...................
...................
AZINLIK ÇOĞUNLUK DERKEN
Hasan Cemal
                         
...................
 
...................
Anadolu'yu, Cumhuriyet devletini anlatmaya çalışırken, söze genellikle kendi köklerimden başlarım. Anneannem Gürcü, dedem Çerkes - Kabardey, babaannem Serez doğumlu, bugünkü Yunan Makedonyası'ndan, büyükbabam ise Midilli adasından...

1980'lerin sonuydu.

Çerkeslerin bir kolu olan Adigeler Üsküdar'daki derneklerine bir konuşma için beni davet etmişlerdi. On üç, on dört yaşlarındaki bir çocuk pat diye sormuştu: "Bir çocuğunuz olsa, doğduğunda onun kulağına önce Çerkes mi, yoksa Türk mü olduğunu fısıldardınız?"

Soru beni şaşırtmıştı. İlk kez böyle bir soruyla karşılaştığımı, çocuğum olduğunu, ama doğduğu vakit kulağına hiçbir şey fısıldamadığımı belirtip eklemiştim: "O da benim gibi Türk!"

Türk olarak yetiştirilmiş, büyümüştüm. Kendimi Türk hissediyordum. Fakat benim Türklüğüm herhalde köklerime, Çerkeslere, Gürcülere ilgi duymama engel değildi. Ama kimileri de Türk'ten önce kendini Gürcü ya da Çerkes hissedebilirdi, hissediyordu da.

Anımsıyorum.

Adige Derneği'nde o gece yaşlıca bir beyle tanışmıştım. Bana yeşil kaplı ince bir kitap hediye etmişti. Çerkesce - Türkçe sözlük. Kiril alfabesiyle basılmıştı. Sözlüğü Türkiye'de bastıramayınca, inat etmiş, o zamanki Sovyetlerdeki ata topraklarına kadar gitmiş, orada bastırmıştı. Bu sözlük yüzünden Türkiye'de başının belaya girdiğini, biri 12 Eylül olmak üzere iki defa göz altına alındığını anlatmıştı.

O zaman da yazmıştım.

Yaşlı Çerkes'e yapılan demokrasiye de, insan haklarına da, Lozan Antlaşması'na da aykırıydı.

Lozan'ın 39. maddesinden bir bölüm: "Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse de ticari ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır." (CHP milletvekili ve Büyükelçi Şükrü Elekdağ'dan aktaran Erdoğan Günay, Radikal İki, 17 Ekim 04, s. 4)

Şimdi Kürtleri düşünün.

Bu devletin vatandaşlarını.

Kendi çocuklarına Kürtçe isim koyamadılar. Kendi yaşadıkları köylerin, sokakların Kürtçe isimleri değiştirildi. Kendi şarkılarını, türkülerini Kürtçe dinleyemediler. Dilleri yasaklandı. Kimlikleri inkar edildi.

Bu da demokrasiye aykırıydı.

İnsan haklarına aykırıydı.

Lozan'a da aykırıydı.

Alevileri de düşünün.

Laiklik dedik ama uygulamada Sünni Müslümanlar kayırıldı. Alevi Müslümanların hakları göz ardı edildi. Alevi Müslümanlık anlayışı es geçildi. Diyanet İşleri olsun, devlet olsun Sünni Müslümanlara hizmet verdi. Demokrasi, insan hakları, Lozan bu bakımdan da delindi.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarını düşünün. Diyebilir misiniz ki onlar, bu devletin eşit vatandaşları olarak her türlü haktan yararlandılar?

Derseniz ayıp olur.

Şimdi örneklemek gerekmiyor. Ama bu alanda da Türk devletinin eksiği gediği çoktur. Demokrasi ve hukuk devleti açısından Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızın eşitliği konusunda yapılması gerekenler az değildir.

Niye yazdığım açık bunları.

Azınlık tartışmaları bugünlerde canlandığı için. Ayrıca, bu tartışmaların bu ülkede demokrasi adına yararlı olduğuna inandığım için. Konuya hukuk bilgisi ve ince ayar gerektiren pencerelerden bakmayı bir yana bırakıyorum. Yukarıdaki satırlarıma önce insani pencereden, önce insan olarak bakmaya çalışın.

Hissetmeye çalışın yaşananları.

Hangisi içinize sinebiliyor?

Benim içime hiçbiri sinmiyor.

Bu konulardaki uygulamaların hiçbirinin Türkiye'de üniter devleti güçlendirdiğine inanmıyorum. Hiçbirinin bu topraklarda barış ve huzura katkıda bulunduğuna inanmıyorum.

Yaşananlar tersini gösteriyor.

Onun için de: Devlete daha çok demokrasi götürmek zorundayız. Devletin hukuktan, insan haklarından daha çok nasiplenmesini sağlamak zorundayız.

Bu açılardan, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolu gereken uygar, hukuki çerçeveyi sağlıyor. Biz bu yolda yürüdükçe bölünmeyiz. Devlet de zayıflamaz, güçlenir. Hangi kökten, hangi inançtan olursak olalım, bu devletin zoraki değil, gönüllü vatandaşları olarak çok daha barış içinde yaşarız.