozlaşma açısından dezavantaj olmuştur.
Akçakent'imizin insanı, tıpkı havası gibi sert bir mizaca sahiptir.
Yaşam mücadelelerinde bir çok badireler atlatmışlardır, yokluk ve
yoksullukla süren yaşam savaşını, düne bakarak bugün ile mukayese
ettiğimizde, kendilerini geliştirerek daha iyi bir noktaya
geldiklerini görüyor ve toplum içerisinde hak ettikleri yerlere
gelmeyi becerdiklerine tanık oluyoruz. İnanıyorum ki, yeni yetişen
insanlarımız çok daha iyi hayat koşullarına erişeceklerdir.
Çocukluğunuz, gençliğiniz ve iş hayatınıza dair bilgi verebilir
misiniz?
Ben, 1953 yılının Mart ayında Akçakent’te dünyaya gelmişim. Okul
hayatım devam ederken Akçakent’te “demircilik” üzerine açılan kursa
gitmeye başladım. İlerleyen süreçte hem okulu, hem de kursu
bitirdim. Akabinde Ankara’ya gelip Şadiye halamlarda kalırken, bir
yandan da eniştemin demir atölyesinde çalışmaya başladım. Daha sonra
Ata Sanayi’de Çelik Konstrüksiyon işi yapan firmada işe başladım ve
Nuriye halamlarda bir müddet kaldım.Sonraları köyden rahmetlik
babaannemi çağırdık, çok zor şartlarda ağabeyim Mehmet, ben ve
babaannem beraber kaldık. O yıllar gençtim ve çalışma hırsı ile
doluydum, sürekli çalışıyor ve bir şeyler elde etmek için bunun
gerekli olduğuna inanıyordum.
1973 yılının Nisan
ayında çalışmak üzere Mersin’e gittim. Mersin’de yine Çelik
Konstrüksiyon işi yapan bir firmada çalışmaya başladım.
1975 yılında askerden döndüm ve yoğun iş temposuna devam ederken,
1976 yılında sevgili Şadiye halam vesilesiyle tanıştığım Sevim KÜRÜ
ile evlendim ve bu evlilikten halen Kadriye, Sinem ve Çiğdem isminde
3 kızım var.
1979 yılına kadar bu işyerinde çalıştım, firmanın sahibi,
çalışkanlığımdan ve dürüstlüğümden dolayı beni çok sevdi. Mesleğimle
ilgili olarak başta proje okuma olmak üzere benim için çok gerekli
olan bilgileri bana öğretti. Diyebilirim ki, onun sayesinde
mesleğimle ilgili olarak “ bu bölümün üniversitesini “ bitirdim.
1979 yılında kendi işimi kurdum, ancak patronuma olan sevgimden
dolayı firmanın ismini “Elbey Çelik “ olarak devam ettirdim. 1982
yılına kadar Mersin / Taşucu’nda taşeron firma olarak SEKA
içerisinde faaliyet gösterdim.
1982 yılında Mersin - Merkez‘e döndüğümde eski patronumun işyerini
kiralamak suretiyle iş hayatıma devam ettim. O yıllarda çok
çalışmamın sayesinde maddi durumum iyileşti. 1989 yılında eski
patronum vefat etti ve patronumdan kiraladığım işyerini 1994 yılında
çocuklarından satın aldım.
1993 yılından 2002 ‘ye kadar büyük kızım Kadriye benimle beraber
çalıştı. Kızım Kadriye’nin evlenmesi ile ortanca kızım Sinem
ablasının yerine geçti. Küçük kızım Çiğdem halen Mersin
Üniversitesinde öğrenim hayatına devam ediyor. Yani 1993’den beri
kızlarımın da yanımda olması ile bir aile şirketi olduk, halen faal
olarak iş hayatıma Mersin’de devam ediyorum.
Akçakent’e ilişkin olarak unutamadığınız bir anınızı anlatır
mısınız?
Sanırım ilkokul 3. sınıfa gidiyordum. Bir gün SOBAKH Dursun, KAMBİ
Ramazan Apaydın ve ben okuldan kaçtık, çocukluk işte Ankara’ya
gitmek üzere eşeğe bindik ve yola çıktık. Köyden epeyce uzaklaştık.
Yol üstünde dağ eriklerini görünce dayanamadık ve durduk. Bir yandan
konuşuyoruz bir yandan dağ eriği yiyoruz. Öyle bir dalmışız ki bir
baktık akşam olmuş. Bu saatten sonra Ankara’ ya gidilmez dedik ve
geri köye dönmeye karar verdik. Bu sefer köyün yamacında yaban
armudu gördük. Eşeği ağaca bağladık, biz ağacın tepesine çıktık. Bu
arada Dursun ve Ramazan “Musa baban geliyor” dediler. Öğretmen
babama okula gitmediğimi söylemiş. Babam beni arıyor. Ağaçtan
kendimi aşağı attım ama bu arada babam gelmişti. Babam beni
kovalamaya başladı. Çok hızlı koşan biriydim. Tabii ki babam bana
yetişemedi. Ben eve yetiştim, rahmetlik babaannem ahıra saklanmamı
söyledi. Orada 2 tane hatıl vardı. Babam eve yetişti ve beni sordu.
Ahırda olduğumu anladı içeri girdi. Ben bir sağ hatıla, bir sol
hatıla çekirge gibi atlayıp kendimi korumaya çalışırken babaannem
geldi ve beni kurtardı.
Bu benim için unutamadığım bir gün ve macera oldu.
Öncüsü olduğunuz
ve her yıl yapılan sülale şenliğinize ilişkin bilgi verir misiniz?
3 sene önce köye yeğenimin düğününe ailemle birlikte katıldım. Hemen
hemen tüm sülale oradaydı. Güzel bir düğün oldu. Düğün sayesinde hep
bir araya gelen ve kaynaşan akrabaları görünce çok duygulandım.
Düğünün ertesi günü 1 koyun aldım ve tüm sülaleyi Eskiyurt’a pikniğe
davet ettim. Çoğumuz uzun zamandır birbirimizi görmüyorduk. Çok
güzel bir gün idi ve herkes çok mutlu oldu. Bende herkesi bir araya
topladım ve bu yaptığımız pikniği her sene yapmamız gerektiğini, bu
sayede çocuklarımızın birbirleriyle daha iyi kaynaşacağını, Çerkes
kültürümüzün bu sayede nesilden nesile daha iyi aktarılacağını,
böylesi bir toplanmanın hem bizler için, hem gençlerimiz için
birliktelik adına çok iyi olacağını anlattım. Akrabalarıma, seneye
tekrar burada benim misafirim olmalarını söyleyerek 1 yıl sonraki
pikniğe davet ettim. Herkesin burada olmayan akrabalarımıza
ulaşmasını ve seneye onları da davet etmelerini istedim. Bu benim
için çok önemli idi. Çünkü hiç kimsenin ne kültürünü ne de
akrabalarını unutmasını istemiyordum. İlk sülale pikniğimiz bir sene
sonra gerçekleşti. Yemekler yendi, oyunlar oynandı, sohbetler edildi
ve Çerkes düğünü yapıldı. Herkesten çok olumlu yorumlar geldi.
Böylelikle pikniğimizi devam ettirmeye karar verdik. Her sene bir
öncekinden daha geniş bir akraba kitlesi ile Hajemigo Sülale Şenliği
adı altında toplanan akrabalarımız, bu senede 3. Hajemigo Sülale
Şenliği ile 06 Temmuz 2008’de köyümüzde bir araya geleceğiz.
Şenliğimiz için emek veren herkese teşekkür ediyorum. |