ÇERKESLER: KİMLİĞİMİZ TANINSIN
Haber Merkezi
Milliyetigerçek, 12 Temmuz 1992, s: 16
                         
...................
 
...................

Kafkas Dağları'nın bulutları bir çocuk masalında kaybolmuş değil; çünkü onlar ülkemizde yaşayan Çerkeslerin gözlerinde saklı.

1864'tü; Setenay'ın çocukları, Kuban Ovası'nın uçsuz bucaksız düzlüklerinde kendilerini kovalayan Çar süvarilerinin önünde can havliyle kaçarken, ellerini Osmanlı'nın Müslüman misyonerlerine verdiler. Rusya'yla gizlice anlaşmış Osmanlı'nın çağrıları İngiliz gemilerinin pruva direklerinde eridi. Karadeniz zordu; insan yutmaya alışıktı. İngilizlerin ihaneti Karadeniz'i kana boyadı. Deniz doydu.

128 yıl önce Çarlık Rusyası ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yapılan sürgün anlaşmasıyla anayurtlarından ayrılmak zorunda kalan Çerkesler kendilerini yeniden tartışma alanına sokuyorlar.

Uzun yıllar önce Çerkeslerin, asimilasyona direnerek, sosyal ve kültürel etkinliklerini sürdürmek için kurdukları Kuzey Kafkas Kültür Dernekleri, birleşerek bir koordinasyon kurulu oluşturdular. Bu oluşum KAFKUR adını aldı.

Kafkur bünyesinde örgütlenen Çerkesler, kültürel kimliklerinin tanınmasını talep ediyorlar. Bu amaçla yola çıkarak geçtiğimiz aylarda yoğun bir faaliyet içine girdiler. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devletin çeşitli kademelerindeki bürokratlarla görüşmeyi hedefleyen Kafkur, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'le görüşebildi. Cumhurbaşkanı Özal'dan alınan randevu, Özal'ın hastalanarak tedavi için ABD'ye gitmesi nedeniyle gerçekleştirilemedi.
İstanbul Kafkas Kültür Derneği Başkanı Erhan Şahin, Kafkur'un girişimleriyle ilgili olarak, Türkiyeli Çerkeslerin kendilerini hareketsiz bırakan psikolojiden artık kurtulmaya başladıklarını vurgulayarak, "Kafkasyalılar tarihlerinde çok ciddi katliamlardan geçtiler. Bu büyük acıların sonucunda, Osmanlıya sığındıklarında teslimiyeti ve suya sabuna dokunmamayı tercih ettiler.

Önce Osmanlı padişahına, sonraki zamanlarda da, Türk devletine itaat ettiler. Biz buraya haklarımızdan feragat ederek geldik düşüncesiyle, devlete minnet duyguları beslediler. Bu duygudan kurtulmaları kolay olmadı. Mustafa Kemal'in üniter devlet anlayışına çok ciddi bir tepki göstermeden uyum sağladılar" diyordu.

Abaza Kültür Derneği Başkanı Mümtaz Demiröz de, Çerkeslerin Türkiye'de zorunlu bir asimilasyona tabi tutulduklarını söylüyor ve "Asimilasyonun iki boyutu vardır. Doğal olanı engellenemez. Güçlü kültür ile daha az gelişmiş olan kültür karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. Bu belki de gereklidir. Ancak, Türkiye'de devlet, ülkede yaşayan diğer kültürlere karşı zora dayalı bir asimilasyon politikası izledi. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri diğer kültürler inkar edilerek, 'Vatandaş Türkçe Konuş' sloganı eşliğinde insanlara anadillerini konuşmaları yasaklandı" görüşünü savunuyordu.
Türkiye'de Kürt Ulusal Mücadelesi'nin aldığı boyut, devletin de Türklük ve "Büyük Türk Dünyası" söylemlerini arttırması için bir vesile oldu, Kürtlerin ulusal mücadelesine karşı, ülkedeki diğer toplulukları Türk tanımı altında birleştirerek, bu eyleme karşı tavır almaya hazır konuma getirmek amaçlanıyordu. Bu yaklaşım, devletin öteden beri uyguladığı politikanın doğal ve zorunlu bir uzantısıydı.

Çerkeslerin ilk göç ettikleri zaman, yerleştirildikleri bölgeler, Türkiye'nin batısıyla doğusu arasında bir hat oluşturur. Bu koridor Kürt ve Ermenileri ülkenin batısından ayırır. Bu yerleştirme biçimiyle, çıban başı ve huzursuzluk etkeni olarak görülen bu azınlık ve milletlerin, iktidar odağından uzak tutulması amaçlanmıştır. Anadolu'da kuzeyden güneye inen bu Çerkes hattı, Balkanlardaki bağımsızlık hareketlerinin önüne çekilen bir başka Çerkes barajıyla tamamlanır. Çerkesler, bugün, "Devlet Kürtlere olduğu kadar bize baskı uygulamadı" görüşünü savunabiliyorlarsa, bunun nedeni, Çerkes feodallerinin sarayla girdikleri çıkar ilişkileri kadar, Osmanlı'nın bu iskan politikasından kaynaklanır.

Günümüz Türkiyesi'nin gündemini belirleyen Kürt Ulusal Mücadelesi, Çerkeslerin de kimlik taleplerini ön plana çıkardı. Yaklaşık 125 yıldır resmi devlet ideolojisinin güvenilir savunucuları olan Çerkesler, şoven politikayı delerek kendi renkleriyle varolma isteklerini dile getiriyorlar. Bu istemlerin dile getirilmesini kolaylaştıran sosyal ortam Kürtlerin kendi kimlikleriyle ortaya çıkarak, "Biz Türk de-ğiliz" ifadesini kullanabilmenin olanaklarını yaratıp, bunu meşru kıldıkları bir ortamdır.

Kafkur yöneticileri, Çerkeslerin Türkiye'deki durumunun Kürtlerin durumuna benzemediğini belirterek, taleplerinin de "Dillerini rahatça konuşabilme özgürlüğü, Çerkesçe eğitim görme hakkı, aile soyadlarını kullanabilme, çocuklarına Çerkes adı takabilme, kendi dillerinde yayın çıkarma, Kafkasya'yla ilişkilerinde vize kolaylıkları ve gümrükte alınan konut fonu indiriminden Türki Cumhuriyetlere gidenler gibi yararlanabilme, Kafkasya'ya gidip yerleşmek isteyenlerin mallarını götürebilme imkanının tanınması”yla sınırlı olduğunu söylüyorlar.

Erhan Şahin, Çerkeslerin taleplerinin demokratik bir içerik taşıdığını belirterek, “Biz bu taleplerimizi ilettiğimizde görüştüğümüz yetkililerden onay aldık. Ancak, bu sorunların çözümü konusunda devletin bir şeyler yapabileceğine inanmak güç” diye kaygılarını ifade ediyordu.


SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ GÖÇ MÜ?

Zora dayanan asimilasyon, egemen ulus kültürüne yönelen abartılı övgüler, devlet politikasının şoven ilkelerle güçlendirilmesi karşısında, üzerinde egemenlik kurulan kültürlerden bir tepki oluşur. Azınlık kültüründe tarihin geçerken törpüleyeceği eskimiş öğeler bile inatçı bir titizlikle sakınmaya çalışılır.

Çerkesler için de bu geçerli.

Kültürel yapının ve ulusal kimliğin renklerinin solmaya başladığı kaygısı, uzun yıllar boyunca, otantikliğe, bozulmamışlığa ulaşma düşlerinin beslediği, anayurda göç çağrılarıyla giderilmeye çalışıldı.

Çerkes önderleri, göç tartışmalarının 68'deki sosyal hareketliliğin yanıbaşında geliştiğini kaydediyorlar. Ondan sonra da Türkiye'deki politik ortamın özelliklerine göre, bu istemin yüksek sesle dile getirildiği ya da hiç sözedilmediği dönemler yaşandı.

Göç savunucularının sağdan ya da soldan farklı gerekçeleri vardı. MHP içinde yeralanlar, bu siyasal hareketin ırkçı ve milliyetçi argümanını kullanarak işlediler göç düşüncesini. Kendilerini sol yelpaze içinde tanımlayan bir grup Çerkes ise, Sovyetler Birliği'nde, sosyalizmle ilgili bütün düşlerinin ete kemiğe bürüneceği kanısındaydılar. Onlara, anayurt bu olanağı sağlayacakmış gibi görünüyordu. Bırakılıp gelinmiş topraklar üzerine dinlenen öyküler, sadece "O köy bizim köyümüzdür" ezgisinin mırıldanılmasına değil, "O sosyalizm bizim sosyalizmimiz" ısrarlarının sürdürülmesine yolaçıyordu.

80 arifesinde, Çerkes gençlerinin büyük çoğunluğu devrimci-demokrat örgütler içinde yeralarak, göç tartışmalarının dışına çıkıyorlar ve artık kendi dışlarında sürdürülen bu tartışmaları eleştiriyorlardı. Çerkes kökenli Yusuf Aslan'ın kendisine Çerkesliğini hatırlatarak, "Ulusun için savaş" diyenlere verdiği yanıt bu kesim için yol gösterici: "Ben dünya vatandaşıyım" demişti Yusuf, "Filistin'de de, Ürdün'de de, Türkiye'de de savaşırım."

Erhan Şahin, "12 Eylül'le birlikte dönüşçülerin ekmeğine yağ sürüldü. Türkiye'de kalarak toplumsal dönüşüm için demokratik mücadele yürütelim diyenler eskisi gibi konuşamaz oldular. Sosyalistler derneklerden çekildi. Sosyalizm yerine dönüş fikri tartışılmaya başlandı" diyordu.

Zeki Çelik (Sohti), Bursa'da emekli bir matbaa işçisi. Göç tartışmalarına katılıyor ve "Bazı Çerkesler hazır orada sosyalizm varken, oraya gider yaşarız diyorlardı. Ama SSCB'deki değişim bu düşünceleri dağıttı. Şimdi de milliyetçi bir duygu ile görüş yaymaya çalışıyorlar" diye belirtiyor düşüncelerini.

Son üç yılda 200 Çerkes ailesinin Türkiye'den Kafkasya'ya göç ettiği konuşuluyor. Sarp Sınır Kapısı'nın açılması, Türkiye'nin, hemen yanıbaşındaki Çerkes bölgeleriyle ilişkilerin kurulmasını kolaylaştırıyor. Çerkeslerin hiç değilse bir kez gidip anayurtlarını görmelerine olanak tanıyor. Kafkas Dağları gerçekten de, çocuklukta dinlenen öykülerin ulaşılmaz motifi olmaktan kurtuluyor.

Sovyetler Birliği'nde, rejim bunalımının sonucu olarak, bağımsızlık ve özerklik taleplerinde bulunan milletler arasında Çerkesler de var. Ancak Çerkes ülkesi de bölünmüş durumda ve Çerkesler bulundukları bölgelerde de azınlık durumundalar. Geçtiğimiz yıl toplanan Dağlılar Konferansı sırasında Çerkes bölgelerinin birleştirilmesi istemi ifade edildi. Ama bunu Çerkeslerin istemesi yetmiyor. Gürcistan içinde özerk bir bölge olan Abhazya, ayrılma taleplerinin bedelini, bir sabah, başkent Sohum sokaklarına Gürcü birliklerinin çıkarma yapmasıyla ödedi. Talepte ısrarlı olunursa faturayı daha yüklü ödemeye hazır olmaları gerekiyor. Gürcistan, Karadeniz'e çıkışını kolaylaştıracak bu küçük bölgeyi elinden çıkarmaya hiç niyetli değil. Diğer Çerkes bölgelerinde de benzer sorunlar yaşanıyor. Kabartay-Balkar bölgesi BDT'den, Kabartaylar da Balkarlar'dan ayrılmayı istiyor. Çeçenler ise İnguşlar'la birlikte yaşamak istemiyorlar. İkiye bölünmüş Ossetya'nın kuzeyi BDT'ye, güneyi Gürcistan'a bağlı. Güney Ossetya, bir süredir Gürcistan'la gerilimli ilişkiler yaşıyor.

Dönülmek istenen anayurt, sorunlarla boğuşurken, Çerkes Cumhuriyetleri ya da otonom bölgeleri Türkiye'deki soydaşlarına resmi olmayan çağrılarda bulunuyor; demografik ve ekonomik pek çok sorunun çözümünde, bu komşu ülkedeki soydaşlardan yardım bekliyor.

İlişkilerin özel kanalları da yaratılmış durumda, örneğin Abhazya, ülkedeki üniversitelerde Türkiyeli Çerkesler için açtığı kontenjanı giderek arttırıyor. Sohum Belediyesi Adapazarı Belediyesi'ni kardeş belediye ilan etmiş durumda. Bu kardeşlik ilişkisi içinde, öğrenim için başvuran Çerkes öğrenciler Sohum'a gönderiliyor. Kayseri Uzunyayla'dan, Adana Reyhanlı'ya; oradan Balıkesir Gönen'e dek birçok öğrenci, yükseköğrenimini Abhazya'da sürdürmek niyetiyle başvuruyor. Sohum Belediyesi'nin sağladığı ücretsiz yükseköğrenim olanağı, bu öğrenim süresince hiçbir konaklama ücretinin talep edilmemesi, Çerkes gençleri tarafından ilgiyle karşılanıyor ve davet en ücra Çerkes köylerinde bile karşılık buluyor. Ayda elli dolarla bir öğrencinin rahatlıkla Abhazya'da yaşayabileceği söyleniyor.

Abhazya 500 bin nüfuslu bir ülke, Çerkeslerin yanısıra, burada Gürcüler, Ruslar, Migreller yani Lazlar ve hatta bir miktar Türk yaşıyor. Abazalar toplam nüfusun 110 binini oluşturuyor. Ciddi bir demografik sorun var. Bu sorunun çözümünü, Türkiye'den gelecek Abazalarla çözmek eğilimindeler.
Kafkasya'ya dönme hazırlıkları içinde bulunanlar, bu çağrılardan ve gidenlerin anlattıkları öykülerden etkileniyorlar. Bandırmalı Röntgen Uzmanı Dr. Nejdet Hatam'ın ve Çorumlu Özcan Özdemir'in akıbetlerine yoğun bir ilgi duyuyorlar.

Bir süredir, dağıtılan kolhoz topraklarının özel mülkiyet statüsüne getirilmesiyle birlikte, halka toprak dağıtıldığı söylentileri bu ilgiyi besliyor. Çorumlu avukat Orhan Nugay bu söylentilerle ilgili olarak, "Hiç öyle şey olur mu?" diyor "Neden bedava toprak dağıtsınlar? Ortak mülkiyet yıkıldı, topraklar şimdi parası olana satılıyor. Tabi, herkes bu topraklardan alabilir. Şimdilik alanların Çerkes olması koşulu getirilmiş, o kadar."

Bursalı Renault işçisi Burhan Savur (Şovcen) dönüş niyetinde. Bu niyetini, "Burada hiçbir sıkıntım yok ama, ancak anayurdumda yaşamak ve orada nasıl yararlı olacaksam o koşullarda çalışmak istiyorum. Çerkesce'yi ailece çok iyi konuşuyoruz. Eşim de dönmek istiyor" sözleriyle ifade ediyor. Kızı Gupse Türkçe bilmiyor. Kendi geleceği üzerine verilen kararların da farkında değil.

Çerkes Renault işçisi, iş probleminin nasıl çözüleceği konusunda bilgiye sahip değil. Adigey Cumhuriyeti'ne yapılan gezilerde yeniden bulunan uzak akrabalar, bu akrabalarla yaşanan duygulu karşılaşma anları, "Gelin buraya bir lokma ekmeğimizi paylaşırız" sözleri çınlıyor kulaklarında.
Malını mülkünü satıp gidenlerin yıllarca ellerindeki parayla idare edebilecekleri iddia ediliyor. Sonuçta sınıf karşıtlıklarının giderek derinleştiği Çerkes Cumhuriyetlerinin işsizlikle ilgili handikapları, bu iddialarla giderilmeye ve bölgeler bir çekim merkezi haline getirilmeye çalışılıyor.

Çerkeslerin sorunlarının göçle değil, Türkiye'deki demokrasi mücadelesine katılarak çözüleceği görüşünde olanlarından Metin Kılıç, Kafkas Kültür Derneklerinin diğer kitle örgütleriyle dirsek teması içinde olmaları gerektiğini savunuyor. Abaza Kültür Derneği başkanı Demiröz, konuyla ilgili tartışmaları, "Dernek içinde bulunanların bir kısmı için demokrasi, devrim yapmak demekti, demokratik çözümler bize cevap verebilirdi. Sosyalist sistem çöktü. Dönüşçülerin to-tosu 13 artı 1 tuttu" sözleriyle yorumluyor.

Peki, hep yakınılan asimilasyon, anayurdun sınırlarından içeri girmemiş miydi? “Çerkes kültürü buralarda da saf değil. Bu da çok doğal. Birlikte yaşadığın kültürlerden etkileniyorsun. Sovyet Devleti haklı olarak Çerkeslerin kabile toplumu olarak kalmasına göz yumamazdı. Kültürlerin gelişmesi ve kaynaşması için olanaklar yaratıldı. Ama her dilde öğrenim hakkı tanındı. Çerkes dilinde klasik müzik besteleri yapılabilmiştir örneğin ve bugün keyifle dinlenebiliyor."

Çerkes kimliğinin öğeleri ve bu kimliğe ait değerlerden nelerin korunması gerektiğine dair bir sıkıntı yaşanıyor. Çerkes olmak eski köy geleneklerinin korunması anlamına gelebiliyor. Bu tutuculuk her türlü gelişme karşısında kuşku ve korku duyulmasına yolaçıyor. Çerkeslerin çoğu, köylülükten kurtularak kentlere taşındı. Yeni kentli kuşağa mensup Çerkes gençlerinin hepsi, "Galatasaray'da okuyup Amerikan üniversitelerinde mastır yapabiliyor" olmasalar da, farklı bir kültürel etkilenme altındalar. "Bu gençlere" diye konuşuyor Erhan Şahin, "Gözünü karartıp 'doğru otur, kendinden büyüğünün yanında konuşma', diyemezsin. Bu farklı bir kuşaktır, senin babandan aldığın eğitimin onlar için bir anlamı yoktur. Çerkes olmak umurlarında değil zaten. Eskiden Çerkesler bu topraklara geldiklerinde, Türk köylülerinden daha ileriydiler. Ama şimdi, bu köylü kültürü koruyamazlar; çünkü gençleri çeken başka şeyler var. Zamana ve bu çekime karşı koymak mümkün değil."


TÜRKİYE'DEN KAFKASYA'YA AKAN ÇERKES SERMAYESİ

Bağımsız Devletler Topluluğu'nda kapitalist ilişkiler reorganize edilirken, Çerkes Cumhuriyetleri, bu ilişkileri bir çırpıda ve yeniden kurmakta zorluk çekiyorlar. Onlar, yeni sistemin işleyiş koşullarını yerel Çerkes burjuvazisinin içgüdülerine, yani zamana bırakmak istemiyorlar.
Kafkasya'daki durum bu iken, Türkiye'nin de yakın komşusunun sınırları içinde gelişen yeni durumdan, özel ekonomik ve siyasal beklentileri var. Sadece Türk Cumhuriyetlere değil Kafkasya'ya da kapitalizmi öğretmek istiyorlar.

Devleti doğrudan arkalarına almasalar da bir grup Türkiyeli Çerkes, Türk devletinin kendilerine sunduğu enformasyon olanaklarından yararlanarak Çerkezya'ya sermaye çıkartması yapıyorlar.

Geçtiğimiz mayıs ayı başındı Türkiyeli Çerkeslerden Atay Ceyişakar ve İrfan Argun, Abhazya Cumhuriyeti'ne "Ekonomik Yapılanma İçin Öneri" başlığını taşıyan bir rapor sundular. Bu raporda esas olarak, ekonomik önerilere yer verilmekle birlikte, kültürel ve siyasal yapılanma konusunda da görüşler belirtiliyor.

Raporda, Abhazya'nın coğrafi konumu, tarihsel birikimi ve turizm olanakları bakımından yatırım yapmayı elverişli olduğu saptanıyor ve "Geçmiş rejimin tüm kötülüklerinin yanında, faydalı başarısı, kültürlü insan yetişmesini sağlamasıdır. Okuma yazma oranının yüksek olması önemli bir avantajdır. Rejimin ekonomik tecrübe açısından getirdiği dezavantaj, planı, akıllı metotlarla kısa sürede giderile-bilir" ifadeleri bulunuyor.

Ekonomik önerilerde temel ile "Mevcutların ıslahı, geliştirilmesi, yenilerinin ıslahı" oluyor. Bu ilkeye göre ülke tarımı, yeraltı-yerüstü zenginlikleri, küçük sanayi tesisleri, ticari olanakları açısından gözden geçiriliyor. Bölgede en önemli dezavantaj, “İnsanların az çalışarak, yorulmadan, kolay yollarla geçimini sağlama kültürü” olarak saptanıyordu. Ekonomik kültür eksikti ama, "Para ve döviz yokluğu da önemli" bir sorundu.

Bu raporda ayrıca, "Boyutları büyük olan bu problemlerin çözümünü kolaylaştırıp çabuklaştıracak; Abhazya Ekonomik Konseyi'nin plan, sistem ve organizasyonunun hedeflerine ulaşmasını gerçekleştirecek 'uluslararası boyutu olan' bir firma kurula-bilir. Bu firma göç sebebiyle en yoğun nüfusa sahip Türkiye'de kurulabilir. Firmaya Abhazya hükümeti ve kuruluşları, Abhazya halklarından sermaye ve iş kabiliyetli insanlar ve başka ülkelerde yaşayan soydaşlar ortak edilebilir" deniyordu.

Türkiye'nin Dış ilişkiler Konseyi Üyesi olan Cengiz Gül, arkadaşları Atay Ceyişakar ve İrfan Argun'la birlikte Abhazya Cumhuriyeti Yüksek Şurası tarafından, "Abhazya Cumhuriyeti'ni temsilen kültürel ve dış ekonomik ilişkilerin geliştirilmesiyle ilgili faaliyetlerde bulunarak, gerekli altyapıları oluşturmak üzere vekil tayin edilmiş" bulunuyor.

18 Mayıs 1992'de imzalanan bu anlaşmadan sonra, 26 Mayıs'ta 'İşbirliği Niyet Protokolü’ imzalandı. Protokole adı geçen Türk ekibinin yanısıra, Abhazya Ekonomik Reformlar Alt Komisyonu Başkanı Barganciva, Devlet Mülkleri ve özelleştirme Şehir Komitesi Başkanı Kobahiva, Dış İlişkiler Devlet Komitesi Şube Müdürü Guliva katıldı. Protokol, Abhazya'da yatırım yapılacak alanları saptıyor, "Yurtdışındaki Abhazya temsilcilerinin iştirakiyle oluşturulacak Abhazya Cumhuriyeti Ekonomik Şurası'nın teşekkülü" kararını alıyordu.

Bu görüşmelerin ve imzalanan protokollerin ardından, ilk girişimler yapıldı. İstanbul'da Nartaş isimli bir turizm şirketi Abhazya'da kurdukları AMRA International şirketi aracılığıyla, Gagra'daki "17. Parti Kongresi'nin yapıldığı dinlenme tesislerini" satın alarak bu akımı başlattı. Nartaş, ortakları Kafkas kökenli olan bir ticaret şirketi. Nartur aracılığıyla Rus Havayolları'ndan kiraladığı uçaklarla, Kabartay-Balkar'da Nalçik'e 120 km uzakta bulunan Minvodi Havaalanı'na haftada bir sefer düzenleyerek, turizm sektörünün boş pazarına yerleşiyor. Nartaş Yönetim Kurulu Üyesi Yaşar Nugay, Kafkasya'yı rantabl bulduklarını söylüyor ve bunun yanısıra kendilerini bölgeyle ilgilenmeye iten etkenin ulusal duygular olduğunu vurguluyor.
Karaköy'de Gül Elektrik'in sahibi Cengiz Gül, Abhazya'da bir şampuan fabrikası kuruyor. Çerkesçe adı Asir ve Türkçe anlamı Giz olan bir şampuan pazarlama çabasında. Şampuan fabrikasıyla ilgili bütün alt yapılar tamamlanmış durumda ve fabrika iki ay içinde üretime geçecek. "Kritik personel" yani teknik elemanlar Türkiye'den götürülecek. Ucuz işgücü ise Abhazya'da onları bekliyor. Cengiz Gül, Rusya'yla bir süredir ekonomik ilişkilerinin devam ettiğini ve Ruslara endüstri malları sattığını söylüyor: "Gül Elektrik' in Moskova'da da bir bürosu var. Kozmetik ve temizlik malzemelerine duyulan ihtiyaç çok fazla. Üstelik boş bir pazar. Bu yüzden şampuana yatırım yapıyoruz. Kafkasya ekonomik girişimler bakımından oldukça rantabl ama akıllı yatırımlar yapmak gerekir" diyor. Gül, sadece Kafkaslara değil, Türki Cumhuriyetlere ve özelikle Kazakistan ve Özbekistan'a ticari ilgi duyduğunu açıklıyor.

Nartaş ortaklarından İstanbul Karaköy'deki Galeri 83'ün sahibi Atay Ceyişakar da geçtiğimiz hafta içinde Nartaş'ın, Cengiz Gül' ün şampuan fabrikasının yüzde 20 hissesini satın aldığını açıkladı. Ceyişakar: "Abhazya'nın genel reorganizasyonunda müşavirlik yaptık. Buradan iki doçent arkadaşımızı götürdük. Doçent Doktor Turgan Ünal ve Sadi Uzunoğlu. Bilindiği" gibi Turgan Ünal, özelleştirmeler konusunda uzmandır. Bölgeyi inceledik ve bir ekonomik envanter çıkardık. Şimdi orada dört şirketimiz var" diye konuşuyor.

Abaza olmalarının bölgede ticari etkinliklerini kolaylaştırdığını ifade eden Ceyişakar sözlerine şöyle devam ediyor: "Türkiye'yle kurulan akrabalık ilişkileri Türkiye'ye şans tanıyor. Biz, Abhazya'da ilişkilerimizi kullanarak bir selamla, hatır gönül kullanarak çok rahatlıkla, beklemeden Cumhurbaşkanı ile görüşebiliyoruz. Halkların buradaki temsilcilerinin münferit hareketlerini devletin desteklemesinde çıkarı var."

Bu çıkarın ne olduğu ise Çerkes sermayedarları tarafından açıklanıyor. Kafkasya Türki Cumhuriyetlere ulaşmada en emin ve en kısa yol. Bu nedenle hükümeti, Sohum-Dombay yolunun yapılmasına ortak olma konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. Şu anda Türki Cumhuriyetlere ulaşan yol istikrarsız Gürcü ve Ermeni bölgesinden geçiyor. Bu devletlerle iyi ilişkiler kuramayan Türkiye'ye, Kuzey Kaf-kasya yolu öneriliyor. Bu konuda görüşmeler her iki ülke düzeyinde sürdürülüyor.

Çerkes sermayesinin İstanbul kanadının dışında Anadolu'daki kesimi de gözlerini bölgeye dikmiş durumda. Çorum'da toptan gıda sanayii ile uğraşan Ahmet Özdoğan, bölgede '89'dan beri ilişkilerinin olduğunu, araştırmaları sonucunda Çeçen-İnguş'un başkenti Grozni'de bir yatırım yapmayı planladıklarını ve en verimli yatırımın tuğla üzerine olacağını saptadıklarını’ belirtiyor. Kafkasya'da uygun bir alt yapının oluşturulduğunu belirten Özdoğan, "Ticarette nereden daha iyi kazanabileceğin önemlidir. Almanya'da daha çok kazanacaksam gidip Kafkasya'da yatırım yapmam. Ama aynı sonucu alacaksam kendi memleketimde ticaret yapmayı tercih ediyorum" diyor.

Düzce' de kurulu Delta Toprak şirketinin sahipleri ise Adıgey Cumhuriyeti'nin başkenti Maykop'ta bir parke fabrikası kurma girişimindeler.

Yine parke üzerine çalışmayı düşünen Tokat Erbaa'da kurulu Kambolat Parke'nin sahipleri, Karadeniz kıyısında, Sochi kentinde 100 bin dolar ödeyerek bir orman satın aldılar. Buradan Türkiye'ye getirilen kereste, Erbaa'daki tesislerde parke olarak işlenecek ve iç pazara sürülecek.


MEDYA VE SANSASYON

Çerkeslerin kendi içlerinde sürdürdükleri dönüş tartışması zaman zaman basının sayfalarına da yansıyor. İzmirli bir grup göç taraftarının; Nihat Bidanuk ve arkadaşlarının Kafkasya'ya yerleşmesini, "Çerkesler Dönüyor" manşetiyle veren haftalık bir derginin ilgili sayısı hala belleklerde. Tirajı yüksek bir sayı basıldı ama bu Çerkeslerin göçetmeye ikna edilmesine yetmedi. Gerçek, Çorum, Bursa, Adana, Kayseri, Ankara ve İstanbul'da görüştüğü Çerkesler arasında göçetmek isteğini dile getiren insanlarla da karşılaştı. Ancak çoğunluk, anayurtlarında olan bitenlerle, merak duyarak ilgilenseler de Türkiye'den kolay kolay ayrılamayacaklarını ifade ediyordu. Bursalı Zeki Çelik, "Dönüşçülerin medyayla araları iyi. Zaman zaman göç sorununu ortaya atarak, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Burası da bizim vatanımız, biz burada kalıp demokratik mücadele vereceğiz" diyordu.
Türkiye, Çerkeslerin seçmediği bir vatandı. Ama onlar burada Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Arap, Rum, Pomak, Boşnak, Gürcü, Azeri, Çingene, Tatar ve diğerlerinden oluşan bir mozayiğin içinde yerlerini aldılar. Kültürlerini ve dillerini eritmeye yönelik çabalar ne denli yoğun olursa olsun direndiler. Aynı yazgıyı paylaştıkları kardeş halkların kültürleriyle birleştiler, birbirlerine dolandılar. Gözlerinde taşıdıkları Kaf dağlarının dumanları bu toprakların üstünde yükseldi. Ma-sal ülkesinin çocukları, öykülerini unutmadılar bir bulutun gölgesinde anlatadurdular.


ÇERKESLERİN TÜRKİYE'DEKİ İSKAN BÖLGELERİ

1) Düzce, Adapazarı, İzmit, Bursa, Balıkesir, Biga, Yalova, İnegöl, Gönen.
2) Eskişehir, Kayseri, Sivas, Konya, Afyon,
3) Tokat, Çorum, Samsun, Yozgat, Merzifon
4) Hatay, Maraş, Sarıkamış,

ÇERKESLERİN DÜNYADA BULUNDUKLARI ÜLKELER
Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Yugoslavya, ABD.


''Bizi Erittiler''
(Mustafa Aziz Özbek - Marje Dergisi Yazı İşleri Müdürü)

Türkiye'de uyguladıkları asimilasyon politikasıyla bizleri erittiler. İnsanlarımızın kendi dillerini konuşmaları engellendi. Çerkezce konuşursanız, başınıza kötü şeyler gelir denildi. Böyle giderse, yaşamayan bir dil ve kültür olacağız. Çerkesleri, devlet potansiyel bir tehlike olarak gördü. Çerkes Ethem bahane edilerek, bize hain muamelesinde bulunuldu. Çerkes Ethem'den bu yana Türkiye'de bölücülükten, parçalanmadan bahsedildiğinde Kürtlerin yanısıra akla Çerkesler geliyor.

Bizim soydaşlarımız, Kafkasya'da sosyalizmin inşaası sürecinde dil ve kültürümüzün özgürce gelişmesine olanak tanındığı için mutluydular. Enstitümüzü kurabilmiştik. Bugün, bir kapitalizm merakı var. Sonuçta hata edildiği anlaşılacak. Çünkü sosyalizmin nimetlerinin onlar da farkında. Ben sosyalizmin oralarda ölmediğini gördüm. İnsanların duygularında ve anılarında yaşıyor. Kişisel olarak diyebilirim ki, Moskova metrosunu yıkmadan sosyalizmi yıkamazsınız. Bu, Stalin'in eseridir. Stalin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirdi. Ama sonraki dönemde bir hantallaşma yaşandı. Ben Kuzey Kafkasya halklarının Lenin'in felsefesinin yolunda giderek refaha ulaşacaklarına inanıyorum.


''Soyadımızı Kullanabilelim''
(Mümtaz Demiröz - İstanbul Abaza Kültür Derneği Başkanı)

Biz, TC'den Kafkasya'ya gidiş gelişlerin kolaylaştırılmasını talep ediyoruz. Örneğin, Türki Cumhuriyetlere giderken toplu konut fonu olarak alınan miktarın 25 dolara indirilmesi söz konusu ama bu indirim Kafkasya için geçerli değil, böyle ko-laylıkların Kafkasya için de sağlanmasını talep ediyoruz. Biz madem Türk'üz öyleyse Kafkasya'daki soydaşlarımız da Türk'tür. Türkiye o zaman buradaki soydaşlarımıza da ilgi göstersin. Göstermiyorsa neden göstermiyor. Türk olmadığınız için desin bize, ne olduğumuzu söylesin. Farklı standartlar uygulanmasın. Çerkesce soyadlarımızı kullanmak istiyoruz.

Sosyalizm enternasyonal bir kültür yaratmak istedi ama kültürlerin yaşaması için olanaklar da yarattı. Örneğin Çerkeslerin tiyatro kurmalarına yardım edilmiş. Çerkesler, Türkiye'de kültürlerini yitirme tehlikesi altındalar. Türkiye'nin, "Devletin bölünmez bütünlüğü"nü korumak gibi bir ideolojisi vardır. Bu, ülkedeki insanlara verilmiş bir düşüncedir. Ben Çerkesim ya da Aleviyim diyen insan değişik bir psikolojiye giriyor. Kendi kendilerini baskı altına alıyorlar. Devletten yukarıdan aşağı verilen mesaj şudur: "Ben Çerkesim dediğinde bütünlüğe ve bölünmezliğe halel getirmiş oluyorsun." Bu, öğretilmiş bir fikirdir.


''Yetmiş Yıldır Sesimiz Çıkmıyor''
(Erhan Şahin - İstanbul Kafkas Kültür Derneği Başkanı)

Milliyet nerede biter, milliyetçilik nerede başlar bu hesabı iyi yapmak gerekir.

Türk kültürü, Türkiye'de yaşayan ve daha önce yaşamış olan kültürlerden etkilenmiştir. Bütün kültürler böyledir. Çerkes kültürü Türk kültüründen etkilendi. Türk kültürü de Çerkes kültüründen bir şeyler kazandı. Savaşçı bir millettiler; bu yeteneklerini Osmanlı için kullandılar. Kurtuluş savaşında da iki önemli Çerkesin adı tarihe geçti. Biri Anzavur, diğeri Ethem. Biri padişahın yanında yeraldı, diğeri Kemal'in. Bir zamanlar hep taraf olmuşlar. Ama yetmiş yıldır sesleri çıkmıyor. Anzavur'un ve Ethem'in gölgesi var üzerlerinde. Devlet onları hep suçladı bu yüzden. Çerkeslerin çok da iktidar yanlısı bir tutumları yok. Dönüş konusuna gelince; bir yere gitmek gerekiyorsa, ben Paris'e gitmeyi tercih ediyorum.


''Dönüş Şart''
(Şamil Jane - Dönüş Teorisyenlerinden)

Çarlık Rusyası'nın yayılmacılığı, İngilizlerin "Hindistan bekçiliği", Osmanlı'nın iskan politikasıyla birleşince, bu itici faktörler göçü birinci dereceden hızlandırmıştır. 1850'de Osmanlı, bir göçmen komisyonu oluşturdu. Yani Rusya'daki olaylar henüz başlamamıştı. Osmanlı, nüfusa, özellikle asker ve tarımla uğraşacak nüfusa ihtiyaç duyuyordu.
İskan politikası sonucu önce Sason Dağları bölgesindeki Ermeni nüfusu iğdiş etmek için bölge yöneticilerinden gelen istek doğrultusunda bu bölgeye Kafkasya göçmenleri yerleştirildi. Daha sonra da bu politika genişletilerek etnik kıpırdanmalara set oluşturacak şekilde iskan edildiler. Yani doğuda Kürtlere, Ermenilere, Araplara karşı kullanılırken; batıda ise Balkanlardaki kurtuluş savaşlarına bekçilik yapma görevini üstlenmek zorunda kaldılar. Marmara bölgesinde ise yine Hıristiyan nüfusu dengelemek için, Çerkes yerleşim bölgeleri oluşturuldu. Yerleştirme tam bir devlet politikası ile belirlendi. Balkanlar'daki Çerkesler daha sonra ikinci bir göç yaşadılar. İslami bir geleneğe sahip olmayan bir toplumdu Çerkesler.

Osmanlı döneminde Çerkes Teavün Cemiyeti kuruldu. Bu dernek cumhuriyet döneminde kapatıldı. Bundan sonra Çerkeslerde 1960'a kadar bir hareket görülmez.

1960'dan sonra sürgün sonrası durum tartışılmıştır. Asimilasyonun nasıl önleneceğine dair öneriler sunulmaya başlanmıştır. Bir kısım insan, sorunların çözümü için anayurda göçetmeyi savunurken, diğer kısmı da Türkiye'de yaşayan Çerkesler olarak ulusal kimliğimizi koruyalım diye düşündüler. Sorunun çözümünün Türkiye devrimine katılmada yattığı, görüşünü benimsediler.

Çerkesler, Türkiye'deki kültürle karşılıklı etkileşim içinde oldukları için göç yavaş gelişiyor. Biz Türkiye devletinin Bulgaristan'da baskı gören soydaşlarına sağladığı olanakların, biraz olsun benzeri şekilde Çerkeslere sağlanmasını istiyoruz.

Ben, Çerkeslerin çoğunun eşitsizlikleri dönüşle dengeleyeceğine inanıyorum.