Geçtiğimiz haftalarda Arkansas‘da
yaşayan, Gertrude Weaver 116 yıllık yaşamına geçirdiği zatürre
hastalığı neticesinde son verdi. Dünya’nın en yaşlı insanı
olma unvanını beş gün koruyabilen Weaver, unvanını bu rekorunu
1979’dan 1997’ye kadar koruyan ve 122 yıllık yaşamının
ardından vefat eden Fransız Jeanne Calment’den birkaç
yıl kadar genç aramızdan ayrıldı.
Peki, Weaver ve Calment gibi kıdemli genlere sahip olmak uzun
yaşamanın aranan anahtarı mı? Yeni nesil ilaçlar ve
teknolojiyle, insanlığın yaşam ömrünü 130 hatta 200 yıl gibi
limitlere zorlayabilir miyiz?
Aubrey DeGrey gibi fütüristlerin söylediğine göre sadece
birkaç hastalığı elimine etmeyle ve yaşlanmaya yönelik yeni
bir takım tedavi yöntemleriyle insan yaşı 1000 yıla çıkabilir.
Gençleştirme ve hayatı uzatma üzerine fikirler üreten DeGrey,
geçen yıl çok paralı bir şirkete sahip oldu.
Kalifornia fon menajeri Joon Jun yaptığı 1 milyon dolarlık
yardımla “Palo Alto Uzun yaşam Ödülü” adı altında fareler
üzerinde yapılacak ve laboratuvar farelerindeki yaşam süresini
%50 oranında yükseltecek bir çalışma başlattı. Şimdiye kadar
15 Haziranda başlayacak olan bu müsabakaya 15 ekip kayıt
yaptırmış.
2014 yılında, Google yavaş yaşlanma ve yaşa bağlı hastalıkları
geri döndürmeye yönelik girişimleri araştırmak için Calico
adında bir öncekinin devamı şeklinde çalışma duyurmuştu. Bu
sırada önceleri İnsan genom araştırmalarında yer alan Craig
Ventner “Human Longevity” adında yeni bir şirket kurarak
Weaver gibi süper yaşlıların DNA dizilerini veritabanına
aktarıp genetik kodlarını kurarak bize neyin uzun yaşamada
yardım ettiğini bulmayı amaçladı.
Buna karşın diğer bilim adamlarının savunduğu görüş ise ne
kadar para harcanırsa harcansın insan vücudunun limitlerinin
zorlanamayacağı üzerine yoğunlaşıyor. Bu görüşü savunanlar,
iyi bir yaşam tarzı ve alışkanlıkların hayatımızı uzatabilecek
olsa da insan doğasında var olan yaşam ömründe radikal bir
değişim yapamayacağı görüşündeler.
Boston Üniversitesi Tıp fakültesinde Tıp ve Geriatri profesörü
Thomas Perls:
“Hedefimiz birkaç insanı 130 yaşına ulaştırmak mı, yoksa
ulaşılması daha mümkün olan daha fazla insanın yaşamlarının
büyük bir kısmında iyi bir sağlık kalitesinde
yaşayabilmelerini sağlamak mı?” diye soruyor.
Boston Medikal Merkezindeki 100 yılın üzerinde yaşayan
insanların ve 110 yıl üstü yaşayan “Süper-asırlıkların”
genleri üzerinde yapılan New England Centenarian adındaki
çalışmanın yönetici görevini Perls üstleniyor. Buldukları
birkaç genin yaşlanmaya sebep olan hastalıkları uzaklaştırmak
için anahtar olabileceğini varsaysalar da, puzzle halen
çözülmüş değil.
Perls:
“Bu insanların bizlerden neden bu kadar yavaş yaşlandığını
araştırmalıyız.” diyor.
Perls, insan vücudunun kendine has bir son kullanma tarihi
olduğunu ve bir noktadan sonra miadı dolduğunu söylüyor. Bazı
uzun yıllar yaşamış insanlar onlarca yıl iyi olmalarına rağmen
ardından hayatlarının son yıllarında ölüm baskısıyla
boğuşuyorlar. Bu zamanlar onları fırsatçı hastalıklar olan
zatürre ve küçük inmelere korunmasız bırakıyor.
Perls’in söylediğine göre, vücut kısımlarını değiştirmek,
yapay eklemler eklemek ve hatta Alzheimer’s hastalığını yenmek
bile çoğumuzu 130 yaşına taşımayacak.
Perls:
“Bu çalışmanın emekleme aşamasındayız. Bazı genler hakkında
fikrimiz var; ama bazı insanlarda kombinasyonları
diğerlerinden çok farklı.”
Güney Kaliforniya Üniversitesi, Gerontoloji Profosörü Caleb
Finchi’ye göre uzun yaşamış insanlarda Alzheimer ve bunama
gibi beyin hastalıklarına yakalanma riski artıyor. Gerçek şu
ki, 100 yaşın üzerindekilerin yarısında Alzeimer hastalığının
bir türüne rastlanıyor.
Finch şöyle diyor:
“Benim çıkarımım şu ki 120 yıllık bir maksimum yaşam ömrüne
sahip olduğumuz gerçeği. 100 yaşına kadar yaşamak istiyorsanız
eğer Alzheimer gibi klinik bir duruma yakalanma riskinizin
artıyor olduğunu bilmelisiniz. Elimizden gelenin en iyisiyle
bu hastalığı yavaşlatmanın bir yolunu arıyoruz. Buna adanmış
kariyerler var ve parlayan başarılara sahibiz; ama hiçbiri
henüz büyük bir değişime ışık tutmuyor”.
Finch yakın zamanda yayınladığı araştırmasıyla da iklim
değişiminin yaşlı insanları etkileyeceğine yönelik sonuçlarını
ortaya koydu. Perls’in vurguladığı nokta ise bugün doğan
insanların 19 yüzyıl sonu ve 20 yüzyılın ilk zamanında
doğanlara göre daha iyi ilaçlara ve medikal teknolojilere
ulaşarak hayatlarını uzatma şansına sahip olmalarına karşın
sahip oldukları sularında, havalarında ve yiyeceklerinde daha
fazla toksik kimyasala maruz kalma gibi dezavantajlarının da
olduğu gerçeği.
Perls,
“Birçok insan bulaşıcı hastalık tedavileri, kullanılan
ilaçlarla düşürülen kan basıncı ya da yeni ameliyat
yöntemleriyle daha uzun yaşıyor.”diyor.
“Ama görünen o ki iki ucu keskin bir kılıç dövüyoruz.”.
Kaynak:
news.discovery.com
|