Kafkas
Dağları'nın bulutları bir çocuk masalında kaybolmuş değil;
çünkü onlar ülkemizde yaşayan Çerkeslerin gözlerinde saklı.
1864'tü; Setenay'ın çocukları, Kuban Ovası'nın uçsuz bucaksız
düzlüklerinde kendilerini kovalayan Çar süvarilerinin önünde
can havliyle kaçarken, ellerini Osmanlı'nın Müslüman
misyonerlerine verdiler. Rusya'yla gizlice anlaşmış
Osmanlı'nın çağrıları İngiliz gemilerinin pruva direklerinde
eridi. Karadeniz zordu; insan yutmaya alışıktı. İngilizlerin
ihaneti Karadeniz'i kana boyadı. Deniz doydu.
128 yıl önce Çarlık Rusyası ile Osmanlı İmparatorluğu arasında
yapılan sürgün anlaşmasıyla anayurtlarından ayrılmak zorunda
kalan Çerkesler kendilerini yeniden tartışma alanına
sokuyorlar.
Uzun yıllar önce Çerkeslerin, asimilasyona direnerek, sosyal
ve kültürel etkinliklerini sürdürmek için kurdukları Kuzey
Kafkas Kültür Dernekleri, birleşerek bir koordinasyon kurulu
oluşturdular. Bu oluşum KAFKUR adını aldı.
Kafkur bünyesinde örgütlenen Çerkesler, kültürel kimliklerinin
tanınmasını talep ediyorlar. Bu amaçla yola çıkarak geçtiğimiz
aylarda yoğun bir faaliyet içine girdiler. Başta Cumhurbaşkanı
olmak üzere devletin çeşitli kademelerindeki bürokratlarla
görüşmeyi hedefleyen Kafkur, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü,
Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'le
görüşebildi. Cumhurbaşkanı Özal'dan alınan randevu, Özal'ın
hastalanarak tedavi için ABD'ye gitmesi nedeniyle
gerçekleştirilemedi.
İstanbul Kafkas Kültür Derneği Başkanı Erhan Şahin, Kafkur'un
girişimleriyle ilgili olarak, Türkiyeli Çerkeslerin
kendilerini hareketsiz bırakan psikolojiden artık kurtulmaya
başladıklarını vurgulayarak, "Kafkasyalılar tarihlerinde çok
ciddi katliamlardan geçtiler. Bu büyük acıların sonucunda,
Osmanlıya sığındıklarında teslimiyeti ve suya sabuna
dokunmamayı tercih ettiler.
Önce Osmanlı padişahına, sonraki zamanlarda da, Türk devletine
itaat ettiler. Biz buraya haklarımızdan feragat ederek geldik
düşüncesiyle, devlete minnet duyguları beslediler. Bu duygudan
kurtulmaları kolay olmadı. Mustafa Kemal'in üniter devlet
anlayışına çok ciddi bir tepki göstermeden uyum sağladılar"
diyordu.
Abaza Kültür Derneği Başkanı Mümtaz Demiröz de, Çerkeslerin
Türkiye'de zorunlu bir asimilasyona tabi tutulduklarını
söylüyor ve "Asimilasyonun iki boyutu vardır. Doğal olanı
engellenemez. Güçlü kültür ile daha az gelişmiş olan kültür
karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler. Bu belki de
gereklidir. Ancak, Türkiye'de devlet, ülkede yaşayan diğer
kültürlere karşı zora dayalı bir asimilasyon politikası
izledi. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri diğer kültürler
inkar edilerek, 'Vatandaş Türkçe Konuş' sloganı eşliğinde
insanlara anadillerini konuşmaları yasaklandı" görüşünü
savunuyordu.
Türkiye'de Kürt Ulusal Mücadelesi'nin aldığı boyut, devletin
de Türklük ve "Büyük Türk Dünyası" söylemlerini arttırması
için bir vesile oldu, Kürtlerin ulusal mücadelesine karşı,
ülkedeki diğer toplulukları Türk tanımı altında birleştirerek,
bu eyleme karşı tavır almaya hazır konuma getirmek
amaçlanıyordu. Bu yaklaşım, devletin öteden beri uyguladığı
politikanın doğal ve zorunlu bir uzantısıydı.
Çerkeslerin ilk göç ettikleri zaman, yerleştirildikleri
bölgeler, Türkiye'nin batısıyla doğusu arasında bir hat
oluşturur. Bu koridor Kürt ve Ermenileri ülkenin batısından
ayırır. Bu yerleştirme biçimiyle, çıban başı ve huzursuzluk
etkeni olarak görülen bu azınlık ve milletlerin, iktidar
odağından uzak tutulması amaçlanmıştır. Anadolu'da kuzeyden
güneye inen bu Çerkes hattı, Balkanlardaki bağımsızlık
hareketlerinin önüne çekilen bir başka Çerkes barajıyla
tamamlanır. Çerkesler, bugün, "Devlet Kürtlere olduğu kadar
bize baskı uygulamadı" görüşünü savunabiliyorlarsa, bunun
nedeni, Çerkes feodallerinin sarayla girdikleri çıkar
ilişkileri kadar, Osmanlı'nın bu iskan politikasından
kaynaklanır.
Günümüz Türkiyesi'nin gündemini belirleyen Kürt Ulusal
Mücadelesi, Çerkeslerin de kimlik taleplerini ön plana
çıkardı. Yaklaşık 125 yıldır resmi devlet ideolojisinin
güvenilir savunucuları olan Çerkesler, şoven politikayı
delerek kendi renkleriyle varolma isteklerini dile
getiriyorlar. Bu istemlerin dile getirilmesini kolaylaştıran
sosyal ortam Kürtlerin kendi kimlikleriyle ortaya çıkarak,
"Biz Türk de-ğiliz" ifadesini kullanabilmenin olanaklarını
yaratıp, bunu meşru kıldıkları bir ortamdır.
Kafkur yöneticileri, Çerkeslerin Türkiye'deki durumunun
Kürtlerin durumuna benzemediğini belirterek, taleplerinin de
"Dillerini rahatça konuşabilme özgürlüğü, Çerkesçe eğitim
görme hakkı, aile soyadlarını kullanabilme, çocuklarına Çerkes
adı takabilme, kendi dillerinde yayın çıkarma, Kafkasya'yla
ilişkilerinde vize kolaylıkları ve gümrükte alınan konut fonu
indiriminden Türki Cumhuriyetlere gidenler gibi
yararlanabilme, Kafkasya'ya gidip yerleşmek isteyenlerin
mallarını götürebilme imkanının tanınması”yla sınırlı olduğunu
söylüyorlar.
Erhan Şahin, Çerkeslerin taleplerinin demokratik bir içerik
taşıdığını belirterek, “Biz bu taleplerimizi ilettiğimizde
görüştüğümüz yetkililerden onay aldık. Ancak, bu sorunların
çözümü konusunda devletin bir şeyler yapabileceğine inanmak
güç” diye kaygılarını ifade ediyordu.
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ GÖÇ MÜ?
Zora dayanan asimilasyon, egemen ulus kültürüne yönelen
abartılı övgüler, devlet politikasının şoven ilkelerle
güçlendirilmesi karşısında, üzerinde egemenlik kurulan
kültürlerden bir tepki oluşur. Azınlık kültüründe tarihin
geçerken törpüleyeceği eskimiş öğeler bile inatçı bir
titizlikle sakınmaya çalışılır.
Çerkesler için de bu geçerli.
Kültürel yapının ve ulusal kimliğin renklerinin solmaya
başladığı kaygısı, uzun yıllar boyunca, otantikliğe,
bozulmamışlığa ulaşma düşlerinin beslediği, anayurda göç
çağrılarıyla giderilmeye çalışıldı.
Çerkes önderleri, göç tartışmalarının 68'deki sosyal
hareketliliğin yanıbaşında geliştiğini kaydediyorlar. Ondan
sonra da Türkiye'deki politik ortamın özelliklerine göre, bu
istemin yüksek sesle dile getirildiği ya da hiç sözedilmediği
dönemler yaşandı.
Göç savunucularının sağdan ya da soldan farklı gerekçeleri
vardı. MHP içinde yeralanlar, bu siyasal hareketin ırkçı ve
milliyetçi argümanını kullanarak işlediler göç düşüncesini.
Kendilerini sol yelpaze içinde tanımlayan bir grup Çerkes ise,
Sovyetler Birliği'nde, sosyalizmle ilgili bütün düşlerinin ete
kemiğe bürüneceği kanısındaydılar. Onlara, anayurt bu olanağı
sağlayacakmış gibi görünüyordu. Bırakılıp gelinmiş topraklar
üzerine dinlenen öyküler, sadece "O köy bizim köyümüzdür"
ezgisinin mırıldanılmasına değil, "O sosyalizm bizim
sosyalizmimiz" ısrarlarının sürdürülmesine yolaçıyordu.
80 arifesinde, Çerkes gençlerinin büyük çoğunluğu
devrimci-demokrat örgütler içinde yeralarak, göç
tartışmalarının dışına çıkıyorlar ve artık kendi dışlarında
sürdürülen bu tartışmaları eleştiriyorlardı. Çerkes kökenli
Yusuf Aslan'ın kendisine Çerkesliğini hatırlatarak, "Ulusun
için savaş" diyenlere verdiği yanıt bu kesim için yol
gösterici: "Ben dünya vatandaşıyım" demişti Yusuf,
"Filistin'de de, Ürdün'de de, Türkiye'de de savaşırım."
Erhan Şahin, "12 Eylül'le birlikte dönüşçülerin ekmeğine yağ
sürüldü. Türkiye'de kalarak toplumsal dönüşüm için demokratik
mücadele yürütelim diyenler eskisi gibi konuşamaz oldular.
Sosyalistler derneklerden çekildi. Sosyalizm yerine dönüş
fikri tartışılmaya başlandı" diyordu.
Zeki Çelik (Sohti), Bursa'da emekli bir matbaa işçisi. Göç
tartışmalarına katılıyor ve "Bazı Çerkesler hazır orada
sosyalizm varken, oraya gider yaşarız diyorlardı. Ama
SSCB'deki değişim bu düşünceleri dağıttı. Şimdi de milliyetçi
bir duygu ile görüş yaymaya çalışıyorlar" diye belirtiyor
düşüncelerini.
Son üç yılda 200 Çerkes ailesinin Türkiye'den Kafkasya'ya göç
ettiği konuşuluyor. Sarp Sınır Kapısı'nın açılması,
Türkiye'nin, hemen yanıbaşındaki Çerkes bölgeleriyle
ilişkilerin kurulmasını kolaylaştırıyor. Çerkeslerin hiç
değilse bir kez gidip anayurtlarını görmelerine olanak
tanıyor. Kafkas Dağları gerçekten de, çocuklukta dinlenen
öykülerin ulaşılmaz motifi olmaktan kurtuluyor.
Sovyetler Birliği'nde, rejim bunalımının sonucu olarak,
bağımsızlık ve özerklik taleplerinde bulunan milletler
arasında Çerkesler de var. Ancak Çerkes ülkesi de bölünmüş
durumda ve Çerkesler bulundukları bölgelerde de azınlık
durumundalar. Geçtiğimiz yıl toplanan Dağlılar Konferansı
sırasında Çerkes bölgelerinin birleştirilmesi istemi ifade
edildi. Ama bunu Çerkeslerin istemesi yetmiyor. Gürcistan
içinde özerk bir bölge olan Abhazya, ayrılma taleplerinin
bedelini, bir sabah, başkent Sohum sokaklarına Gürcü
birliklerinin çıkarma yapmasıyla ödedi. Talepte ısrarlı
olunursa faturayı daha yüklü ödemeye hazır olmaları gerekiyor.
Gürcistan, Karadeniz'e çıkışını kolaylaştıracak bu küçük
bölgeyi elinden çıkarmaya hiç niyetli değil. Diğer Çerkes
bölgelerinde de benzer sorunlar yaşanıyor. Kabartay-Balkar
bölgesi BDT'den, Kabartaylar da Balkarlar'dan ayrılmayı
istiyor. Çeçenler ise İnguşlar'la birlikte yaşamak
istemiyorlar. İkiye bölünmüş Ossetya'nın kuzeyi BDT'ye, güneyi
Gürcistan'a bağlı. Güney Ossetya, bir süredir Gürcistan'la
gerilimli ilişkiler yaşıyor.
Dönülmek istenen anayurt, sorunlarla boğuşurken, Çerkes
Cumhuriyetleri ya da otonom bölgeleri Türkiye'deki
soydaşlarına resmi olmayan çağrılarda bulunuyor; demografik ve
ekonomik pek çok sorunun çözümünde, bu komşu ülkedeki
soydaşlardan yardım bekliyor.
İlişkilerin özel kanalları da yaratılmış durumda, örneğin
Abhazya, ülkedeki üniversitelerde Türkiyeli Çerkesler için
açtığı kontenjanı giderek arttırıyor. Sohum Belediyesi
Adapazarı Belediyesi'ni kardeş belediye ilan etmiş durumda. Bu
kardeşlik ilişkisi içinde, öğrenim için başvuran Çerkes
öğrenciler Sohum'a gönderiliyor. Kayseri Uzunyayla'dan, Adana
Reyhanlı'ya; oradan Balıkesir Gönen'e dek birçok öğrenci,
yükseköğrenimini Abhazya'da sürdürmek niyetiyle başvuruyor.
Sohum Belediyesi'nin sağladığı ücretsiz yükseköğrenim olanağı,
bu öğrenim süresince hiçbir konaklama ücretinin talep
edilmemesi, Çerkes gençleri tarafından ilgiyle karşılanıyor ve
davet en ücra Çerkes köylerinde bile karşılık buluyor. Ayda
elli dolarla bir öğrencinin rahatlıkla Abhazya'da
yaşayabileceği söyleniyor.
Abhazya 500 bin nüfuslu bir ülke, Çerkeslerin yanısıra, burada
Gürcüler, Ruslar, Migreller yani Lazlar ve hatta bir miktar
Türk yaşıyor. Abazalar toplam nüfusun 110 binini oluşturuyor.
Ciddi bir demografik sorun var. Bu sorunun çözümünü,
Türkiye'den gelecek Abazalarla çözmek eğilimindeler.
Kafkasya'ya dönme hazırlıkları içinde bulunanlar, bu
çağrılardan ve gidenlerin anlattıkları öykülerden
etkileniyorlar. Bandırmalı Röntgen Uzmanı Dr. Nejdet Hatam'ın
ve Çorumlu Özcan Özdemir'in akıbetlerine yoğun bir ilgi
duyuyorlar.
Bir süredir, dağıtılan kolhoz topraklarının özel mülkiyet
statüsüne getirilmesiyle birlikte, halka toprak dağıtıldığı
söylentileri bu ilgiyi besliyor. Çorumlu avukat Orhan Nugay bu
söylentilerle ilgili olarak, "Hiç öyle şey olur mu?" diyor
"Neden bedava toprak dağıtsınlar? Ortak mülkiyet yıkıldı,
topraklar şimdi parası olana satılıyor. Tabi, herkes bu
topraklardan alabilir. Şimdilik alanların Çerkes olması koşulu
getirilmiş, o kadar."
Bursalı Renault işçisi Burhan Savur (Şovcen) dönüş niyetinde.
Bu niyetini, "Burada hiçbir sıkıntım yok ama, ancak
anayurdumda yaşamak ve orada nasıl yararlı olacaksam o
koşullarda çalışmak istiyorum. Çerkesce'yi ailece çok iyi
konuşuyoruz. Eşim de dönmek istiyor" sözleriyle ifade ediyor.
Kızı Gupse Türkçe bilmiyor. Kendi geleceği üzerine verilen
kararların da farkında değil.
Çerkes Renault işçisi, iş probleminin nasıl çözüleceği
konusunda bilgiye sahip değil. Adigey Cumhuriyeti'ne yapılan
gezilerde yeniden bulunan uzak akrabalar, bu akrabalarla
yaşanan duygulu karşılaşma anları, "Gelin buraya bir lokma
ekmeğimizi paylaşırız" sözleri çınlıyor kulaklarında.
Malını mülkünü satıp gidenlerin yıllarca ellerindeki parayla
idare edebilecekleri iddia ediliyor. Sonuçta sınıf
karşıtlıklarının giderek derinleştiği Çerkes Cumhuriyetlerinin
işsizlikle ilgili handikapları, bu iddialarla giderilmeye ve
bölgeler bir çekim merkezi haline getirilmeye çalışılıyor.
Çerkeslerin sorunlarının göçle değil, Türkiye'deki demokrasi
mücadelesine katılarak çözüleceği görüşünde olanlarından Metin
Kılıç, Kafkas Kültür Derneklerinin diğer kitle örgütleriyle
dirsek teması içinde olmaları gerektiğini savunuyor. Abaza
Kültür Derneği başkanı Demiröz, konuyla ilgili tartışmaları,
"Dernek içinde bulunanların bir kısmı için demokrasi, devrim
yapmak demekti, demokratik çözümler bize cevap verebilirdi.
Sosyalist sistem çöktü. Dönüşçülerin to-tosu 13 artı 1 tuttu"
sözleriyle yorumluyor.
Peki, hep yakınılan asimilasyon, anayurdun sınırlarından içeri
girmemiş miydi? “Çerkes kültürü buralarda da saf değil. Bu da
çok doğal. Birlikte yaşadığın kültürlerden etkileniyorsun.
Sovyet Devleti haklı olarak Çerkeslerin kabile toplumu olarak
kalmasına göz yumamazdı. Kültürlerin gelişmesi ve kaynaşması
için olanaklar yaratıldı. Ama her dilde öğrenim hakkı tanındı.
Çerkes dilinde klasik müzik besteleri yapılabilmiştir örneğin
ve bugün keyifle dinlenebiliyor."
Çerkes kimliğinin öğeleri ve bu kimliğe ait değerlerden
nelerin korunması gerektiğine dair bir sıkıntı yaşanıyor.
Çerkes olmak eski köy geleneklerinin korunması anlamına
gelebiliyor. Bu tutuculuk her türlü gelişme karşısında kuşku
ve korku duyulmasına yolaçıyor. Çerkeslerin çoğu, köylülükten
kurtularak kentlere taşındı. Yeni kentli kuşağa mensup Çerkes
gençlerinin hepsi, "Galatasaray'da okuyup Amerikan
üniversitelerinde mastır yapabiliyor" olmasalar da, farklı bir
kültürel etkilenme altındalar. "Bu gençlere" diye konuşuyor
Erhan Şahin, "Gözünü karartıp 'doğru otur, kendinden büyüğünün
yanında konuşma', diyemezsin. Bu farklı bir kuşaktır, senin
babandan aldığın eğitimin onlar için bir anlamı yoktur. Çerkes
olmak umurlarında değil zaten. Eskiden Çerkesler bu topraklara
geldiklerinde, Türk köylülerinden daha ileriydiler. Ama şimdi,
bu köylü kültürü koruyamazlar; çünkü gençleri çeken başka
şeyler var. Zamana ve bu çekime karşı koymak mümkün değil."
TÜRKİYE'DEN KAFKASYA'YA AKAN ÇERKES SERMAYESİ
Bağımsız Devletler Topluluğu'nda kapitalist ilişkiler
reorganize edilirken, Çerkes Cumhuriyetleri, bu ilişkileri bir
çırpıda ve yeniden kurmakta zorluk çekiyorlar. Onlar, yeni
sistemin işleyiş koşullarını yerel Çerkes burjuvazisinin
içgüdülerine, yani zamana bırakmak istemiyorlar.
Kafkasya'daki durum bu iken, Türkiye'nin de yakın komşusunun
sınırları içinde gelişen yeni durumdan, özel ekonomik ve
siyasal beklentileri var. Sadece Türk Cumhuriyetlere değil
Kafkasya'ya da kapitalizmi öğretmek istiyorlar.
Devleti doğrudan arkalarına almasalar da bir grup Türkiyeli
Çerkes, Türk devletinin kendilerine sunduğu enformasyon
olanaklarından yararlanarak Çerkezya'ya sermaye çıkartması
yapıyorlar.
Geçtiğimiz mayıs ayı başındı Türkiyeli Çerkeslerden Atay
Ceyişakar ve İrfan Argun, Abhazya Cumhuriyeti'ne "Ekonomik
Yapılanma İçin Öneri" başlığını taşıyan bir rapor sundular. Bu
raporda esas olarak, ekonomik önerilere yer verilmekle
birlikte, kültürel ve siyasal yapılanma konusunda da görüşler
belirtiliyor.
Raporda, Abhazya'nın coğrafi konumu, tarihsel birikimi ve
turizm olanakları bakımından yatırım yapmayı elverişli olduğu
saptanıyor ve "Geçmiş rejimin tüm kötülüklerinin yanında,
faydalı başarısı, kültürlü insan yetişmesini sağlamasıdır.
Okuma yazma oranının yüksek olması önemli bir avantajdır.
Rejimin ekonomik tecrübe açısından getirdiği dezavantaj,
planı, akıllı metotlarla kısa sürede giderile-bilir" ifadeleri
bulunuyor.
Ekonomik önerilerde temel ile "Mevcutların ıslahı,
geliştirilmesi, yenilerinin ıslahı" oluyor. Bu ilkeye göre
ülke tarımı, yeraltı-yerüstü zenginlikleri, küçük sanayi
tesisleri, ticari olanakları açısından gözden geçiriliyor.
Bölgede en önemli dezavantaj, “İnsanların az çalışarak,
yorulmadan, kolay yollarla geçimini sağlama kültürü” olarak
saptanıyordu. Ekonomik kültür eksikti ama, "Para ve döviz
yokluğu da önemli" bir sorundu.
Bu raporda ayrıca, "Boyutları büyük olan bu problemlerin
çözümünü kolaylaştırıp çabuklaştıracak; Abhazya Ekonomik
Konseyi'nin plan, sistem ve organizasyonunun hedeflerine
ulaşmasını gerçekleştirecek 'uluslararası boyutu olan' bir
firma kurula-bilir. Bu firma göç sebebiyle en yoğun nüfusa
sahip Türkiye'de kurulabilir. Firmaya Abhazya hükümeti ve
kuruluşları, Abhazya halklarından sermaye ve iş kabiliyetli
insanlar ve başka ülkelerde yaşayan soydaşlar ortak
edilebilir" deniyordu.
Türkiye'nin Dış ilişkiler Konseyi Üyesi olan Cengiz Gül,
arkadaşları Atay Ceyişakar ve İrfan Argun'la birlikte Abhazya
Cumhuriyeti Yüksek Şurası tarafından, "Abhazya Cumhuriyeti'ni
temsilen kültürel ve dış ekonomik ilişkilerin
geliştirilmesiyle ilgili faaliyetlerde bulunarak, gerekli
altyapıları oluşturmak üzere vekil tayin edilmiş" bulunuyor.
18 Mayıs 1992'de imzalanan bu anlaşmadan sonra, 26 Mayıs'ta
'İşbirliği Niyet Protokolü’ imzalandı. Protokole adı geçen
Türk ekibinin yanısıra, Abhazya Ekonomik Reformlar Alt
Komisyonu Başkanı Barganciva, Devlet Mülkleri ve özelleştirme
Şehir Komitesi Başkanı Kobahiva, Dış İlişkiler Devlet Komitesi
Şube Müdürü Guliva katıldı. Protokol, Abhazya'da yatırım
yapılacak alanları saptıyor, "Yurtdışındaki Abhazya
temsilcilerinin iştirakiyle oluşturulacak Abhazya Cumhuriyeti
Ekonomik Şurası'nın teşekkülü" kararını alıyordu.
Bu görüşmelerin ve imzalanan protokollerin ardından, ilk
girişimler yapıldı. İstanbul'da Nartaş isimli bir turizm
şirketi Abhazya'da kurdukları AMRA International şirketi
aracılığıyla, Gagra'daki "17. Parti Kongresi'nin yapıldığı
dinlenme tesislerini" satın alarak bu akımı başlattı. Nartaş,
ortakları Kafkas kökenli olan bir ticaret şirketi. Nartur
aracılığıyla Rus Havayolları'ndan kiraladığı uçaklarla,
Kabartay-Balkar'da Nalçik'e 120 km uzakta bulunan Minvodi
Havaalanı'na haftada bir sefer düzenleyerek, turizm sektörünün
boş pazarına yerleşiyor. Nartaş Yönetim Kurulu Üyesi Yaşar
Nugay, Kafkasya'yı rantabl bulduklarını söylüyor ve bunun
yanısıra kendilerini bölgeyle ilgilenmeye iten etkenin ulusal
duygular olduğunu vurguluyor.
Karaköy'de Gül Elektrik'in sahibi Cengiz Gül, Abhazya'da bir
şampuan fabrikası kuruyor. Çerkesçe adı Asir ve Türkçe anlamı
Giz olan bir şampuan pazarlama çabasında. Şampuan fabrikasıyla
ilgili bütün alt yapılar tamamlanmış durumda ve fabrika iki ay
içinde üretime geçecek. "Kritik personel" yani teknik
elemanlar Türkiye'den götürülecek. Ucuz işgücü ise Abhazya'da
onları bekliyor. Cengiz Gül, Rusya'yla bir süredir ekonomik
ilişkilerinin devam ettiğini ve Ruslara endüstri malları
sattığını söylüyor: "Gül Elektrik' in Moskova'da da bir bürosu
var. Kozmetik ve temizlik malzemelerine duyulan ihtiyaç çok
fazla. Üstelik boş bir pazar. Bu yüzden şampuana yatırım
yapıyoruz. Kafkasya ekonomik girişimler bakımından oldukça
rantabl ama akıllı yatırımlar yapmak gerekir" diyor. Gül,
sadece Kafkaslara değil, Türki Cumhuriyetlere ve özelikle
Kazakistan ve Özbekistan'a ticari ilgi duyduğunu açıklıyor.
Nartaş ortaklarından İstanbul Karaköy'deki Galeri 83'ün sahibi
Atay Ceyişakar da geçtiğimiz hafta içinde Nartaş'ın, Cengiz
Gül' ün şampuan fabrikasının yüzde 20 hissesini satın aldığını
açıkladı. Ceyişakar: "Abhazya'nın genel reorganizasyonunda
müşavirlik yaptık. Buradan iki doçent arkadaşımızı götürdük.
Doçent Doktor Turgan Ünal ve Sadi Uzunoğlu. Bilindiği" gibi
Turgan Ünal, özelleştirmeler konusunda uzmandır. Bölgeyi
inceledik ve bir ekonomik envanter çıkardık. Şimdi orada dört
şirketimiz var" diye konuşuyor.
Abaza olmalarının bölgede ticari etkinliklerini
kolaylaştırdığını ifade eden Ceyişakar sözlerine şöyle devam
ediyor: "Türkiye'yle kurulan akrabalık ilişkileri Türkiye'ye
şans tanıyor. Biz, Abhazya'da ilişkilerimizi kullanarak bir
selamla, hatır gönül kullanarak çok rahatlıkla, beklemeden
Cumhurbaşkanı ile görüşebiliyoruz. Halkların buradaki
temsilcilerinin münferit hareketlerini devletin
desteklemesinde çıkarı var."
Bu çıkarın ne olduğu ise Çerkes sermayedarları tarafından
açıklanıyor. Kafkasya Türki Cumhuriyetlere ulaşmada en emin ve
en kısa yol. Bu nedenle hükümeti, Sohum-Dombay yolunun
yapılmasına ortak olma konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. Şu
anda Türki Cumhuriyetlere ulaşan yol istikrarsız Gürcü ve
Ermeni bölgesinden geçiyor. Bu devletlerle iyi ilişkiler
kuramayan Türkiye'ye, Kuzey Kaf-kasya yolu öneriliyor. Bu
konuda görüşmeler her iki ülke düzeyinde sürdürülüyor.
Çerkes sermayesinin İstanbul kanadının dışında Anadolu'daki
kesimi de gözlerini bölgeye dikmiş durumda. Çorum'da toptan
gıda sanayii ile uğraşan Ahmet Özdoğan, bölgede '89'dan beri
ilişkilerinin olduğunu, araştırmaları sonucunda Çeçen-İnguş'un
başkenti Grozni'de bir yatırım yapmayı planladıklarını ve en
verimli yatırımın tuğla üzerine olacağını saptadıklarını’
belirtiyor. Kafkasya'da uygun bir alt yapının oluşturulduğunu
belirten Özdoğan, "Ticarette nereden daha iyi kazanabileceğin
önemlidir. Almanya'da daha çok kazanacaksam gidip Kafkasya'da
yatırım yapmam. Ama aynı sonucu alacaksam kendi memleketimde
ticaret yapmayı tercih ediyorum" diyor.
Düzce' de kurulu Delta Toprak şirketinin sahipleri ise Adıgey
Cumhuriyeti'nin başkenti Maykop'ta bir parke fabrikası kurma
girişimindeler.
Yine parke üzerine çalışmayı düşünen Tokat Erbaa'da kurulu
Kambolat Parke'nin sahipleri, Karadeniz kıyısında, Sochi
kentinde 100 bin dolar ödeyerek bir orman satın aldılar.
Buradan Türkiye'ye getirilen kereste, Erbaa'daki tesislerde
parke olarak işlenecek ve iç pazara sürülecek.
MEDYA VE SANSASYON
Çerkeslerin kendi içlerinde sürdürdükleri dönüş tartışması
zaman zaman basının sayfalarına da yansıyor. İzmirli bir grup
göç taraftarının; Nihat Bidanuk ve arkadaşlarının Kafkasya'ya
yerleşmesini, "Çerkesler Dönüyor" manşetiyle veren haftalık
bir derginin ilgili sayısı hala belleklerde. Tirajı yüksek bir
sayı basıldı ama bu Çerkeslerin göçetmeye ikna edilmesine
yetmedi. Gerçek, Çorum, Bursa, Adana, Kayseri, Ankara ve
İstanbul'da görüştüğü Çerkesler arasında göçetmek isteğini
dile getiren insanlarla da karşılaştı. Ancak çoğunluk,
anayurtlarında olan bitenlerle, merak duyarak ilgilenseler de
Türkiye'den kolay kolay ayrılamayacaklarını ifade ediyordu.
Bursalı Zeki Çelik, "Dönüşçülerin medyayla araları iyi. Zaman
zaman göç sorununu ortaya atarak, kamuoyu oluşturmaya
çalışıyorlar. Burası da bizim vatanımız, biz burada kalıp
demokratik mücadele vereceğiz" diyordu.
Türkiye, Çerkeslerin seçmediği bir vatandı. Ama onlar burada
Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Arap, Rum, Pomak, Boşnak, Gürcü,
Azeri, Çingene, Tatar ve diğerlerinden oluşan bir mozayiğin
içinde yerlerini aldılar. Kültürlerini ve dillerini eritmeye
yönelik çabalar ne denli yoğun olursa olsun direndiler. Aynı
yazgıyı paylaştıkları kardeş halkların kültürleriyle
birleştiler, birbirlerine dolandılar. Gözlerinde taşıdıkları
Kaf dağlarının dumanları bu toprakların üstünde yükseldi.
Ma-sal ülkesinin çocukları, öykülerini unutmadılar bir bulutun
gölgesinde anlatadurdular.
ÇERKESLERİN TÜRKİYE'DEKİ İSKAN BÖLGELERİ
1) Düzce, Adapazarı, İzmit,
Bursa, Balıkesir, Biga, Yalova, İnegöl, Gönen.
2) Eskişehir, Kayseri, Sivas,
Konya, Afyon,
3) Tokat, Çorum, Samsun,
Yozgat, Merzifon
4) Hatay, Maraş,
Sarıkamış,
ÇERKESLERİN DÜNYADA BULUNDUKLARI ÜLKELER
Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Yugoslavya, ABD.
''Bizi Erittiler''
(Mustafa Aziz Özbek - Marje
Dergisi Yazı İşleri Müdürü)
Türkiye'de uyguladıkları asimilasyon politikasıyla bizleri
erittiler. İnsanlarımızın kendi dillerini konuşmaları
engellendi. Çerkezce konuşursanız, başınıza kötü şeyler gelir
denildi. Böyle giderse, yaşamayan bir dil ve kültür olacağız.
Çerkesleri, devlet potansiyel bir tehlike olarak gördü. Çerkes
Ethem bahane edilerek, bize hain muamelesinde bulunuldu.
Çerkes Ethem'den bu yana Türkiye'de bölücülükten,
parçalanmadan bahsedildiğinde Kürtlerin yanısıra akla
Çerkesler geliyor.
Bizim soydaşlarımız, Kafkasya'da sosyalizmin inşaası sürecinde
dil ve kültürümüzün özgürce gelişmesine olanak tanındığı için
mutluydular. Enstitümüzü kurabilmiştik. Bugün, bir kapitalizm
merakı var. Sonuçta hata edildiği anlaşılacak. Çünkü
sosyalizmin nimetlerinin onlar da farkında. Ben sosyalizmin
oralarda ölmediğini gördüm. İnsanların duygularında ve
anılarında yaşıyor. Kişisel olarak diyebilirim ki, Moskova
metrosunu yıkmadan sosyalizmi yıkamazsınız. Bu, Stalin'in
eseridir. Stalin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirdi. Ama
sonraki dönemde bir hantallaşma yaşandı. Ben Kuzey Kafkasya
halklarının Lenin'in felsefesinin yolunda giderek refaha
ulaşacaklarına inanıyorum.
''Soyadımızı Kullanabilelim''
(Mümtaz Demiröz
- İstanbul Abaza Kültür Derneği
Başkanı)
Biz, TC'den Kafkasya'ya gidiş gelişlerin kolaylaştırılmasını
talep ediyoruz. Örneğin, Türki Cumhuriyetlere giderken toplu
konut fonu olarak alınan miktarın 25 dolara indirilmesi söz
konusu ama bu indirim Kafkasya için geçerli değil, böyle
ko-laylıkların Kafkasya için de sağlanmasını talep ediyoruz.
Biz madem Türk'üz öyleyse Kafkasya'daki soydaşlarımız da
Türk'tür. Türkiye o zaman buradaki soydaşlarımıza da ilgi
göstersin. Göstermiyorsa neden göstermiyor. Türk olmadığınız
için desin bize, ne olduğumuzu söylesin. Farklı standartlar
uygulanmasın. Çerkesce soyadlarımızı kullanmak istiyoruz.
Sosyalizm enternasyonal bir kültür yaratmak istedi ama
kültürlerin yaşaması için olanaklar da yarattı. Örneğin
Çerkeslerin tiyatro kurmalarına yardım edilmiş. Çerkesler,
Türkiye'de kültürlerini yitirme tehlikesi altındalar.
Türkiye'nin, "Devletin bölünmez bütünlüğü"nü korumak gibi bir
ideolojisi vardır. Bu, ülkedeki insanlara verilmiş bir
düşüncedir. Ben Çerkesim ya da Aleviyim diyen insan değişik
bir psikolojiye giriyor. Kendi kendilerini baskı altına
alıyorlar. Devletten yukarıdan aşağı verilen mesaj şudur: "Ben
Çerkesim dediğinde bütünlüğe ve bölünmezliğe halel getirmiş
oluyorsun." Bu, öğretilmiş bir fikirdir.
''Yetmiş Yıldır Sesimiz Çıkmıyor''
(Erhan Şahin - İstanbul Kafkas
Kültür Derneği Başkanı)
Milliyet nerede biter, milliyetçilik nerede başlar bu hesabı
iyi yapmak gerekir.
Türk kültürü, Türkiye'de yaşayan ve daha önce yaşamış olan
kültürlerden etkilenmiştir. Bütün kültürler böyledir. Çerkes
kültürü Türk kültüründen etkilendi. Türk kültürü de Çerkes
kültüründen bir şeyler kazandı. Savaşçı bir millettiler; bu
yeteneklerini Osmanlı için kullandılar. Kurtuluş savaşında da
iki önemli Çerkesin adı tarihe geçti. Biri Anzavur, diğeri
Ethem. Biri padişahın yanında yeraldı, diğeri Kemal'in. Bir
zamanlar hep taraf olmuşlar. Ama yetmiş yıldır sesleri
çıkmıyor. Anzavur'un ve Ethem'in gölgesi var üzerlerinde.
Devlet onları hep suçladı bu yüzden. Çerkeslerin çok da
iktidar yanlısı bir tutumları yok. Dönüş konusuna gelince; bir
yere gitmek gerekiyorsa, ben Paris'e gitmeyi tercih ediyorum.
''Dönüş Şart''
(Şamil Jane - Dönüş
Teorisyenlerinden)
Çarlık Rusyası'nın yayılmacılığı, İngilizlerin "Hindistan
bekçiliği", Osmanlı'nın iskan politikasıyla birleşince, bu
itici faktörler göçü birinci dereceden hızlandırmıştır.
1850'de Osmanlı, bir göçmen komisyonu oluşturdu. Yani
Rusya'daki olaylar henüz başlamamıştı. Osmanlı, nüfusa,
özellikle asker ve tarımla uğraşacak nüfusa ihtiyaç duyuyordu.
İskan politikası sonucu önce Sason Dağları bölgesindeki Ermeni
nüfusu iğdiş etmek için bölge yöneticilerinden gelen istek
doğrultusunda bu bölgeye Kafkasya göçmenleri yerleştirildi.
Daha sonra da bu politika genişletilerek etnik kıpırdanmalara
set oluşturacak şekilde iskan edildiler. Yani doğuda Kürtlere,
Ermenilere, Araplara karşı kullanılırken; batıda ise
Balkanlardaki kurtuluş savaşlarına bekçilik yapma görevini
üstlenmek zorunda kaldılar. Marmara bölgesinde ise yine
Hıristiyan nüfusu dengelemek için, Çerkes yerleşim bölgeleri
oluşturuldu. Yerleştirme tam bir devlet politikası ile
belirlendi. Balkanlar'daki Çerkesler daha sonra ikinci bir göç
yaşadılar. İslami bir geleneğe sahip olmayan bir toplumdu
Çerkesler.
Osmanlı döneminde Çerkes Teavün Cemiyeti kuruldu. Bu dernek
cumhuriyet döneminde kapatıldı. Bundan sonra Çerkeslerde
1960'a kadar bir hareket görülmez.
1960'dan sonra sürgün sonrası durum tartışılmıştır.
Asimilasyonun nasıl önleneceğine dair öneriler sunulmaya
başlanmıştır. Bir kısım insan, sorunların çözümü için anayurda
göçetmeyi savunurken, diğer kısmı da Türkiye'de yaşayan
Çerkesler olarak ulusal kimliğimizi koruyalım diye düşündüler.
Sorunun çözümünün Türkiye devrimine katılmada yattığı,
görüşünü benimsediler.
Çerkesler, Türkiye'deki kültürle karşılıklı etkileşim içinde
oldukları için göç yavaş gelişiyor. Biz Türkiye devletinin
Bulgaristan'da baskı gören soydaşlarına sağladığı olanakların,
biraz olsun benzeri şekilde Çerkeslere sağlanmasını istiyoruz.
Ben, Çerkeslerin çoğunun eşitsizlikleri dönüşle
dengeleyeceğine inanıyorum. |