|
|
................... |
|
................... |
ASİMİLASYON
ÇAĞLARI GEÇTİ
|
Baskın Oran
Agos
Gazetesi, 26 Aralık 2003 |
|
|
................... |
|
................... |
Önce, internetten gelen bir habere göz
atalım: "Kürtlerden sonra 21 Aralık'ta 36 Kafkas derneğinin
birleşerek oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu da,
anadillerini yaşatmak amacıyla çalışma başlatmış.
(...) Federasyon başkanı Muhittin
Ünal, Türkiye'de 5 milyon vatandaşın oluşturduğu bu kültür
grubunun göz ardı edilemeyeceğini belirterek, RTÜK ve Milli
Eğitim Bakanlığı'na gerekli başvuruları yaptıklarını
belirtmiş." Bundan sonrası sıkı polemik.
Nasıl birisi yazı yazmış da, nasıl öteki onun tek paragrafını alıp
eleştirmiş de, bu eleştiri sırasında nasıl önce 'Sayın' diye
başlayıp arkasından 'sen' diye hitap etmiş de... Okumaya ne zaman
yeter, ne can. Zaten anlamışsınızdır ya, söylenmek istenenin özü
şu: Kürtler anadillerini kullanmak ve böylece Türkiye'yi
parçalamak istiyor. Bu iş bulaşıcıdır. Şimdi bir de Kafkasya
kökenliler anadil davasına düştü. Vatan böyle böyle elden gidiyor.
Daha kim bilir kimler sıraya girecek. Biz Türkler kendi
vatanımızda geriye itileceğiz, azınlıktan beter olacağız.
Panik durumu
Bu, tipik bir panik durumu. Panik sırasında laf anlatmak zor
iştir. Doktor önce yatıştırıcı ilaçlar verir, sonra görüşme yapar.
Ben bu olanağa sahip olmadığım için oturup doğrudan vaaz
vereceğim, çaresiz.
1) Bu panik, Türkiye'de artık asimilasyon'un (yani başat
etnik/dinsel grubun kendi değerlerini başka gruplara da
benimsetmesi ve onların toplumsal belleğini sıfırlaması olayının)
mümkün olmadığını sezmekten kaynaklanıyor. Bu konularla epey
zamandır uğraşan biri olarak, tarihten çıkardığım kuralı arz
edeyim: Bir ülkede eğer önce 'ortak ekonomik pazar' (OEP) kurulur
ve epey bir süre uygulanır, sonra azınlık bilinci oluşursa,
asimilasyon mümkündür. Ama önce azınlık bilinci oluşur, ondan
sonra OEP kurulursa, asimilasyonun hiç şansı kalmaz. Bunu daha
önce de bir biçimde yazdığımı hatırlıyorum ama, zararı yok;
tekrardan zarar gelmez.
OEP'den kasıt, çok basit söylenirse, ülke-nin bir ucunda üretilen
bir malın ülkenin öteki ucunda yaklaşık aynı fiyata ve her an
satın alınabilmesidir. Bu durumda o ülkenin insanları devamlı
yoğun temas içinde olur. Bu temas sonucu, başta dil olmak üzere,
farklı değerler 'ulusal değerler' adı altında standartlaşır ve
ortaklaşır.
Sonuçta bütün bireyler, alt kimlikleri ne olursa olsun, üst
kimliği benimserler. Bunun adı 'doğal asimilasyon'dur.
Osmanlı ve 1980'ler sonrası
Osmanlı'da OEP yoktu. Ankara'nın buğdayı, komşusu ve Anadolu'nun
tahıl deposu Konya'dan değil, Karadeniz ötesindeki Kırım'dan
geliyordu (Lazlar bu nedenle fırıncı ve pastacıdırlar). Türkiye'de
OEP'nin kurulması ise ancak 1980 sonrası başladı. İstanbul'da
üretilen çokobilmemne Diyarbakır'da
ve Mardin'de, Diyarbakır'ın içli köftesi ve Mardin'in telkarisi
İstanbul'da
80'den sonra her zaman bulunmaya koyuldu.
Oysa Kürtlük bilinci bundan çok önce, en geç 60'larda kesin
yerleşti. Dolayısıyla, artık Kürtleri asimile etmenin olanağı
yoktur ve bunun iyice ezberlenip bütün planların bunun üzerine
bina edilmesi akıllılık olur.
Yani, Türkçe'si, 'zorla asimilasyon'a artık başvurmamak gerekir.
Bu, ancak tepki yaratır ve azınlık bilincini sivriltir.
Bazı uygulamalar
Yani, kapısı 5 cm dar diye Kürtçe kursu açtırmamak, 'Yurtta Sulh
Cihanda Sulh' afişlerini Kürtçe diye toplatmak, Show TV gözümüzün
içine içine girerken Welat adlı çocuğu nüfusa kaydetmemek vs.,
'ulusal birlik' projesini resmen sabote etmekten başka anlam
taşımaz. Hele de, küreselleşmenin altkültürleri desteklediği bir
dönemde ve Ortadoğu'da Kürt devleti kurulmakta olduğu bir sırada.
2) Türkiye'de Kürtler dışındaki diğer alt kimliklerin de
(Çerkez, vs.) bu kervana katılmak istemesi 'ulusal birlik' için
tehlikeli değil, aksine, çok yararlı bir şeydir. Çünkü yalnızca
Kürtler sivrilirse, yukarıda birkaç örneğini verdiğim inanılmaz
akılsızlıklarda hala ısrarcı bir Türkiye'den bir gün ayrılmaları
olasılığı, kağıt üzerinde de olsa, vardır.
Oysa tüm alt kimlikler kendilerini ortaya koyma olanağı bulurlarsa
hepsi birden sivrilir, yani hiçbiri sivrilmez. Sadece, demokrasi
artmış olur. Bu da 'ulusal birlik'i güçlendirir: 'Zorunlu
vatandaş'tan ürkmek lazımdır; 'gönüllü vatandaş'tan değil. Onun
için, yapılması gereken şey, belli bir gruba ayrıcalık tanımak
değil, herkese birden hak tanıyarak ayrıcalık denen şeyi ortadan
kaldırmaktır. Örneğin, 'Kürtçe kursu açılabilir' diye kural olmaz.
'İsteyen, istediği dilde kurs açabilir' diye kural olur.
Asıl korkulacak olan
Zaten, yapılan da budur. Ama, bu ikinci kuraldan yalnızca Kürtler
yararlanmak için başvuruyorlarsa, otomatikman birinci kural
geçerli olur. İşte, korkmak gerekiyorsa, ki Türkiye'de kimi
insanlar korkmaya pek meraklı gözükmektedirler, bundan korkmak
gerekir.
Bunun içindir ki, Kürtlerin yanı sıra Çerkes'inin, Gürcüsünün,
İslamcısının vesairesinin teker teker ortaya çıkıp kendi alt
kimliklerini öne sürmek istemesi ulusal birlik için çok iyi bir
şey. Ama, kimilerimiz bu basit kuralları öğrenene, ülkenin
1930'ları çoktan geçtiğini idrak edene, 30'larda ısrar etmenin
gericilik olduğunu anlayana kadar daha epey işimiz var. Baksanıza,
sözünü ettiğim internet mektubunda 'Türkler, devletlerine sahip
çıkmalıdırlar' diye yazıyor. Türkiye'nin 'en büyük' gazetesi
Hürriyet'in hala 'Türkiye Türklerindir' diye ilan ettiği, Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu'nun İstanbullu Rum yurttaşlara 'Türk olmayan'
dediği, Danıştay'ın yine Rumlarımızı 'Yabancı uyruklu TC
vatandaşı' saydığı bir Türkiye'de, yazacaktır kardeşim. Yazmakta,
yerden göğe mazurdur.
|
|
|
|
|
|
|
|