|
|
................... |
|
................... |
KÜRESELLEŞEN
DÜNYADA DİPLOMASİ:
KAMU DİPLOMASİSİ |
Yrd. Doç. Dr. Aslı Yağmurlu |
|
|
................... |
|
................... |
Aslında ideolojik kutuplaşmaların
sona erdiği düşünülen Soğuk Savaş sonrası dönemde, tüm
dünyadaki iyimser hava, kamu diplomasisine ihtiyaç duyulacak
şartların ortadan kalktığı ve ülkelerin belli bir dünya
görüşünde buluştuğu şeklindeydi. Artık ülkelerin imaj
çalışmaları yapmalarına ya da kamuoyu oluşturma faaliyetlerine
girişmelerine gerek yoktu. “Tarihin Sonu”nun (1) geldiği iddia
edilmekte, küreselleşmenin yarattığı yeni dünyanın giderek
“düzleştiği” ve dünya nüfusunun küresel düzeyde işbirliklerine
gittiği öne sürülmekteydi (2).
Ancak 11 Eylül saldırıları ile bu değerlendirmeler büyük
oranda değişti ve dünya, kamu diplomasisine eskisinden daha
fazla ihtiyaç duyulan bir döneme girdi (Varadarajan, 2005).
Tarih “sihirli anlar” ile şekillenmez belki, ama kırılma
noktalarını gösteren “simgesel anlar” vardır (Attali, 1999).
11 Eylül de böyle bir nitelik kazandı. Esasında, bölücü,
yıkıcı faaliyetler kadar uyuşturucu trafiği, yasadışı göç ve
insan kaçakçılığı ile uluslararası terörizm, yoksulluk ve
kitle tahrip silahlarının yayılması Soğuk Savaş sonrasında
çözümlenememiş problemler olarak yerinde duruyordu.
11 Eylül sadece bunların daha görünür hale gelmesine sebep
oldu. Ancak artık Soğuk Savaşta olduğu gibi karşı karşıya
kalınan düzenli bir ordu, bir tehdit de yoktu, askeri güç
kullanmak ya da kullanma tehdidi ile caydırıcılık çok anlamlı
değildi. Tehditlerin belirsizleştiği, düşmanların
bulanıklaştığı ve çatışmaların asimetrik bir nitelik kazandığı
bu yeni dünyada, rakip adeta “hayalet” niteliği kazanmıştı (Coll,
2005). Dolayısıyla devlet, kendi halkı ve kendi dışındaki
ülkelerin kamuoylarını kazanmak için yeni yollar bulmak
durumundaydı. Özellikle otoriter yönetimlerin giderek daha
fazla sorgulandığı 21.yy.da hem halkı kazanmak, hem tehditleri
yok etmek, hem de çoğu kez bu tehditlerin üstü örtülü
destekçisi olan “müttefik” rejimleri idare etmek için
“algılama yönetimi” konusunda uygulanabilir bir strateji
belirlenmeliydi. Kalpleri ve zihinleri demokrasi içinde
kazanmaya yönelik bu faaliyetler, ancak yaratıcı fikirlerle
yürütülebilecekti. Bu nedenle, kamu diplomasisinin kurumsal
yapılarla entegre bir organizasyona ve sürekliliği sağlanmış
girişimlere ihtiyacı vardı (Tiedeman, 2005).
Bugün geleneksel diplomasi artık bu ihtiyaçlara tam olarak
cevap vermemektedir. “Eski Diplomasi” olarak anılan geleneksel
diplomasi Rönesans döneminden başlayarak 1. Dünya Savaşı’na
kadar ülkelerarası ilişkileri belirlerken, Antik Yunan
medeniyetinden itibaren süregelen bir tanımı ve işleyişi temel
almıştı. Diplomasi kelimesi Yunanca “diploma”dan gelmekteydi,
diploma ise katlanmış ya da kıvrılmış kâğıt anlamında
kullanılmaktaydı. Devletlerarası ilişkilerde içinde
yazılanları gizleyerek elden ele aktarılan bu kâğıt parçaları,
içeriği herkesten saklı ve yalnızca gönderen ve alan kişinin
bildiği gizlilikte dokümanlara dönüşmüştü. Böylelikle,
geleneksel diplomasi yalnızca yüksek seviyedeki hükümet
görevlilerinin ya da bakanların yürüttüğü, kapalı kapılar
ardında kararların alındığı ve sadece sonuçların halka
açıklandığı bir şekle bürünmüştü. Ancak 20. yüzyılın iletişim
devrimi muazzam bir değişim yarattı. 1. Dünya Savaşı’ndan
sonra “Yeni Diplomasi” devlet görevlilerin tuttuğu resmi
notların ötesine geçerek, gazetelerin, radyoların ve
televizyonların hâkim olduğu yeni bir karar alma süreci
oluşturdu. Başka bir deyişle iletişim devrimi diplomasinin
paradigmasını değiştirdi (Tiedeman, 2005).
Modern teknolojinin yaratığı koşullarda artık devletten
devlete bir takım kâğıtların iletilmeye çalışılması ya da
sırların ustalıklı bir şekilde korunabilmesi mümkün
olmamaktaydı. Geleneksel yöntemler işe yaramıyordu. Ayrıca
diplomasinin geleneksel aktörleri olan devlet bürokrasisinin
de yetersiz kaldığı durumlar yaşanıyordu. Devlet dışı bir
takım organizasyonlar, özellikle sivil toplum örgütleri (NGO),
çok uluslu şirketler ve uluslar arası örgütler diplomatik
ilişkilerde giderek daha fazla rol oynamaya başlamıştı. Bu
süreçte kararlar artık devlet adamları ve politikacıların tek
başlarına verdikleri kararlar olmaktan çıktı ve geniş
kitlelerin etkide bulundukları bir boyut kazandı. Üstelik
artık alınan kararların etkisi yalnızca alındığı bölge ile
sınırlı kalmamaktaydı ve dünyada artan karşılıklı bağımlılığın
etkisi ile geniş coğrafyalara uzanmaktaydı (Tiedeman, 2005).
Metaforik bir tanımlamayla “Meksika Körfezi’nde kanatlarını
çırpan kelebek, Japon Denizi’nde fırtınalar yaratmaktaydı”.
20. yüzyıl ile birlikte değişen diplomatik alışkanlıklar ve
diplomaside karar alma süreçleri, 21. yüzyılda bir kez daha
sorgulanmaya başlanacaktır. Gerçek zamanlı televizyon
haberciliği veya “iliştirilmiş” gazetecilik, yeni döneme uyum
göstermeye çalışan “tele-diplomasi”yi şekillendirmeye çalışsa
da, artık tüm dünya kamuoyları gelişen teknolojiye paralel bir
biçimde daha farklı iletişim ve haber kaynaklarına
yönelmişlerdir. Internet ve cep telefonlarının hâkim olduğu bu
yeni dünyada, kamu diplomasisi araçları da değişmektedir. Daha
bireyselleşmiş, şeffaf ve etkileşime açık yöntemler ortaya
çıkmıştır. Bugün kamu diplomasisi faaliyetlerinde geleneksel
medya araçlarının yanında, internet üzerinden yayınlanan
“blog”lar, “podcast”ler ve “facebook”-“twitter” gibi sosyal
iletişim siteleri ya da gönderilen cep telefonu mesajları,
hatta bilgisayar oyunları (3) oldukça etkili olabilmektedir.
Mesajları gönderen karar alıcıların bu mesajların yerine
ulaşıp, ulaşmadığını kontrol etme imkânına sahip olmaları ve
hedef kitleleri belirleme konusunda ulaşılan isabet,
mesajların etki gücünü arttırmakta, bu sayede planlı bir
“algılama yönetimi” uygulanabilmektedir.
21. yüzyılı önceki dönemlerden farklı kılan nokta yalnızca
gelişen teknolojinin yarattığı yeni iletişim araçları değil,
tüm dünyada değişen siyasetin kazandığı yeni niteliklerdir.
Bugün dünyadaki ülkelerin yarısı demokrasiyle yönetilmektedir
(4) (Nye, 2005: 105). Otoriter devletlerin yerini alan
demokrasilerde, kamuoyunu etkilemek, daha da önemli bir hale
gelmiştir. Bilgi güç demektir ve artık dünya nüfusunun büyük
bir kısmı bu güce ulaşabilmektedir. Bilginin işlenmesinin ve
dağıtımının kolaylaşması ve ucuzlaması, “bolluk paradoksu”
olarak adlandırılan bir bilgi patlamasına yol açmıştır.
Bilginin bolluğu ilginin azalmasına neden olmuştur. İnsanlar
karşılarına çıkan bilginin büyüklüğü altında ezilip, neye
odaklanacaklarını ayırt etmekte zorlanınca, bilgiden ziyade
ilgi nadir bulunan bir kaynak haline gelmiştir (Nye, 2005:
106). Bu kargaşada değerli bilgileri ayırt edebilen ve ilgiyi
istedikleri gibi yönlendirebilenler güç kazanacakları için,
kamu diplomasisinin idaresi ve siyasete etkisi giderek
artmıştır. Kimi zaman “Spin Doctors” olarak da adlandırılan
“algılama yöneticileri” dikkatimizi nereye odaklayacağımızı
belirlemeye başlamışlardır (5).
Bunun yanı sıra 21. yüzyılın başında tüm dünyada ulaşılan
eğitim seviyesi, eskiye kıyasla insanların propaganda
konusunda daha tedbirli ve duyarlı hale gelmelerine neden
olmuştur. Gerek ulusal düzeyde siyaset yapılırken, gerekse
uluslararası ilişkilerde itibar ve güvenilirlik geçmişte
olduğundan çok daha fazla önem kazanmıştır. Siyaset adeta
rekabete dayanan bir güvenilirlik yarışması halini almıştır.
Geleneksel güç politikalarının dünyası, genellikle kimin
silahlı kuvvetlerinin ve ekonomisinin kazandığı üzerinedir,
oysa 21. yüzyılın bilgi çağı siyasetinde önemli olan “eninde
sonunda kimin hikâyesinin kazandığıdır” (Nye, 2005: 106).
Dünya siyasetinde itibar her zaman önemli olmuştur, fakat
“bolluk paradoksu” yüzünden güvenirliğin rolü, bugün daha
önemli bir güç kaynağı haline gelmiştir. Kamu diplomasisi de,
propagandaya nazaran daha fayda sağlayan bir yöntem olarak öne
çıkmıştır. Bilgi çağının yeni koşulları altında “yumuşak
satış, zorla satıştan daha etkili hale gelmiştir”. (6) Ancak
kamu diplomasisini, basit propagandadan ayıran şartların iyi
görülmesi gerekir. Kamu diplomasisi sadece halkla ilişkilerden
ibaret değildir. Bu bağlamda kamu diplomasisinin üç boyutu
vardır (Nye, 2005: 108-109) :
1) Günlük İletişim ve Bilgilendirme: Belirlenen hedefe
yönelik boşluk bırakılmaması için sürekli haber akışını
sağlamak, özellikle dış basına kullanabileceği doğru malzemeyi
vermek gerekir. Bu nedenle iç basına verilen beyanatlarda
dikkatli olmak, söylenen sözlerin dışarıda nasıl
algılanabileceğini hesaplamak, ilginin dağılmaması için konuyu
sürekli işlemek ve bu doğrultuda haberlerin tutarlı ve
bütünsel akışını sağlamak hayati derecede önemlidir.
2) Stratejik Planlama ve Ülkenin “Markalaşması”: Sahip
olunan vizyon çerçevesinde olay ve semboller kullanılarak,
ülkenin algılanmasında olumlu bir izlenim yaratmak için planlı
bir sürece ihtiyaç vardır. Dikkatle oluşturulan ve uzun bir
zamanı kapsayacak bu planlı süreçte hem ortaya çıkabilecek
sorunların, hem de ülkenin itibarına zarar verecek karşı
saldırıların önüne geçilmesi için gerekli tedbirler alınır.
Akademik konuşmacılar ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla
verilen mesajlar güçlendirilir. Yaratılan istikrarlı ve
güvenilir ülke imajı kullanılarak, ülke hakkında olumlu ve
kalıcı bir anlayış oluşturulur.
3) Uzun Vadeli İlişkilerin Kurulması ve
Kurumsallaşması: Burslar, Değişim Programları, Staj
Olanakları, Seminerler, Konferanslar ve Medya Kanallarının
kullanılması suretiyle yıllar içerisinde “önemli kişilerle”,
uzun süreli ve olumlu ilişkiler kurulması kamu diplomasisinin
en önemli boyutudur. Propagandanın oldukça basit ve kaba
stiline nazaran, daha etkin ve rafine bir algılama yönetimi
kuran böylesi bir iletişim, çok daha verimli olmaktadır.
Kişisel ilişkilerin yarattığı samimiyet ve kültürel anlamda
anlaşılır ve kabul edilir hale gelmek, ülkenin meselelerini
anlatmada ileride büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Örneğin; 2.
Dünya Savaşı’ndan sonraki yılarda yaklaşık 700.000 kişi,
Amerika’nın kültürel ve akademik değişim programlarına
katılmış ve bu değişimler Enver Sedat, Helmut Schmidt ve
Margaret Thatcher gibi dünya liderlerine “eğitim” vermeye
yardımcı olmuştur.
Eğer kamu diplomasisi ile yapılması hedeflenen, istediğiniz
sonuçların aynısını başkalarının da istemesini sağlamak ise,
mesajlarınızın nasıl duyulduğunu anlamanız ve buna uygun
olarak bazı düzenlemeler yapmanız gerekmektedir. Dolayısıyla
etkili bir kamu diplomasisi konuşmak kadar dinlemeyi de
gerektiren iki yönlü bir yöntemdir. İşte bu yüzden değişim
programları, sadece radyo ve televizyon yayını yapmaktan daha
etkili bir yaklaşım olarak benimsenmiştir (Nye, 2005: 111).
Ancak kelimelerin etkili olabilmesi ve hedeflenen ortak
değerlerin geliştirilebilmesi için, söylemin eylemlerle
desteklenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, eğer yürütülen
dış politika kamu diplomasisinin söylemleri ve sembolleri ile
çelişiyor, uygulanan politikalar belli bir planlamaya
dayanmıyorsa kamu diplomasisi yarardan çok zarar
getirmektedir. Özellikle yaratılan olumlu beklentilerin ve
işbirliği vaatlerinin karşılanmadığı durumlarda hayal
kırıklıkları daha büyük olmakta ve radikal hareketler güç
kazanmaktadır. Bu nedenle, kamu diplomasisi sürecine şu üç
nitelik muhakkak dâhil edilmelidir (Kugelman, 2005) :
1) Kapsayıcı olmak: Kamu diplomasisi yürütülürken
toplumun yalnızca belli bir kesimi düşünülerek mesajların
hazırlanması sonuç getirmemektedir. Toplumun içindeki elit bir
zümrenin ya da bir azınlık grubunun “kazanılması”, kitlelerin
de kazanıldığı ve işbirliği yapacakları anlamına
gelmemektedir.
2) Samimi ve dürüst olmak: Özellikle bireysel
ilişkilerde gösterilecek içtenlik ve davranışlardaki iyi
niyet, güven duygusunu güçlendirmekte ve uzun dönemli
işbirliği için gerekli meşruiyet zeminini sağlamaktadır.
Samimiyetin gerçek anlamda hissedilmesi kuşkusuz kamu
diplomasisinin etkinliği için önemlidir, ancak bu hiçbir zaman
abartılı bir nezaket veya dalkavukluk şeklinde
düşünülmemelidir. Böylesi tavırlar, yürütülen politikanın
samimiyetine delil olmamakta, aksine gölge düşürmektedir.
3) Hedeflenen ülke/ülkelerin milli “kimliğine” ve
değerlerine saygı göstermek: Kamu diplomasisi sürecinde
unutulmaması gerek en önemli nokta toplumların kendilerini
ortak değerler ve milli bir kimlik üzerinden inşa ettiğidir.
Bu kimliğe saygı duyarak kendi değerlerinizi göstermek,
örneğin dilinizi ve hukukunuzu
“tanıtmak-sevdirmek-özendirmek”, ancak “dayatmamak” son derece
önemlidir. Bu tür dayatmalar genellikle hedeflenenin tam aksi
sonuçlar vermektedir.
Kamu diplomasisinde devlet kurumlarından çok özel
kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin öne
çıkması, toplumun ulaşılamayan noktalarına nüfuz etme imkânı
sağlamaktadır. Başka bir deyişle klasik diplomasinin etkili
olamadığı alanlarda kamu diplomasisi yalnızca destekleyici bir
unsur olarak değil, başlı başına bir politika yapma biçimi
olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak kapalı toplumlarda, kamu
diplomasisi çok fazla başarılı olamadığı için, kimi zaman
farklı yöntemler kullanıldığı da görülmektedir. Bu çerçevede
kapalı toplumların sosyal, siyasi ve ekonomik yapısı “aynı
anda ve şiddetli bir şokla” alt-üst edilmekte, daha sonra
topyekûn bir yardım ve işbirliği programı başlatılmaktadır.
Kamu diplomasisi faaliyetlerinin yoğun olarak kullanıldığı bu
toplumsal şaşkınlık süreci, kimi zaman bir ekonomik krizle,
kimi zaman siyasal darbelerin ya da iç savaşların
desteklenmesi ile kimi zaman da askeri bir işgalle
başlatılabilmektedir. Dolayısıyla başlangıçta çok “diplomatik”
görünmeyen bazı politik, ekonomik ve askeri eylemler, sonuçta
toplumsal bilinçaltında kalıcı izler bırakan bir kamu
diplomasisi faaliyetine dönüşmektedir. “Kaba Güç” (Hard Power)
ve “Yumuşak Güç” (Soft Power) politikalarının bir arada
kullanıldığı bu stratejik yaklaşım “Akıllı Güç” (Smart Power)
olarak adlandırılmaktadır. (7)
Kamu diplomasisinin etkinlik ve meşruiyet sağladığı “Akıllı
Güç”ün kullanımında, ehil ve istekli müttefikler bulmak en
önemli unsurlardan biridir (Armitage ve Nye, 2008). Bu nedenle
belirlenen politikaları destekleyecek koalisyonları oluşturmak
esastır. Kamu diplomasisi sayesinde, ittifak sistemlerinin en
önemli unsuru olan “ortak amaç birliğinin” tesisi ve “Causus
Foederis”in belirlenmesi, yani ittifak antlaşmasıyla
üstlenilecek sorumluluklar ve ittifakın hangi koşullarda
harekete geçeceği gibi konuların saptanması mümkün olur (Gökırmak,
2003: 3). Müttefik ülkeler üzerinde uygulanan kamu diplomasisi
faaliyetleri bu yüzden oldukça geniş kapsamlı ve hatta rakip
ya da düşman ülkelere oranla daha yoğun ve sürekli bir nitelik
gösterirler. Bununla birlikte ister müttefik, isterse rakip
ülkeler üzerinde uygulanacak olsun, kamu diplomasisi için
gerekli ön şart, bir vizyona sahip olmaktır. Herşeyden önce
bir amaç ya da amaçlar bütünü oluşturulması gerekir. Eğer
böyle bir vizyon yok ise, dış politika karar alıcıları
arasında bir çatlak ya da kopukluk söz konusu ise ve kamu
diplomasisi için gerekli örgütlenme ve buna ayrılmış yeterli
mali kaynaklar bulunmuyorsa, kamu diplomasisi faaliyetlerinin
başarı kazanması mümkün değildir.
KAYNAKÇA:
1) Francis Fukuyama’nın Hegel'in tarih anlayışına
dayandırdığı düşüncelerini içeren ve Soğuk Savaş sonrası bir
dünyada liberal kurumların ve düşünce yapısının, hâkim
unsurlar olarak kalacağı, kapitalizmin
alternatifsiz-kaçınılmaz - nihai bir sistem olduğu ve
dolayısıyla ideolojik anlamda insanoğlunun varabileceği son
noktaya vardığı tezleri etrafında yoğunlaşan teoridir.
Fukuyama, liberalizmin karşısında olan faşizm ve komünizmin
tarih içinde yok olduğunu iddia ederek, liberalizmin bir
ideolojik karşılaşma yaşamayacağını varsaymıştır (Fukuyama,
2006).
2) “Dünya Düzdür: Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi”,
Thomas L. Friedman'ın 21. yüzyıl'ın başlarını vurgulayarak
küreselleşmedeki değişimi inceleyen kitabıdır. Friedman’a göre
uluslararası şirketler küresel etkileşimi arttırmış,
toplumlararası farklılıklara ve çatışmalara son verilmesinde
büyük rol oynamıştır. Ancak, bugün Friedman’ın savlarının
aksine topraklarını “serbest piyasa” ve uluslararası
şirketlere açmış ülkelerde hâlâ savaşlar sürmekte ve dünya
halâ “yuvarlak” görünmektedir (Friedman, 2005).
3) Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri’nde,
Ordu Oyun Projeleri Bölümü Başkan Yardımcısı Binbaşı Chris
Chambers, “America’s Army” adlı çok tutulmuş ordu yapımı oyun
hakkında Mac Observer’a yaptığı açıklamada, “Orduya ulaşma
fırsatı bulamayan Amerikalılara biz bu oyunla ulaştık. Video
oyunlarını bu bağlantıyı kurmak amacıyla
kullandık.”demektedir. Ancak ilginç olan, internet sayesinde
“America’s Army”e katılanların büyük bölümünün Amerikalı
olmamasıdır. Bu sayede elde edilen şey, aslında tüm dünyanın
Amerikan ordusunun ne kadar harika olduğunu görmesi ve
Amerika’nın savaşlarını anlamasıdır. Ayrıca oyunda, haber
bülteni görünümü altında, cepheden özel görüntüler sunulmakta
ve medyada Afganistan savaşı görüntülerinin çok yer bulamadığı
bir dönemde, savaş konusunda bilgi açlığı çeken zihinler
yeniden şekillendirilmektedir. Propaganda olarak
adlandırılabilecek kadar doğrudan bir mesajı bulunmayan
“America’s Army” bu anlamda herkesin hayalini kurabileceği
türden başarılı bir pazarlama kampanyası olmuştur. (Halter,
2009: 11-16).
4) Bu konudaki diğer değerlendirmeler için bkz.
(Zekeriya, 1997) ve (Zekeriya, 2003).
5) Planlı “algılama yönetimi” konusundaki en etkili
çalışmalardan biri İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından
yürütülmektedir. Bu çalışmada İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın
tecrübeli diplomatları tarafından yönlendirilen özel bir
internet birimi oluşturulmuştur. İnternette yer alan İsrail
aleyhtarı her makale ya da yoruma karşı haber ve değerlendirme
yazan bu grup, 24 saat internette “sıradan vatandaşlar” olarak
gezmekte ve haber makalelerine yorum yazmakta, twitter ve
facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde özel sayfalar
oluşturmakta, İsrail hakkındaki negatif algıları değiştirmeye
çalışmaktadır. Maaşlı olarak tutulan, dil bilen genç
aktivistlerden oluşan bu birim sanal ortamda yoğun bir
manipülasyon ve algılama yönetimi faaliyeti göstermektedir.
Bilgisayarlar için hazırlanmış özel programlarla (megaphone
progr. vb.) İsrail aleyhtarı sitelerden ve girişimlerden
haberdar olan daha amatör topluluklarla da irtibat halindeki
bu çalışma grubu, “Dünya Yahudi Öğrenciler Birliği” (WUJS)
gibi etkili organizasyonları harekete geçirebilmektedir.
Böylece sanal dünyada düzenlenen herhangi bir anket
çalışmasına bir anda yüzlerce internet mesajının gönderilmesi
sağlanabilmektedir. Bilindiği kadarıyla uzun süredir
internette faaliyet gösteren bu grubun resmi olarak gün yüzüne
çıkması, 2009 yılında İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın bütçe
görüşmeleri ile mümkün olmuştur. Başlangıç olarak 150.000 $
ayrıldığı beyan edilen bu çalışmalara, önümüzdeki dönemlerde
daha fazla kaynak aktarılacağı ifade edilmiştir. İsrail
Dışişleri Bakanlığı’nın “Hasbara” birimi olarak görev yapan bu
gruplar ayni zamanda İsrail kaynaklı özel şirketlerin imaj
çalışmaları için de kullanılmaktadır (Cook, 2009), (Farago,
2006), (Kishinevski, 2009).
6) “Kamu Diplomasisi” ve “Propaganda” arasındaki
farklılıklar için bkz. (Nye, 2005) ve (Brown, 2008).
7) Machiavelli, “korkulur olmak, sevilir olmaktan daha
güvenlidir” diyerek yüzyıllardır hâkim olan bir yönetim
tarzını ve güç kullanma anlayışını ortaya koyduğunda, içinde
yaşadığı dünya bugünkünden çok farklıydı. Bu mottonun artık,
“hem korkulur, hem de sevilir olmak” şeklinde okunması daha
uygundur (Armitage ve Nye, 2008). |
|
|
|
|
|
|
|