Yüzyıllar boyunca çok çeşitli
kavimlerin göç ve istilalarına sahne olan Kafkasya, Orta Asya
ve Güney Rusya bozkırları ile Anadolu ve Ön Asya bölgeleri
arasında bir köprü görevini üstlenmiş ve jeo-politik stratejik
önemini her devirde korumuştur.
Karadeniz ile Hazar denizi
arasında uzanan Kafkas sıradağlarının üzerinde ve kuzeyindeki
topraklarda yaşamakta olan, aralarında tarih boyunca etnik ve
sosyo-kültürel açılardan yakın akrabalık ve birlik tesis
edilmiş olan Abaza, Çerkes, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş
ve Dağıstan halkları “Kafkas Kültür Sahası” adını verdiğimiz
kültürel coğrafyayı oluşturan Kafkasya halklarıdır.
Kafkasya halklarının sosyo-kültürel
yapıları Kafkasya’yı dışarıdan etkileyen çeşitli kavim ve
medeniyetlerle olan ilişkiler neticesinde şekillenmiştir.
Tarih öncesi devirlerden orta çağa kadar, gerek ticaret
amacıyla, gerekse savaşlar ve fetih yoluyla Kafkasya’ya giren
eski Anadolu ve Mezopotamya kabileleri, Yunan, Roma ve Ceneviz
ticaret kolonileri, Kimmer-İskit gibi proto-Türk kavimleriyle
Hun-Bulgar, Alan, Hazar; Kıpçak gibi Türk kavimleri Kafkas
sosyo-kültürel yapısının temel taşlarını oluşturan medeniyet
unsurlarını da beraberlerinde Kafkasya’ya getirmişler ve
Kafkasya halklarının etnik ve sosyo-kültürel yapılarının
şekillenmesinde önemli rol oynamışlardır. (Tavkul 1997: 140)
İslamiyet Kafkasya’ya 8. yüzyılda
Ebu-Müslim önderliğindeki Arapların Hazar Türklerine
saldırmaları ve bölgenin bazı kısımlarını fethetmeleriyle
girdi. Ancak Arap ordularına karşı koyan ve onları geri
püskürten Hazar Türkleri İslamiyet'in Kafkasya’ya ve Kafkasya
üzerinden Doğu Avrupa’ya yayılmasını engellediler. Bazı
Müslüman Arap gruplarının Dağıstan’da kalarak buraya
yerleşmeleriyle İslamiyet Dağıstan bölgesinde 8. yüzyıldan
itibaren yayılmaya başladı. Lezgilerin bir kısmı 8. yüzyılda
Müslüman olmaya başladı. Bunu 13. yüzyılda Akuşa halkı, 14.
yüzyılda Dargılar izledi. Çeçenlerin bir kısmı 10-11.
yüzyıllarda Müslüman olmuşlardı. (Walsh 1978: 177)
Dağıstan ve Çeçenistan’ın aksine,
İslamiyet Batı Kafkasya’daki Çerkesler arasında 15-17.
yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı vasıtasıyla
yayılmaya başlamıştı. Çerkesler 6. yüzyılda Bizans'ın etkisiyle
Hıristiyanlığı kabul etmişlerdi. (Kusko 1965: 11) Ancak daha
sonraki yüzyıllarda Kafkasya'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi
Çerkesler arasında da Hıristiyanlığın etkisi zayıflamış ve
halk eski pagan inançlarına dönmüştü.
1404 yılında Kafkasya’da bulunan
Avrupalı başpiskopos Johannes de Galonifontibus Zih adını
verdiği Çerkesler arasında bulunmuş ve onların dini inançları
hakkında önemli bilgiler vermiştir. Onun bildirdiğine göre
Karadeniz kıyısında yaşayan Çerkesler Yunanlıların dinini
benimsemişlerdir. Kiliseleri, ikonları ve yortuları
Yunanlılarınki gibidir. Galonifontibus’un verdiği bilgilerden
1404 yılında Karadeniz kıyılarında yaşayan Çerkeslerin
Hıristiyanlığı kabul ettikleri ancak eski putperest-pagan
inançlarının halk arasında çok canlı bir biçimde yaşadığı
anlaşılmaktadır. (Tardy 1978: 93)
Osmanlı arşivlerinde Çerkeslerin
16. yüzyıldaki dini yapılarıyla ilgili bilgilere
rastlanmaktadır. Mühimme defterlerinin 32. cildinin 383
numaralı ve 6 Recep 989/ 6 Ağustos 1581 tarihli hükmünde
Besleney ve Temirgoy prensinin Hıristiyan, Kabardey
prenslerinin ise Müslüman oldukları bildirilmektedir.
1584 yılında Demirkapı’dan
Özdemiroğlu Osman Paşa ile birlikte Terek-Beştav-Kuban yoluyla
Taman’a gelen Trabzonlu Mehmed Aşıki Çerkeslerin Bjeduğ,
Hatukay, Besleney ve Kabardey kabilelerinin Müslüman
olduklarını, Temrük ve Temirgoy kabilelerinin Hıristiyan
olduklarını yazmaktadır. (Kırzıoğlu 1993: 79)
17. yüzyıl ortalarında Kafkasya’da
Çerkesler arasında bulunan Evliya Çelebi onlar hakkında şu
bilgileri verir:
“Kafir ve Müslüman değillerdir.
Kendilerine kafir deseler kızarlar, behey Müslüman desen göz
yumarlar. Haşır ve neşri inkar ederler... Çerkeslere kafir
desek aman vermeyip öldürürler. Lailaheillallah derler. Ama
semiz domuzları kuyruğundan yerler. Oruç tutmazlar, namaz
kılmazlar”. (Evliya Çelebi 1970: 268)
Çerkeslerin İslamiyet'e
girişlerinde en önemli rolü Osmanlı valisi Ferah Ali Paşa
oynamıştı. Ferah Ali Paşa Anapa’yı karargah olarak tutup,
Çerkesler ve Abhazlar arasında Müslümanlığı yaymakla
görevliydi. (Habiçoğlu 1993: 100) İslamiyet'in Kuban bölgesi
Çerkesleri arasında yayılmasında Kırım Hanlığı da önemli rol
oynadı. Kırım Hanlığının Çerkesleri İslamlaştırması 1717
yılında tamamlandı. Ancak Çerkes kabilelerinin kendilerine
özgü toplumsal yapıları sebebiyle İslamiyet Çerkesler arasında
kolayca benimsenip yayılamıyordu.
Kabardey, Bjedugh, Besleney, Abzegh,
Hatukuay, Natukuay, Shapsugh gibi çeşitli kabilelere bölünmüş olan
Çerkeslerin toplumsal yapıları da prensler (pşi), soylular (vork),
hür köylüler (fekol) ve köleler (pşıtl) olarak toplumsal
tabakalara bölünmüştü. (Aşemez 1973: 45)
Kabardey, Bjedugh, Besleney
kabileleri “pşi” adı verilen prens (knyaz) tabakasının idaresi
altındaydı. Bu kabilelerde aristokratik yapı söz konusuydu.
Abzegh, Shapsugh, Natukuay gibi kabilelerde prens tabakası
olmadığı gibi, soylu (vork) tabakası da bir kaç aileden
oluşuyordu ve onların da halk üzerinde idari yetkisi yoktu.
Dolayısıyla, bu kabilelerde demokratik bir yapı mevcuttu.
İslamiyet'in Çerkesler arasında
henüz toplumsal bir kabul görmediği 17-18. yüzyıllarda hukuk
davaları geleneksel hukuka, örf ve adetlere göre çözülüyordu.
Ancak toplumsal tabakalar arasında bir eşitsizlik mevcuttu.
Prensler, soylular, hür köylüler ve köleler geleneksel hukuk
kuralları karşısında eşit değillerdi. Osmanlı hükümetinin
Anapa valisi Hüsnü Paşa’nın gayreti ile, Çerkeslere şeriat
karşısında insanların eşit olduğu fikri kabul ettirildi. Ancak
köle sınıfının kan bedeli, eskisi gibi hür köylülerin yarı
diyeti derecesinde bırakıldı. (Baj 1969: 138) Geleneksel hukuk
ve toplumsal tabakalaşma İslamiyet'e rağmen Çerkesler arasında
güçlü kaldı.
19. yüzyılda İslamiyet Kabardeyler
dışında Çerkes kabileleri arasında pek yaygın değildi. Çerkes
toplumunda Müslüman ulema sınıfı henüz oluşmamıştı. Din
adamları Çerkesler arasında sayı ve sosyal etki açısından
önemli bir tabaka meydana getirmemişlerdi ve o dönemde
Dağıstan ve Çeçenistan’da olduğu gibi toplumsal güce sahip
değillerdi.
Çerkeslerin çoğu şeriat
kurallarından ve ibadetlerden uzaktılar. Bir Rus yetkilisinin
Kafkasya’dan Moskova’ya gönderdiği raporda şöyle deniyordu
“Çerkesler Muhammed peygamberin
dinindendirler, fakat dine pek önem vermezler. Hele Lezgi ve
Çeçenlerde olduğu gibi, hiç şeriat tutkunu değildirler”. (Kasumov
1995: 32)
İslamiyet aristokratik Çerkes
kabilelerinin en büyüğü olan Kabardeyler arasında 18. yüzyıl
sonlarında kesin ve tam olarak yerleşmiştir. Oysa demokratik
yapıya sahip Çerkes kabileleri arasında İslamiyet ancak 19.
yüzyılın ikinci yarısında hakim din olabilmiştir. Özellikle
1840-50’li yıllarda İmam Şamil’in Müridizm'i yayan vaizleri
İslamiyet'in Çerkesler arasında yayılmasında önemli rol
oynamışlardır. (Kasumov 1995: 34)
19. yüzyılda Çerkeslerin eski dini
inançları feodalizm öncesinde oluşan bir dini düzen olarak
artık yeni toplum yapısına uymuyordu. Çerkes toplumsal yapısı
için yeni bir din olarak İslamiyet feodal ilişkiler açısından
çok daha uygundu. Çerkes toplumunun prensler ve soylular gibi
ileri gelen üst tabakalarında İslamiyet'in tercih edilmesi
onların siyasi tercihleri ile de yakından bağlantılıydı.
Kabardey prens ve soyluları Osmanlı İmparatorluğu’na ve Kırım
Hanlığı’na bağlı olup, bu ülkelerle siyasi yakınlıktan
yanaydılar. Rusya'nın Kafkasya’ya yönelik sömürgeci yaklaşımı
da Çerkeslerin İslam devletlerini tercih etmelerine sebep
oluyordu. (Kasumov 1995: 35)
Çerkeslerin İslami toplum düzenine
ve şeriat hükümlerine yaklaşımları kabilelere göre farklılık
gösteriyordu. Aristokratik düzenin hakim olduğu Kabardeylerde
Rus kanunları gelinceye kadar şeriat hükümleri geçerliydi.
Prens ve soylular koyu şeriat taraftarıydılar. Çünkü şeriat
mahkemeleri onların idaresi altındaydı ve şeriat hükümleri
onların çıkarlarını koruyordu. Demokratik toplum düzenine
sahip Çerkes kabilelerinde ise soylular eski geleneksel düzeni
savunuyor ve kaybetmekte oldukları sınıf ayrıcalıklarını
korumaya çalışıyorlardı. Oysa zenginleşmiş hür köylü tabakası
şeriatı destekliyor, İslam sayesinde eski prens ve soyluların
hakimiyetini yenebilmeyi umuyordu. İşte bu ikili yapı ve
sosyal dengenin bozulması yıllarca Çerkesya’yı dalgalandırmış,
toplumun dayanışma ve milli bütünleşme düşüncesi edinmesine
engel olmuştur. (Kasumov 1995: 38)
1804 yılında Rusların kurduğu
Kislovodsk kalesinin kaldırılmasını isteyen Kabardeyler
Rusya’ya karşı isyan bayrağını açtılar. Onlara Kuban ötesi
Çerkesleri, Karaçay-Malkarlılar ve Çeçen-İnguşlar da katıldı.
14 Mayıs 1804’te Çegem ırmağı kıyısında yapılan savaşta
Kafkasyalılar yenildiler. Kabardey'i ele geçiren Rusya bölgede
bir takım adli ve idari uygulamalar başlattı. Örf ve adetlere
dayalı mahkemeleri kaldırarak 1807’de bunların yerine dini
mahkemeler kurdu. Dini mahkemelerin kurulmasıyla feodallerin
ve din adamlarının toplumdaki durumları iyileşti, Müslüman din
adamlarının otoriteleri arttı. Şeriat ilkeleri Kabardey
toplumunda bir bakıma yeni ve bütünleştirici bir rol oynamaya
başladı.
1807-1809 yılları arasında
Kabardey köylerinde din çatısı altında eşitlik ve milli birlik
eğilimleri ortaya çıkmaya başladı. Üstelik Müslüman köylüler
prens ve soylulara karşı İslam dininin ilkelerinden hareket
ederek mücadele ediyorlardı. Köleliğe ve köle ticaretine karşı
olan köylüler, şeriat ilkelerine göre eşitlik ilkesine
uyulması gerektiğini dile getiriyorlardı. Prens ve soyluların
baskısından kurtulmak için Rusya'yı garantör olarak gören köylü
tabakasının bu davranışı Rusya'nın işine geliyordu. Rusya prens
ve soylular ile köylü kitlesi arasındaki anlaşmazlıkları kendi
sömürgeci imparatorluk politikasına alet ediyordu. (Kasumov
1995: 71)
Rusya'ya göre şeriat Kafkasya’da
Rus işgaline karşı mücadeleyi kuvvetlendiren ve Kafkasyalıları
birleştiren bir faktördü. Din ve şeriat bölgenin işgaline
karşı başlıca tepki unsuru olarak kullanıldığından Rusya
İslam'la başedebilmek için halk arasında yaşayan örf ve
adetleri kullanmaya yöneldi. 1858’de kurulan Kabardey Bölge
Mahkemesi şeriat hükümleriyle birlikte örf ve adetleri de
uygulayarak karar veriyordu. 19. yüzyıl ortalarında artık
şeriat ile örf ve adetler birbirine karışmıştı.
Kabardey’deki mevcut sosyal
tabakaların yanı sıra toplumda din adamlarından oluşan bir
tabaka ortaya çıkmıştı. Müstakil bir tabaka sayılan din adamı
tabakasını oluşturanlar daha çok azat edilmiş köylü tabakası
arasından çıkıyordu. Prens ve soylular din adamlığına rağbet
etmiyorlardı. Din adamları her türlü vergiden ve yükümlülükten
muaftı, ancak bunlar soylular ve toprak sahipleri kadar
imtiyaz sahibi değillerdi. (Kasumov 1995: 39)
Kabardey’deki din görevlileri ve
ulemanın başlıca geçim kaynağı kendilerinin emrindeki
köylülerin sağladığı gelir, ayrıca diğer köylülerin ayni ve
nakdi ödedikleri özel harçtı. Kabardey aileleri her yıl aile
başına Baş Kadı için 50 Kapek vergi ödüyorlardı. (Kasumov
1995: 40)
Kafkasya özgürlük mücadelesinde
din faktörünün önemini dikkate alan Rusya din adamlarına karşı
gayet temkinli ve tedbirli davranıyordu. Rusya Çerkeslerin
Ortodoks Hıristiyanlığa geçmeleri için daha 16. yüzyılda
girişimlerde bulunmaya başlamış fakat İslam dininin bu bölgede
yayılmasına engel olamamıştı. Yalnızca Mozdok bölgesindeki
Kabardeyler Hıristiyan olmuşlardı.
19. yüzyılda Rusya bu yönde yeni
bir siyaset uygulamak istedi. Rus hükümeti Ortodoks
Hıristiyanlığı yaymak, yani İslam'a karşı savaş açmak yerine,
İslam'ı zararsızlaştırmayı, dini Rus aleyhtarı çevreden söküp
atmayı denedi. Bu sebeple, din adamlarının sosyo-ekonomik ve
manevi otoritelerini ortadan kaldırmaya ağırlık verdi. Bu
amaçla önce bölgede din adamlarının temel rol oynadığı,
şeriata dayalı mahkemeler kaldırıldı. Artık bütün sivil
davalara Rusya mahkemelerinde bakılıyordu. Şeriat düzen ve
yargısının kaldırılması din adamlarını toplumda sıradan
insanlar konumuna düşürdü ve bunlar arasında Rusya
düşmanlığının artmasına sebep oldu. İmam ve mollaların
Rusya’ya karşı cephe almalarıyla İslam Rusya’ya karşı
mücadelede önemli başarı kazandı ve başlıca faktörlerden biri
oldu. (Kasumov 1995: 58)
Orta Kafkaslar’da, Kafkas
dağlarının en yüksek zirvesi olan Elbruz dağı çevresindeki
yüksek dağlık bir bölgede yaşamakta olan Karaçay-Malkarlıların
İslamiyet'le tanışmaları 18. yüzyılda oldu. Karaçaylılar
İslamiyet'i 18. yüzyıl sonlarında Kabardeyler vasıtası ile
tanıyıp kabul ettiler. İslamiyeti Karaçay’a 1782 yılında
Kabardeylerin Abuk soyundan İshak Efendi adlı bir din adamı
getirdi. (Klaproth 1823: 294) Dağıstan'ın Kumuk bölgesinden
gelen bazı din adamlarının yanı sıra, Buhara’dan Karaçay’a
gelerek halka İslamiyet'i öğreten bir hocanın da Karaçay’da
İslamiyet'in yayılmasında önemli rolleri oldu.
1890’lı yıllarda Karaçay’da
bulunan N. Aleksandroviç Ştof, Karaçaylıların Müslüman
oluşlarıyla ilgili şu bilgileri verir:
“17. yüzyıl başındaki savaşa kadar
Karaçaylılar derin dağ vadilerinde putperest olarak
yaşamışlar. Kırım Hanı Kafkasya’da İslam dinini yaymak için
iki bölük asker göndermiş. Zelençuk ırmağı kıyısındaaki Çerkes
köylerini İslam dinine sokmuşlar. Kuban ırmağının başında ise
şimdiye kadar hiç kimseye boyun eğmeyen Karaçaylılara
rastlamışlar. Yurtlarını, hürriyetlerini korumak için
Karaçaylılar “Marca” adlı kutsal putlarından güç alarak
düşmanlarına karşı koymuşlar. Kırım Hanı’nın askerleri
İslamiyet'i Karaçay’a zorla kabul ettiremeden geri dönmüşler.
İslamiyet ancak 18. yüzyıl sonunda Karaçay’a girmiş”. (Şamanlanı
1987: 166)
Karaçay-Malkar’da toplumsal yapı
Kabardeylerde olduğu gibi çeşitli sosyal tabakalara
bölünmüştü. Halk prensler (biy), soylular (özden), hür
köylüler (azat) ve kölelerden (kul) meydana geliyordu.
Karaçay-Malkar’da İslamiyet'in
yayılmaya başlamasıyla birlikte toplumsal tabakalar arasında
din adamlarından oluşan bir “mollalar” sınıfı meydana geldi.
Mollalar prenslerin himayesi
altındaydılar. Halk Kabardey’de olduğu gibi mollaların
geçimini sağlamak zorundaydı. Her ev, mollalara kendi
mahsulünün onda birini, hayvanlarının ise beşte ikisini vermek
mecburiyetindeydi. Bu vergi İslami bir zorunluluk olmasa da
Karaçay-Malkar halkı tarafından “zekat” olarak
adlandırılmıştı. Kış aylarında her ev mollaya bir koyun
verirdi. Ayrıca mollanın hayvanlarını beslemesi için kuru ot,
mollanın ısınması için odun verilirdi. (Karaçayevtsı 1978:
208)
Karaçay-Malkarlılar 19. yüzyıla
kadar Kabardey prenslerinin hakimiyeti altında idiler.
Kabardey prensleri Karaçay-Malkar’da İslami hayatın gidişini
kontrol altında tutuyorlardı. Camiye gelmeyenlerden bir tür
vergi alınmasını uygulayan Kabardey prensleri yüzünden
İslamiyet Karaçaylılar arasında sadakatle tutulamadı. Köyleri
ile yaylaları arasında yarı göçebe bir hayat sürmeleri
sebebiyle Karaçaylılar çoğunlukla evlerinden uzakta, dağlarda
yaşıyorlar ve bu yüzden dini görevlerini tam olarak yerine
getiremiyorlardı. Bu sebeple Kabardey prenslerine sık sık
vergi ödemek zorunda kalıyorlardı. (Mote 1978: 199)
1848 yılında Karaçay’da hukuk
işlerine şeriat hükümlerine ve Karaçay-Malkar geleneklerine
göre bakılıyordu. Karaçay kadısı Mahamet Hubiy 1848 yılında
şeriat hükümlerine göre baktığı bir davada cezanın
hafifletilebilmesi için geleneksel hukuk törelerine göre hüküm
vermişti. (Şamanlanı 1987: 92)
Dini kurumların yerleşmeye
başlamasıyla birlikte Karaçay’da din adamlarının toplumsal ve
manevi otoriteleri de güçlenmişti. Ruslara karşı yapılan
savaşlarda din adamları önemli rol oynuyorlardı. Karaçaylılar
1854 yılında kadı Mahamet Hubiy önderliğinde ayaklanmışlar ve
Ruslar tarafından güçlükle bastırılabilmişlerdi. (Tavkul 1993:
40)
Kabardey’de olduğu gibi Karaçay’da
da din adamlarının ve şeriat hükümlerinin güçlendiğini gören
Rus hükümeti Karaçay’da hukuk reformu yaptı. Töre adı verilen
geleneksel mahkemenin yerini Rus hükümetinin resmi görevlileri
aldılar. Cinayet davalarına Rus kanunlarına göre bakılmaya
başlandı. Karı-koca arasındaki sorunlar ise şeriat
mahkemelerinin göreviydi. (Karaçayevtsı 1978: 210)
Karaçay-Malkarlılar arasında
İslamiyet'iyayılmasında Dağıstan’dan gelerek Karaçay-Malkar
halkına İslamiyet'iöğreten Kumukluların önemli rolü olmuştur.
18. yüzyılda Dağıstan’dan Karaçay’a gelen Kumuklu Aliy adında
bir din hocası Karaçaylılara İslamiyet'i öğretmek amacıyla
Karaçay’ın Kart Curt köyüne yerleşmiş ve onun soyundan bugün
Karaçay’da Aliy adında bir soy meydana gelmiştir.
Malkar prenslerinden Canhot oğlu
Arhot’un Dağıstan’dan Malkar’a davet ettiği Mottay ve İtiy
adlı iki Kumuklu kardeş de Malkar’da yerleşerek halka
İslamiyet'i öğretmiştir. Onların soyları da bugün Malkar’da
yaşamaktadır. (Cangulanlanı 1993: 151)
İslamiyet'in Kafkasya’nın
batısındaki Çerkes ve Karaçay-Malkar halkları ile doğusundaki
Çeçen-İnguş ve Dağıstan halkları üzerindeki etkileri farklı
olmuştur. İslamiyet'le henüz 8. yüzyılda Araplar vasıtasıyla
tanışan ve daha sonraki yüzyıllarda İslamiyet'i peyderpey kabul
eden Dağıstan ve Çeçen-İnguş halkları şafi mezhebine dahil
olurlarken, İslamiyet'i 17-18. yüzyıllarda Osmanlılar ve Kırım
Hanlığı vasıtasıyla tanıyıp kabul eden Çerkes, Abaza ve
Karaçay-Malkarlılar Hanefi mezhebine girmişlerdir.
Dağıstan ve Çeçenistan’da
Kafkasyalıların bağımsızlık savaşı dini bayrak altında,
Müridizm'in dini ideolojisi çatısının altında sürerken Batı
Kafkasya’da bu mücadele farklı şartlarda gelişerek değişik bir
tablo çizmiştir. (Kasumov 1995: 11)
Kafkas-Rus savaşları sırasında
İmam Şamil Doğu Kafkasya’da Dağıstan ve Çeçen kabileleri
arasında bir birlik sağlamaya muvaffak olmuş ve 1849 yılında
Batı Kafkasya’daki Çerkes ve Abazalar arasında da bir otorite
ve birlik kurabilmek için Muhammad Emin’i “naib” olarak o
bölgeye göndermişti. Ancak Müridizm'den çekinen Çerkes
kabileleri İmam Şamil’e bağlanmaktan kaçındılar. Çerkesler
aristokratik ve sınıflı bir toplum yapısına sahiptiler.
Halbuki Müridizm her şeyden önce eşitlik esasına, köleliğin
kaldırılmasına, imamın ve Allah’ın önünde herkesin eşit olduğu
prensiplerine dayalı idi. Çerkes prens ve soylularının bunları
kabul etmeleri mümkün değildi. Ancak sosyal tabakalaşma
sistemlerinde prens tabakası bulunmayan, soylu sınıfından bazı
ailelerin yer aldığı ve çoğunluğu hür köylülerin oluşturduğu
Abzegh, Natukuay ve Shapsughlar arasında müridizmin eşitlik
düşüncesi aristokrasinin gevşemesine yol açtı. (Habiçoğlu
1993: 54)
İslamiyetin toplumsal yapı içinde
örgütlenip kurumlaşamadığı Batı Kafkasya’nın aksine, Doğu
Kafkasya’da ortaya çıkan tarikatlar sayesinde İslam Dağıstan
ve Çeçenistan halklarının hayatlarına yön veren unsur oldu.
Nakşibendi tarikatı 18. yüzyıl
sonu ve 19. yüzyıl başında Şirvan yoluyla Dağıstan’a geldi ve
oradan 19. yüzyıl ortalarında Çeçen bölgesine ve Batı
Kafkasya’ya yayıldı. Dağıstan ve Çeçenistan’da hakimiyet kuran
nakşibendi tarikatı Batı Kafkasya’nın Çerkes bölgesinde fazla
bir varlık gösteremedi.
Rusyanın sıcak denizlere doğru
ilerleyişini bir asır geciktiren Kafkasya savaşları 1783
yılında İmam Mansur Uşurma’nın kutsal cihadı ile başlamış,
Nakşibendi tarikatı tarafından organize edilip yönetilen
1821-1856 arasındaki müridizm hareketinin sonuna kadar devam
etmiştir. (Bennigsen 1988: 51)
Nakşibendi tarikatının doktrinini
Çeçen-Dağıstan bölgesinde yayan İmam Mansur Uşurma’nın
vaazları hızlı bir başarı elde etmiş ve Dağıstan halkları onun
birlik çağrısına koşmuşlardı. 1785 yılında Rus ordusuna karşı
elde ettiği başarıdan sonra Çeçen ve Dağıstan bölgelerini
birleştirmeye muvaffak olan Mansur orta ve batı Kafkasya’daki
Çerkes kabilelerini de ayaklandırmaya teşebbüs etmiş ancak
Çerkes kabilelerinin toplumsal yapıları sebebiyle başarılı
olamamıştı. İmam Mansur’un 1791’de Ruslar tarafından
yakalanıp, iki yıl sonra ölmesiyle birlikte Nakşibendiler o
dönemde Kafkasya’da yok olup gittiler. (Bennigsen 1988: 95)
Nakşibendi tarikatı 1820’li
yılların başında Şirvan’da tekrar ortaya çıktı ve oradan
Dağıstan’a yayıldı. Kafkasya tarihinde önemli rol oynayan
Nakşibendi tarikatı sağlam disiplini, ideallerine tam
bağlılıkları ve tarikatın dayandığı sıkı hiyerarşi sayesinde
Kafkasyalıların 1824’ten 1859’a kadar süren Rus istilasına
kahramanca karşı koymalarını sağladı. (Bennigsen 1988: 96)
Kadiri tarikatı, Kafkasya’da
Nakşibendi tarikatından çok daha sonra, ancak 19. yüzyıl
ortalarına doğru, Nakşibendiler tarafından yönetilen
Dağıstanlıların direniş hareketinin mağlubiyetle neticelenmeye
yüz tuttuğu sırada ortaya çıktı. Bu tarikatı Kafkasya’ya
getiren Kumuklu Kunta Hacı’dır. Bu tarikat bilhassa
Çeçenistan’da ve Dağıstan’da Rus baskısının daha şiddetli
olduğu bölgelerde başarı elde etti. (Bennigsen 1988: 98)
1850-1865 yılları arasında, o döneme kadar putperest olan
İnguşları Müslümanlaştıranlar da Kadiri vaizleri oldular.
1864’ten itibaren Kadiri
müritlerinin artan sayısından korkan ve yeni bir isyanın
kaçınılmaz olduğuna inanan Rus hükümeti Kunta Hacı’yı
yakalayıp sürgüne gönderdi. Kunta Hacı 1867’de bir Rus
hapishanesinde öldü. Rus hükümeti Kadirilerin kitleler halinde
Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmelerini teşvik etti. 1865
yılında 5 bin Çeçen ailesi Osmanlı topraklarına göç etti.
Kaynaklar göç edenlerin sayısını 39 bin olarak göstermektedir.
(Habiçoğlu 1993: 86)
1877 yılında ilk defa bir araya
gelen Nakşibendi ve Kadiri tarikatı müridleri Çeçenistan ve
Dağıstan’daki büyük isyanda aktif rol oynadılar. İsyanı
bastıran Ruslar binlerce müridi Sibirya’ya sürgüne gönderdi.
1877 isyanının mağlubiyeti Kafkasya’daki tarikatların
faaliyetlerinde bir değişiklik meydana getirdi. 1917 yılına
kadar her iki tarikat gizli teşkilat karakterine büründü.
Akıncılığı ve savaşçılığı temsil eden “abreklik” geleneği
içerisinde tarikatların cihad ruhu devam ettirildi. (Bennigsen
1988: 100)
Nakşibendi ve Kadiri tarikatları
arasında belli bir denge kurulmuştu. Nakşibendi tarikatı daha
aristokratik ve tahsilli elemanları, buna karşılık Kadiri
tarikatı ise daha sade inançları, vecdi dansları ve cehri
zikri ile, bilhassa daha fakir ve daha az kültürlü kimseleri
kendine çekiyordu. Nakşibendiler Dağıstan’da hakim durumda
idiler. Kadiriler ise Çeçen-İnguş bölgesinde merkezlenmişti.
İslamiyet Kafkasya halklarının
toplumsal yapıları üzerinde çok çeşitli tesirler bırakmış ve
değişmeye sebep olmuştur. Batı Kafkasya’da aristokrasinin
zayıflamasına ve toplumsal tabakalar arasında eşitlik
düşüncesinin gelişmesine sebep olan İslamiyet, 19. yüzyılda
Rusya’nın Kafkasları işgal etmesini de yıllarca geciktirmiş ve
Kafkasya halkları arasında birlik ve dayanışma oluşturulmasına
vesile olmuştur. Ruslara karşı “etnik kimlik” özelliği kazanan
İslamiyet sayesinde Kafkasya halkları “Birleşik Kafkasya”
ideali etrafında toplanmışlardır.
KAYNAKÇA
Aşemez, H. Adıgey
(Çerkesya)’in kısa tarihi. Kafkasya Kültürel Dergi, 10
(39-42), 1973, 36-89.
Baj, Jabagi.
Çerkesya’da sosyal yaşayış-adetler. - Ankara, 1969.
Bennigsen, Alexandre-Chantal
Lemercier-Quelquejay. Sufi ve Komiser. Rusya’da İslam
Tarikatları. çev. Osman Türer. - Ankara. 1988.
Cangulanlanı İbragim.
İslam din kirgen zamanda. Mingi Tav (Nalçik), (5), 1993,
151-152.
Evliya Çelebi.
Seyahatname. 11. kitap. - İstanbul, 1970.
Habiçoğlu, Bedri.
Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler. - İstanbul, 1993.
Karaçayevtsı. ed. L.
İ. Lavrov. - Çerkessk, 1978.
Kasumov, Ali-Hasan
Kasumov. Çerkes soykırımı. - Ankara, 1995.
Kırzıoğlu,
Fahrettin. Osmanlıların Kafkas ellerini fethi (1451-1590). -
Ankara, 1993.
Klaproth, J. Voyage
au Caucase et en Georgie. - Paris, 1823.
Kusko, Mahmut.
Kafkas milletleri. Kafkasya Kültürel Dergi, 2 (7),
1965, 6-11.
Mote, Victor L.
Karachay. Muslim Peoples: A World Ethnographic Survey. -
Connecticut, 1978.
Şamanlanı İbrahim.
Koban Başında. Tarih haparla. - Çerkessk, 1987.
Tardy, Lajos. The
Caucasian peoples and their neighbours in 1404. Acta
Orientalia, 32 (1), 1978, 83-111.
Tavkul, Ufuk.
Kafkasya dağlılarında hayat ve kültür. Karaçay-Malkar
Türklerinde sosyo-ekonomik yapı ve değişme üzerine bir
inceleme. - İstanbul, 1993.
Tavkul, Ufuk.
Kafkasyaa’da etnik ve sosyo-kültürel yapının tarihi kökenleri.
BİR, (7), 1997, 135-170.
Walsh, Harry. Ibero-Caucasian. Muslim peoples: A World
Ethnographic Survey. - Connecticut, 1978. |