Tıp tarihi, insanlık tarihi kadar
eski ve bir o kadar da renkli. Tarihler boyunca, farklı
uygarlıkların karşılaştıkları hastalıklar ve ölüm için
birbirinden farklı sebeplere inandıkları, bu farklı sebeplere
ilişkin birbirinden ilginç tedavi yöntemlerinden medet
umduklarını biliyoruz.
Antik çağlardaki tıbba baktığımızda, hastalık nedenlerinin
çoğunun doğaüstü güçlerle ilişkilendirildiğini, yapılan tedavi
edici uygulamaların da bu güçleri memnun etmek amaçlı
olduğunu, kötü ruhları kovmak gibi törensel öğeler içerdiğini
görüyoruz. Adaklar, dualar, kan akıtmak, tütsüler ve
kullanılan çeşitli sanrı yaratıcı (halisünasyona neden olan)
otlar bunların güzel örnekleri.
Yıllar geçtikçe, insanoğlu gözlem yaparak hastalıkların
kökenine ait neden sonuç ilişkileri hakkında fikir sahibi
olmaya başladı. Rönesans dönemi ile başlayan aydınlanma
hareketi, bilimsel yöntemin gelişmesi ve 19. yüzyılda hastalık
yapan mikropların keşfi gibi önemli buluşlar, zamanla tıbba
yön veren mistisizm ve doğaüstü inanışları büyük ölçüde
ortadan kaldırarak, kanıta dayalı tıp uygulamalarına öncülük
etti. Bugün, eskiden ölümcül olan veba gibi, verem gibi pek
çok hastalığın bizler için artık tehdit oluşturmamasını bu
gelişmelere borçluyuz.
Geleneksel inanca dayalı tıp uygulamalarından modern tıbba
geçiş süreci içindeki en ilginç dönemlerden biri 18. ve 19.
yüzyıl ve Viktorya dönemindeki tıp uygulamaları. Gelin kısaca,
tıp tarihine tuhaflıklarıyla damgasını vurmuş bu dönemin
uygulamalarına ve bu uygulamaların altındaki inanışlara
bakalım.
Viktorya döneminde yaşayan doktorlar, bedenin anatomik yapısı
hakkında kabaca bir fikre sahip olmalarına rağmen, organların
işleyişi hakkındaki bilgileri oldukça yetersizdi. Organların
anatomik yapılarına aşina olsalar da, çoğu hekim, kökeni eski
Yunan filozoflarına dek giden Humorizm adı verilen bir tıbbi
teoriye inanmaktaydı.
Humorizm ya da Dört Sıvı Teorisine göre, insan vücudunda siyah
safra (Yun. melan chole), sarı safra (Yun. chole), balgam
(Yun. phlegm) ve kan (Yun. haima) adında dört adet sıvı
mevcuttu. İnsan vücudundaki organların fonksiyonları, vücutta
mevcut bulunduğuna inanılan bu dört sıvının dengesi sayesinde
düzenleniyordu. Bunlar arasındaki dengesizlik, organik veya
psikolojik tüm hastalıkların ortaya çıkma nedeni olarak
görülüyor, hatta insanların mizacını dahi bu sıvıların
yönlendirdiği düşünülüyordu. Örneğin kolera hastalığının,
adından da anlaşılacağı gibi sarı safranın fazlalığından,
depresyonun ise siyah safra fazlalığından ortaya çıktığına
inanılmaktaydı. Depresyon yerine zaman zaman kullanılan
”melankoli” kelimesinin, siyah safra sıvısının Yunanca adı
olmasına şaşırmamak lazım.
|
Tipik bir 19.
yüzyıl ilaç sandığı. (Kaynak: Historical Collections &
Services, CMHSL.) |
Humorizm teorisine inanışın
devam etmesinin yanısıra, bu dönemde biyokimya, hormonal
sistemler, sinir sistemi gibi disiplinlerin hemen hiç
bilinmediğini de anımsatmakta fayda var. Kadınların, genital
organları dışarıdan görünmediği için erkeklerin eksik birer
formu olduğuna inanılıyor, sperm hücrelerinin içinde tüm
organları yerinde küçük bir insancık olduğu sanılıyordu.
Erken Vikitorya döneminde, henüz mikrop teorisi
bilinmediğinden, bulaşıcı hastalıkların kişinin karakter
özelliklerinden ve etraftaki iklimden, solunan hastalık yapıcı
gazlardan köken aldığına inanılıyordu. Mesela, Buchan’ın 1848
tarihli Domestic Medicine adlı tıp kitabında, su çiçeği,
kızamık ve kabakulak hastalıklarının nedenleri “baskı yapan
ebeveynler, gece havası, hareketsizlik, kızgınlık, ayakların
ıslak tutulması ve ısı değişimi” olarak sayılmıştı.
İngiltere’de pek çok şehirde salgınlara neden olan kolera
hastalığının sebepleri ise “bozulmuş meyveler, kötü hava,
salatalık veya kavun yemek veya kontrol edilemeyen öfke sahibi
olmak” şeklinde açıklanmıştı.
Bu dönemde, ölüm nedenleri de günümüzden oldukça farklıydı.
Bulaşıcı hastalıkların önemli bir ölüm nedeni olmasının
yanısıra, mesleki kazalar da oldukça yaygındı. Erkekler, henüz
toksik etkileri bilinmeyen maddeleri kullanan endüstrilerde
çalışmaya başlamışlardı ve cıva, kurşun gibi maddelerin
zehirlenmelerine bağlı ölümler sıklıkla görülüyordu.
Kadınlardaki en sık görülen ölüm nedeni ile doğum sırasında
ortaya çıkan komplikasyonlara bağlı ölümlerdi.
Hastalıkların nedeninin tam bilinmediği, ancak batıl
inançların etkisini de yavaştan kaybetmeye başladığı bu
yıllarda uygulanan tedavi yöntemlerinin kısmen tıbbi, kısmen
mistik, kısmen de gözü kara olduğunu söyleyebiliriz. Yeni
keşfedilen kıtalardan gelen şifalı maddeler, yavaştan gelişen
kimya endüstrisinin yaptığı yeni buluşlar doktorlara tuhaf bir
cesaret vermişti. Bütün bunlara Humorizm teorisinden gelen
dört sıvının dengelenmesi kavramlarının da eklenmesi sonucu
oldukça tuhaf, zaman zaman gülünç ama çoğu zaman oldukça da
tehlikeli tıbbi uygulamalar bu döneme damgasını vurdu.
|
1860 yılında
çekilmiş, kan akıtma yönteminin bugün elimizde olan en
eski
fotoğraflarından biri. (Kaynak: Burns Arşivleri, Wikimedia
Commons) |
Kan
Akıtma
Kan akıtma, bu dönemde en sık kullanılan tedavi yöntemlerinden
biriydi. Humorizm teorisini benimseyen hekimlerin sıklıkla
başvurduğu kan akıtma işleminin hemen hemen her hastalığa iyi
geldiği sanılıyordu: hazımsızlık, cüzzam, suçiçeği, verem,
felç, gut, akne, astım, kanser, kolera, koma, sara, diyabet….
Hatta burun kanaması, aşırı adet kanaması gibi kan kaybıyla
karakterize şikayetlerin tedavisinde de sıklıkla kan akıtma
yöntemine başvuruluyordu. Ameliyatlardan önce, ameliyatın
başarısını artırmak için hastanın kanı akıtılıyordu.
Kan akıtma yöntemleri çeşitliydi. Kimi zaman hastanın damarı
kesici bir cisimle direkt olarak açılıp, ciddi oranlarda kan
kaybetmesi sağlanıyordu. Bu tip cerrahi girişimlerin yanısıra,
sülük kullanarak kan akıtılması da oldukça popülerdi.
Avrupa’nin çeşitli ülkelerinde kayda değer bir sülük ticareti
sürmekteydi, Fransa’dan İngiltere’ye pek çok ülke milyarlarca
sülük ithal etmişti.
Bir diğer kan akıtma yöntemi, bizim hacamat adıyla bildiğimiz
yöntemdi. Hastanın sırt bölgesine açılan kesiklerin üzerine
vakum yapacak cam bardaklar yerleştirilerek, bu yaralardan
çıkan kanın, bardaklara dolması sağlanıyordu. Bu şekilde, akan
kanla birlikte hastalık yapan etkenlerin, kötü etkilerin de
hastanın vücudundan çıkacağına inanılmaktaydı.
Hijyen uygulamalarının tam olarak bilinmediği bu çağlarda
yapılan bu girişimlerin pekçok hastanın kan kaybı ve
enfeksiyon nedeniyle ölümüne neden olduğunu belirtmeye gerek
yok sanırım. Ancak, gözü kara tıp uygulamaya meraklı
doktorların benimsediği bu kan akıtma yöntemin neden olduğu
çok meşhur bir ölüm var ki bahsetmemek olmaz.
Amerika Birleşik Devletlerinin kurucusu George Washington,
1799 yılında bir gün boğaz ağrısıyla uyandı. Birkaç gün içinde
durumu ağırlaştı ve solunum sıkıntısı çekmeye başladı.
Washington’un özel doktoru olan Dr. James Craik, solunum
sıkıntısının küçük dilin şişerek boğazı tıkamasına bağlı
olduğuna kanaat getirdi. Bu durumu tedavi etmek isteyen Dr.
Craik, önce George Washington’a kurutulmuş böceklerden
yapılmış bir ilaç verdi. İlaçtan sonuç alamayınca kan akıtma
yöntemi ile tedaviye başladı. İzleyen gün içinde farklı
zamanlarda George Washington’dan yaklaşık 2.5 litre kan
akıtıldı. (İnsan vücudundaki toplam kan hacminin 5 lt olduğunu
anımsayalım.) Zaten hastalıkla boğuşan Washington, doktorunun
tedavi amaçlı uyguladığı yönteme bağlı akut kan kaybının da
etkisiyle 17 Aralık 1799′da vefat etti.
|
1885′ten bir
reklam. Kokain macunu: Çocukların diş ağrısı dönemi
huzursuzlukları için birebir! (Kaynak: Wikimedia) |
Dişiniz
ağrıyorsa kokain verelim?
Viktorya döneminde gördüğümüz absürd uygulamalardan bir diğeri
de bugün ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğimiz bazı
maddelerin şuruplarda ve diğer kozmetiklerde yaygın olarak
kullanılıyor olması.
Bu dönem, kokain, eroin gibi maddelerin yeni keşfedildiği,
nasıl etki ettiklerinin pek anlaşılmadığı, ve bağımlılık yapma
etkileri ile diğer ciddi yan etkilerinin bilinmediği bir
dönemdi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kimya bilimi henüz
emekleme aşamasındaydı. Hal böyle olunca, yaramaz ve huzursuz
bebeklerin ağlamasını azaltan, onları mışıl mışıl uyutan şurup
ve ilaçlara rağbet büyüktü.
Piyasada, çocukların diş ağrıları için kullanılan kokain
içeren diş çıkarma şuruplarından, çocukların yaramazlık
yapmaması için kullanılan eroin, morfin, afyon karışımı
şuruplara dek muhtelif ilaç mevcuttu. O dönemki çocukların
biraz sessiz ve yavaş olmasına şaşırmamak lazım sanırım.
|
Bayer’in 1895′te
Morfin’e alternatif olması için, bağımlılık yapmadığı
iddiasıyla
piyasaya sürdüğü yeni ilaç: Eroin! (Kaynak: Wikimedia) |
Öksürük
probleminiz mi var?
Afyon ‘dan elde edilen morfin, çok uzun bir zamandır hem ağrı
kesici, hem de kronik öksürük tedavisinde kullanılıyordu.
Ancak son yıllarda morfinin bağımlılık yaptığını fark eden
bilim adamları yeni alternatifler aramaktaydılar. Alman ilaç
firması Bayer, 1895 yılında morfinin yerini alacak yeni bir
mucize ilaç bulduğunu duyurdu. İlaç ismini, kullanan kişide
korkusuz ve kahramanca hisler uyandırdığı için eski Yunanca’da
kahraman anlamına gelen “heros” kelimesinden alınmıştı: Eroin
( İng. Heroin).
Kısa bir zaman içinde, eroinin aranan mucize öksürük
baskılayıcı ilaç olmadığı, iddia edildiğinin aksine çok ama
çok ciddi bağımlılık yaptığı anlaşılacaktı. Ancak bu durum
anlaşılıp müdahele edilene dek, eroin, eczanelerde öksürük
ilacı olarak serbestçe satıldı. Yasaklandığında sene 1910 idi.
|
1766′ya ait bir
İsviçre tıp kitabından tütün lavman cihazı resmi. (Kaynak:
Wikimedia) |
Sigaranın
Dumanı
Lavman uygulamaları (anüsten barsaklara herhangi bir sıvı
verilmesi ile barsakların yıkanması) bu dönemde oldukça
yaygındı. Zira, barsaklara verilen madde ile vücuttaki dört
ana sıvının dengeleneceği, kötü ve hastalık yapan maddelerin
lavmanda kullanılan madde aracılığıyla vücudu terkedeceğine
inanılıyordu. Lavmanın yanısıra, hastaları kusturmak amaçlı
ipeka şurubu, bitki özleri gibi maddeler de sıklıkla
kullanılıyorlardı. Bu uygulamaların çoğu hastaların aşırı sıvı
ve elektrolit kaybetmesine neden oluyor, daha da
hastalanmalarına, hatta ölmelerine yol açıyordu.
Ancak bu lavmanlar arasında belki de en ilginci sigara dumanı
lavmanı idi. Tütün, Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya yeni
yeni gelmişti ve çok popüler olmaya başlamıştı. Pek çok
hastalığın tedavisinde kullanılıyordu. Lavman formu da,
özellikle karın ağrısı, boğulma veya nefes durmalarında
kullanılmaya başlamıştı.
Nefesi duran kişi yere yatırılıyor, tütün lavmanı yapmak için
özel olarak tasarlanmış bir cihazla, yakılan tütünden çıkan
duman ve sıvı karışımı makat yoluyla hastaya veriliyordu. Çoğu
hekim, bu uygulamanın kişinin soluk alışını düzelteceği ve
barsak ağrılarına iyi geleceğine inanmaktaydı.
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, nikotinin zehirli olduğu
farkedildikten sonra bu uygulamaya son verildi.
Kalan sağlar bizimdir
Bu uygulamalar sayesinde pek çok hastanın, kolayca iyileşen
hastalıkları olmasına rağmen sadece gözü kara hekimlerce
tedavi edildikleri için telef olduklarını tahmin etmek çok zor
değil. Neyse ki, ilerleyen yıllarda hastalık yapan mikroplar
teorilerinin gelişmesi, fizyoloji, biyokimya ve diğer bilim
dallarındaki bilgi dağarcığımızın artmasıyla modern tıbbın ve
kanıta dayalı tıp uygulamalarının temelleri atıldı. Viktorya
çağında uygulanan etkisiz ve hatta zararlı tedavilerin pek
çoğunun bugün modern tıp uygulamarında artık yeri yok.
Ancak şunu da belirtmek gerekli ki, bu ve benzer uygulamaların
etkin olduğuna inanan ve bunu hasta kişilere uygulamaya devam
eden kimseler az sayıda olsalar da, hala mevcutlar.
19. yüzyılın tozlu sayfalarına gömülmüş bu yöntemleri
uygulayan kimselere karşı şüpheci yaklaşmanız ve George
Washington’un acı sonunu anımsamanız sağlığınız açısından
faydalı olacaktır.
KAYNAKÇA:
1) Medicine at the Turn
of the Nineteenth Century. University of Virgina web sitesi.
2) Medicine in 1860s
Victoria. University of Victoria web sitesi.
3) Trick or Treatment.
Simon Singh & Prof. Dr. Edzard Ernst.
4) Opium throughout
history. PBS Frontline.
5) Tools of the Trade,
Tobacco smoke enemas. The Lancet |