Not:
Ehud R. Toledano'nun
'Slave Dealers, Women, Pregnancy and
Abortion: The Story of a Circassian
Slavegirl in min-Nineteenth Centry
Cario' (Slavery and Abotition, 1981,
Cilt 2, No. 1, s.53-66) isimli
makalesinin birinci bölümünden
çevrilmiştir. Bu çalışma National
Endowment for the Humaniti es vakfı
tarafından finanse edilen daha geniş
çaplı bir araştırma çerçevesinde
hazırlanmıştır.
19. Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğunda en yaygın
bağımlılık biçimi eviçi kölelikti.
Yüzyılın ortasından itibaren
İmparatorluğa ithal edilen kölelerin
hemen hepsi yüksek ve orta
sınıflardaki ailelerin evlerinde
hizmet etmeye gönderildi. Kentlerdeki
pazarlarda satışa sunulan kölelerin
çoğunluğu kadındı. Erkek köleler hâlâ
ev-dışındaki fiziksel işlerde
kullanılıyordu, fakat sayıları giderek
azalmaktaydı. Hadımlar da sınırlı
sayıda bulunabiliyordu. Hadımlar
oldukça pahalanmıştı ve sadece çok
zenginler onları satın alabiliyordu.
İncelediğimiz dönemde Osmanlı köle
nüfusu, kölelerin ırksal bileşimini de
belirleyen üç ana kaynaktan
sağlanıyordu: Siyah köleler Orta
Afrika (Waday, Bornu, Bagirmi) ve
Sudan'dan (Beyaz ve Mavi Nil havzası,
Kordofan ve Darfun'dan) getirildi.
Etiyopyalı köleler Batı-Etiyopya'dan,
özellikle Galla, Sidama ve Guraga
yörelerinden ithal edildi; Çerkes ve
Gürcü köleler İmparatorluğa
Kafkasya'dan ulaştırıldı. 1850'lerden
sonra Osmanlı bölgesinde (sadece) iki
kanaldan köle geldiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz: Afrika köle ticareti
ve Kafkasya. (1)
Ortalama yıllık ithalat, yüzde 87'si
Afrikalı, geri kalanı da Kafkasya'dan
12.000 köleydi. Siyah, kahverengi ve
beyaz köleleri -özgür cinsleri gibi-
İmparatorlukta farklı toplumsal
konumlara sahipti.
İslâm
Yasası; Şeriat, köleler arasında sınıf
farklılıkları gözetmez, onları bir
yasal kategori olarak kabul eder
(2).
Bununla beraber, toplumsal koşullar ve
kültürel tutumlar Osmanlı köleleri
arasında kesin bir hiyerarşi
oluşturdu. Bu hiyerarşi, (köle)
fiyatları ve kullanım biçiminde olduğu
kadar, toplumsal konumda da kendisini
gösteriyordu. Hiyerarşinin en üstünde
Çerkes ve Gürcü köleleri bulunur, daha
sonra Etiyopyalılar gelir, piramidin
en altında da siyah Afrikalılar
olurdu. Buna uygun olarak, hemen her
siyah köle ve Etiyopyalıların
çoğunluğu az sayıda beyaz köle ile
birlikte el-işi gerektiren işlerde
hizmet ettiler. Beyaz köle kızların
büyük bir kısmı ve belirli miktarda
Etiyopyalı köleler efendilerinin
cariyeleri ve çoğu zaman eşleri
oldular.
Cariyenin efendisinden
bir çocuğu olursa, çocuk özgür olur;
cariye başkasına satılamaz ve
sahibinin ölümünden sonra özgür
olabilirdi. Aslında, yasal olarak ümm
veled (çocuklu kadın) konumunda olan
bu durumdaki bir kadın, hamileliğinin
anlaşıldığı andan itibaren başkasına
satılamazdı, özellikle çocuk erkek
ise, efendiler genelde ümm veledi azad
eder ve onunla evlenirlerdi. Böylece
toplumsal hareketlilik (sınıf
değiştirme), beyaz kadınlar için
(hepsi bu isteklerini
gerçekleştiremezse de) en azından bir
olasılıktı. Beyaz olmayan kölelerin
yolunda herhangi bir yasal engel yoksa
da, sosyo-ekonomik kalkınmayı sağlayan
bu yöntem onlar için pek geçerli
değildi.
Kölelik yoluyla bir
kimsenin kendi toplumsal ve ekonomik
konumunun iyileştirme umudu Kafkas
köle ticaretinde özgül bir durum
oluşturdu. Hem ebeveynler, hem de
kızlar kendilerini köle tüccarlarına
sunmaya ve böylece İstanbul, Kahire ve
İmparatorluğun diğer büyük kentlerinde
üst-sınıfların evlerinde servis
hizmetlerinde çalışmaya genellikle
istekliydiler. Kırım Savaşı döneminde
İngiliz ve Fransız baskıları sonucu
Çerkes ve Gürcü köle gönderilmesi
1854'de geçici olarak yasaklandı.
(3)
Fakat kölelerin, ailelerinin,
tüccarları, müşterilerin ve Hükümet'in
kendisinin -köle başına yaklaşık yüzde
10'luk gümrük vergisi düzenli olarak
köle ticaretine uygulanıyordu- bu
ticaretten çıkarları vardı ve böylece
bu yasak kısa bir süre sonra
kaldırıldı. Çerkes kadınlarının
satılması, Osmanlı toplumunun en
önemli kurumlarından biri. Harem
Sistemi için zorunluydu.
Harem
Sistemi, Müslüman toplumda kadınları
ayırma ve aileye mensup olmayan
erkeklerle ilişkilerini sınırlama
ihtiyacından doğdu.
(4)
Evler iki farklı bölüme ayrılmıştı;
Erkek aile üyelerinin kaldığı
selamlık, kadın ve çocukların yaşadığı
haremlik. Kadınlar kesimini, efendinin
annesi veya (İslâm dininin izin
verdiği en fazla dört eşten) ilk eşi
tarafından yönetiliyordu. Cariyeler de
bütün hizmetçilerin kadın olduğu
haremde kalıyordu. Efendinin erkek
misafirleri haremde ağırlanmazdı.
Osmanlı kent ve köylerinde haremler,
aktif ve oldukça gelişmiş bir
toplumsal ağ ile birbirine bağlıydı;
karşılıklı ziyaretler ve dış gezmeler
yaygındı. Bu sistem en tepede
Padişahın hareminden yayıldı ve
onların yaşam-biçimi ve yapısı diğer
bütün sınıflar tarafından, olanakları
ölçüsünde, taklit edildi.
Padişah'ın Haremi kapalı kapılar
arkasındaki politikanın da bir
modeliydi. Osmanlı tarihinde bu yolla
önemli saray politikalarının
etkilenmesi sık sık görülürdü. En
başta Sultan'ın annesi (Valide Sultan)
bulunurdu. 19. yüzyılda Valide
Sultanlar, kendilerine bağlı yüzlerce
kadın ve hadımlara hükmederdi.
(5)
Yerel valilerin ve önemli kent
merkezlerindeki üst-sınıfların evleri
de, daha küçük ölçekte de olsa benzer
şekilde yapılanmıştı. Alt-sınıfların
bu tip kurumları oluşturmaya
olanakları yoktu ve (haremlik/selamlık
şeklindeki) ikili yapı ve ayrımdan
genellikle tamamen vazgeçmek
zorundaydılar. Bu durumda ayrım, peçe,
erkek misafirlerin antrede veya evin
dışında karşılanması gibi diğer
biçimlerde korunurdu. Çeşitli
değişikliklerle yukarıda tasvir edilen
sistem, bütün Osmanlı Vilâyetlerinde
mevcuttu. Fakat bu sistem,
vilâyetlerin birkaçında ve hiçbir Arap
bölgesinde Mısır'da olduğu kadar
istekle taklit edilmedi. Bütün
ayrılıkçı amaçlarına ve bağımsızlık
gösterilerine rağmen, Mehmet Ali Paşa
Konağı'nın Osmanlı karakterinde
olduğuna hiç şüphe yoktur. Pek çok
insanın gözünde “Modern Mısır'ın
Kurucusu” olmasına rağmen Mehmet Ali
kültürel ve toplumsal olarak bir
Osmanlı Valisi'ydi. Ardılları arasında
herhalde en son Osmanlı olanı,
1846-1849 yıllarında Mısır'a hükmeden
torunu Abbas Paşa'ydı. Aşağıda Abbas
Paşa dönemindeki Mısır'dan sık sık
bahsedeceğiz.
Gabriel Baer,
1850'lerde Mısır’da yaklaşık yarısı
sadece Kahire'de olmak üzere 20
bin -30 bin
köle olduğunu tahmin etmektedir. O
zamanlarda Mısır'ın toplam nüfusu
276.000 Kahire'de olmak üzere toplam 5
milyon olarak tahmin
edilmektedir Ülkeye ithal edilen
kölelerin sayısı değişen ekonomik
koşullara ve ihtiyaçlara göre
farklılıklar göstermişti. Örneğin 1840
ve 1850'lerde yılda yaklaşık 5
bin köle ithal edilirken, pamuk
talebindeki artışlar sonucu 1860'larda
bu sayı yüzde 400'den fazla artmıştır.
(6)
Mısır Vilâyeti'nde kölelik,
Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer
bölgelerindeki köleliğe göre iki
açıdan farklıydı. Diğer Osmanlı
bölgelerinden farklı olarak Mısır'da,
19.yüzyılda değişik dönemlerde hem
askeri hem de tarımsal kölelik
uygulanmıştır. (7)
Mehmet Ali'den 1863-1879 da hüküm
süren İsmail'e kadar bütün Mısır
valileri tarafından, özellikle
Sudan'dan getirilen siyah köleler
asker olarak kullanıldı. Köleler aynı
zamanda hükümdarın ve sayıları
gittikçe artan büyük toprak
sahiplerinin şeker ve pamuk
plantasyonlarında da çalıştırıldı.
Fakat kölelerin çoğunluğu, kasabalarda
ve Nil vadisi ve deltasındaki
kentlerde ev hizmetlerinde kullanıldı.
Mısır'da, aşağı-orta sınıflar bile en
azından bir siyah köleye sahip
olabilirlerdi. 19.yüzyılın ikinci
yarısında, Osmanlı İmparatorluğu'nun
diğer kesimlerinde olduğu gibi, Çerkes
kızlar zenginlerin haremlerine
ulaşmaya devam ederken, Mısır'dan her
ırktan erkek kölelerin sayısı,
İmparatorluğun diğer kesimlerinden
dala çoktu.
Osmanlı dönemi
Mısır'daki “günlük yaşam” üzerine
bilgilerimizin çoğu Osmanlı ve yabancı
devlet arşivlerinden ve gezginlerin
anılarından gelmektedir. Resmi
belgeler tarihi "insansızlaştırma"
eğilimindedir ve genellikle bürokratik
konular, maliye ve devlet aygıtı ile
ilgilidir. Öte yandan gezginler,
yüzeysel izlenimlerin ötesine
geçmelerini sağlayacak dil ve yerel
kültür bilgisi gibi araçlardan
genellikle yoksunlardı. Manners and
Customs of the Modern Egyptians
kitabında Harem'e bütün bir bölüm
ayıran ünlü Oryantalist Edward Lane
bile haremdeki kadın yaşamının özel
yanları konusunda adeta sessizdir.
Bununla birlikte, şansımıza,
Kahire'de, Abbas Paşa zamanından
Osmanlı Harem Sistemi'nin bazı
özelliklerini aydınlatan özgün bir
belge kalmıştır; bu belge makalenin
temelini oluşturmaktadır.
Mısır
Ulusal Arşivleri (Darü'l Vesaiti
Kavmiye) Kahire Hisarı'nda
bulunmaktadır. Araştırmacılar
tarafından hâlâ kısmen incelenmiş olan
Türkçe ve Arapça koleksiyonları
(8)
19.yüzyılda Mısır'daki yaşamın bütün
(özellikle sosyo-ekonomik) yönleri
üzerine zengin bir bilgi kaynağıdır.
Belgeler bölümünden ayrı olarak
kayıtlar bölümü, değişik devlet
kollarına karşılık gelecek şekilde beş
alt-bölüme ayrılmıştır. L olarak
tanımlanmış dördüncü altbölüm yerel
yönetim kayıtlarını kapsamaktadır;
bunun "2" olarak tanımlanmış ikinci
alt-kesimi Mısır Polisi'nin (Zabtiyyat
Mısır) kayıtlarını içermektedir. Ençok
ve düzenli Türkçe Polis Kayıtları,
Abbas Paşa (1849-1854) döneminden
kalmadır. Şemsigül ismindeki Çerkes
köle kızın hikayesi Polis araştırma
raporlarına kayıtlıdır.
(9)
Hisar'daki Polis Merkezi, Merkez'de
görüşülen her vaka için bir soruşturma
raporu (jurnal) düzenlerdi. Raporlar
daha sonra önerilerle birlikte, bir
çeşit idari mahkeme olan Meclisü'l
Ahkâmü'l Mısriye, karar verilmesi için
gönderilirdi.
Polis raporları
Mısır toplumsal tarihinin
incelenmesinde en ilginç ve önemli
kaynaklardan biridir. Bu raporlar,
aşağı sınıflardan insanların günlük
yaşamlarıyla ilgili ifadelerini
içermektedir. Bu insanların çoğu yazma
bilmediği için herhangi bir yazılı
kayıt bırakmamışlardır; bizimle
“konuşabilmeleri” nin tek yolu, yazma
bilen sorgucularının aracılığıdır.
İfadeler orijinal dillerinden
kaydedilmiştir, yani Türkçe, kitabi
Arapça ve günlük Mısır Arapçası. Bu
ifadelerin çoğu oldukça detaylıdır,
ifadelerin içeriği davalıların sözü
ile kısıtlı değildir; aşağı sınıfların
yaşamının bütün bir resmini sunarlar.
(10)
Şemsigül'ün hikâyesi 13 sayılı Polis
raporunun konusudur ve 12 Temmuz
1854'de idari mahkemeye
gönderilmiştir. Osmanlı Türkçesi ile
hazırlanmış rapor elyazısı, herbiri 35
satırlık 9 sayfadır ve köle kızın
kendi ifadesiyle başlamaktadır. Yukarı
sınıfların haremlerinde yaşamış
-sonradan büyük hanımlara dönüşmüş
Çerkes kölelerin- kiminin anıları
yayınlanmışsa da, (11)
elimizdeki gibi kayıtlar oldukça
azdır. Bu nedenle Şemsigül'ün
hikâyesini yakından inceledikten
sonra, bu olay aracılığıyla, iki
konuyla ilgileneceğiz: (a) köle
tüccarlarının dünyası; (b) hamilelik,
kürtaj ve kadınların dünyası.
Şemsigül, İstanbul'da, Polis
raporundan iki yıl önce (1852'de) Deli
Mehmet adında bir köle tüccarı
tarafından satın alındı. Deli Mehmet
onu gemiyle İstanbul'dan Kahire'ye
getirdi. Gemide onunla cinsel ilişkide
bulundu. O zaman kaç yaşında olduğu
bilinmemektedir, fakat Çerkes köle
kızları İmparatorlukta 13-15
yaşlarında satılıyorlardı. Şemsigül
kendi mülkü olduğu ve onu yasal olarak
cariyesi kabul edebileceği için Deli
Mehmet bu davranışıyla İslâm Yasası'nı
çiğnemiyordu. Fakat, kızın
bakireliğini bozduğu için, onu
başkasına satmak istediğinde önemli
miktarda para kaybetmeyi
kabullenmişti. Mısır'a ulaştıklarında
köle kız efendisine âdet görmediğini
bu nedenle hamile olabileceğini
söyledi. Fakat Deli Mehmet onu satmayı
kafasına koymuştu; hamileliğin
planlarını bozmasına izin veremezdi.
Bu nedenle kıza kullanması için
ilaçlar verdi, sonra da çocuğu
düşürmek için onu dövdü. Fakat doğa
baskın çıktı ve istenmeyen hamilelik
devam etti.
Osmanlı Padişah
Sarayı yaşam biçimini taklit eden
Mehmet Ali Paşa yönetici ailesi pek
çok beyaz köleye sahipti. Bu köleler
aile üyelerine ait değişik saraylarda
ve konaklarda kalıyordu. Bu nedenle
Deli Mehmet'in Şemsigül'ü bu
konaklardan birine satması oldukça
normaldi. Fakat müşterilere kızın
hamile olduğu söylenmeden satış işlemi
gerçekleştirildi. Beş aydan az bir
zaman içinde haremdeki bayanlardan
biri gerçeği anladı ve kızı muayene
etmesi için bir ebe çağırdı. Ebe
bayanın şüphelerini doğruladı. Deli
Mehmet saraya çağırılıp kölesi geri
verildi ve bir daha saraya köle
satmaya kalkmaması söylendi. Böylece
Deli Mehmet kızı aldı ve onu bir köle
tüccarı arkadaşının, Hacı Mustafa
Ağa'nın evine gönderdi. Fakat
Şemsigül'ün sorunları bitmekten
uzaktı; sorunlar daha yeni başlıyordu.
Deli Mehmet'in eşi köle kızın
hikâyesini duyar duymaz Hacı
Mustafa'nın evine durumu düzeltmek
için acele gitti. Yasaları bilip,
Şemsigül’ün hamileliğinin kendi
konumunu tehlikeye düşürdüğünü
farketmiş olmalıydı. Köle çocuğu
doğurursa, çocuk özgür olacak ve Deli
Mehmet'in mirasına hak kazanacaktı.
Çocukları varsa yasal eşin
çocuklarının payı azalacaktı; eğer
yasal eşin çocuğu yoksa kocası
önündeki konumu sarsılacak, özellikle
köle erkek çocuk doğurursa, zamanla
evin metresi olarak onun yerini
alabilecekti. Bu nedenle Hacı
Mustafa'nın evine hamile kıza hakaret
ve tahrik ederek daldı, fakat onu
dövmek isteğinde Mustafa'nın eşi araya
girerek onu engelledi. On gün sonra
Mustafa'nın eşi Şemsigül'ü Deli
Mehmet'in evine ve adeta kaçınılmaz
akibetine gönderdi.
Köle kız
eve geldiğinde Deli Mehmet'in karısı
bir ebe getirtti ve bebeği
düşürttürmesini istedi. Hamilelik o
zaman altıncı ayına ulaşmıştı. Kızı
muayene eden ebe hamileliğin çok
ilerlemiş olduğunu, fetüsün
(oğulcuğun) çok büyük olduğunu ve
kürtaj yapamayacağını söyledi. Buna
rağmen Deli Mehmet'in karısı
isteğinden vazgeçmedi. Kocası eve
geldiğinde, kızı çocuğu düşürene kadar
dövmesi düşüncesiyle kocasına
yaklaştı. Kocası bu işi yapmayı
reddedince, bir ütü ve oklava getirdi
ve Şemsigül'ün midesine ve sırtına
vurmaya başladı. Yoldan geçen bir
köylü kadın gürültüyü ve çığlıkları
duyarak içeri baktı ve ne
olup-bittiğini anladı. Kıza acıdığı
için komşu eve koştu ve durumu Selim
Bey'in karısına anlattı. Selim Bey'in
karısı Deli Mehmet'in evine hemen
gitti ve onun eşine kızı kendi evine
alacağını ve kürtajı orada yapacağını
söyledi. Beriki bunu kabul etti ve
Selim Bey'in eşi Şemsigül'ü kendi
evine aldı fakat köle kızın durumunda
hiçbir değişiklik olmadı. Deli
Mehmet'in karısı hamileliğin ne
olduğunu sorduğunda, Selim Bey'in
karısı, kızın çocuk düşürmesini
sağlayacak ilaçları aldığını
belirterek yalan söyleyecekti. Üç ay
sonra Şemsigül sağlıklı bir erkek
çocuğu dünyaya getirdi.
Doğum
sırasında Şemsigül, Deli Mehmet'in
eşinin yatağının başucunda beklediğini
gördü. Bebek doğduğunda bu ihtiraslı
kadın bebeği aldı, geleneksel evlat
edinme sembolüne uygun olarak bebeği
cübbesine sardı. Annesine bebeğin
öldüğünü söyleyerek evine götürdü;
bebek daha sonra bir sütanneye
verildi. Polis ifadesinde Şemsigül,
bir defa Selim Bey'in eşinin bebeği
görmesi için kendisine getirdiğini ve
sonra bebeği tekrar sütannesine geri
götürdüğünü söylemişti. Doğumdan yirmi
gün sonra köle kız Deli Mehmet'in
evine döndü ve orada yaklaşık yirmi
gün kaldı; bu arada bebek kendisine
gösterilmedi. Şemsigül bebeği daha
sonra da hiç göremedi, çünkü bebek bir
yıl içinde ölecekti. Bundan sonra
Şemsigül tekrar sahip değiştirmeye
başladı.
İlk önce Deli Mehmet
onu Tanta'daki yıllık fuara götürmesi
ve orada satması için bir başka köle
tücarına, Timur'a teslim etti. Tanta
fuarı Mısır'daki en büyük fuardı. 19.
yüzyılın ilk yarısında
100.000.-150.000 kişi bu fuara kat
ılıyordu; 1860 ve 1870'lerde
ziyaretçilerin sayısı yarım milyona
ulaşmıştı. (12)
Köleler bu pazarda satılan "mal”lardan
sadece biriydi. Böylece Timur
Şemsigül'ü Kahire'nin kuzeyindeki
Tanta'ya götürdü; burada birkaç
müşteri onunla ilgilendi, hiçbiri
satın almadı. Deli Mehmet daha sonra
Tanta'ya geldi, onu kendisiyle
birlikte Kahire'ye geri götürdü ve
üç-buçuk ay kalması için onu tekrar
bir başka arkadaşının evine gönderdi.
Bu arada Hindistan'a bir iş için
gitti. Döndüğünde onu Hacı Mustafa'nın
-daha önce bahsettiğimiz köle tüccarı-
evinde önemli bir Hintliye gösterdi
fakat anlaşmaya varılamadı. Tekrar
yola çıkmadan önce, (bu sefer Hicaz’a
gidiyordu), Deli Mehmet Şemsigül’ü
Mustafa’ya verdi ve onu kendi adına
satmasını istedi. Buna rağmen
Şemsigül’ün hikayesini bilen Hacı
Mustafa onu hiçbir müşterisine
göstermedi. Deli Mehmet’den bir çocuğu
olduğu için Şemsigül yasal olarak bir
ümm-ü velet’di ve satılamazdı. Deli
Mehmet Hicaz’dan döndüğünde onu
Timur’a sattı. Timur’un yanında
ikibuçuk ay kaldıktan sonra, bir
arkadaşı Timur’a Şemsigül’ün Deli
Mehmet’ten bir çocuğu olduğunu
söyledi. Kız da bu durumu onaylayınca,
Timur onu derhal köle tüccarları
loncası başkanı Ali Efendi’ye, durumu
araştırması ve düzeltilmesi için
götürdü.
Ali Efendi Deli
Mehmet’i çağırdı ve bir ”soruşturma
toplantısı” düzenledi. Önce Deli
Mehmet herşeyi inkar etti ve
Şemsigül’ün yalan söylediğine yemin
etti. Daha sonra, eğer arkadaşı Hacı
Mustafa da kızın hikayesinin doğru
olduğunu onaylarsa kızı azad edeceğini
söyledi. Mustafa kızın dediklerini
onaylayınca satış işlemi iptal edildi,
satış evrakları geri verildi ve
Şemsigül loncanın başı Ali Efendi’nin
himayesinde kaldı. Olay daha sonra
soruşturmanın derinleştirilmesi ve
iddianamenin hazırlanması için polise
havale edildi. Bütün ilgili şahıslar
30 Haziran 1854’de Polis Merkezi’nde
hazır bulunmaya çağrıldı. Dört gün
süren işlemler süresince Deli Mehmet
Şemsigül’ün hikayesini inkar etti.
Şemsigül’ün bu hamilelik masalını
yöneticin hareminden çıkmak için
uydurduğunu iddia etti. Buna rağmen
kızın hikayesi pek çok görgü tanığı
tarafından onaylandı ve Merkez
Şemsigül'ün anlattığı olayları idari
mahkeme tarafından doğru kabul
etmesini tavsiye etti. Daha sonra köle
sahihinin kölesini azad etmesine
sadece (kararlarında yanlış İslam
Yasasını göz önünde tutan) Şer-i
mahkeme karar verebileceği için olsa
gerek, dava Mısır Baş Müftüsü'ne
devredildi. Elimizde son karar ile
ilgili bir bilgi yoktur, fakat benzer
davalarla karşılaştığımızda, köle
kızın azad edileceği ve Deli Mehmet'in
birkaç ay hapis cezasına
çarptırılacağı açık gibidir.
DİPNOTLAR:
1) Ayrıntılar için, bkz. Ehud R.
Toledano, The Ottoman Slave Trade and
its Suppression, Princeton University
Press, 1982 2) İslam dininde
köleliğin yasal yönleri R. Brunschvig,
'Abd', Encyclopaedia of İslam, İkinci
baskı Leiden, 1960, Cilt 1, s.26-31’de
özetlenmiştir. 3)
Başbakanlık Arşivi / İrade Tasnifi /
Hariciye 5553, Baş Vezir’den Sultan'a,
28 Zilhicce 1270 (23 Eylül 1854) ve
ekleri. 4) Bu kurumun bir
tartışması ve Batı ve Doğu ile
yapılarının karşılaştırılması için;
bkz. Marshal G.S. Hodgson, The Venture
of İslam, Chicago 1974, Cilt 2,
s.140-6, 354-5; Mısır için, bkz. Nada
Tomiche “The Situation of Egyptian
Women in the First Half of the
Nineteenth Centry” W. R. Polk ve R.L.
Chambers'in editörlüğünü yaptığı
Beginnings of Modernization in the
Middle East kitabında (Chicago, 1968,
s.171-84). 5) 1880'lerin
sonlarında İmparatorluk Haremi’ndeki
kadın sayısı yaklaşık 400'dü. 1903'de
bile Osmanlı ailesinin sahip olduğu
hadımların sayısı 193 idi. 6)
Köle nüfusu için, bkz. Gabriel Baer,
Studıes in the Social History of
Modern Egypt, Chicago, 1969, s. 167-8;
Mısır ve Kahire’nin genel nüfusu için,
bkz. Justin McCarthy, 'Nineteenth
Cenlury Egyptian Population', Elie
Kedourie'nin editörlüğünü yaptığı The
Mıddle Eastem Economy kitabında
(Londra, 1976, s.30,33) 7)
Baer, age, s. 164-6 8)
Koleksiyonların ayrıntılı bir listesi
için, bkz. Helen Rivlin, The Dar
al-watha'ıq in 'Abdin Palace at Caıro
as a Source for the Study of the
Modernızatıon of Egypt in the
Nineteenth Century, Leiden, 1970;
Mısır Kültür Bakanlığı, Ulusal
Arşivler, Lists Regarding the
Organization of Registers at the
Archives (yayınlanmamış Arapça
katalog, Şubat 1970). 9)
L/2/67/4, Soruşturma Raporu N. 13, s
44-54 (alıntılar Arapçadan
çevrilmiştir) 10) Abbas Paşa
döneminden kalma bu malzeme yazar
tarafından incelenmektedir. 11)
Bir kaç iyi kaynak için, bkz.
Melek-Hanım, Thirty Years in the
Harem, Berlin, 1872, 2 cilt; Emine
Fuat Tugay, Three Centuries: Family
Chronicles of Turkey and Egypt,
Londra, 1878, 2 cilt; Lucy Camett, The
Women of Turkey and their Folk-Lore,
Londra, 1891, ve Home Life in Turkey
New York, 1909; ve Grace Ellison, An
Englishwoman in a Turkish Harem,
Londra, 1915. 12) Baer, age,
s.138-9, 176.
|