Sayılar oldukça gizemliler; çünkü
esnekler. Kelimeleri ve harfleri toplayamayız, çarpamayız ya da
bölemeyiz; ancak sayılar bu işlemlere tabi tutulabilirler. Böylece
size sınırsız bir yol da açmış olurlar.
Sayılar bir ölçü olarak sınırlı bir büyüklüğü ifade etmekle
beraber, sonsuzluğun da en temel ifadesidir. Örneğin bir sayı
doğrusu üzerinde ya da sadece iki sayı arasında sonsuz sayıda reel
sayı vardır. Bu kadar çok alternatif ve ihtimal sayıları ilginç
kılıyor.
Matematiğin sihrinin insanları cezbedişi çok eski bir konu. M.Ö.
5. yüzyılda yaşayan İyonyalı filozof Pisagor, sayıların doğanın
tek gerçeği olduğuna ve her şeyin sayılarla ifade edilebileceğine
inandı. Bu inancın kendisinde demircilerin çalışırken örslerine
vurduklarında çıkan sesin ritiminden yola çıkıp, daha sonra da
telin uzunluğu ile sesin arasındaki matematiksel ilişkiyi
çözmesinden sonra ortaya çıktığı söylenir. Kendisinin bulduğu
meşhur pisagor üçgenlerinin (3-4-5 üçgeni ya da 5-12-13 üçgeni)
onu sayılar konusunda nasıl büyülediğini tahmin etmek zor değil.
Geometriye ve astronomiye katkılarıyla oldukça nam yapan etkili
filozof Pisagor’un “Pisagorcu” öğrencileri onun öğretisini devam
ettirdiler ve Sokrates’e kadar da Pisagorculuk Antik Yunan’daki
hakimiyetini hiç yitirmedi.
|
Ay çiçeği Fibonacci serisi için doğadaki en güzel örneklerden
biridir. |
Doğa’nın kendi kuralları içerisindeki matematiksel düzenin bir
cazibe unsuru olduğunu inkar edemeyiz. Altın oran bunlardan
birisidir. Fibbionacci serisi de yine bu ilgi çekici
ortaklıklardan bir tanesidir. Albert Einstein’in doğa felsefesine
olan ilgisinin Fibionacci serisini öğrenmesi ve bazı çiçeklerin
yapraklanma ve dallanmalarının tamamen bu seriye uygun şekilde
geliştiğini görmesi ile önüne geçilemeyecek bir hal alması,
sayıların cazibesinin doğaya olan merakı kamçılayıcı bir unsur
olduğunu gözler önüne sermektedir.
Tüm çemberlerin çevresinin pi sayısı ile hesaplanması, hipotenüs
formülü ve benzeri ilk keşiflerin sayılara ne kadar mana
yüklediğini bir düşünün… Mesela siz M.Ö. yaşayan bir filozof olsa
idiniz ve yer çekimi ivmesinin henüz fiziksel bir fenomen olduğunu
bilmeseydiniz, cisimlerin her saniye 9,81 m/s hızlandığı bulmak
sizi heyecanlandırmaz mıydı?
Gerek Pisagor’un, gerekse Einstein’in ilgi duyduğu bu oran ve
sayılar, doğada mevcut olan bir işleyişin keşfedilmeye çalışan
kurallarıdırlar ve bu açıdan manalıdırlar. Doğa belli kurallar
silsilesi içinde sürüp giden bir oyun; ancak takvim sistemleri
için aynısını söylemek mümkün değil…
1.1.0 tarihinin önemi nedir?
Takvimin ortaya çıkışı özellikle tarım ve hayvancılığın insan
hayatında önemli bir yere sahip olmasıyla gerçekleşmiştir.
Ekinleri ne zaman ekmesi, sulaması ve biçmesi gerektiğini merak
eden çiftçi ile koyunlarının ne zaman çiftleşip, doğurup,
öleceğini tahmin etmek isteyen hayvancının takvimin varlığına ne
kadar minnet duyduğunu tahmin edebiliriz. Tarihte zaman aya,
güneşe, güneşin takım yıldızlarındaki konumuna göre çeşitli
şekillerde ölçülüş ve belirlenmiş, daha sonra da sistematik hale
gelmiştir.
Bugün yaygın olarak kullanılan miladi takvim yüzyıllar içerisinde
gelişimini sürdürmüş ve son şeklini temel olarak 6. yüzyılda almış
bir takvim sistemidir. İsa’nın doğumunu temel alarak hesaplanmış
ve 1 Ocak 0 yılı yılbaşı kabul edilmiştir. Bugün milattan önce (M.Ö)
ve milattan sonra (M.S) kavramları da bu tarihten öncesini ve
sonrasını ifade eder.
Takvimler, ayın, güneşin, dünyanın ve yıldızların şaşmaz
işleyişini temel alarak oluşturulmuş, tamamen yapay olan ölçme
sistemleridir. Bu sebeple takvimlerin kaynaklarında doğadaki
matematiksel ortaklık ve bağlantıları aramak manalı olsa da,
içerik ve sonuçlarında mana aramak oldukça anlamsızdır. Zira
doğada, zamanın başlangıcına yönelik gerçek bir referans yoktur.
Bugün herhangi bir olayı başlangıç kabul ederek bir takvim
yaratabilir, zaman içerisinde buna yeni aylar, yeni günler de
ekleyebilirsiniz. (Miladi takvimin atası olan jülyen roma
takviminde İmparator Julius Ceasar ve İmparator Agustus şerefinde
iki yeni ay eklenmiştir: Temmuz ve Ağustos).
Miladi takvim de Jülyen takvimin mirası temel alınarak, İsa’nın
doğumuna atfedilen bir kutsiyet ile bu tarihte başlatılmıştır. Bu
açıdan inançlı kimseler inançlı kimseler bu kutsiyet kaynağına
dayanarak sayıların gerçekten özel manaları olabileceğine
inanabilirler ancak önemli bir bilgi güncellemesi yapmak gerekiyor:
Daha sonra yapılan araştırmalara göre İsa’nın doğum yılı M.Ö 6 ila
M.Ö 2. Yani miladi takvimin başlangıcı birkaç yıl sapma ile
hesaplanmış. Ayrıca 1 Ocak tarihinin yılbaşı olması, İsa’nın
doğumundan tam 153 yıl önceki bir kabule, Romalıların kullandığı
Jülyen takvimine dayanıyor.
Basınımızın deyimiyle “11.11.11 Çılgınlığı”!
11.11.11 sayısının çok estetik göründüğünü kabul etmek gerek.
Burada 1’in de tekrarlı bir sayı olması ve daha önce tecrübe
ettiğimiz 6.6.6 ya da 10.10.10 tarihlerinden, veya tecrübe
edeceğimiz 12.12.12 tarihinden daha fazla tekrarlı sayı içeriyor.
İnsanların 2222 ya da 5555 ile biten otomobil plakaları gördüğünde
dilek tuttuğunu düşünürsek 11.11.11 müthiş bir gün.
Ancak takvim siteminin yapaylığını burada da göz önünde
bulundurarak alternatif bir tarih tablosu çizmek istiyorum:
Örneğin bugün 10’luk sayı sistemi kullanmamızın muhtemelen parmak
sayımızın on olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Bizler her elde
üçer parmaktan altı parmaklı canlılar olabilirdik. Olalım!
Bir yılda 12 ay bulunması, ayın bir döngüsünü 29,5 günde
tamamlamasından kaynaklanıyor. Eğer ayın hallerini “aydınlanma” ve
“kararma” olarak ikiye ayırsa idik ve bir yılda 24 ay olduğunu
düşünse idik… Düşünelim!
Yılları latin harfleri ile ifade ediyor olsa idik (A=0, B=1, C=2
olacak şekilde…) Edelim!
11.11.11 tarihinin alacağı yeni şekil şu olurdu: 15.21.CABA
Bu şekliyle hiç de manalı gelmiyor değil mi?
Biraz düşünülürse bu tip “manalandırma” çabalarının nereden
kaynaklandığına dair fikir yürütülebilir.
Naçizane ben, insanoğlunun genel ümitsizliğinin ve “kurtarılmayı”
bekleyişinin bir etken olduğunu düşünüyorum. Belki içerisinde
bulunduğumuz sistemde bir çoğumuz memnuniyetsiziz, ancak dışarıdan
bir etki olmadıkça da sistemin bozuk çarkı olmaya pek de niyetli
görünmüyor ve zincirlerimizi kırmıyoruz. Ruhlarla iletişim, fal
gibi bir çok metafizik olgu ya da UFO’lar benzeri metafizik
olmayan, ancak varlığı kanıtlanamayan fenomenlere olan ilgi gibi
bu ilgi de aynı dış etki arayışının bir sonucu gibi duruyor.
Mesela Türkiye’de, 11.11.11 öncesinde NTVMSNBC’nin yaptığı bir
haberde geçen metin aynen şöyle:
Bazı sayıbilimciler, metafizikçiler, fizikçiler ve komplo
teorisyenleri de bu tarihte insanoğlunun “büyük uyanışı” için bazı
işaretlerin geleceğini iddia ediyor. Yeni bir boyuta kapı
açılacağına inanan bu grup, “insan bilincinde büyük bir değişiklik”
olacağını söylüyor.
(Fizikçileri bu listeye nasıl dahil ettiklerine şaşırdık evet…)
Geçtiğimiz yıl Sabah gazetesindeki bir habere göre ise “Ses
terapisti” Belma Yener 10.10.10 tarihi için şöyle söylüyordu:
“İnsanın birçok boyutu var. 10 Ekim 2010′dan itibaren de yeni bir
boyutumuzun farkına varacağız. Yakında bizim boyutumuzla etkileşim
alanına girecek olan bu yeni enerji, yepyeni boyutları anlamamıza
yardımcı olmaya başlayacak. Başka ülkelere nasıl kolayca seyahat
edip ulaşabiliyorsak birkaç yıl içinde de, diğer boyutlara bu
kadar kolay ulaşabileceğiz. Bugün bütün dünyada meditasyon
yapılacak. Türkiye’de de saat 10.00′da isteyen herkes meditasyon
yapabilir. Evrene bizim ondan ne istediğimizi söyleyebiliriz.”
Bu ifadeler bahsettiğim arayışın bir örneği olmakla birlikte, “dış
etki”nin nasıl bir ümitle beklendiğinin göstergesi. İşin kötüsü ne
10.10.10’da, ne de 11.11.11’de böyle bir kapı açılmadı.
İlk paragraflarda anlatmaya çalıştığımız bir şeyi tekrar etmekte
fayda var:
Yapay, tamamen insan ürünü, dayandırılmış olduğu kutsiyetin bile
yanlış hesaplanmış olduğu bir takvim sisteminde benzer sayıların
yanyana gelmesinde büyük manalar aramak pek akılcı bir davranış
değil.
Yapay değil de doğal bir durum bile olsa, sayıların yanyana gelmiş
olmasının boyutlar açacak manaya sahip olması gerektiği de başlı
başına bir kabul. Zira bir bahçeye yanyana dikilmiş üç ayçiçeğinin
tohum sayılarının aynı olması da herhangi bir boyut açmıyor.
Bilim insanları bu tip ümitlere hep karşıymış ve dünyanın
ilerleyişinden memnunmuş gibi görünebilirler. 11.11.11’in manalı
olduğunu düşünen birisi de muhtemelen beni şu an çok mekanik ve
duygusuz bulmaktadır. Belki haklı bile olabilir. Oysa ben sadece
rasyonel düşünmeyi tercih ediyorum. İnsanların “büyük uyanışı”
için gerçekten uyanmaları gerekir; takvimlerin 11.11.11’i
göstermesi değil.
Bu büyük ölçüde bir sorumluluk devridir. Karşı durduğumuz her ne
varsa bunlara organize bir tepki oluşturmak yerine 1 rakamlarının
organizasyonunu beklemek, insanların kendi inançlarını istismar
etmeleri gibi duruyor. Konuyu daima fırsata çevirmek isteyenler de
mevcut elbet.
Örneğin e-posta kutuma üyesi olduğum bir çiçek mağazasından
“11.11.11 bir daha gelmeyecek!” başlıklı, çiçek almaya özendirici
bir e-posta düşmesi başka nasıl açıklanabilir? İnsanların bu
tarihte doğum yapmak ya da evlenmek için sıraya girdiklerini
duyuyoruz. Ben düğün salonu sahibi olsa idim “arz-talep”
eğrilerinin daha yüksek bir fiyatta kesiştiklerini keyifle
izleyebilirdim.
Daha önce geldi, yine gelir.
“11.11.11 bir daha gelmeyecek” diye boşuna üzülmeyelim.
Miladi takvime göre ilk 11.11.11 zaten 11 Kasım 11 yılı idi. Her
yüzyılda yılın son iki rakamını yazmayı adet edindiğimize göre bir
önceki de 11 Kasım 1911’de gerçekleşmişti. Sıradaki da 11 Kasım
2111 yılında olacak. (ve hatta bence daha fazla “bir (1)” olması
onu daha estetik kılıyor…)
Ayrıca miladi takvim kullanmak zorunda da değiliz. Kavimler
Göçü’nü, Fransız Devrimi’ni ya da İstanbul’un Fethi’ni milat
alarak kendi “göçi”, “devrimi”, “fethi” takvimimizi
oluşturabiliriz. Böylece tekrarlı sayılarla farklı zamanlarda da
karşılaşabiliriz.
Ben şimdilik “Tevfiki” takvimime bakıyorum: Yanyana gelen rakamlar
değil belki ama üst üste biriken fatura ve ekstreler oldukça
farklı boyutlar açabiliyor. |