|
|
................... |
|
................... |
ULUSLARARASI
İLİŞKİLER KURAMINDA ‘KONSTRÜKTİVİST DÖNÜŞÜ’ ANLAMAK |
Doç.Dr. Mustafa Küçük
Ege
Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Uluslararası İlişkiler Bölümü |
|
|
................... |
|
................... |
1. GİRİŞ
Uluslararası İlişkiler kuramında 1990’lı yılların
‘konstrüktivist dönüşü’ (1) temsil etmesi Soğuk Savaş’ın sona
ermesiyle birlikte kimlik, kültür ve normlar gibi düşünsel ve
toplumsal ögelerin uluslararası politikada canlanmasına ve bu
unsurların uluslararası ilişkiler çalışmalarında tekrar önem
kazanmasına bağlıdır. Bununla
birlikte, sosyal konstrüktivist yaklaşımların Uluslararası
İlişkiler kuramında yakın zamanda merkezi bir konum edinmiş
olmasında, bu yaklaşımların uluslararası ilişkilerin özellikle
toplumsal niteliğine yaptığı vurgu ile uluslararası kuramda
pozitivist yaklaşımlar ile post-pozitivist yaklaşımlar
arasında bir ‘orta yolu’ temsil veya ‘inşa’ ettiği iddiası
etkili olmuştur. Bu bağlamda sosyal konstrüktivizm rasyonalist
kuramsal yaklaşımları eleştirmekle birlikte, postmodernist ve
post-yapısalcı rölativizmi reddeden ve ampirik çalışmaları ile
bir sosyal bilim olarak gördükleri Uluslararası İlişkiler
disiplinine katkıda bulunmak isteyenlere ev sahipliği yapar.
Günümüz Uluslararası İlişkiler kuramında bir cazibe merkezi
olmasına karşın, konstrüktivizmin özüne veya doğasına ilişkin
ortak bir görüş gelişmemiştir. Konstrüktivist çalışmalar
ortaya çıkışlarının ilk döneminde kuramsal olmaktan çok,
ontolojik ve metodolojik varsayımlardan hareketle doğrudan
ampirik çalışmalar üretmiştir. Bu dönemde kuramsal
çalışmaların yetersiz kalması, özellikle paradigmatik bir
eserin erken ortaya çıkmaması konstrüktivizmin ne olduğuna,
kimin konstrüktivizmi temsil ettiğine, ve uluslararası
ilişkilerin özüne dair kuramsal önermelerinin ne olduğuna
ilişkin bir çok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Geleneksel
kuramcılar konstrüktivizmi uluslararası kuramda İdealizm veya
Ütopyacılıkla eşdeğer görmüştür (Mearsheimer, 1994/1995).
Bunun yanında, konstrüktivizm meta-kuramsal düzeyde daha çok
disiplini tanımlayan ‘Üçüncü Büyük Tartışma’ bağlamında
pozitivist/rasyonalist yaklaşımlara yönelik eleştirilerle
beraber geliştiği için, konstrüktivistler ilk dönemde
post-pozitivist / düşünümsel (reflectivist) yaklaşımların
altında değerlendirilmiştir (Keohane, 1988). Ancak belirtmek
gerekir ki, konstrüktivizm Uluslararası İlişkiler kuramında
meta-kuramsal ve kuramsal olmak üzere iki düzeyde gelişmiştir.
Meta-kuramsal bağlamda rasyonalist ve post-pozitivist
yaklaşımların arasında yer alır. Kuramsal düzeyde ise oldukça
farklı yaklaşımları içinde barındırmasına karşın, Alexander
Wendt’in sistemik konstrüktivizmi en popüler yaklaşım
olmuştur.
Bu çalışma Uluslararası İlişkiler kuramında ‘konstrüktivist
dönüşün’ ne anlama geldigini irdelemeyi amaçlamaktadır.
Konstrüktivizmin meta-kuramsal temellerinin anlaşılması ve
konstrüktivistlerin farklı kuramsal yaklaşımlar geliştirmesi
konstrüktivist projeyi gerek disiplinlerarası, gerekse
disiplin içi bir entellektüel ortam içinde değerlendirmemizi
gerektirmektedir. Bu çalışmanın ilk bölümü konstrüktivizmin
felsefi kökenlerini, sosyal kuramdaki temellerini göstermeyi,
ikinci bölümü Uluslararası kuramda konstrüktivist düşüncenin
izlerini sürmeyi amaçlar. Üçüncü bölüm Uluslararası İlişkiler
disiplininde mevcut konstrüktivist yaklaşımların yakın dönemde
ortaya çıkmasını bir yandan son dönem disiplin içi
meta-kuramsal ve kuramsal tartışmalara, diğer yandan dış
dünyadaki gelişmelere bakarak açıklar. Dördüncü bölüm
Uluslararası İlişkiler kuramında konstrüktivist yaklaşımların
ortak paydalarını rasyonalizm-konstrüktivizm tartışması
bağlamında ortaya koymayı amaçlar. Postmodernlerden ayrılan
yönünü ise epistemolojik farklılıklara ve bilimsellik
tartışmalarına içselleştirir. Böylece sosyal konstrüktivizmin
meta-kuramsal (teorinin teorisi) düzeyde rasyonalizm ile
postmodernizm arasındaki konumunu irdeler. Sonuç kısmı
konstrüktivist yaklaşımların Uluslararası kurama katkılarını
kısaca belirtir ve zayıf yönlerini irdeler.
2. BİR FELSEFE VE SOSYAL KURAM OLARAK KONSTRÜKTİVİZM
Konstrüktivizmin kendisi Uluslararası İlişkiler disiplinine
ait orijinal bir yaklaşım olmadığı gibi bir uluslararası
ilişkiler kuramı da değildir. Daha çok (sosyal) bilim
felsefesinde ve sosyal kuramda değişik yaklaşımları kapsayan
genel bir bakış açısıdır. Konstrüktivizm (sosyal) gerçekliğe
ve bu gerçekliğin bilgisine ilişkin metafizik bir duruşu
temsil etmesi noktasında ilk olarak (sosyal) bilim felsefesine
ve bilgi sosyolojisine ait bir yaklaşımdır. Kendi içinde
çeşitli düşünceleri ve farklı yaklaşımları barındırmasına
karşın, genelde (sosyal) gerçekliğin ve bilginin (sosyal) inşa
edildiğini ifade eden görüştür (2). Bu görüşün sosyal
bilimlerde güçlü bir etkisi olmuştur (3). Sadece Uluslararası
İlişkiler çalışmalarında değil, sosyal bilimlerin diğer
alanlarında (sosyoloji, psikoloji ve eğitim bilimleri gibi),
hatta bazı fen bilimlerinde (örneğin, biyoloji ve matematik)
konstrüktivizm önemli bir bakış açısını temsil etmektedir.
Konstrüktivist felsefe en genel anlamıyla realist ve idealist
bakış açıları arasında yer alması noktasında Uluslararası
İlişkiler kuramında realist (modernist) ve idealist (post-modernist/radikal)
konstrüktivist yaklaşımlar arasında felsefi tartışmalara yol
açmıştır (4).
İkinci olarak, konstrüktivizm sosyal gerçekliğin oluşmasında
sosyal aktörlerin, yapıların ve bilginin rolüne dair çeşitli
yaklaşımları ve önermeleri içeren bir sosyal kuramdır. Ancak
sosyal kuramdaki tartışmalar konstrüktivist felsefi
tartışmalardan bağımsız gerçekleşmez. Özellikle
idealizm-materyalizm ve özne-yapı tartışmaları konstrüktivist
sosyal kuramın idealist ve bütüncül bir ontolojik bakış
açısını ortaya koyar. Bu bakış açısı sosyal dünyanın ve
bilginin öznelerarası (intersubjective) boyutunu, toplumsal
düşüncelerin kurucu (constitutive) rolünü, aktör ve yapı
ilişkisinin karşılıklı oluşunu vurgulayan görüşleri
barındırır. Bu görüşler bağlamında, sosyal konstrüktivistler,
toplumsal dünyayı oluşturan yapıların materyal unsurlardan
değil, büyük ölçüde müşterek düşüncelerden kurulu olduğunu,
sosyal aktörlerin kimlik ve çıkarlarının ise verili
olmadığını, bilakis sosyal etkileşim içinde ortaya çıktığını
veya sosyal yapılar tarafından inşa edildiğini öne sürer (5).
Bir sosyal kuram olarak konstrüktivizm Uluslararası İlişkiler
kuramında özellikle materyalist ve bireyci rasyonalist
yaklaşımların karşısında yer alır (Wendt, 1992; 1994; 1999)
(6).
Konstrüktivist felsefe ve sosyal kuram Uluslararası İlişkiler
kuramında konstrüktivist yaklaşımların meta-kuramsal
temellerini atmıştır. Bir meta-kuram olarak,
konstrüktivistlerin ortak paydası ontolojik açıdan ‘sosyal
gerçekliğin inşası’, epistemolojik açıdan ise ‘bilginin sosyal
inşasıdır’ (Guzzini, 2000). Buna karşın, Uluslararası
İlişkiler kuramında konstrüktivistler bilimsellik tartışması
bağlamında genel olarak modernist ve postmodernist olmak üzere
ikiye ayrılır (Price ve Reus-Smit, 1998; 267-70; Hopf, 1998;
171-200). Geleneksel Uluslararası İlişkiler çalışanları ise
konstrüktivizmi daha çok kuramsal düzeyde tanır ve tanımlar.
Konstrüktivizm, Realizm veya Liberalizm gibi ‘genel bir
kuramsal yönelimdir’ (Katzenstein, Keohane, and Krasner, 1998;
Walt, 1998). Ancak görüldüğü üzere, konstrüktivizmin kendisi
bir uluslararası ilişkiler kuramı değildir (Ruggie, 1998;
879-880; Wendt, 1999; 7, 193) (7). Daha doğrusu, spesifik
konstrüktivist kuramsal yaklaşımlardan sözedebiliriz. Bu
saptamadan hareketle, meta-kuramsal bir yaklaşım veya analitik
bir açıklama modü olarak konstrüktivizmi, Neorealizm veya
Neoliberalizm gibi Uluslararası İlişkiler kuramları ile
karşılaştırmamız mümkün değildir. Ancak Uluslararası
İlişkilerde spesifik konstrüktivist kuramları diğer kuramsal
yaklaşımlarla karşılaştırabiliriz. Örneğin, konstrüktivist bir
uluslararası rejim kuramı, Neorealist veya Neoliberal rejim
kuramları ile tartışmaya girebilir (bkz. Hansclever, Mayer ve
Rittberger, 2000; Krasner, 1983). Wendt’in (1999)
konstrüktivist uluslararası politika kuramı, Kenneth Waltz’un
(1979) Neorealist kuramına alternatif bir sistemik-yapısalcı
kuram olarak ortaya çıkmıştır. Jutta Weldes’in (1999)
konstrüktivist ulusal çıkar kuramını, realist, liberal veya
kurumsalcı bir dış politika ya da karar alma kuramları ile
karşılaştırılabilir.
Felsefi akımlar ve sosyal kuram tartışmaları Uluslararası
İlişkiler kuramında konstrüktivist yaklaşımların daha çok
meta-kuramsal ve sosyal araştırmaya ilişkin görüşlerini
şekillendirmesi açısından önemlidir. Konstrüktivizmin çalışma
konuları, kavramsal çatısı ise daha çok Uluslararası İlişkiler
kuramsal tartışmalarına içseldir. Bu bağlamda Uluslararası
Kuramda konstrüktivist bir düşünce çizgisinin bulunduğu
söylenebilir.
3. ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMINDA KONSTRÜKTİVİST DÜŞÜNCE
Uluslararası ilişkiler disiplininde konstrüktivist kuramsal
yaklaşımlar yeni bir olgudur. Buna rağmen sözü edilen bir
konstrüktivist düşüncenin uluslararası kuramda ilk dönemlerden
günümüze kadar var olageldiğini söylemeden geçemeyiz. En erken
dönemde, konstrüktivist düşünceye Grotius, Kant ve Hegel gibi
klasik düşünürlerin uluslararası ilişkilere dair eserlerinde
rastlanabilir. Disiplinin kurumsal tarihinin ilk dönemine
damgasını vuran ‘İdealizm’ (8) için konstrüktivist bir bakış
açısının uluslararası kuramdaki ilk temsilcisi diyebiliriz (Wendt,
1999; 3; Dunne, 1995).
Realist paradigmanın egemen olduğu İkinci Dünya Savaşı
sonrasında dünyada ise Karl Deutsch Deutsch sosyolojik bir
bakış açısı ile gelişen iletişim tekniklerinin ve ulaşım
olanaklarının aktörlerarası etkileşim süreçlerine etkisini
araştırmış, kollektif kimliklerin kurulmasını ve ‘çoğulcu
güvenlik toplumlarının’ ortaya çıkmasını öngörmüştür (Adler,
2002; 99) (9). Konstrüktivist Alexander Wendt, Karl
Deutsch’tan farklı bir teorik yapı kurmasına karşın, kolektif
kimlik oluşum süreçlerine bağlı olarak güvenlik ikilemlerinin
aşılabileceği uluslararası kültürel yapıları keşfetmiştir.
Konstrüktivist güvenlik çalışmalarında, benzer bir şekilde
‘güvenlik toplumlarının’ sosyal inşası önemli bir çalışma
alanı oluşturur (Adler ve Barnett, 1998). Belli normları
paylaşan ve ortak bir kimlik geliştiren devletler sorunlarını
askeri güç kullanmadan çözüme kavuşturmakta ve ortak güvenlik
politikaları izlemektedir.
Bunun yanında, devletleri sosyal varlıklar olarak gören, belli
değerleri, normları ve kurumları paylaşan devletlerin bir
‘uluslararası toplum’ oluşturduğunu düşünen İngiliz Ekolü de
bugünkü konstrüktivist yaklaşımların öncüsü konumunda
düşünülür (bkz. Bull, 1977; Bull and Watson, 1984). İngiliz
Ekolü’nün konstrüktivist kuramlara katkısı uluslararası
ilişkilerin tarihsel, toplumsal ve kültürel boyutuna yaptığı
vurgu yanında, özellikle uluslararası toplumu oluşturan
uluslararası kurumların varlığından ve öneminden söz etmesi,
uluslararası toplumun devletlerin sosyal bir inşası olduğunu
ifade etmesidir (Dunne, 1995). Mevcut konstrüktivist
çalışmalar bir yandan ‘uluslararası toplum’ kuramına
(özellikle Amerikan Uluslararası İlişkiler çalışanları
arasında) ilginin artmasını sağlamış, diğer yandan kurumsal
çalışmalara özellikle ‘yeni kurumsalcılık’ (Wendt ve Duvall,
1989; 51-74; March ve Olsen, 1998) ve ‘sosyolojik
kurumsalcılık’ (Finnemore, 1996a; 1996b) yaklaşımlarıyla yeni
bakış açıları getirmektedir. İngiliz Ekolü tarafından önemi
gözardı edilen ‘egemenlik’ kurumunun modern devletler
sisteminin ortaya çıkması ve kurumsal gelişmesindeki kurucu
rolü özellikle Wendt (1999; 279-297), John G. Ruggie (1986;
131-157), Christian Reus-Smit (1997) gibi konstrüktivistler
tarafından kuramsallaştırılmıştır.
Yakın zamanlarda Ernst Haas, Peter Haas ve Emmanuel Adler
‘bilge cemaatleri’ (epistemic communities) ile uluslararası
işbirliği arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Uluslararası
veya ulusaşırı bilimsel kurumların veya toplulukların
sağladığı bilginin belli konularda veya alanlarda
ülkelerararası işbirliğinin oluşmasına önemli katkısı olduğunu
göstermişlerdir. Bu işbirliği, özellikle devlet adamlarının
öğrenmesi veya ikna edilmesi gibi ‘bilişsel evrim’ (cognitive
evolution) süreçlerine vurgu ile açıklanır (Adler, 1992; Adler
ve Haas, 1992; Haas, 1992). Günümüzde konstrüktivistler benzer
bir şekilde ulusaşırı hareketlerin, uluslararası örgütlerin ve
bürokrasilerin ulusal karar alma süreçlerine etkisini,
uluslararası etkileşim ve iletişim süreçleri bağlamında yeni
normların ve ortak çıkarların öğrenilmesini veya aktörlerin
ikna edilmesini veya sosyalleşmesini araştırır, böylece
uluslararası işbirliğinin özellikle sosyolojik, kurumsal ve
sosyo-psikolojik analizini yaparlar (Finnemore, 1996a, 1996b;
Klotz, 1995; Risse, Ropp ve Sikkink, 1999; Keck ve Sikkink,
1998).
Konstrüktivist düşünce geleneğinin uluslararası kuramdaki en
can alıcı vurgusu devletlerin sosyal bir varlık, uluslararası
ilişkilerin ise sosyal bir alan olduğudur. Bu bağlamda sürekli
olarak uluslararası kuralların, normların, kurumların,
düşünsel unsurların ve bilişsel faktörlerin siyasi rolüne
dikkat çekilmiştir. Mevcut konstrüktivist kuramlar bu
geleneğin günümüzdeki temsilcileridir.
4. ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMINDA ‘KONSTRÜKTİVİST DÖNÜŞ’
Şu ana kadar konstrüktivist yaklaşımların kaynaklarını bir
yandan uluslararası ilişkiler kuramını etkileyen
disiplinlerarası etkileşim, diğer yandan uluslararası kuramın
tarihsel gelişimi içinde değerlendirdik. Ancak yakın dönemde
mevcut konstrüktivist yaklaşımların ortaya çıkması bir yandan
son dönem disiplin içi meta-kuramsal ve kuramsal tartışmalara,
diğer yandan dış dünyadaki gelişmelere bakarak açıklanabilir.
Konstrüktivizm bu bağlamda uluslararası ilişkiler kuramında
pozitivist ve post-pozitivist tartışmasından oldukça
etkilenmiş; özellikle Neorealist ve Neoliberal (rasyonalist)
kuramsal yaklaşımların eleştirileri üzerine gelişmiştir.
Denilebilir ki, konstrüktivizm Uluslararası İlişkiler
kuramında ‘ithal’ bir yaklaşım değildir, büyük ölçüde yerli
ürünüdür (Ruggie, 1998; 862).
1980’li yıllarda Uluslararası İlişkiler kuramını Neorealizm
ile Neoliberalizm arasındaki dar bir kuramsal tartışma ile,
pozitivizm ile post-pozitivizm arasındaki meta-kuramsal
tartışma belirlemiştir. Kuramsal tartışma post-pozitivist
eleştirilerle birlikte yerini ‘rasyonalizm’ çatısı altında bir
‘neo-neo’ senteze bırakmıştır (Waever, 1996; 163-164). Bu iki
kuramsal yaklaşım en temel aktör olarak aldıkları devleti
rasyonel ve stratejik davranan bir varlık, anarşik
uluslararası alanı ise bu tür ilişki tarzının sonucunda ortaya
çıkan bir sistem olarak görürler. Tartışmaları sadece
anarşinin ampirik ve pratik sonuçları üzerinedir. Uluslararası
İlişkiler çalışmalarında önde gelen bu kuramsal yaklaşımlar
uluslararası alanın tarihsel ve sosyal boyutunu büyük ölçüde
ihmal etmiş, sonuçta ne uluslararası anarşinin sosyo-kültürel
altyapısını, ne de aktörlerin kimlik ve çıkarlarını
sorgulamıştır. Bunun yanında, anaakım (rasyonalist)
yaklaşımların uluslararası alanda önemli gelişmeleri,
özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesini, kestirmek bir yana
açıklamaktan bile aciz kalması, kimlik ve kültür gibi
bilişsel, düşünsel ve toplumsal unsurlara vurgu yapan
konstrüktivistlerin eleştirilerine haklılık, açıklamalarına
ise meşruluk kazandırmış, sosyal konstrüktivizm disiplinde
önemli bir konum elde etmiştir (Ned-Lebow ve Risse-Kappen,
1995; Kratochwil, 1993; Koslowski ve Kratochwil, 1994). İşte
bu eleştiriler konstrüktivist dönüş diye ifade edilen bir
gelişmenin entelektüel altyapısını hazırlamıştır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte Uluslararası İlişkiler
literatüründe kimlik, kültür, norm ve kurumlar gibi unsurların
uluslararası politikada rolünü inceleyen geniş ve zengin bir
çalışma alanı ortaya çıkmış, bu alanda ampirik araştırmaların
hızla artmasıyla birlikte konstrüktivist yaklaşımlar
disiplinde daha merkezi bir konum edinmiştir (Lapid ve
Kratochwil, 1996). Bir anlamda, sosyal konstrüktivizm Robert
Keohane’nin rasyonalizmi eleştiren post-pozitivistlere
yönelttiği ‘araştırma programınız nerede?’ sorusuna olumlu ve
başarılı bir yanıt veren bir yaklaşımı temsil eder. Ampirik
çalışmalarla destekledikleri meta-kuramsal ve kuramsal
önermeleri konstrüktivistlerin rüştlerini ispat ettiklerinin
bir göstergesi olmuş ve sonuçta geleneksel ve anaakım
Uluslararası İlişkiler kuramcıları tarafından ciddiye
alınmışlardır.
Konstrüktivistlerin en temel çıkış noktalarından biri, belki
de başlıcası, toplumsal boyutu 1980’li yıllarda özellikle
Neorealist kuramın hegemonyası altında oldukça ihmal edilmiş
olan disipline toplumsal ve tarihsel bir perspektif
getirmektir. Materyal unsurların önemini yadsımaksızın, sosyal
dünyanın oluşmasında ve ortaya çıkmasında düşünsel unsurların
ortaya çıkarıcı veya kurucu rolüne vurgu yaparlar. Özellikle
toplumsal bir nitelik kazanmış olan düşüncelerin dünya
politikasındaki rolüne dikkat çekerler. Aktörlerin kimlik ve
çıkarlarını ve uluslararası yapıları veri almazlar, araştırma
konusu yaparlar. Bu bağlamda, dünya politikasının öznelerarası
boyutu (kurallar, normlar ve kurumlar), sosyal yapıları,
aktörlerin kimlik ve çıkarları en önemli çalışma alanlarını
oluşturur. Ancak belirtmek gerekir ki, sosyal konstrüktivizmi
uluslararası kuramda düşünsel unsurları konu alan ve teorik
çerçevesine katan diğer yaklaşımlardan farklı kılan nokta,
onun düşünsel unsurlara gerek birincil ve özerk bir konum
vermesi, gerekse de kurucu gücünü vurgulamasıdır.
5. RASYONALİZMİN ELEŞTİRİLERİ VE KONSTRÜKTİVİST ÖNERMELER
Konstrüktivizm en temelde materyalizmi ve bireyciliği reddeden
bir meta-kuramsal bakış açısıdır. İdealist ve bütüncül bir
ontoloji benimseyen konstrüktivistler, bu ontolojik
önermelerin sosyal araştırmaya ve açıklamaya ilişkin analitik
ve metodolojik sonuçlarını ciddiye almışlardır. Uluslararası
İlişkiler kuramında konstrüktivist yaklaşımların ortak
paydaları a) idealizm, b) kurucu teori, c)
bütünsellik, d) kimlik ve çıkarın inşası, ve e) sosyolojik açıklama olarak
ortaya çıkmıştır. Konstrüktivistlerin bu ortak paydaları daha
çok ontolojik, metodolojik ve ve analitik olup özellikle
rasyonalizmin eleştirileri üzerine gelişmiştir. Ancak,
konstrüktivistlerin bu önermeleri kuramsal değil,
meta-kuramsal ve analitik niteliktedir. Konstrüktivistler bu
önermelerden yararlanarak farklı kuramsal yaklaşımlar
geliştirmektedir.
5.1. Materyalizmden İdealizme
Sosyal kuramda materyalizm ve idealizm tartışması sosyal
dünyayı oluşturan materyal ve düşünsel unsurlardan hangisinin
asli olduğuna ilişkin bir ontolojik tartışmadır.
Materyalistlere göre toplumun temelini oluşturan asıl ögeler
‘doğa’ ve ‘materyal unsurlardır’ (10). Düşünsel unsurlar ise
ikinci planda kalır. Uluslararası ilişkiler kuramında
materyalist yaklaşımlar genellikle güç ve çıkardan sözeden
rasyonalist kuramsal yaklaşımlardır. Neorealizm başta olmak
üzere, Klasik ve Neo-klasik Realizm, Neoliberalizm, ve
Marksist yaklaşımlar bu anlamda materyalisttir. Örneğin,
uluslararası yapılara materyalist ve işlevsel gözle bakan
Neorealist Waltz (1979) için önemli olan süpergüçlerin sayısı
ve ölçülebilir askeri ve ekonomik güç unsurlarıdır. Waltz’un
yapısalcı kuramında yapı ve güç kavramları oldukça yüzeysel ve
fiziki kalmış, tarihsel ve toplumsal boyutu gelişmemiştir (Cox,
1986; Wendt, 1999; 97). Sosyal boyuttan yoksun uluslararası
sistemde aktörler (devletler) arasındaki ilişkiler dolayısıyla
tecrübe ve tarih dışıdır. Bu yüzdendir ki, Neorealist güçler
dengesi aktörlerin algısından, bilgisinden ve amaçlarından
bağımsız, bütünüyle askeri ve ekonomik güç unsurlarının
devletlerararası dağılımının belirlediği mekanik ilişkiler
sonucunda ortaya çıkmaktadır (Waltz, 1979; 102-128; Ashley,
1986; 255-300; Wendt, 1999; 97).
İdealizm (idealist sosyal kuram) ise toplumun can damarını
‘doğa’ ile birlikte ‘toplumsal bilinç yapısının’
oluşturduğunu, öznelerarası (intersubjective) anlam, bilgi ve
düşüncelerden kurulu olduğunu ifade eden ontolojik bakış
açısıdır (Wendt, 1999; 24). İdealist görüşü benimseyen
konstrüktivistler bir sosyal dünya olarak uluslararası
ilişkilerin, aktörlerin ve yapıların ortaya çıkmasında ve
kurulmasında düşünsel unsurların önemine işaret eder. Ancak
bireysel değil toplumsal, öznel değil öznelerarası düşünceleri
ve sosyal kimliği araştırma konusu yapar. Bu yönüyle
konstrüktivizm, Uluslararası İlişkiler kuramında daha önce
sadece bireysel düşüncelere ve bilişsel faktörlere vurgu yapan
‘fenomenolojik’ gelenekten ayrılır. Konstrüktivistlere göre,
kurumsallaşmış düşünsel unsurlar ‘nesnel’ bir nitelik kazanır
ve birey-aktörleri kuşatan sosyal yapılar olarak ortaya çıkar
(Ruggie, 1998; 858; Wendt, 161-164) (11). Sosyal yapılar
dolayısıyla materyal yapılardan daha az gerçek değildir. Soğuk
Savaş (yapısı) Realistler için ne kadar gerçekse,
konstrüktivistler için de o kadar gerçektir. Bu açıdan,
konstrüktivizmin idealizmi basit bir öznellik veya İdealizm
değildir. Dünyanın nasıl olması gerektiğini değil, ne olduğunu
açıklamaya çalışarak normatif kuramdan ayrılır. İnsan doğasına
içkin bir rol biçmez; iyi de olabilir, kötü de. İdealizm
yaygın kanaatin aksine sosyal değişimin kolay olmadığını ifade
eder, çünkü sosyal yapılar oldukça istikrarlı olup kendilerini
üretme eğilimi gösterirler (Wendt, 1999; 24-5).
Materyalizmin reddedilmesi materyal unsurların rolünü
bütünüyle yadsımak anlamına gelmez; materyal unsurların
kendilerinin içkin bir anlamı olmadığını ifade eder (12).
İdealizm materyal unsurların ancak belli sosyal ilişkiler ve
toplumsal düşünceler bağlamında bir anlam kazandığını ifade
eden görüştür (Wendt, 1999; 24-25; 1995; 73). Konstrüktivizme
göre materyal unsurların sosyal açıklamalardaki yeri ve
gösterdiği etkisi taşıdıkları toplumsal anlama göre değişir (Fearon
ve Wendt, 2002; 58) (13). Materyalist bakışı paylaşan
rasyonalist yaklaşımlar sosyal açıklamayı görünüşteki materyal
sebeplere bağlarlar; idealist görüşü benimseyen
konstrüktivistler ise bu materyal unsurların taşıdığı
toplumsal anlamı ortaya çıkarmaya çalışır. Bu amaç
doğrultusunda kurucu teoriler geliştirirler.
5.2. Açıklamacı Teoriden Kurucu Teoriye
Bir yanda rasyonalistlerin, diğer yanda konstrüktivistlerin
gerek düşünsel unsurları kavrayışı gerekse sosyal
açıklamalarında bu unsurlara verdikleri rol oldukça farklıdır.
Rasyonalistler daha çok ‘niçin oldu’ sorularına öncelik verip
düşünceleri sebep-sonuç ilişkileri ve etkileri içinde
açıklamaya çalışırlar; ‘açıklamacı teori’ (explanatory theory)
geliştirirler. Konstrüktivistler ise ‘nedir’ veya ‘nasıl oldu’
sorularına öncelik tanıyarak düşüncelerin ortaya çıkarıcı (generative)
veya kurucu (constitutive) rollerini araştırma konusu
yaparlar; ‘kurucu teori’ (constitutive theory) geliştirirler (Smith,
1995; 26-28).
Açıklamacı teori ile kurucu teori arasındaki tartışmanın
epistemolojik ve analitik-metodolojik olmak üzere iki boyutu
vardır. Epistemolojik boyutu daha çok radikal
konstrüktivistler tarafından, metodolojik ve analitik boyutu
ise modernist konstrüktivistler tarafından vurgulanır. John
Ruggie ve Frederich Kratochwil (1986) tarafından pozitivist /
rasyonalist kuramlara ve yöntemlere yöneltilen ilk ciddi
eleştiri kurucu teorinin epistemolojik ve metodolojik çıkış
noktasını oluşturur. Ruggie ve Kratochwil 1980’lerin gözde
‘uluslararası rejim’ çalışmalarında (Neorealist ve Neoliberal
rejim kuramları) ciddi bir yöntem sorununa dikkat çektiler
(1986; 764). Buna göre, uluslararası rejimlerin kendilerine
özgü öznelerarası ontolojisi bu alanın çalışılmasında
izlenilen yöntemlerin temelindeki positivist (ontolojik ve
epistemolojik) bakış açısı ile çelişmekteydi (14). Bu
bağlamda, özelde rejim çalışmalarında, genelde uluslararası
kurumları çözümlemede bilişsel (cognitivist) ve yorumsamacı (interpretive)
bir epistemoloji önerdiler. Önermelerinin temelindeki
varsayım, sosyal ontolojik alanın kendine özgü bir
epistemolojik bakış açısı ve yöntemi olması gerektiği idi (Hollis
ve Smith, 1990; 45-91; Neufeld, 1993) (15). Çünkü,
Neorealistlerin ve Neoliberallerin yöntemleri (nedensellik
açıklamaları) uluslararası rejimlerin devletlerarası
işbirliğindeki önemini ve etkisini sadece araçsal ve
davranışsal değişikliklere indirger. Bundan dolayı, rejimlerin
aktörlerin özelliklerindeki (kimlik ve çıkarlarındaki)
değişimi veya dönüşümü açıklaması oldukça güçtür.
Açıklamacı teori ile kurucu teori arasındaki yöntem sorunu ise
doğa bilimleri yöntemlerinin sosyal bilimlere uygulanıp
uygulanamayacağı tartışmasıdır. Rasyonalist açıklamacı
teoriler düşünceleri pozitivist yönteme uygun olarak
nedensellik (causal) veya sebep-sonuç ilişkisi bağlamında ele
alarak ‘sebepler’ ve ‘nesneler’ şeklinde kavramsallaştırır. Bu
yaklaşımda aslında esas sebepler materyal unsurların ya da
yapıların tanımladığı rasyonel çıkarlardır. Çıkarlar ile
davranışlar arasında bir sapma durumunda düşünceler veya genel
anlamda düşünsel unsurlar ‘ara değişkenler’ (intervening
variables) olarak nedensel açıklamalara yerleştirilir.
Düşünceler ancak anormal durumları veya sapmaları açıklamak
üzere devreye girer. Bir başka deyişle düşünceler rasyonalist
yaklaşımın ‘araçsal rasyonalite’ ilkesine halel getirmez,
çünkü aktörler genelde düşüncelerine göre değil, rasyonel
davranarak çıkarlarına uygun hareket etmektedir (bkz.
Goldstein ve Keohane, 1993; 26-27). Bu yaklaşımda düşünsel
unsurların rolü sadece ikinci plana atılmaz; daha önemlisi,
açıklamacı teori düşüncelerin rolünü yalnızca gözlemlenebilen
davranışlarla sınırlar (Laffey ve Weldes, 1995; 201-05).
Düşüncelerin aktörlerin kimliğini ve çıkarlarını ilk planda
tanımlayan, kuran veya dönüştüren rolü ise rasyonalist
yaklaşımlar tarafından kavranamaz. Bunun iki nedeni vardır:
düşünceler ile çıkarlar arasında keskin bir ayırım yapılması
ve yöntemsel bireyciliğin benimsenmesi.
Materyal unsurlar ve çıkarlar ile düşünceler arasında yapılan
keskin bir ayırımdan dolayı düşüncelerin kurucu (materya
unsurları tanımlayıcı veya anlamlandıran) rolü görülemez.
Yöntemsel bireycilik ise düşünceleri öznel / bireysel unsurlar
olarak ele alır. Böyle bir yaklaşım düşüncelerin toplumsal
boyutunu göremez ve inceleme konusu yapamaz. Sosyal veya
öznelerarası (yapısal) boyutu tanınmayan düşünsel unsurlar
nasıl aktörlerin kimliğini veya çıkarlarını sosyal inşa
edebilir? Araçsal rasyonalite varsayımından hareket eden
rasyonalist kuramcılar için, düşünceler çoğu kere, aslında
çıkarların belirlediği stratejik ilişkilerin veya
politikaların sadece meşrulaştırılmasına yarayan araçlar veya
gerekçeler (justification) olarak ele alır. Düşüncelere
kuramsal ve özerk bir açıklayıcı bir rol verilmez, çünkü onlar
ancak çıkarları gerçekleştirmek için kullanılan ikna ya da
manipülasyon araçlarıdır (Laffey ve Weldes, 1995; 200-01).
Kısacası, konstrüktivistlere göre, rasyonalizm düşüncelerin ne
materyal unsurları ne de kimlik ve çıkarları ilk planda nasıl
kurduğunu açıkla(ya)maz. Bu açıklamayı sağlayan asıl yaklaşım
kurucu teoridir. Bu yaklaşımda düşünsel unsurlar gerek
materyal unsurları ilk başta anlamlandırarak sosyal dünyanın
kurucu bir parçası yapar, gerekse aktörlerin kimlik ve
çıkarlarını tanımlayarak sosyal ilişkilerin kurulmasına
yardımcı olur. Rasyonalistler tarafından varsayılan bu
anlamlandırma süreçlerini ortaya koymak ve kimlik ve çıkarları
açıklamak kurucu teorinin asıl amacıdır. Bu nokta,
konstrüktivizmin Uluslararası İlişkiler kuramına yaptığı en
orijinal katkı olarak düşünülebilir. Kurucu teori de
konstrüktivizmin bir ‘katma değeridir’ (Wendt, 1999; 144).
Radikal kanada yakın konstrüktivistler açıklamacı teorinin
sosyal araştırmalarda kesinlikle kullanılamayacağını, ılımlı
konstrüktivistler ise kullanılabileceğini ifade eder. Ancak
analitik-yöntemsel düzlemde kurucu teorinin sosyal dünyayı
açıklamadaki ayrıcalıklı konumu bütün konstrüktivistlerin
ortak paydasıdır. Buna göre, kurucu teorinin araştırma
soruları, konuları ve amaçları açıklamacı kuramdan oldukça
farklıdır. Açıklamacı kuram verili kimlik ve çıkarlarla bir
eylem açıklaması sunarken, kurucu teori bu verili kimliklerin
ve çıkarların ilk planda nasıl oluştuğunu araştırır.
Açıklamacı teori daha çok bir davranış kuramıdır; kurucu teori
ise aktörlerin kimlik ve çıkarlarını tanımlayan mülkiyet
kuramı (property theory) geliştirir. Kurucu teoride
sebep-sonuç ilişkileri değil, kurucu ilişkiler yer alır.
Dolayısıyla sebep-sonuç açıklamasındaki değişkenler arası
‘zaman aralığı’ ve değişkenlerin birbirlerinden ‘bağımsız
varlıkları’ ortadan kalkar (Wendt, 1998; 106). Örneğin kurucu
bir yaklaşımda Soğuk Savaşı kuran ögeler Soğuk Savaş
başlamadan önce ortaya çıkmamıştır; Soğuk Savaş’tan bağımsız
da değildir. Bilakis, Soğuk Savaşla birlikte ortaya çıkmış,
ancak onunla beraber varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla,
kurucu bir açıklamada nedensellik yönteminin kullanılması
olanaksızdır. Kurucu teoriyi benimseyen konstrüktivistlerin
amacı genellemeler yapmak, evrensel ve değişmez yasalar bulmak
yerine, sosyal olguların ve kurumların tarihsel ve toplumsal
kuruluşunu incelemek, içeriklerini ortaya koymak ve kurucu
etkilerini araştırmaktır.
Dolayısıyla daha çok tarihsel bir bakış açısı, sosyolojik bir
analiz modü benimsenir. Süreç izleme teknikleri ve öykülemeci
açıklamalar, karşılaştırmalı tarihsel yaklaşımlar, zengin
betimlemeler, hatta soyağacı (genealogy) ve söylem analizi
konstrüktivistlerin araştırmalarında istifade ettikleri belli
başlı bazı yöntemlerdir.
5.3. Özne-Yapı Tartışması ve Bireycilikten Bütünselliğe
Uluslararası İlişkiler kuramında 1980’lerin ikinci yarısında
ivme kazanan özne-yapı tartışması konstrüktivizmin ontolojik
altyapısının oluşmasına katkıda bulunmuştur. Konstrüktivistler
bütüncül bir ontoloji benimsemişler ve bu tartışma
çerçevesinde rasyonalist yaklaşımların yöntemsel ve ontolojik
bireyciliği eleştirilmiştir. Özellikle yapısalcı bilinen
Neorealizmin aslında bireyci bir ontoloji üzerine kurulu
olduğu ortaya konmuştur. Rasyonalist yaklaşımlar aktörleri ve
çıkarlarını veri almakta ve dolayısıyla bu aktörlerin ilk
planda nasıl ortaya çıktığını veya öznellik kazandığını
açıklayamamaktadır. Bir başka deyişle, aktörlerin kimlik ve
çıkarlarının verili olmadığını, aslında sosyal yapılar
tarafından kurulduğunu ve tanımlandığını göremezler. İkinci
olarak, bireycilik özellikle düşünsel unsurların toplumsal
veya yapısal karakterini kavrayamamakta ve dolayısıyla kurucu
etkilerini gösterememektedir. Üçüncü olarak, bireycilik
yapısal değişimi öngörmekten ve açıklamaktan oldukça uzaktır.
Uluslararası ilişkiler kuramında, yapısalcılık Kenneth
Waltz’un Neoralizmi ile tanınmıştır. Ancak konstrüktivistler,
özellikle Wendt, Neorealizmin yeterince yapısalcı olmadığını,
tam tersine, Waltz’un ontolojik açıdan ‘indirgemeci’ bir kuram
geliştirdiğini iddia ederler. Çünkü, Waltz kuramsal
açıklamalarda bireycilik sorununu biraz epistemolojik, ancak
daha çok metodolojik (tümevarımcı açıklamalar sunan
‘indirgemeci’ kuramlar) bir sorun olarak gördü. Aslında
ontolojik olan bu sorunu, yanlış teşhisten dolayı yöntem veya
çözümleme düzeyinde çözmeye çalıştı. Yöntemsel bireyciliği
reddetmesine rağmen ‘ontolojik indirgemecilikten’
kurtulamamıştır (Wendt, 1987; 342). Sonuçta bireyci
(aktör-devlet merkezli) bir sistemik kuram geliştirmiştir.
Richard Ashley’in ifadesi ile ‘Neorealizm yapısalcı olmadan
önce devletçi bir kuramdır’ (1986; 272). Bu noktada, çözümleme
düzeyi sorunsalı ile yapı-özne tartışmasını birbirinden
ayırmak gerekir. İlk tartışma daha çok dar anlamda bir yöntem
veya analitik açıklama sorunudur; ikinci tartışma ise ontoloji
sorunsalıdır. Waltz bu farkı ortaya koyamadığı için çözümleme
düzeyinde sistemik, ontolojik açıdan ise bireyci bir kuramsal
yaklaşım geliştirmiştir (16).
Konstrüktivizm bireycilik yerine, bu yaklaşımın karşıtı olan
bütüncül (holist) ontolojiyi benimseyerek yapısalcı bir
yaklaşım geliştirir (17). Konstrüktivistlerin yapısalcı
yaklaşımını, sosyal kuramdan ‘yapılanma teorisini’ ve
‘sembolik etkileşimcilik’ kuramını uluslararası ilişkiler
teorilerine taşıyan ve özne-yapı tartışmasını başlatan Wendt
olmuştur (1987) (18). Buna göre, yapılar ve aktörler ontolojik
açıdan farklı entitelerdir; ancak buna karşın, her ikisi de
karşılıklı etkileşim sonucunda ortaya çıkar (Wendt, 1987;
360). Bir başka deyişle, öznelerin ve yapıların kurulması,
belli bir gerçeklik kazanması etkileşim süreçlerine içseldir.
Bununla birlikte, bütüncül ontolojinin kendisini oluşturan
birimlerden göreceli bağımsız bir yapısının olması sosyal
yapılara aktörleri kurma ve dönüştürme yeteneği verir.
Yapılar, aktörlerin kimlik ve çıkarlarını
tanımlayabilmektedir. Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki,
konstrüktivizm değişimi açıklayabilen bir yapısalcılık
anlayışını benimsemiştir. Çünkü, yapısalcılık tamamıyla
öznenin unutulması veya gözardı edilmesi değildir. Yapı-özne
ilişkisinde yapının bütünüyle özneyi belirlemesi determinist
bir görüş olup, özneyi, iradeyi ve amaçlılığı gözardı eder.
Halbuki, yapılanma kuramına göre, özne-yapı ilişkisi
karşılıklı olup birbirlerinden ayrı düşünülemez. Aktörler ve
yapılar karşılıklı bir şekilde birbirlerinin ortaya çıkmasına
yardımcı olur. Sembolik etkileşimcilik teorisi ise, özne-yapı
arasında karşılıklı etkileşimin sosyal ve kurucu boyutunu
ortaya koyar. Yapı öznelerin eylemlerinden, pratiklerinden ve
aktörlerarası etkileşimden bağımsız değildir; bilakis bu
süreçlere içkindir. Aynı şekilde, öznelerin kimlik ve
çıkarları bu süreçler içinde tanımlanmaktadır. Etkileşim
düzeyindeki süreçler Wendt’in deyimiyle mikro-yapıları,
sistemik süreçler ise makro-yapıları oluşturur. Makro-yapılar
mikro-yapılar üzerine gelişmektedir; fakat, bütünsellik
anlayışına uygun olarak, makro-yapıların mikro-yapılardan
göreceli özerkliği vardır (Wendt, 1999; 145-157). Waltz
etkileşim dinamiklerini içeren süreçleri sistemik kuramından
yapısalcı olmak adına bütünüyle çıkarınca değişimi sağlayacak
ve açıklayacak hiç bir teorik kavramı veya analitik kategorisi
kalmamıştır (Ashley, 1986; Cox, 1986). Neorealizmin
yapısalcılığı sistemi değiştirmeye ya da dönüştürmeye yönelik
bütün çabaları boşa çıkarmaktadır (Ashley, 1986; 273-74).
Halbuki, yapısal değişim süreçlerde saklıdır. Oysa Waltz
etkileşim dinamiklerini ve uluslararası süreçleri birim-düzey
ögeler olarak tanımlayıp yapı kavramından çıkarmıştır (Ruggie,
1986). Neoliberaller ise sosyal ve yapısal boyutunu
kavrayamadıklarından ötürü etkileşimin ve süreçlerin kimlik ve
çıkarların ortaya çıkmasında veya dönüşmesinde oynadığı rolü
görememiştir.
5.4. Birey-Aktörden Öznelliğe, Kimlik ve Çıkar Kuramına
Yöntemsel bireycilik anlayışları gereği rasyonalist
yaklaşımların sosyal açıklamalarda başlangıç noktası
birey-aktörlerdir. Uluslararası ilişkiler kuramlarında
Neorealizm ve Neoliberalizm gibi önde gelen rasyonalist
yaklaşımlar devleti üniter bir aktör olarak veri alır (Cox,
1986; 205). Aktörlerin kimlik ve çıkarları dış kaynaklı
kuramsal verilerdir (Ashley, 1986; 268-73). Bir başka deyişle,
devletler ve çıkarları teorilerinin dışında oluşmuştur. Kimlik
ve çıkarları veri almak bir yana, rasyonalist yaklaşımların en
zayıf yönü teorilerinin temelini oluşturan devlet kuramını
açıkça ortaya koyamamaları olmuştur (Wendt, 1987; 342) (19).
Bu açıdan, örneğin, modern devletin nasıl karasal ve egemen
bir kimlik kazandığını açıklayamazlar. Yöntemsel bireycilik
rasyonalist yaklaşımlarda ‘gizli bir ontoloji’ olmuştur (Ruggie,
1986; 151; Wendt, 1999; 115). Eşdeğer ifade ile,
birey/aktör-merkezli kuramsal açıklamalar sunan rasyonalist
yaklaşımlarda, bir metodolojik ilke olan bireycilik, bireyin
toplumdan (veya öznenin yapıdan) önce geldiğine ilişkin bir
ontolojik önkabul olmuştur. Bundan dolayı, rasyonalistler
aktörlerin kimlik ve çıkarlarının toplumsal ve kültürel
kaynağını sor(a)maz. Kimlik ve çıkarların kaynağı ve oluşum
süreci dolayısıyla kuramsal çerçeveden ve açıklamadan
çıkarılmıştır. Örneğin, Waltz’un devletleri rasyonel
kimliklerini, bencil çıkarlarını, güvenlik arayışı ve beka
kaygısı gibi davranış güdülerini nereden edindiler?
Neorealistler bu temel sorunun yanıtını veremez. Kısaca,
rasyonalistler kimlik ve çıkar kuramları geliştiremişlerdir (Ruggie,
1998; 862-63).
Aktörleri veri almalarından ötürü, rasyonalistler ancak
varsayılan kimlik ve çıkarlar bağlamında aktörlerin
davranışlarını analiz edebilir. Konstrüktivistler ise daha çok
bu kimlik ve çıkarların ilk planda nasıl ortaya çıktığını ve
kurulduğunu araştırmaya odaklanmıştır. Böylece rasyonalistler
daha çok davranış kuramı, konstrüktivistler ise kimlik ve
tercih kuramı geliştirirler. İkinci olarak, kuramsal
yapılarının dışında oluştuğu için, rasyonalistler aktörlerin
kimlik ve çıkarlarını sabit görürler. Bu yüzden kuramsal
çerçeveleri kimlik ve çıkar yapılarında olabilecek
değişiklikleri de açıklayamaz; daha doğrusu, kuramlarının
‘kapsama alanı’ dışında kalmaktadır. Dolayısıyla, rasyonalist
yaklaşımlar ne kimlik ve çıkar portföylerinde olası
değişiklikleri öngörebilir, ne de bu değişikliklerin dış
politikaya etkisini veya uluslararası yapısal sonuçlarını
açıklayabilir.
Rasyonalist yaklaşımlar kimlik ve çıkar arasındaki ilişkiyi ve
bu ilişkinin uluslararası yapılarla olan etkileşimini
açıklayabilen bir analitik ve kuramsal çerçeveye de sahip
değildir. Konstrüktivistler ise çıkarların ana kaynağının
düşünsel unsurlar ve kimlikler olduğunu iddia eder. Dış
politika yönelimi veya ulusal güvenlik anlayışı ve
stratejileri devletin kimlik oluşum süreçlerine içseldir (Katzenstein,
1996). Kimlik oluşum süreci ise daha önce açıklandığı gibi,
uluslararası etkileşim dinamiklerinin ve süreçlerinin dışında
düşünülemez (Wendt, 1994).
5.5. Davranış Mantığı: Araçsal Rasyonaliteden Normatif
Rasyonaliteye
Rasyonalistler aktörleri rasyonel düşünen ve hareket eden
hesaplı, kitaplı varlıklar olarak görür. Rasyonalist aktörler
çıkarlarını gerçekleştirmek için en verimli davranış
madolitesini benimserler. Bu anlamda karar almayı belirleyen
ve davranışları yönlendiren en önemli unsur bu davranışların
olası sonuçlarına ilişkin beklentilerdir (logic of
consequences). Rasyonalistlerin aktörleri bireyci ve faydacı
bir yaklaşımla verili çıkarlarının gerçekleşmesine yönelik en
etkili davranışları, konstrüktivistlerin aktörleri ise
kimliklerine, statülerine uygun, toplumsal çevrenin ve
kültürel yapıların kendilerine uygun gördüğü davranışları
izlerler. Rasyonalist özneler verili çıkarları en etkili
şekilde nasıl gerçekleştirebilirim sorusunu sorarken,
konstrüktivist özneler benim durumumdaki bir kimse içinde
bulunulan sosyal koşullar altında ne yapardı veya ne yapmalı
sorusuna yanıt arar. Konstrüktivistlere göre bireyler
toplumsal değerlere ve normlara uygunluk ararlar (logic of
appropriateness) (March ve Olsen, 1998). Kısaca ifade etmek
gerekirse, rasyonalistler ekonomik, konstrüktivistler ise
sosyal aktörlere sahiptir (20).
Rasyonalistler normları bütünüyle kuramsal yapılarından ve
açıklamalarından çıkarmazlar. Ancak normlara uygunluk
davranışsaldır. Aktörler normlara ve toplumsal değerlere
çıkarları ile örtüştüğü ölçüde veya çıkarlarına ters düşmediği
sürece uyum gösterirler. Rasyonalistler sadece aktör
davranışlarını değil, normları ve normların rolünü de araçsal
bir şekilde değerlendirirler.
Normlar ve çıkarlar bütünüyle farklı olgulardır. Davranışları
belirleyen asıl unsurlar çıkarlardır; normlar ancak aktörlerin
önceden belli çıkarlarının gerçekleşmesinde araçsal rol
oynayabilir. Buna göre çıkarlardan bağımsız ve ayrı olan
normların rolü ancak aktörlerin davranışlarını düzenlemekle
sınırlıdır.
Konstrüktivist yaklaşım ise normlara içkin bir anlam, sosyal
ve normatif bir güç katar. Normlar uyulması gereken doğruyu
temsil eder veya gösterir. Aktörler normları sadece izlemekle
kalmaz; normların doğruluğuna ve meşruluğuna inanan aktörler
bu normları içselleştirir (Finnemore, 1996a, 1996b; Finnemore
ve Sikkink, 1998; 912). İçselleştirildiği ölçüde normlar ve
kurallar ‘Benliğin’, yani kimliğin bir parçası olur; araç
olmaktan çıkar, amaç olur. Bu noktadan sonra norm ile çıkar
arasında bir ayırım yapmak anlamsızlaşır. Zira kimliği ve
çıkarları normlar tanımlamaktadır. Bu bakımdan normlar
rasyonalist yaklaşımlarda kimlik ve çıkarları belli aktörlerin
ancak davranışlarını düzenlemekte, konstrüktivist
yaklaşımlarda ise normlar öznelerin kimlik ve çıkarlarını
dönüştürmekte veya yeniden kurmaktadır. Konstrüktivistlere
göre normların rolü araçsal veya düzenleyici değil, kurucudur
(Searle, 1995; 27; Onuf, 1989; Kratochwil, 1989) (21).
Konstrüktivist yaklaşımları rasyonalistlere karşı yekpare bir
tartışma içinde göstermek bir bakıma doğru olsa da, bu
yaklaşımlar arasındaki ciddi farklılıkları ve tartışmaları
gözden kaçırır. Ontolojik açıdan uluslararası alanın sosyal
bir inşa olduğu tezini benimsemelerine karşın, bu dünyaya
ilişkin bilginin niteliği ve bu bilgiyi edinme yöntemleri
noktasında konstrüktivistler farklı yaklaşımları
benimsemiştir.
6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Meta-kuramsal düzeyde sosyal konstrüktivistler,
postmodernistlerden farklı olarak pozitivist düşünceye karşı
radikal bir duruşu temsil etmezler. Rasyonalistleri
eleştirileri daha çok ontolojik ve metodolojik düzeyde
kalmıştır. Gerek Wendt’in orta yolcu konstrüktivizmi, gerekse
eleştirel konstrüktivizm modernite projesinin içinde yer
alarak Uluslararası İlişkiler disiplinini ve kuramsal
çalışmalarını meşru bir sosyal bilim girişimi olarak görürler.
Ortaya çıkışının ilk döneminde daha çok post-pozitist
yaklaşımlar arasında değerlendirilen sosyal konstrüktivizm
günümüzde rasyonalizme yaklaşmaya başlamıştır. Özellikle
sosyal konstrüktivizmi bir orta yol olarak inşa eden Wendt’in
yaklaşımı ile rasyonalizm arasındaki tartışmanın sadece
analitik bir farklılıktan kaynaklandığı savunulur (Fearon ve
Wendt, 2002; 67-68; Katzentsein, Keohane ve Krasner, 1998;
682). Orta yolcu konstrüktivizm ile rasyonalizm aslında karşıt
değil, birbirlerini tamamlayan yaklaşımlardır. Sosyal
konstrüktivizmin rasyonalizme yaklaşması ile Uluslararası
İlişkiler kuramında daha merkezi bir yer edinmesi arasında
doğru bir orantı kurulabilir. Disiplinin kuramsal evrimine
sosyolojik bir açıdan bakılarak konstrüktivizmin gelişimi ve
geleceği bir ölçüde anlaşılabilir. Disiplinde önceki
tartışmalara (Realizm-İdealizm ve
Davranışsalcılık-Gelenekselcilik) benzer bir şekilde günümüzde
de geleneksel olarak kuram ve metod merkezli Amerikan
Uluslararası İlişkiler çalışmalarında daha çok rasyonalizme
yakın konstrüktivistlerin, daha tarihsel ve felsefi yönelimli
Avrupa’da ise eleştirel ve postmodernist kanadın daha güçlü
olduğunu görüyoruz.
Kuramsal düzlemde, sosyal konstrüktivizm en temelde insan
bilincine ve diline vurgu yapan ve bu unsurların uluslararası
ilişkilere etkisini inceleyen bir yaklaşımdır.
Konstrüktivistlere göre uluslararası dünyanın yapıtaşları
materyal olmakla beraber asıl olarak düşünseldir. Düşünsel
unsurlardan bilinci ve dili bireysel değil, özellikle
toplumsal bağlamda ele alması noktasında kollektif amacın (collective
intentionality) önemine dikkat çekmiştir. Bundan dolayı,
düşünsel unsurların rolü araçsal ve dolayısıyla nedensel
olmakla beraber asıl olarak amaçsal, ve dolayısıyla kurucu ve
normatiftir. Düşünsel parametrelere vurgu yapmasına karşın
konstrüktivistler için bu unsurlar zaman ve mekandan bağımsız,
tarih ve tecrübe dışı veriler veya statik kategoriler
değildir.
Uluslararası İlişkiler kuramında konstrüktivistler ilk olarak
geleneksel problemlere ve konulara yeni açıklamalar
getirmiştir. Buna göre anarşi sorunsalı ve egemenlik kavramı
Neorealist ve Neoliberal tartışmasından farklı bir boyutta,
ontolojik açıdan incelenmiştir. Anarşiyi ve egemen devleti
veri alan her iki yaklaşımın aksine, konstrüktivistler
anarşinin kültürel altyapısını, egemen devletin gelişimini
araştırma konuları yapmıştır. Ikinci olarak, konstrüktivistler
yeni çalışma alanları ortaya koymuştur. Dış ve güvenlik
politikaları, çevre, insan hakları, vatandaşlık, bölgesel
entegrasyon, uluslararası ve uluslaşırı örgütler, etnisite,
ulusçuluk,cinsiyet, demokratikleşme gibi çok değişik alanlarda
çalışmalar üreterek geniş bir çalışma alanı oluşturmuştur. Bu
çalışmalarda norm, kimlik, dil, sosyal etkileşim ve
öznelerararası anlam gibi sosyal inşaların ve analitik
kategorilerin önemini kuramsal ve ampirik açılardan ortaya
koymuşlardır. Bunun yanında, sosyal konstrüktivizm
entellektüel kaynaklarının zengin olması ile farklı kuramsal
yaklaşımlar geliştirmektedir. Böylece Uluslararası İlişkiler
kuramında Realizm, Liberalizm ve Marksizm gibi bir paradigma
olma yönünde ilerlemektedir. Konstrüktivist proje içinde
sadece ampirik değil, yakın zamanlarda kuramsal çalışmaların
da artması ve çeşitlenmesi takdir edilmekle birlikte alınacak
daha çok yolun olduğu açıktır. Konstrüktivistlerin problemleri
daha çok meta-kuramdan kurama geçerken ortaya çıkmaktadır.
Kuram geliştirme önemli bir alan olarak konstrüktivistlerin
önünde durmaktadır.
Konstrüktivistler erken dönemde rasyonalist yaklaşımlara
rüştlerini ipat etme uğraşı içinde ampirik açıklamalara
ağırlık vermelerinden ötürü özellikle etik konusunu ikinci
plana atmışlardır. Wendt’in etik ve normatif açıdan zayıf
kuramsal yaklaşımının konstrüktivizmi tanımlayan önemli bir
yaklaşım olması da bunda etkili olmuştur. Kimlik, norm ve
öznelerarası anlam gibi ilgilendikleri alanların ne kadar etik
soru(n)ları barındırdığını dikkate alırsak konstrüktivist
yaklaşımların önünde uluslararası politikanın etik boyutuna
ilişkin geniş bir çalışma alanının bulunduğu söylenebilir.
Ancak sosyal konstrüktivizm bir sosyal kuramdır; siyasal kuram
değildir. Bu açıdan ideal bir siyasal yaşam felsefesi veya
siyasal toplum projesi önermez. Ne Realistler gibi kötümser ne
de Liberaller gibi iyimser bir insan, toplum veya dünya
tasavvurları yoktur.
Konstrüktivizm uluslararası politikada normatif açıdan gerek
iyi ve olumlu, gerekse kötü ve olumsuz olguları ve normlar
aynı anda çalışma konusu yapabilir. Dolayısıyla iyimser
konstrüktivistler olduğu gibi, kötümser konstrüktivistler de
olabilir. Realist konstrüktivistler olduğu gibi, Liberal veya
Feminist konstrüktivistler vardır. Uluslararası sistemdeki
gelişmelere paralel olarak konstrüktivist çalışmalar daha çok
liberal tonda yaklaşımlar ve ampirik çalışmalar
geliştirmişlerdir. Konstrüktivistlerin büyük çoğunluğu etik
açıdan iyi görülen normları ve kimlikleri çalışmışlardır. Bu
durum uluslararası politikanın iyi ve olumlu tarafını
konstrüktivistlerin, olumsuz ve kötü tarafını ise realistlerin
çalışması gibi bir işbölümünü beraberinde getireceği için
konstrüktivistlerin ilgilendikleri konu bazında bir daralmaya
yol açacaktır. Konstrüktivistlerden uluslararası politikanın
olumsuz yönlerini, etik açıdan kötü normlarını da sosyal inşa
etmeleri beklenir. Konstrüktivizmin eleştirel kanadının
güçlenmesi bu bağlamda önemli katkı sağlayacaktır. Etik
boyutun öne çıkarılması ile birlikte özellikle Habermas’ın
‘söylem etiği’ konstrüktivistlerin ilgi alanına girmiştir. Bir
başka kuramsal fermentasyon ise etik boyutu gelişmiş olan
İngiliz Ekolü ile konstrüktivistler arasında sağlanabilir.
DİPNOTLAR:
1) Bu ifadeyi Jeffrey T. Checkel’den (1998) alıyorum.
2) Felsefi düzeyde konstrüktivist düşünce ilk olarak
bilginin sosyal bir inşa (construction) olduğunu savunan
idealist ve pragmatist felsefi yaklaşımlardan kaynağını
almıştır. Özellikle Kant, Cassirer, ve Hegel gibi klasik
düşünürler tarafından geliştirilen idealist felsefe, bilginin
pasif bir öğrenim süreci olmadığını, bilakis oldukça sosyal
bir süreç olduğunu belirtmişlerdir. Konstrüktivist düşüncenin
sosyal bilim felsefesinde ‘yorumsamacı dönüş’, ‘dilsel dönüş’
(linguistic turn) ve ‘düşünümsel (reflexive) dönüş’ ile ivme
kazanmış olduğunu söyleyebiliriz. Yorumsamacı dönüş daha çok
pozitivizmin Neo-Kantiyan eleştirisi ve Max Weber’in
yorumsamacı sosyolojisi ile, dilsel dönüş ise Wittgenstein’ın
Philosophical Investigations (1958) adlı eseri ile anılır.
Wittgenstein’ın ikinci baharının ürünü olan bu eser bilim ve
dil felsefesinde dil anlayışını köklü bir biçimde değiştirmiş,
dünyayı sadece temsil ettiği varsayılan geleneksel dil
anlayışı sorgulanmaya başlamıştır. Dil artık gerçekliğin
sadece bir aynası değildir; bir eylem çeşidi olarak kendisi
belli bir anlam ve gerçeklik (dünya) kurmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında, bir ilişki tarzı olarak uluslararası ilişkiler
kendine özgü kuralları, grameri ve semantiği olan bir ‘dil
oyunudur’. Sosyal bilim felsefesinde ve bilgi sosyolojinde
konstrüktivist düşüncenin bir serencamı için, bkz., (Delanty,
1997).
3) Yakın zamanlarda özellikle dil felsefecisi
Wittgenstein’ın görüşleri kendisinden sonra gelen birçok
felsefeciyi ve sosyal kuramcıyı derinden etkilemiştir. Bunlar
arasında Peter L. Berger ve Thomas Luckman, J. L. Austin, John
Searle, Anthony Giddens, Jürgen Habermas, Richard Rorty and
François Lyotard gibi birbirinden oldukça farklı yaklaşımları
temsil eden isimleri sayabiliriz. Dilin sosyal dünyadaki
rolüne ilişkin farklı bakış açılarını temsil eden bu
düşünürler Uluslararası İlişkiler kuramında modernist ve orta
yolcu (ılımlı), eleştirel (veya yorumsamacı), ve post-modern
(veya radikal) konstrüktivizm şeklinde değerlendirebileceğimiz
yaklaşımlara esin kaynağı olmuştur. Berger ve Luckman, Austin,
Giddens ve Searle modernistlerin, Habermas gerek
modernistlerin gerekse eleştirellerin, Rorty ve Lyotard ise
daha çok radikal veya postmodernist konstrüktivistlerin
entellektüel altyapısına katkıda bulunur.
4) Konstrüktivizm felsefi düzeyde oldukça eklektik bir
görüntü arzeder. Ancak kısaca özetlemek gerekirse
konstrüktivistler felsefi düzeyde realist ve idealist olmak
üzere iki konum arasında bulunurlar. Realist konuma yakın
olanlar öznenin bakış açısından ve bilgisinden bütünüyle
bağımsız materyal ve nesnel bir dünyanın (gerçekliğin)
varlığını savunurlar. Ontolojik açıdan konstrüktivizm sadece
sosyal gerçekliğin inşasıdır. Örneğin, bir kağıt parçasının
para olması, ekonomik bir değer kazanması ve (sosyal bir olgu
olarak) ekonomi kurumunun altyapsısını kurması insanların
müşterek düşüncelerinin, ortak kabüllerinin ve pratiklerinin
bir sonucudur. Bu felsefi görüş için bkz. (Searle, 1995;
Collin, 1997). Toplumu oluşturan olgular ve kurumlar
insanların ortak bir ürünü olmasına (veya sosyal inşa
edilmesine) karşın, bilgi sosyolojisi açısından nesnel bir
gerçekliğe sahiptir. Toplum böylece nesnel bir gerçeklik
olarak çalışılmakta ve bilinmektedir. Toplumsal bilginin
sosyal inşası için, bkz. (Berger ve Luckmann, 1966).
Uluslararası İlişkiler kuramında sosyal konstrüktivist
yaklaşımların önde gelen ismi Alexander Wendt açıklanacağı
üzere sosyal konstrüktivist yaklaşımını bilim felsefesinde
‘realist’ bakış açısını temsil eden ‘bilimsel realizme’
dayandırır, ve özellikle konstrüktivist John Searle’in realist
felsefesinden etkilenir, bkz. (Wendt, 1999). Öte taraftan,
idealist konuma yakın duran konstrüktivistler de sosyal
dünyanın inşa edildiğini kabül ederler, fiziki/materyal
dünyanın varlığını da yadsımazlar. Ancak, (sosyal) dünya ve
toplumsal kurumlar dilimizden ve kuramlarımızdan bağımsız
nesnel bir gerçeklik olarak ortaya çıkamaz. Bu yüzden
gerçekliğe veya hakikate ilişkin görüşleri agnostiktir.
Epistemolojik kaygıların ağır basması nedeniyle gerçekliğe
ilişkin nesnel bir bilginin ve kuramın olamayacağını iddia
ederler, çünkü dil, söylem, düşünce ve inançlarımızdan
bağımsız bir gözlemin imkansız olduğunu düşünürler. Bu yüzden
gerçekliği ve nesnelliği iddia edilen bir dünyaya referansta
bulunmak yerine, bu gerçekliğe ilişkin söylemlerin analizi
yapılmalıdır. İdealist felsefeyi, özellikle radikal bir dil
anlayışını benimseyen post-yapısalcılar Uluslararası İlişkiler
kuramında radikal konstrüktivizmi temsil eder. Örneğin, bkz. (Ashley,
1987; Campbell, 1998; George, 1994).
5) Uluslararası İlişkiler kuramında sosyal
konstrüktivistler sosyal kuramdan özellikle Anthony Giddens ve
Roy Bhaskar’ın ‘yapılanma’, George Herbert Mead ve Blumer’in
‘sembolik etkileşimcilik’ teorilerini, Alfred Schutz’un
fenomenolojik yaklaşımını, Jurgen Habermas’ın ‘iletişimsel
eylem’ (communicative action) kuramını, sosyolojik ve tarihsel
kurumsalcılık yaklaşımlarını devşirmişlerdir. Yapılanma kuramı
için, bkz. (Giddens, 1979; 1984; Bhaskar, 1979; 1986).
Sembolik etkileşimcilik kuramı için, bkz. (Mead, 1934; Blumer,
1969). Fenomenoloji için, bkz. (Schutz, 1932). Kurumsalcılık
için örneğin, bkz.
787 Mustafa KÜÇÜK
(DiMaggio ve Powell, 1991). İletişimsel eylem kuramı için,
bkz. (Habermas, 1984).
6) Alexander Wendt’e göre İngiliz Ekolü, Postmodern
yaklaşımlar, Dünya Toplumu (World Society) yaklaşımı, ve
Feminist yaklaşımlar topluma bakışlarında ‘idealist’ ve
‘bütüncül’ kuramsal yaklaşımlar olmasından dolayı Uluslararası
İlişkiler kuramında ‘konstrüktivist’ yaklaşımları temsil eder:
(Wendt, 1999; 29-32). Uluslararası İlişkiler kuramlarını Wendt
sosyal kurama dayanarak tasnif eder ve bu tasnifi daha çok
ontolojiktir. Örneğin, diğer yaklaşımların aksine İngiliz
Ekolü açıkça devlet merkezci ve devletçi bir yaklaşımdır; öte
taraftan postmodernist yaklaşımlar arasında bir homojenlikten
söz etmek olanak dışıdır. Buna karşın, bu yaklaşımların ortak
paydaları uluslararası ilişkilerde rasyonalistlerin
materyalist ve bireyci görüşlerini reddetmeleridir.
7) Alexander Wendt, 1990’ların başında
‘Konstrüktivizmi’, özellikle Neorealizm ile Neoliberalizme
alternatif bir Uluslararası İlişkiler kuramı olarak
tanıtmıştır (Wendt, 1992; 391–425; 1994; 384-396). Görüşlerini
en kapsamlı bir şekilde ortaya koyduğu baş yapıtında ise
konstrüktivizmin bir Uluslararası İlişkiler kuramı olmadığını
açıkça ifade eder (Wendt, 1999; 7, 193).
8) Ancak burada belirtmek gerekir ki, mevcut ‘sosyal
konstrüktivizmin’ dayandığı ‘idealizm’ bir sosyal kuramdır;
‘İdealist’ Uluslararası İlişkiler yaklaşımı değildir.
9) Emanuel Adler’in (2002: 99) belirttiği gibi Karl
Deutsch’un akademik arkadaşları (Hayward Alker, Nicholas Onuf)
ve öğrencileri (Peter J. Katzenstein) günümüz
konstrüktivistlerinin önde gelen temsilcileri olmuştur. Ernst
Haas ile birlikte çalışan John G. Ruggie de günümüzün önde
gelen konstrüktivist kuramcılarındandır.
10) İnsan doğası, doğal kaynaklar, coğrafya, üretim
güçleri ve şiddet araçları en çok sözü edilen materyal ögeler
olarak öne çıkar (Wendt, 1999; 23).
11) Düşünsel unsurların somut ve fiziki olmaması nesnel
olmadığı anlamına gelmez. John Ruggie’ye göre sosyal
konstrüktivistler ‘sosyal olgular’ kavramını ve bu olguların
nesnel gerçekliğini klasik sosyal kuramcılardan Emile
Durkheime ile Max Weber’e borçludur.
12) Örneğin, Neorealizm devletlerin gücünü
materyal-askeri güç unsurlarından çıkarsar; bu askeri gücün
hangi (sosyal) ‘süreçler’ sonucunda ortaya çıktığını ve anlam
kazandığını göremez: bkz. (Farrell, 1998; 407).
13) Örneğin, bir askeri gücün veya müdahelenin anlamı
büyük ölçüde uluslararası toplum (yapısal düşünceler)
tarafından kurulur. Basit bir gözlemle askeri gücün varlığı
bir anlam ifade etmez, veya devletlerin davranışlarını
belirlemez. Belirleyici olan bu müdahelenin nasıl
tanımlandığıdır. Bir askeri müdahelenin işgal, saldırı,
meşru-savunma, sınır ötesi takip, barışı koruma hareketi, veya
insani müdahele olarak ortaya çıkması uluslararası ortak
bilginin, kolektif anlayış ve beklentilerin bir sonucudur.
14) Uluslararası rejimler, ‘uluslararası ilişkilerin
herhangi bir alanında bu alana ilişkin gelişen ilkeleri,
normları, izlenilen kuralları ve aktörlerin üzerinde görüş
birliğine vardığı karar alma süreçleri’ olarak tanımlanır: (Krasner,
1983; 2). Konstrüktivistlere göre rejimleri oluşturan bütün bu
unsurlar aslında içkin bir şekilde düşünsel ögelerdir.
Dolayısıyla öznelerararası ontolojiye sahip olan rejimler
rasyonalist yöntemlerle çalışılamaz.
15) Çünkü, ontoloji ile epistemoloji ve metodoloji
arasındaki karşılıklı bağımlılık ve etkileşim, öznellerarası
anlayış ve beklentilerden oluşan sosyal ontolojinin
çalışılması pozitivist olmayan bir epistemoloji ve sebep-sonuç
ilişkisine dayanmayan araştırma yöntemlerini gerektirir.
16) Sistemik düzeyde bireyci, birim-düzeyde yapısalcı
olmak mümkündür. Çünkü, bütünsellik (holizm) sadece sistem
düzeyindeki analizlerde değil, birim-düzey çözümlemelerde de
geçerlidir. Aktörlerin kimlik ve çıkar edinme süreçlerinin
gerek sistemik, gerekse de birim-düzeyde araştırılması
bütüncül bir yaklaşıma aykırılık teşkil etmez.
17) Ontolojik anlamda bütünsellik bir sistemin onu
oluşturan birimlerden göreceli bağımsız bir mantığı veya
kurucu bir özelliği olduğunu öngören bir anlayıştır;
yapısalcılık ise bu mantığı ortaya çıkarmaya çalışan yaklaşım
olarak tanımlanır. Bütüncül bir ontolojide, yapılar
kendilerini oluşturan birimlerin toplamı değildir; kendilerine
özgü yapısal gerçeklikleri vardır. Bu anlamda sosyal
açıklamalar ontolojik açıdan bireylerin veya aktörlerin
kendilerine, özelliklerine veya kaynaklarına indirgenemez. Ne
yazık ki, Waltz yapıyı bütün çabasına karşın nihayetinde
bireyci bir anlayışla devletlerin materyal güç unsurlarına
bakarak tanımlamıştır.
18) Wendt’in yanısıra ‘yapılanma teorisinin’
Uluslararası İlişkiler kuramına ve dış politika çalışmalarına
katkısı için, bkz., (Dessler, 1989; Carlsnaes, 1992).
19) Bu eleştiri devleti sorunsallaştıran ‘tarihsel
sosyoloji’ yaklaşımlarının uluslararası kuram tartışmalarına
girmesine neden olmuştur.
20) Rasyonalistler ekonomik bir analiz modalitesini
benimseyerek, örneğin tüketici (aktör) davranışlarını
ürünlerin fiyatlarına ve sunduğu marjinal faydaya referansla
açıklar. Konstrüktivistler ise bu davranışları tüketicilerin
sosyal kimlik ve statülerine, sosyalleştikleri kültürel ve
toplumsal çevreye ve değişen istek ve zevklerine referansla
açıklar. Bu yaklaşım sosyolojik bir analiz modalitesini
benimseyerek davranışların aktörlerin içinde bulunduğu sosyal
çevreye uyum sağlaması bağlamında ortaya çıktığını iddia eder.
21) Uluslararası İlişkiler kuramında kuralların ve
normların kurucu ve ortaya çıkarıcı rolünün irdelendiği ilk
örnekler için bkz., (Onuf, 1989; Kratochwil, 1989).
KAYNAKÇA:
Adler, E. (1992): “The Emergence of Cooperation: National
Epistemic Communities and the International Evolution of the
Idea of Nuclear Arms Control”, International Organization,
46(1): 101-146.
Adler, E. (2002): “Constructivism and International
Relations”, Walter Carlsnaes, Thomas Risse ve Beth A.
Simmons (der.), Handbook of International Relations, London:
Sage.
Adler, E., ve Barnett, M., der., (1998): Security
Communities, Cambridge: Cambridge University Press.
Adler, E., ve Haas, P. M. (1992): “Conclusion:
Epistemic Communities, World Order, and the Creation of a
Reflective Research Program”, International Organization,
46(1): 367-390.
Ashley, R. (1986): “The Poverty of Neorealism”, Robert
Keohane (der.), Neoralism and Its Critics, New York: Columbia
University Press.
Ashley, R. (1987): “The Geopolitics of Geopolitical
Space: Toward a Critical Social Theory of International
Politics”, Alternatives, 12(4): 403-34.
Berger, P. L., ve Luckmann, T. (1966): The Social
Construction of Reality: A Treatise in the Sociology of
Knowledge, New York: Anchor Books.
Bhaskar, R. (1979): The Possibility of Naturalism: A
Philosophical Critique of the Contemporary Human Sciences,
Hassocks : Harvester Press.
Bhaskar, R. (1986): Scientific Realism and Human
Emancipation, London: Verso.
Blumer, H. (1969): Symbolic Interactionism: Perspective
and Method, Berkeley: University of California Press.
Bull, H. (1977): The Anarchical Society: A Study of
Order in World Politics, London: Macmillan.
Bull, H. ve Watson, A., der., (1984): The Expansion of
International Society, Oxford: Oxford University Press.
Campbell, D. (1998): Writing Security: The United
States Foreign Policy and the Politics of Identity,
Manchester: Manchester University Press.
Carlsnaes, W. (1992): “The Agency-Structure Problem in
Foreign Policy Analysis”, International Studies Quarterly,
36(3): 245-270.
Checkel, J. T. (1998) “The Constructivist Turn in
International Relations Theory,” World Politics,
50:324-348.
Collin, F. (1997): Social Reality. London: Routledge.
Cox, R. (1986): “Social Forces, States, and World
Orders: Beyond International Relations Theory”, Robert Keohane
(der.), Neorealism and Its Critics, New York: Columbia
University Press.
Dessler, D. (1989): “What’s at Stake in the Agent-Structure
Debate?”, International Organization, 43(4): 441-473.
Delanty, G. (1997): Social Science: Beyond
Constructivism and Realism, Buckingham: Open University Press.
DiMaggio, P. ve Powell, W., der., (1991): The New
Institutionalism in Organizational Analysis, Chicago:
University of Chicago Press.
Dunne, T. (1995) “The Social Construction of
International Society”, European Journal of International
Relations, 1(3): 367-389.
Farrell, T. (1998): “Culture and Military Power”,
Review of International Studies, 24(3): 402-422.
Fearon, J. ve Wendt, A. (2002): “Rationalism v.
Constructivism: A Skeptical View”, Walter Carlsnaes, Thomas
Risse ve Beth A. Simmons (der.), Handbook of International
Relations, London: Sage.
Finnemore, M. (1996a): “Norms, Culture and World
Politics: Insights From Sociology's Institutionalism”,
International Organization, 50(2): 325-347.
Finnemore, M. (1996b): National Interests in
International Society, Ithaca: Cornell University Press.
Finnemore, M. ve Sikkink, K. (1998): “International
Norms Dynamics and Political Change”, International
Organization, 52(4): 887-917.
George, J. (1994): Discourses of Global Politics: A
Critical (Re)Introduction to International Relations, Boulder,
Co.: Lynne Rienner.
Giddens, A. (1979): Central Problems in Social Theory,
London : Macmillan.
Giddens, A. (1984): The Constitution of Society:
Outline of the Theory of Structuration, Cambridge: Polity
Press.
Goldstein, J. ve Keohane, R. O., der., (1993): Ideas
and Foreign Policy: Beliefs, Institutions, and Political
Change, Ithaca: Cornell University Press.
Guzzini, S. (2000): “A Reconstruction of Constructivism
in International Relations”, European Journal of International
Relations, 6(2): 147-182.
Haas, P. M. (1992): “Introduction: Epistemic
Communities and International Policy Coordination”,
International Organization, 46(1): 1-36.
Habermas, J. (1984): The Theory of Communicative Action,
Vol. 1: Reason and the Rationalization of Society, Boston:
Beacon Press.
Hansclever, A., Mayer, P., ve Volker Rittberger, V.
(2000): “Integrating Theories of International Regimes”,
Review of International Studies, 26(1): 3-33.
Hollis, M. ve Smith, S. (1990): Explaining and
Understanding International Relations, Oxford: Clarendon Press.
Hopf, T. (1998): “The Promise of Constructivism in
International Relations Theory”, International Security,
23(1): 171-200.
Katzenstein, P. J., der., (1996): The Culture of
National Security: Norrms and Identity in World Politics, New
York: Columbia University Press.
Katzenstein, P. J., Keohane, R. O., ve Krasner, S. D.
(1998): “International Organization and the Study of World
Politics”, International Organization, 52(4): 645-685.
Keck, M. ve Sikkink, K. (1998): Activists Beyond
Borders: Advocacy Networks in International Politics, Ithaca:
Cornell University Press.
Keohane, R. (1988): “International Institutions: Two
Approaches”, International Studies Quarterly, 32(4): 379-396.
Keohane, R. O. (1989): “International Relations Theory:
Contributions of a Feminist Standpoint”, Millennium: Journal
of International Studies, 18(2): 245-254.
Klotz, A. (1995): Norms in International Relations: The
Struggle against Apartheid, Ithaca: Cornell University Press.
Koslowski, R. ve Kratochwil, F. (1994): “Understanding
Change in International Politics: The Soviet Empire’s Demise
and the International System”, International Organization,
48(2): 215-247.
Krasner, S. D. (1983): “Structural Causes and Regime
Consequences: Regimes as Intervening Variables”, Stephen D.
Krasner (der.), International Regimes, Ithaca, NY:
Cornell University Press.
Kratochwil, F. (1989): Rules, Norms, and Decisions: On
the Conditions of Practical and Legal Reasoning in
International Relations and Domestic Politics,
Cambridge: Cambridge University Press.
Kratochwil, (1993): “The Embarrassment of Changes: Neo-realism
as the Science of Realpolitik without Politics”, Review of
International Studies, 19(1): 63-80.
Kratochwil, F. ve Ruggie, J. G. (1986): “International
Organization: A State of the Art on an Art of the State”,
International Organization, 40(4): 753-775.
Laffey, M., ve Weldes, J. (1997): “Beyond Belief: Ideas
and Symbolic Technologies in the Study of International
Relations”, European Journal of International Relations, 3(2):
193-237.
Lapid, Y. ve Kratochwil, F. (1996): The Return of
Culture and Identity in IR Theory, Boulder, Colo.: Lynne
Rienner.
March, J. G., ve Olsen, J. P. (1998): “The
Institutional Dynamics of International Political Orders”,
International Organization, 52(4): 943-969.
Mead, G. H. (1934): Mind, Self, and Society: From the
Standpoint of a Social Behaviorist, Charles W. Morris’in
derlemesi ve önsözü ile, Chicago, London: University of
Chicago Press.
Mearsheimer, J. (1994 / 1995): “The False Promise of
International Institutions”, International Security, 19(3):
5-49.
Meyer, J., Boli, J., Thomas, G. M., ve Ramirez, F. O.
(1997): “World Society and the Nation-State”, American Journal
of Sociology, 103(1): 144-181.
Ned-Lebow, R., ve Risse-Kappen, T., der., (1995):
International Relations Theory and the End of the Cold War,
New York: Columbia University Press.
Neufeld, M. (1993): “Interpretation and the Science of
International Relations”, Review of International Studies,
19(1): 39-62.
Onuf, N. (1989): World of Our Making: Rules and Rule in
Social Theory and International Relations, Columbia, SC.:
University of South Caroline Press.
Price, R., ve Reus-Smit, C. (1998): “Dangerous Liasons?
Critical International Theory and Constructivism”, European
Journal of International Relations, 4(3):259-294.
Reus-Smit, C. (1997): “The Constitutional Structure of
International Society and the Nature of Fundamental
Institutions”, International Organization, 51(4): 555-590.
Risse, T. , Ropp, S. ve Sikkink, K., der., (1999): The
Power of Human Rights: International Norms and Domestic Change,
Cambridge: Cambridge University Press.
Ruggie, J. G. (1986): “Continuity and Transformation in
the World Polity: Towards a Neorealist Synthesis”, Robert O.
Keohane (der.), Neoralism and Its Critics, New York: Columbia
University Press.
Ruggie, J. G. (1998): “What Makes the World Hang
Together? Neo-Utilitarianism and the Social Constructivist
Challenge”, International Organization, 52(4): 855-885.
Schutz, A. (1932): The Phenomenology of the Social
World, London: Heinemann.
Searle, J. R. (1995): The Construction of Social
Reality, New York: Free Press.
Smith, S. (1995): “The Self-Images of A Discipline: A
Genealogy of International Relations Theory”, Ken Booth ve
Steve Smith (der.), International Relations Theory Today,
Cambridge: Polity Press.
Waever, O. (1996): “The Rise and Fall of the Inter-Paradigm
Debate”, Steve Smith, Ken Booth ve Marysia Zalewski
(der.), International Theory: Positivism and Beyond,
Cambridge: Cambridge University Press.
Walt, S. (1998): “International Relations: One World,
Many Theories”, Foreign Policy, 110: 29-46.
Waltz, K. (1979): Theory of International Politics,
Reading: Addison-Wesley.
Weber, C. (1994): “Good Girls, Little Girls, and Bad
Girls: Male Paranoia in Robert Keohane’s Critique of Feminist
International Relations”, Millennium: Journal of International
Studies, 23(2): 337-349.
Weldes, J. (1999): Constructing National Interests: The
United States and the Cuban Missile Crisis, Minneapolis:
University of Minnesota Press.
Wendt, A. (1987): “The Agent-Structure Problem in
International Relations Theory”, International Organization,
41(3): 335-370.
Wendt, A. (1992) “Anarchy is What States Make of It:
The Social Construction of Power Politics”, International
Organization, 46(2): 391–425.
Wendt, A. (1994): “Collective Identity Formation and
the International State”, American Political Science Review,
88(2): 384-396.
Wendt, A. (1995): “Constructing International Politics”,
International Security, 20(1): 71-80.
Wendt, A. (1998): “On Constitution and Causation in
International Relations”, Review of International Studies,
24(Özel Sayı): 101-117.
Wendt, A. (1999): Social Theory of International
Politics, Cambridge: Cambridge University Press.
Wendt, A. ve Duvall, R. (1989): “Institutions and
International Order”, Ernst-Otto Czempiel ve James
Rosenau (der.), Global Changes and Theoretical Challenges:
Approches to World Politics for the 1990s, Lexington:
Lexington Books.
Wittgenstein, L. (1958): Philosophi |
|
|
|
|
|
|
|