|
|
................... |
|
................... |
AYDINLAR ve BAZI VASIFLAR |
Mehmet Cüneyt
Birkök |
|
|
................... |
|
................... |
Giriş
‘Entelektüellik nedir?’ veya ‘Aydın kimdir?’ sorusu, bu
sorunun işaret ettiği sosyal grubun hemen her çağda ve
toplumda görülmesi ve bu grubun bir fonksiyonu olan farklı
türden bilginin açık bir şekilde giderek daha da çok
etkinleşmesi ve yaygınlaşması sebebiyle, önemli bir sosyolojik
analizin konusunu teşkil etmektedir. Sosyal pozisyonları itibariyle sosyal
tabakalarda müşahede edilebilir herhangi bir sınıfa ait net
özelliklerin tümünü göstermeyen, ancak toplum yapısının üst
tabakalarına yayılmış, toplumsal ortalamanın çok üzerinde
ileri bir eğitime ve yeteneğe sahip izafi bir zümre vardır. Bu
zümre, biyolojik bir unsur olan aklın ve zekanın tezahürüyle
ortaya çıkan bilgi üretme fonksiyonu itibariyle sosyolojik bir
fenomen olarak incelenebilir. Bu çalışmada aydınların
belirleyici fonksiyonlarının neler olduğu konusu tarihi metot
kullanılarak tartışılmaktadır. Çalışmanın ana hatlarını
çizmeye kullanılacak kavramların çerçevelendirilmesiyle
başlamak gerekmektedir.
Aklın sosyal fonksiyonları pek çok bilim dalı tarafından farklı
açılardan ele alınmaktadır. Adaletten sanata kadar her konu ile
ilgili fikirler, ideolojiler, inançlar, felsefe, bilim, teknoloji,
ve düşünce sistemleri gibi mevcut tüm kültürel ürünlerle ilgili
olan aklın sosyal fonksiyonlarına, entelektüel hayat diyebiliriz.
İşte bu hayatın aktörleri, konumuzun çerçevesini teşkil
etmektedirler. Entelektüellik, genel olarak kültür dünyasında
aktif rol yüklenen herkese atfedilmektedir. Fikirleri bizi
etkileyen herhangi bir kişiden, insanlığın gördüğü en büyük
dahilere kadar herkes çoğu kere bu sıfatla adlandırılabilmektedir.
Geniş anlamıyla ele alındığında, Aron'a göre, entelijansiya olarak
adlandırılanlar günümüzde daha kalabalık bir yekûn tutmaktadırlar,
daha özgür ve etkilidirler (Aron, 1957, s. 203-208). Dar anlamda
sadece ilim adamları ve uzmanlar bu guruba dahil edilebilirler.
Bilginin üretilmesi ve yayılması konusunda evrensel formasyon
yüklenerek toplumları daima derinden etkileyen, yönlendiren ve
geleceklerini hazırlayan bir sosyal grup olmalarına rağmen
genellikle diğer gruplar veya sınıflar kadar bilimsel analizlerin,
ideolojilerin veya düşünce akımlarının konusu olmamışlardır.
Şehirleşme, kırsal kesim, işçi sınıfı, burjuva gibi kavramlar
bilimsel düşünceler, ideolojiler, doktrinler tarafından etraflıca
değerlendirilmekte fakat bu değişmeleri sağlayanların arkasında
aydınların bir faktör olarak etkinliği yeterince analizlere
katılmamaktadır. Sistematik bir yaklaşımla ancak yakın dönemlerde
bilgi sosyolojisinin ve münferit aydınların kendileriyle ilgili
olan bu konuya eğildikleri görülmektedir (Gouldner, 1979).
Aydınlarla ilgili olarak Bilgi Sosyolojisi, Bilim Sosyolojisi,
Aydınlar Sosyolojisi gibi mazisi oldukça yeni sahalar ve
yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.[i] Özellikle 19. yy.' dan bu yana
hızlı toplumsal değişmede aydınların önemi ve etkinliği daha da
iyi anlaşılmaktadır. Eski Yunan'dan beri özellikle aydınlar ve
entelektüellikle ilgili olarak bilim adamları, sanatçılar,
yazarlar ve filozoflar hakkında münferit çalışmalar yapılmıştır.
Hatta, bilim ve sanatla ilgili daha genel çalışmalar da mevcuttur.
Ancak genel bir teori halen kurulamamıştır. Düşünce ile sosyal
yapı arasındaki ilişkiyi inceleyen bilgi sosyolojisi, bu çerçevede
bir alt grup olarak aydınları ele almaktadır.
Sosyoloji ise, hem bir sosyal grup olarak ve hem de toplumdaki
fonksiyonları bakımından sosyal yapı ve sosyal değişme içinde bir
unsur olarak entelektüelleri incelemektedir. Gruplar, ait
oldukları düşünce sistemi, tarihi süreç, toplum yapısı gibi
faktörlerden bağımsız olarak anlaşılamazlar. Bu sebeple bazı
sorular hareket noktası alınarak bir sosyolojik çerçeve
çizilmelidir. Entelektüeller başlı başına bir sınıf mıdırlar,
yoksa toplumdaki tabakalara veya sınıflara yayılmış mıdırlar? Halk
aydını, yöneticiler, elit zümre, uzmanlar, bilim adamları,
sanatçılar gibi münevverleri oluşturan kesimin nitelikleri,
gelenekleri ve alt grupları nelerdir? Bilgi üretimi, düşünce
sistemleri ne tür sosyal şartlara bağlıdır ve bu şartların aydın
gurubunun oluşmasında hangi katkıları bulunmaktadır? Kültür
değişmelerini ne ölçüde aydınlar sağlamaktadırlar? Tüm bu
soruların ışığında aydın kesimin çok yönlü araştırılması ve
hakkında genel bir teori kurulması gereken bir konu olduğu
ortadadır. Aşağıda, entelektüellik hakkındaki yargıları
sosyolojik bir bakış açısıyla değerlendirerek kavramı
inceleyeceğiz.
Kavramın etimolojik anlamı
Değişen bir kavramın tam bir tanımı mümkün değildir. Bu sebeple
kullanıldığı şekliyle anlamlandırmak yerinde olacaktır. Terimi
kullanmak için ortaklaşa olarak zımnen kabul görmüş bazı temel
kıstaslar mevcut olmakla birlikte, bunların önemleri yazarlara
göre değişmektedirler. Entelektüelliğin sosyolojik bir tasvirini
yapmak için bir başlama noktası olarak etimolojik bilgilerden
hareket etmek yararlı olacaktır.
Latince bir kökten türetilen "intellect" kelimesi akıl, zeka
anlamına gelmektedir. Aynı kökten "intelligence" kelimesi daha
ziyade mevcut zihni kapasiteyi vurgularken, "intellect" sözcüğü
zihni gücü ifade etmektedir (Webster's, 1989. s. 738-9). Ancak bu
güç bilimsel olarak net bir şekilde henüz ortaya konmamıştır.
Zihni gücü ölçmek için kullanılan testler de teknik ve kültürel
olarak sınırlıdır. Bu konuda yapılan araştırmalar IQ (Intelligence
Quotient) testlerinin ötesinde, standartlaştırılan zeka türlerinin
en az 7 kategoride olduğunu ortaya koymuştur. Bunların arasında
müzik zekası, uzay zekası, sosyal zeka gibi türler bulunmaktadır (Kantrowitz,
1993, s. 48-9). Başka araştırmalarda duyguların da zekayı
belirleyen bir faktör olarak ölçümlemelerde hesaba katılması
gerektiği öne sürülmektedir. Zekanın ölçülerek belli bir standarda
oturtulamaması, entelektüelliğin tanımında bir kriter olarak
almayı engellemektedir. Öte yandan entelektüellik sadece
biyolojik bir zihin potansiyelinin çeşitli meseleler karşısındaki
performansı da değildir.
Dilimizde entelektüel sözcüğü, "Aydın, Münevver" kelimeleriyle
karşılanmaktadır. "Aydınlatılmış, ışıklı" anlamına gelen münevver
kelimesi ilahi kökenli bir ışık olan "nur" kökünden türetilmiştir.
Bu etimolojik özellik aydınlığın, yani bilgi ile donanmanın,
sadece akılla değil, duygu, sezgi, kalp gibi diğer faktörlerin de
katılarak sağlanabilmesi anlamını vurgulamaktadır. Aydınlanma,
sadece akıl için ve akla has bir vakıa değil, insanın bir bütün
olarak, tüm veçheleriyle ele alındığı bir olgudur. Bu nedenle
dilimize yerleşmiş olan entelektüel kelimesinin etimolojik olarak
daha ziyade zihnin gücünü ön sırada tuttuğunu, Aydın’ın ise akıl
ve inancı birlikte işaret ettiğini söyleyebiliriz. Genel kabul
gören entelektüel niteliği şöyle açıklamak mümkündür: "Sanat ve
bilimde gerekli olan 'intelligenceden' farklı olarak 'intellect',
bir hükmü (maddeyi) ayrıştırma kapasitesi, bir sebep-sonuç
ilişkisinin ötesine geçiş, değerlerin esas manasını bularak
mesleki veya profesyonel hayata sokmaktır"(Coser, 1993, s. 288).
Pek çok meslek sahibi insan belli bir probleme ait somut cevapları
almaya yönelirken, entelektüeller realitenin ve kültürün somut ve
aşikar olmayan gizli unsurlarını, manaları ve değerleri ararlar ve
daha genel değerlendirirler. Onlar için geleneklerin,
alışkanlıkların, eşyanın bulunduğu gibi olması asla tatminkar
değildir. Başka türlü düşünmekle daima bir üst gerçeği
sorgularlar. Entelektüel tecessüs onların kendilerini aşmalarını
sağlamaktadır. Kendilerini, hakikat ve adalet gibi soyut
düşüncelerin veya ahlaki standartların özel koruyucuları olarak da
addederler (Coser, 1993, s. 288). Pratik olarak, toplumu sürekli
müşahede altında tutar, problemleri ortaya çıkarır, hataları ikaz
eder, çözüm yolları önerirler.[ii] Netice itibariyle
entelektüellik, insanın sahip olabileceği ortalamanın üstündeki
biyolojik potansiyelin ve evrensel özelliklerin yanı sıra,
kültürlere göre de değişebilecek şekillerde sosyal olarak
formlanması ve kültürel olarak donanması ile bir bilgi yaratma,
kullanma ve koruma fonksiyonudur.
Tarihçe
Bazı kaynaklar modern entelektüelliğin Fransız İhtilali zamanında
ortaya çıktığını kabul etmektedir (Huszar, 1960, s. 5). Terim
olarak ise, 19. YY'da Fransa'daki Dreyfus[iii] olayında ilk defa
tartışma konusu olmuştur (Outhwaite, 1993, s.288). Daha sonraki
dönemlerde özellikle Rusya'da, Rusça Intelligentsiya kelimesi,
Sovyet toplumunda işçi ve köylünün dışında kalan yönetici
kitlesini, Batı tarzı eğitilmiş Rus elit tabakasını -yöneticiler,
yazarlar, bilim adamları, üniversite profesörleri- işaret etmek
amacıyla kullanılmıştır (Seton - Watson, 1964, s.341). Terimin
giderek genişletildiği ve daha sonra bu zümreye hukukçular,
öğretmenler, doktorlar gibi bazı meslek gruplarının da katıldığı
görülmektedir. 19 ve 20. yüzyıllarda Rusya'nın Batılılaşması ile
birlikte büyük siyasi hareketler hep aydın sınıf içinde cereyan
etmiş ve bu yüzden intelijansia kelimesi bir dönem sadece
Rusya'daki üst tabakayı ifade eden bir anlam kazanmıştır. Daha
sonra her ülkede sosyal ve siyasi hareketlerde baş rol oynayan
aydınların -veya elit tabakanın- ortak adı olmuştur.
Batı toplumunda modern anlamda entelektüelliğin bir sosyal grup
olarak belirli bir tarzda gelenek veya sınıf oluşturmaları, sosyal
varlık olarak incelenmeleri ortaçağdan itibaren başlatılmaktadır.
Coser, Batı'daki bu geleneğin oluşumunu ve değişimini şöyle
özetlemektedir: Ortaçağdaki reformasyon ve rönesans döneminden
sonra kilisenin monopolistik ve birleştirilmiş dünya görüşü
parçalandı. Entelektüeller bağımsız bir ses olarak yükselmeye
başladı. Yalnız dini ve yalnız dünyevi güçler sosyal hayatta yer
almaya başladı ve gerek kilise, gerekse dünyevi kurumların farklı
olarak eğittikleri insanların düşünceleri birbirleriyle yarışmaya
başladı. Çeşitli güç ve etki merkezlerinin ortaya çıkmasıyla,
düşünce ve doktrin ekollerinin temsilcileri tarafından taşınan
fikirlerin çatışmaları alevlendi. Bazı entelektüeller kısmen eski
merkezlere bağlı kaldılar, ama en azından seçim şansları vardı
artık. Entelektüeller 18. Y.Y. dan sonra okuma-yazmanın
yaygınlaşmasıyla halk ve düşünce kurumları arasındaki karmaşık
ilişkiler ağına önem vermek durumunda kaldılar. Modern dünyada,
Doğu ve Batı'daki entelektüeller stratejik bir pozisyon aldılar.
Sık sık kazanılmaya çalışıldılar, fakat sık sık da, israf edilmiş
ekonomik değerler gibi, güç sahipleri tarafından harcanmaktadırlar
(Coser, 1993, s. 288-9).
Eski Yunan'da, günümüzü de etkileyen sosyal ve siyasi faaliyetleri
olan entelektüeller önemli bir zümreyi teşkil etmektedir.
Düşünme, akıl yürütme gibi felsefi nitelikli de olsa
entelektüelliğin temel geleneklerinin bu dönemde fonksiyonel
olduğunu görüyoruz. Ayrıca insan, kainat, madde, ruh, devlet,
sosyal sistem, elitler gibi önemli kavram ve konularda
kendilerinden sonraki düşünürleri etkileyen ve günümüze kadar
uzanan düşünce ve ekoller bu dönemde kurulmuştur. Bu dönemin
aydınları ile sosyal yapı arasında güçlü bir etkileşim
görülmektedir. Daha sonraları Batı'nın Ortaçağında teolojiyle
uğraşan din adamları ortaya çıkmaktadır. Bunların bir kısmı
Hıristiyanlık ile İlkçağ felsefesini bağdaştırmaya çalışmışlar,
bir kısmı da ilkçağ ile İslam felsefesi arasında tercüme yoluyla
aracılık yapmışlardır (Keklik, 1982, s.58-60). Dolayısıyla
entelektüel tarihte pek fazla orijinal katkıları yoktur. Bu
dönemde sosyal yapı bakımından asıl etkili olanlar ruhbanlardır.
Bir tür yönetici elit olmalarına rağmen bu dönemin ruhban sınıfı,
entelektüel sayılmamaktadır. Ancak Batı'nın seküler döneminde
bilimin yerini kabul eden ruhbanlar, dini entelektüeller olarak
adlandırılmaktadırlar. Dikkat edildiği takdirde, modern anlamda
bir aydın kesimin (entelijansiyanın) rasyonel düşünceyle
başlatıldığı görülmektedir. Ortaçağ teolojisinin tek düşünce,
kilise kurumunun hakim güç olduğu bir dönemde aklın ve insan
tecrübesine dayanan bilimin yaşaması mümkün değildir. Bu sebepten
dolayı, Batı'da entelektüelliğin tarihi kilise hakimiyetinin
kaldırıldığı sekülarizmle birlikte başlatılmaktadır. Öte yandan bu
dönemde İslam düşünürleri tarafından pek çok bilim dalının
temelleri atılmış veya bunlara rasyonel katkılar yapılmıştır. Dini
inançların ya da kurumların münevverleri engellemesi veya yanlış
yönlere sürüklemesi şöyle dursun, bütün çalışmalar ibadet amacıyla
yapıldığı için artırılmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır.
Bundan dolayı yükselme dönemlerindeki İslam toplumlarında
aydınların, sosyal kurumlarla barışık olmanın da ötesinde,
toplumsal değerlerin gerçek bir tezahürü oldukları
anlaşılmaktadır. Sonuç olarak entelektüellik kavramında (rasyonel
olmakla eş anlamlı olarak) bilimsel olmak veya en azından bilime
aykırı olmamak şartının mutlaka sağlanmış olduğunu görüyoruz.
Bununla beraber, günümüzde kavramın ferdi tanımlayan bir vasıf
olarak da anlam kazandığı görülmektedir. Bir gazeteci, öğretmen
veya ortalama kültür birikiminin üstünde olan herhangi bir meslek
erbabı entelektüel sayılabilmektedir. Hatta doktorluk, avukatlık
gibi bazı meslekler bilimsel veya kültürel derinlik şartı
aramaksızın entelektüellik sıfatını sağlamaktadırlar. Çok okumak
veya çeşitli konularda detaylı malumat sahibi olmak da entelektüel alamet sayılmaktadır. Kavram, sayı itibariyle az, ama
nitelik itibariyle çok önemli bir zümre olarak düşünülmektedir.
Ancak, bilim, sanat, din, meslekler gibi değişik kategorilerdeki
fertlerin hepsini kapsama dahil etmek tanımı anlamsızlaştırır. Bu
safhada önemli bir unsuru kavramın kapsamına dahil etmek
gerekmektedir. Bu da aydının toplumu etkilemesidir.
Entelektüelleri toplumu değiştirme gücüne sahip, gerekli özel
şart ve yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir.
Aşağıda, değişme ve aydın arasındaki ilişkide, aydınlara ait bazı
vasıfların değerlendirilmesi yapılacaktır.
Entelijansiya sınıfı ve kültürel değişme
Entelijansiya terimi, kültürel değişmeyi sağlayan, küçük bir
azınlık olan elit grupları veya kültürel bakımdan önde gelen
şahısları işaret etmek amacıyla kullanılmaktadır. Kültür
değişmelerini sağladıkları konusunda tereddüt olmamakla birlikte
işlevleri itibariyle tartışılmaktadır. Toynbee'ye göre, genel
olarak aydınlar kültür transformasyonu vasıtasıyla değişmeyi
sağlarlar, yani, herhangi bir toplumda yabancı bir medeniyetin
darbelerine hayatı adapte etme problemini çözmek ve hizmet etmek
için özel bir sınıfa ihtiyaç vardır; elektrik akımını bir
voltajdan diğerine değiştiren transformatörün beşeri karşılığı
gibi genellikle Rusça adı entelijansiya ile bilinen sınıf bu
talebe cevap vermek üzere sahneye çıkmıştır (Toynbee, 1947, s.
393-403). Bu grupların kendilerine has kimlikleri ve sosyo-politik
nüfuzları vardır. Toplumlara göre ağırlıkları değişmekle birlikte
ne orta sınıftan ne de herhangi bir mesleki gruptan net bir
şekilde ayrılmazlar, çünkü içinde bulundukları toplumun sosyal
özelliklerini taşırlar. Bu bakımdan orta sınıf büyüdükçe ona bağlı
olarak entelijansiya da gelişmektedir.
Ancak, Seton-Watson'a göre, gelişmemiş ülkelerdeki orta sınıfla
entelijansiya arasında böyle bir kültürel bağlantı yoktur.
Gelişmekte olan ülkelerde, Batılılaşma sebebiyle, entelijansiya
ait oldukları toplumun özellikleriyle mücehhez değildirler;
Batı'nın askeri ve ekonomik gücüyle başa çıkabilmek ve Batı
tarzını elde edebilmek için Batı toplumunu taklit ederek (Rusya ve
Japonya örneği), yahut Batı siyaset ve eğitiminin baskısı veya
istilası (Hindistan ve Çin-Hindi örneği) ile dış güçler tarafından
suni olarak yaratılmışlardır (Seton-Watson, 1964, s.340-1). Bundan
dolayı ortak kültürel özellikler bakımından orta sınıfa bağlı
değildirler. Toynbee'ye göre ise, İntelijansia, davetsiz
medeniyetin oyunlarını, gerektiği takdirde onların toplumlarında
hareket edebilecek kadar öğrenmiş bir irtibat subayı sınıfıdır (Toynbee,
1947, s. 394). Batı tarzı eğitimleriyle kazandıkları idealleri ile
kendi toplumlarının realiteleri arasındaki tenakuz, onların kritik
etmeden herhangi bir Batı kaynaklı fikri kabul etmelerine ve bu
yöndeki organizasyonlar veya hareketler içinde liderlik
yapmalarına sebep olan başlıca faktördür.
Tarih felsefesi açısından medeniyetleri, buna bağlı olarak da
aydınların toplumsal rollerini değerlendiren Toynbee'ye göre bu
ülkelerin aydınlarının batılılaşma macerasındaki tutumları, bir
yanılgıdır. Silah, iktisat gibi onun üstün olduğu hususlarda başa
çıkabilmek isteyen aydınlar, Batı'nın sadece bu ürünlerini
alabildiler. Çünkü amaçları sadece buydu; yenilgiyi Batı'nın
kendilerine karşı kullandığı araçları edinerek giderebileceklerini
sanıyorlardı. Onların arkasındaki gerçek sebebe ulaşamadılar. Bu
unsurların ithaline değil, kendi ülkelerinde üretilmesine
ihtiyaçları vardı. Silah satın almakla veya iktisadi sistemlerini
değiştirmekle güçleneceklerini sandılar. Oysa güç araçlarda değil,
toplumun iç dinamiklerinde bulunan yaratıcılıkta gizliydi. Toynbee,
nihai analizinde medeniyetleri yaratan bir çeşit ruhsal gücün
varlığına işaret ediyor: "...her şeyin üstünde spiritual kültürde
bulunan iç güç, medeniyet olarak adlandırılan şeyin harici
görüntülerini yaratır ve yaşatır" (Toynbee, 1959, s. 166-7). Bu
sebeple aydınlar, toplumun spiritual kültüründe bulunan gerçek
dinamikleri olan yaratıcılıklarını kullanmadıkça elde edilen sonuç
başarısız bir taklitçilik olacaktır. "Gerçek şuydu ki her bir
medeniyet, her bir hayat tarzı ayrıştırılamaz bir bütündür
(tamlıktır), bütün parçalar birbirine kenetlidir ve kendi içinde
birbirine bağımlıdır" (Toynbee, 1959, s. 251).
Bu sebeple aydın, kendi sosyal realitesinin bir fonksiyonu
olmalıdır. Temel fonksiyonlarının bilgi üretimi ve topluma
yansıtılması olduğuna göre, bu faaliyet kendi sosyal realitesinden
bağımsız değildir. Elbette hiç değişmeyen veya çok uzun süreçlerde
değişen faktörler bulunmakla birlikte, sosyal realiteler
değişmektedirler. Niteliklerin, geleneklerin, sosyal rollerin her
toplumda ve çağda farklı olduğu görülmektedir. Bu gözlem, genel
vasıfların ötesinde kültürlere ait değişken olan özel niteliklerin
de söz konusu edildiği bir tanımı gerekli kılmaktadır. Böylece
eğitimli insan, kendi sosyal realitesinden neşet etmiş ve ona
yönelmiş olduğu takdirde aydınlatma misyonunu yüklenebilecektir.
Aksi takdirde, toplum kendi kültürel nitelikleriyle donanmadığını
gördüğü "okumuşunu" sosyal kontrol mekanizmalarıyla reddedecektir.
Toplumumuzda bazı yabancılaşmış kişilere "entel" denilerek
reddedilmesi bunun bir örneğidir. Ayrıca, toplum empoze edici veya
dikteci aydın ve elit tipini de dışlamakta, bunların dayatmacı
uygulamalarına mümkün olduğunca direnmektedir. Kendisinin -daha
açık bir deyimle kendi kimliğinin bir parçası olan aydının-
üretmediği bilgiye yabancılık çekerek onu reddetmektedir.
Yabancılaşmış aydının kimliğinin yanı sıra, sahip olduğu bilginin
de halk tarafından alaycı bir üslupla hor ve hakir görülerek
reddedilmesi çok önemli bir husustur. Böylece bilgi ile insan
arasında farklı bir kimlik unsurunun bulunması gelişmeyi
engelleyen bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerden
dolayı, aydının profesyonel geleneklerinin yanı sıra toplumuna ait
kültürel geleneklere de bağlı olması gerekmektedir. Bu gelenekler
aydının halkıyla arasındaki iletişim kanalıdır. Daha açık bir
deyişle halk ile aydının aynı dili konuşuyor olmaları
gerekmektedir. Aksi takdirde, birbirlerinin dillerini anlamamaları
durumunda aydın, halkı tenvir eden, ülkeye hizmet eden bir
"münevver" değil, bir yabancıdır.
Bir başka yaklaşımla kültürel geleneklere bağlılık konusunu bilgi
sosyolojisi ışığında irdelemekte fayda vardır. Her çağın ve
toplumun sosyal şartları farklı olduğundan bu iki boyuta göre
aydınların sosyal realiteye bakış açıları, ilgi alanları ve genel
olarak düşünce yapıları değişmektedir. Mesela, eski Yunan'da
filozoflar genellikle akıl ve metafizik yaklaşımlarla felsefeye;
daha sonraki İslam medeniyetinde alimler ve hakimler akıl ve
tecrübenin yanı sıra en önemli bilgi kaynağı olarak vahyi esas
alarak bilime, dine, irfana; Modern dönemde ise materyalist ve
rasyonalist yaklaşımla bilim ve sanata ağırlık vermişlerdir. Her
toplumun dönemlere göre kendine has genel anlamda bir psikolojik
realitesi ve onun ürettiği bir psikolojik modeli olduğunu bilgi
sosyolojisi ortaya koymaktadır. Bilim, sanat ve din, farklı
sahalar olmalarına rağmen, mevcut modele uygun olarak
yapılanmaktadırlar. Sosyal dünya bu modele göre şekillenmektedir.
Aydınların da genel olarak bu modele uygun bir niteliğe sahip olan
entelektüel dünyaları vardır. Bu bakımdan genel vasıfların yanı
sıra, toplumlardaki psikolojik realiteye göre değişen özellikler
de son derece önemlidir. Aksi takdirde bazı toplumlarda aydınları
müşahede etmek imkansızlaşır. Yunus, Mevlana, Arabi gibi İslam
toplumlarındaki pek çok mutasavvıf kendi dönemlerindeki psikolojik
modelin (entelektüel hayatın) tezahürleridirler. Mistiklerin
aydın sayılabilmeleri tartışmalıdır. Ancak, mutasavvıflar bir
aydın gurubunu oluştururlar.[iv] Sadece Batı Medeniyetindeki
anlamıyla rasyonel düşünceyi belirleyici bir vasıf olarak alırsak
bu isimlerden hiçbirini aydın sınıfına dahil edemeyiz. Oysa kendi
kültür sistemimiz içinde her biri yüzyıllar ötesinden günümüzü
aydınlatmaktadırlar.
Yukarıdaki değerlendirmeler bizi, bilimsel yaklaşımların ve
ekollerin dışında farklı bir entelektüel kültürel geleneğin
olduğu sonucuna götürüyor. Bu gelenek hiç değişmemektedir.
Shills'e göre entelektüelliğin en önemli geleneği, ilahi olanla (sacret)
temas kurmaktır. Esasen din ve bilim, sembolleri farklı olmakla
birlikte aynı nihai gerçeği aramaktadırlar. Bilim, dinden farklı
sembol ve metotlarıyla henüz bilinmeyeni aramaktadır (Shills,
1960, s.55-62). Aydının meseleyi hangi çerçevede ele aldığı ve ne
yönde bir sonuca ulaşacağını, başka bir deyişle entelektüel
tavrını, bir ölçüde mensubu bulunduğu kültürel gelenek
belirlemektedir.[v] Bu kültürel gelenek, bilimsel geleneğin yanı
sıra tarihin derinliklerine doğru uzanan bir bilgi zeminini
kapsamaktadır. İnsanlığın kültürel macerasında insanı bir bütün
olarak almamak, Batı entelektüelliğinin (intelijansia) misyonunda
önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmakta, bir dönem sadece
doğmaların başka bir dönem de aklın veya iktisadi çıkarların
mutlak hakimiyeti, insan mutluluğunu önleyerek bir tür kaosa sebep
olmaktadır. Entelijansiya ile toplum arasındaki bu çatışma tüm
toplumların problemidir. Nitekim P. Rieff'in sosyal kritik
çalışmaları, egemen entelektüel trend ile ahlaki geleneklerin
sürdürülmesi arasındaki çatışmaları işaret etmektedir. Bu aynı
zamanda sürmekte olan kültürel ve ahlaki krizin de keskin bir
analizidir. Ona göre kültürlerin ortak ideal davranışlara
dayanmalarına ve ahlakçı olmalarına rağmen modern entelektüel
kültür, özellikle de normal değer yargılarından uzak olarak her
şeyi iyi gören ve çözücü kültür, insanlığın ideallerini küçük ve
ilkel görerek bozmuş ve ayartmıştır. Ahlaki duyuların baskı altına
alınmasında ve törpülenmesinde bu tavrın sebep olduğu manevi
uyuşukluk yatmaktadır (Muller, 1991, s.49-52).
Nitekim, Batı kaynaklarında entelektüellik değerlendirilirken
Batı medeniyetinin kültürel köklerine bağlılık onun ayrılmaz bir
parçası sayılmaktadır. Bazı yazarlar toplumda entelektüel
niteliklerin giderek azaldığını, bunun kültürel kimliği oluşturan
"Graeco-Roman" geleneğin önemini kaybetmeye başlamasından
anlaşıldığını öne sürmektedirler. Bir yazar endişesini şu şekilde
açıklıyor: "....Modern yabancı lisanlardan farklı olarak İngilizce
ve İncil lisanı (İbranice), Graeco-Roman geleneği ana dili
İngilizce olan her ferdin kültürel kimliğinin esasını oluşturur ve
böylece her Amerikan entelektüelinin taşıması gereken zorunlu bir
vasıf olmalıdır. Aktif çevremizin ve eğitim kurumlarımızın yüzyıl
öncekinden farklı olmasını akademinin görememesi sebebiyle, Greco-Roman
geleneği gereken yere yerleştiremeyerek, eğitim amaçlarımızı ve
metotlarımızı buna uygun hale getiremeyerek, eğitimimizin bu
vazgeçilmez parçasını kurumlarımızdan tamamen uzaklaştırma
başarısızlığına uğradık. Bu çok ciddi bir tehlikedir. Her
seviyedeki Yunanca ve Latince öğretmenleri çağdaş Amerika'ya kendi
konularındaki potansiyel katkılarını diğer disiplinler ve
programlardaki meslektaşlarıyla birlikte çok iyi
hesaplamalıdırlar"(Alain. 1975, s.25-34). Yazar, genel olarak
Yunan ve Latin dilini ve edebiyatını bilmenin de ötesinde esasen
bu kültürlere vakıf olmayı ve bu günkü entelektüel hayatın çok
önemli bir parçası, kaynağı olma şartını aramaktadır. Genel olarak
toplumda kurumlaşmış düşüncenin aydında bir nitelik olarak
aranması boşuna değildir.
Bu değerlendirmeler, Batılı aydının kendi kültürel kimliğinden
uzaklaşmasının çok ciddi bir tehlike olarak görüldüğünü ve
dolayısıyla entelektüellik için çok geniş kapsamlı medeniyet
temellerinden oluşan bir kültürel kimliğin gerekli şart olarak
arandığını ortaya koyuyor. Öte yandan, yabancı kültür unsurları bu
zümre tarafından bilinçli bir şekilde topluma intikal
ettirilirler. Bu bakımdan aydınların niteliği, toplumun maruz
kaldığı kültür değişmelerinin faydalı veya zararlı olacağı
konusunda önemli bir faktördür. Bu realiteyi kendi analizimizde
Türk aydını açısından değerlendirirsek, Milli kimlikle eş anlamlı
olarak kültürel kimliğin esas unsurlarının taşınmasının şart
olduğu sonucuna varırız. Çünkü, toplumdaki aksaklıkları,
problemleri ve çatışmaları gideren, yeni kurumlar ve fonksiyonlar
ihdas eden, böylece toplumun geleceğini belirliyen ve onu bu
geleceğe hazırlayan aydın kesimidir. Çok önemli bir fonksiyonları
da geleceğe ait öngörüler belirlemektir. Sahip olunan normları ve
gelenekleri, aydının bağımsızlığını zedeleyen bir unsur olarak
değil, geleceği yaratmak için kullanılacak malzeme ve dinamizm
olarak görmek ve kullanmak gerekir.
Kültürel değişmenin bilgi dinamiği
Toplumların gelişmesini sağlayan temel unsur bilgidir. Tarih
boyunca gözlemlenen sosyal değişme çizgileri büyük ölçüde bu unsur
ile iştigal eden fertler tarafından yönlendirilmektedir. Tarihin
her devrinde mevcut olan aydın kesimi son dönemlerde özellikle
bilginin çoğalması ve yaygınlaşması sebebiyle giderek büyüyen ve
önemleri daha da çok artan bir kitleyi oluşturmaktadırlar.
Bilginin yaygınlaşması, eğitim ve teknoloji olmak üzere iki önemli
faktörün gelişmesine bağlıdır. Eğitim kurumlarının değişmesi,
gelişmesi, yaygınlaşması ve kamuya açık hale gelmesiyle bilgi daha
geniş bir kesime yayılmış, dikey hareketlilik artmış ve daha çok
sayıda entelektüel yeteneğe sahip fertler bu yeteneklerini
kullanarak kültürün yaşamasını sağlamaya ve toplumlarının
geleceğine katkıda bulunma imkanına kavuşmuşlardır. Öte yandan
teknolojik sahada, özellikle insanın zihin gücünü artıran araçlar
olarak bilgisayarlar ve iletişim teknolojisi bilginin kullanımını
kolay ve yaygın bir hale getirmiştir. Böylece sürüp giden bilgi ve
aydın arasındaki karşılıklı etkileşim her iki unsurun da giderek
çoğalmasına ve yaygınlaşmasına sebep olmaktadır. Bir yandan kesim
olarak aydınlar giderek çoğalmakta, diğer yandan bilinen alanın
sınırları genişletilmektedir.
Modern dönemde genel olarak iletişimin gelişmesi ve
yaygınlaşmasıyla mevcut bilgi hazinesi herkes için rahatlıkla
ulaşılabilir bir konuma gelmiştir. Bilgi edinmede kazanılan bu
kolaylık bir anlamda bilginin ulaşılma güçlüklerinden doğan
önemini azaltmaktadır. Çağımızdaki bilginin genel niteliği,
işlenmiş ve hazır bir halde kullanıcısını bekler olmasıdır.
Aydınlar genel olarak bilginin yaratıcıları, dağıtıcıları ve
uygulayıcıları olarak değerlendirilmektedirler. Bu vasıflar kısaca
"sembol kullanıcılar" olarak belirlenebilir. Semboller, kültür
alanındaki varlıkların birlikte oluşturdukları bir dünyadır (Coser,
1993, s. 288-9). Mevcut teknoloji, sembollerin bilgi kanallarıyla
her yere ulaşmasını sağlamaktadır. Böylece aydınlar da her yere
erişebilmektedirler. Cebimizdeki çeşitli türlerdeki bilgisayar
cihazları sayesinde dünyanın en uzak köşeleriyle bilgi iletişimi
veya işletimi yapabiliriz. Dünya çapında kurulmuş olan bilgisayar
ağları gibi teknolojiler hemen her tür bilgiye ulaşmadaki mekan
engelini büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, yerel
bilgi kapasitesine diğer bilgi kaynaklarının eklenerek global
bilgi kapasitesine geçilmesini sağlamıştır. Böylece bilgide
kapasite ve depolama bir problem olmaktan çıkmaktadır. Bunun
konumuz açısından anlamı şudur: Entelektüellerin tarifinde ele
alınan "intelligence" kelimesindeki (çok miktarda referansı
zihinde barındırmak anlamında) kapasite niteliği önemini büyük
ölçüde yitirmektedir. Bilgiyi kümülatif olarak biriktiren ve her
istenildiğinde o konuda etraflıca malumat sunabilen kültürlü insan
tipinin yerine bilgisayar geçmiştir. Veya zıt bir ifadeyle
aydınlara ait olarak kabul edilen bilgiyi üretme, dağıtma ve
uygulama fonksiyonu, teknoloji vasıtasıyla geniş halk tabakalarına
doğru yayılmaktadır. Çağdaş eğitimin en önemli prensiplerinden
biri bilgiye nasıl ulaşılacağını ve işleneceğini öğretmektir. Bu
noktada entelektüellerin ayırt edici bir başka vasıfları ortaya
çıkmaktadır:
Entelektüelliğin önemli bir kriteri de yeni şeyler meydana
getirebilecek nitelikte zihin potansiyeline ve gücüne sahip
olmaktır. Mevcut kültür veya bilgi sisteminin sınırları içinde
hareket etmek farklı bir şey değildir; bu tarz bir kültürel
davranış herkes için mümkündür. Bilgi ile iştigal eden her insan
yaratıcılık[vi] faaliyetine kısmen katkıda bulunmaktadır. Mesela,
Edison'un eğitmenlerini ve onlara bilgi aktaran diğer insanları
göz önüne alırsak, bilgi üretiminin aslında, -bazen bazı kişiler
tarafından kısmi sonuçların elde edilebildiği-, fakat esasen
sürekliliği olan kolektif bir fonksiyon olduğunu görürüz (Schempp,
1989. s.12). Mevcut bilgi birikimi Edison'a ulaştırılmakta ve
bunun üzerinde yeni terkipler ve çağrışımlarla icatlarını
yapmaktadır. Buradaki fonksiyon, yani bilgi sınırını ulaşılan son
noktanın ötesine taşıma fonksiyonu, entelektüellik için esas
alınması gereken bir kriterdir. Çünkü, değişme açısından toplumun
ihtiyaç duyduğu farklılık, daha önce bilgi sistemimizin sınırları
içinde bulunmayan yeni bir unsuru dahil ederek hudutları daha da
ileriye taşımaktır. Devrim yaratacak nitelikte büyük keşif ve
icatlara artık rastlanmamaktadır. Çok küçük niteliklerdeki keşif
ve icatlar, yenilikler, değişiklikler ve geliştirmeler çağımızda
son derece yoğun olarak vuku bulduğu için herhangi bir alandaki
bilgi birikimi çok kısa sürelerde katlanarak artmaktadır. Böylece
çok küçük bir yenilik tek başına değerlendirilince önemsiz, fakat
diğerleriyle bir arada değerlendirildiğinde ise aslında büyük
değişmelerin gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir. Bilgisayar
teknolojisi buna bir örnektir. Yılda bir veya bir kaç kere değişen
teknoloji bir öncekinden daha gelişkin olmaktadır. Elbette bizim
konumuz, sadece teknik bilgi veya ferdin sadece kendisini
bağlayan, bilimsel bilgi olarak mevcut bilime veya kültürel bir
norm olarak sosyal hayata intikal edememiş türden sübjektif bir
bilgi değildir; genel olarak kültür, bilgi ve özellikle de insan
ve toplumsal bilgi arasındaki ilişkidir. Bir bilgi doğru veya
sosyal boyuta çıkabilecek niteliklere sahip olmakla birlikte
herhangi bir sebepten dolayı bu gerçekleşmemiş, kaşifinin veya
mûcidinin kendi çevresinden dışarı çıkamamışsa, sosyal hayata
somut bir katkı müşahede edilemeyeceğinden, sosyolojik olarak
entelektüelliğin müşahedesine imkan sağlayan bir kriter olamaz.
Öte yandan yeni bir bilginin sosyal boyuta ulaşması oldukça uzun
bir süreçtir. "...İlimde ve maddi olmayan kültürün diğer
sahalarında vukua gelen yenilikler muayyen bir kesafeti, şiddeti
bulmadıkça, fertlerin atitütlerinde, zihniyetlerinde, bilhassa
davranışlarında belirmedikçe maddi kültür kısımlarındaki
yenilikler kadar göze çarpmayabilirler; fakat bunların sonradan
sebep olduğu büyük inkılaplar, daha evvelki safhalarda gizli gibi
kalan bu gelişmeler hakkında bize sarih bir fikir
verebilmektedir"(Turhan, 1987, s. 30). Kısaca, entelektüellerin
ürettikleri bilgi kişisel sınırlarını aşarak toplumsal boyuta
ulaştığında, bir sosyal değişme ve aydının rolü
gözlemlenebilmektedir.
Sonuç
Entelektüeller çeşitli dönemlerde ve toplumlarda farklı
özellikler göstermişlerdir. Başlıca ortak özellikleri toplumdaki
yenilikleri sağlayan bir kesim olmalarıdır. Bu kesim, toplumun
çeşitli tabakalarına yayılmış ilim adamları, din adamları,
sanatçılar, yöneticiler, elitler gibi bulundukları sahalar ve
kurumlarla birlikte anılan alt gruplardan oluşmaktadır (akademik
entelektüeller, sanatçı entelektüeller gibi). Bir anlamda sosyal
değişmenin gerçek üreticisidirler. Ancak, ele alınan manadaki
aydınlar sınıfının öneminin giderek azaldığını düşünenler de
vardır. Onlara göre dünya çatışmacı grupların ve birbirine muhalif
organizasyonların olmadığı bir topluma doğru gitmektedir. Böyle
bir cemiyette ideoloji üreten entelektüellerden ziyade uzmanlara
daha çok ihtiyaç vardır. Mevcut mekanizmanın daha da
geliştirilmesinde bürokratlar, uzmanlar, sosyal mühendisler önem
kazanmaktadırlar (Molnar, 1960, s.192-8; Barzun, 1959, s.15-24).
Bu görüşler, aydınlara atfedilen sosyal görevleri ideoloji
üretmekle sınırlamaktadır. Günümüzde entelektüeller, yönetici
elitlerden ayrı olarak bilim ve sanatla uğraşan bir kesimdir. Bir
sınıf olup olmadıkları tartışılmaktadır. Fakat en azından
sosyolojideki klasik ölçülere göre net bir sınıf teşkil
etmedikleri konusunda hemen hemen görüş birliği vardır. Mesela,
kendi niteliklerinin farkında olmalarına rağmen top yekûn hareket
edici tarzda ayrıca bir sınıf şuuru taşımazlar. Sosyal
pozisyonları itibariyle toplumda bulundukları yer orta ve üst
tabakadır; herhangi bir sınıfa bağlı veya yamanma durumunda
değildirler ve doğrudan ilişkileri de yoktur. Özerk oldukları
söylenebilir. Ancak, fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri ve
içinde yaşadıkları toplumla ilişkilerini sürdürebilmeleri için
onun medeniyet ve kültür temellerine, kendi iç dinamiklerine
dayanmak zorundadırlar. Aksi takdirde toplumsal katkıları
zayıflamaktadır.
Kaynaklar
Aron, Raymond
1957.
The Opium of the Intellectuals, (trans. by) Terence Kilmartin,
Doubleday&Company, U.S.A.
Barzun, Jacques 1959.
The House of Intellect, Harper & Brothers, U.S.A.
Berger, Peter L. 1963.
Invitation to Sociology: A Humanistic Perspective, Anchor Books,
U.S.A.
Berger, Peter L., Luckmann, T. 1966
The Social Construction of Reality. USA.
Bilgiseven, Amiran Kurtkan 1985.
Din Sosyolojisi, İstanbul
Congdon, Lee 1991.
Exile and social thought: Hungarian intellectuals in Germany and
Austria, 1919-1933, Princeton University Press, N.J.
Leo, John.
''Confronting the social deficit (views of D. P. Moynihan).'' U.S.
News & World Report. v. 114, Feb. 8 '93, s. 28.
Lynd, Robert S. 1964.
Knowledge for What? The Place of Social Science in American
Culture, Evergreen Black Cat Book, U. S.A.
Kantrowitz, Barbara.
"He's The Next Best Thing: A Student Of Genius (H. Gardner)."
Newsweek. v. 121, June 28 '93, s. 48-9.
Keklik, Nihat 1982.
Felsefenin İlkeleri, C. I, Doğuş Yayınları, İstanbul.
Mannheim, Karl 1936.
Ideology and Utopia: An Introduction to the Sociology of Knowledge,
(trans. by) Louis Wirth and Edward Shils, H.B.J. Publishers,
U.S.A.
Merton, Robert K. 1973.
The Sociology of Science: Theoretical and Empirical Investigations,
(Ed. by) Norman W. Storer, The University of Chicago Press,
Chicago.
Mills, C. Wright 1959.
The Sociological Imagination, Oxford Univ. Press., N.Y.
Molnar, Thomas 1960
"Intellectuals, Experts and the Classless Society", The
Intellectuals: A Controversial Portrait, (Ed. by) G. B. de Huszar,
The Free Press, Illinois.
Muller, Jerry Z.
"A neglected conservative thinker (P. Rieff)." Commentary. v. 91,
Feb. '91, s. 49-52.
Ortega y GASSET, Jose 1960.
"The Barbarism of 'Specialism' ", The Intellectuals: A
Controversial Portrait, (Ed. by) G. B. de Huszar, The Free Press,
Illinois.
Outhwaite, W. ve Bottomore, T. (ed. by) 1993.
The Blackwell Dictionary of Twentieth-Century Social Thought,
Advisory Editors E. Gellner, R. Nisbet, A. Touraine, Basil
Blackwell, Cambridge
Quandt, Jean B. 1970.
From the Small Town to the Great Community; The Social Thought of
Progressive Intellectuals, Rutgers University Press, New Brunswick,
N.J.
Renoir, Alain 1975.
"A Future for the Past: Remarks on the State and Responsibilities
of the Classics In America.” MALT Bulletin; v.49, n.3, s. .25-34.
Schempp, Paul G. 1989.
"From the Outside In and Back Again: A Sociological Analysis of
the Acquisition, Evaluation, and Utilization of a Teacher's
Occupational Knowledge", Paper presented at the Annual Meeting of
the American Educational Research Association, San Francisco, CA,
March 27-31
Seton - Watson, G. H. N. 1964.
"Intelligentsia" maddesi, A Dictionary of the Social Sciences, (Ed.
By) J. Gould, W. L. Kolb, The Free Press, N. Y.
Shills, Edward A. 1960.
"The Traditions of Intellectuals", The Intellectuals: A
Controversial Portrait, (Ed. by) G. B. de Huszar, The Free Press,
Illinois
Sztompka, Piotr 1986.
Robert K. Merton, An Intellectual Profile, Macmillan, London
Tilman, Rick 1984.
C. Wright Mills: A Native Radical And His American Intellectual
Roots, Pennsylvania State University Press.
Toynbee, Arnold J. 1947.
A Study of History, (Abridgement by D. C. Somerwell), Oxford Univ.
Press, U.S.A.
Toynbee, Arnold J. 1959.
Civilization on Trial and the World and the West, Oxford Univ.
Press, U.S.A.
Turhan, Mümtaz 1987.
Kültür Değişmeleri, Marmara Üni. Yayınları, İstanbul
Wagner, Helmut 1983.
Alfred Schutz: An Intellectual Biography, University of Chicago
Press, Chicago
Authors Of Their Own Lives: Intellectual Autobiographies,
University of California Press, 1990.
Webster's Encyclopedic Unabridged Dictionary of the English
Language, Gramercy Books, NY, 1989.
Notlar:
[i]Bu konuda başlıca yazarlar ve bazı çalışmaları şunlardır: K.
MANNHEIM, Ideology and Utopia: An Introduction to the Sociology of
Knowledge, (trans. by) Louis Wirth and Edward Shils, H.B.J.
Publishers, U.S.A., 1936.; Robert S. Lynd, Knowledge for What? The
Place of Social Science in American Culture, Evergreen Black Cat
Book, U. S.A., 1964.; Peter L.Berger, Invitation to Sociology: A
Humanistic Perspective, Anchor Books, U.S.A., 1963.; Peter L.
Berger, T. LUCKMANN, The Social Construction of Reality. USA.
1966.; C. Wright. Mills, The Sociological imagination, Oxford Univ.
Press., N.Y., 1959.; R. K. Merton, The Sociology of Science:
Theoretical and Empirical Investigations, Ed. by Norman W. Storer,
The University of Chicago Press, Chicago, 1973.
[ii]Şu makale sözü edilen fonksiyona bir örnektir: özetle,"
...Amerika bilinmeyen bir krize doğru gidiyor. Bazı ürkütücü
istatistiklerin ışığında, toplumun sosyal sapma davranışlarla
aşırı yüklendiği, bu davranışların artık normal kabul etmenin
yerleştiği görülmektedir. Mesela, çocuklar tek ebeveynli evlerde
büyütülmekte, bunun ekonomik, duygusal ve psikolojik olarak fahiş
maliyetine katlanmaktadırlar. Ana-babalı aile yapısı bir
nostaljiye dönüşmektedir. Amerika'nın sosyal çözülmesi devam
etmektedir." (LEO, s.28)
[iii]Captain Alfred Dreyfus (1859-1935), Yahudi kökenli bir
Fransız askeridir, vatana ihanetten 1894 ve 1895'de suçlu
bulunmuş, 1906'da aklanmıştır.
[iv]Mistisizmle tasavvuf arasında kısaca şu farklar vardır:
1) Mistik sadece vecd ehli, Mutasavvıf ise aynı zamanda ilim
talibidir.
2) Tasavvuf mistisizmi kapsar, tersi mümkün değildir.
3) Tasavvufun dayandığı beşer üstü bir menşe olduğu halde,
mistisizmin yoktur.
4) Tasavvuf ferdi gayreti gerektirdiği halde, mistisizmde buna
gerek yoktur.
5) Tasavvufta insan zihni ve ruhu için çeşitli eğitim ve terbiye
metotları ve teknikleri olduğu halde mistisizmde yoktur.
6) Tasavvuf insana devamlı bir ruhi yücelme sağlar.
7) Mistisizmde ızdırap önem taşır, tasavvufta ise özel bir yeri
yoktur. (Kurtkan Bilgiseven, 1985, s. 238-246.)
[v]Rick Tilman, C. Wright Mills : a native radical and his
American intellectual roots, Pennsylvania State University Press,
1984; Congdon Lee, Exile and social thought : Hungarian
intellectuals in Germany and Austria, 1919-1933, Princeton
University Press, N.J. 1991; Authors of their own lives :
intellectual autobiographies, University of California Press,
1990; Helmut Wagner, Alfred Schutz : an intellectual biography,
University of Chicago Press, Chicago, 1983; Piotr Sztompka, Robert
K. Merton, an intellectual profile, Macmillan, London, 1986; Jean
B. Quandt, From the small town to the great community; the social
thought of progressive intellectuals, Rutgers University Press,
New Brunswick, N.J. 1970
[vi]İslam düşüncesinde ilim (bilgi) Allah'ın mutlak sıfatlarından
biridir. Bu sıfatın dışında bulunan herhangi bir bilgi yoktur.
Dolayısıyla insan ancak mevcut bilgiyi idrak etmektedir. Bu idrak
muhakeme, gözlem, düşünme, kıyaslama, ilham vs. gibi çeşitli
kavramlarla adlandırılan zihni faaliyetlerle elde edilmektedir.
Külli bilgi, sürekli olarak ferdi veya toplumsal bilinç
seviyesinde tezahür etmektedir. Bu süreç ileride de devam edecek
olan bilgi maceramızı ifade eder. .Bundan dolayı fert için bir
bilgiyi yoktan var etmek söz konusu değildir, ancak terkip etmek
veya idrak etmek mümkündür. "Yaratma" kelimesini bu anlamda
kullanıyoruz. Ayrıca, yine alim sıfatından dolayı İlim ile din
aynı realitenin iki veçhesidir; birbirlerini tamamladıkları için
aralarında zitlik yoktur. |
|
|
|
|
|
|
|