...................
...................
ÇERKESLER ULUSLAŞMA SÜRECİNİN NERESİNDE?

Hakan Eken

                         
...................
 
...................

Bölüm 1.

Bir sosyolog olmamakla beraber, ulus, etnisite kavramları ve Çerkeslerin konumu hakkında sosyolog arkadaşların ne mail ortamında ne de basılı eserlerde yazılarına pek rastlayamıyoruz. Bu nedenle, bir ulusun gelişim evrelerine ilişkin temel şemalardan yola çıkarak Çerkes ulusunun (?) hangi noktada olduğuna ilişkin düşüncelerimizi, kuyuya bir taş atmak babından sizlerle paylaşmak istedim.

Ulusların gelişim ve yapılanma süreci ile ilgili olarak, en alt basamaktan en tepeye doğru kabaca şöyle bir sıralama yapılabilir:

Familia  / Aile,  sülale 
Clan  / Klan
Tribe / Kabile
Nation /  Ulus  

Araplarda ara kategoriler biraz daha fazla olmak üzere sıralama aynı düzende şöyle özetlenebilir.

Aşiret (Aile)
Fasıla (Oba)
Fahz (Oymak)
Amare (Boy)
Kabile (il) 

Türklerde ise yine basitçe şöyle bir sıralama vardır.

Aile / Sülale
Oba
Oymak
Boy
İl (Ulus) (örneğin: Oğuzlar 24 boyun birleşmesinden oluşuyor.) 

Çerkesler için ise yine aşağıdan yukarı şöyle bir diziliş iddia edilebilir:
Familia  / Aile , sülale  (örnek: Hapae, Jamoukha, Kushatra, Log, Zor)
Clan  /  Klan  (örnek: Abzeh, Besney, Kabardey, Abazin, İron, Digoron)
Tribu  / Kabile (örnek: Adige, Abaza, Oset, Çeçen)
Nation / Ulus (Çerkes ya da bazı önerilere göre Kafkasyalı)

Saptamalar:

1) Son yıllarda yaygın bir biçimde Çerkes tanımının sadece Adigeleri; bazılarına göre, Adigeler ve Abhazları kapsadığı; yukarıdaki sıralamaya göre tribu seviyesindeki her grubun ayrı ayrı ulus olduğu ya da olması gerektiği söylenmeye, hatta kabullenilmeye başlamıştır.

2) Çerkeslerin kendi arasında ise en yaygın tanımlayıcı kimlik ise sülale düzeyinde kullanılmaktadır. İnsanlar birbirlerini sülale adları ile kimliklendirmekte, ona atfettiği olumlu ve olumsuz değer yargıları ile değerlendirmektedirler.

3) Tribu düzeyinde ulus yaratma çabaları olsa da, belli bazı ailelerden her klan ve hatta her tribu da bulunabilmektedir ki, bu da aslında ortak ulus çatısının daha yukarıda oluşması sürecinin Kafkasya’nın işgalinden önce ciddi biçimde başladığı, hatta sürgünün yarattığı kaynaşma sırasında bir süre için bunu daha ilerlettiği, ancak diaspora koşullarının genel olumsuzlukları çerçevesinde ise sona erdiği gözlenebilmektedir.

4) Sülale adlarının çocuklara babadan geçmesi günümüzde ne anlam taşımaktadır? Bilimsel olarak genler ana ve babadan ortak olarak alınmakta, kültürel bilgi aktarımı  ve dil öğretimi ise çocukla ilişkileri nedeniyle daha çok anne kanalıyla olmaktadır. Ayrıca 3-4 ya da daha eski kuşaklardan bir X sülalesinden gelen erkeğin anneleri, büyük anneleri çoğunlukla, hatta zorunlu olarak başka sülalelerden olmakta ve ilk sülalenin son çocuğa ulaştırdığı gen (ya da kan oranı diyelim) minimize olmaktadır. Hem bu nedenlerle, hem ulusal kimlik gelişiminin önünde ciddi bir engel oluşturduğundan, sülale kimliklerinin işlevi artık günümüzde tamamlanmıştır.Yavaş yavaş geri plana gönderilmesi daha anlamlı olacak gibi görünüyor.
 

Bölüm 2.

Yazımızda eleştiri noktaları olabilir. Amacımız şu an diaspora da hatta Batı Kafkasya'da bir hemşehrilik duygusu şeklinde giden Çerkeslik olgusunun bir uluslaşma sürecine gitme olanağı olup olmadığını tartışmak, varsa buna en ufak bir katkımız olursa onu sağlamak.

Şimdi yukarıda değinilen sosyolojik tanımlamalara ek olarak iki tane daha eklemek istiyorum.
 

Ulusal sorun ve ulusal bilinç:

Ulusal sorun çok basitçe bir etnik yapının içinde bulunduğu geçerli durumda, varlığı ile ilgili ihtiyaçlarını, ulusal bilinçse; bu ihtiyaçların farkında olma durumunu ve çözme dinamiğini gösterir.

Bir etnik yapının dilini, kültürünü canlı tutma olanakları kadar başka uluslarla (ya da etnik yapılarla) olan ilişkilerinin durumu, o ulusun ulusal sorunun problem halinde olup olmadığını gösterir. Sizce bizim için durum nedir?

Eğer çözülmesi gereken bir problem varsa, bunu önemseyen ve çözmek isteyen en azından bir anlamlı zümreye ihtiyaç vardır. Bu da o ulusun (etnisitenin içindeki) sınıflardan biri ya da birkaçından çıkar. Hangi kesim daha duyarlı ve örgütlü ise o ulusal sorunu çözecek bilincin siyasi, iktisadi ve kültürel kimliğini belirler. Ne dersiniz ? Sizce Çerkes ulusal sorununu (var ise), çözmek için yana yakıla ortaya çıkmış bir sosyal katmanımız var mı? Bu modern kapitalist toplumun ürettiği işçi, kapitalist, küçük burjuva, vb sınıflar olabileceği gibi, feodal yapımızdan kalan sosyal sınıflar da olabilir, asillerimiz, savaşçılarımız, ruhbanımız, kölelerimiz (!) gibi.
 

Bölüm 3

Ulusal sorunumuz olduğu gerçekten tartışma götürür bir konu.

Derneklerin ve internet gruplarının Çerkes camiasında ne kadarlık bir yüzdeye tekabül ettiği malum. Bu gruplar içinde bile yazanlar çok fazla değil. Yazanların çoğu için Türkiyeli olmakla Çerkes olmak çelişkili bir durum değil. Hatta Türkiye'nin demiyorum ama resmi ideolojinin toplumun hemen her kesimine sinmiş argümanları ile Çerkeslerin talepleri tartışıldığında çoğunluk aman ayrılıkçı gibi görünmeyelim kaygısı ile ilkinden yana tavır koyuyor.

Derneklerin ve mail gruplarının dışındaki Çerkes dünyasında ise (en azından Türkiye diasporası için), bu yapılara katılmayı teşvik edecek kadar bile bir kaygı taşınmıyor (olanaksızlıklar nedeniyle, katılamayan istisnalar hariç).

Yani bir ulus ya da ulus olduğunu düşünen toplum kendisi için kaygı duymuyorsa; bir kısmı duysa bile ilgili yapılanmalara katılmıyorsa; katılsa bile resmi ideolojinin argümanlarını kendi çıkarlarının üstünde görüyorsa; o toplumun kültür ve dili uçurumun eşiğine gelmiş olsa bile, nasıl bir ulusal sorundan bahsedilebilir.

Çoğunluk için böyle olsa da biz tespitimizi yapıp geçelim.

Kendi farkında olmasa da, diaspora da (ve hatta Kafkasya’da) yaşayan Çerkes toplumu, kendini diğer uluslardan ayıran her türlü özelliğini kaybetmek noktasına hızla ilerlemektedir. Bunun başlıca nedeni de diasporanın büyük bölümünün yaşadığı Türkiye'de ne Çerkeslere ne de diğer uluslara ve etnik oluşumlara, özgür ve yaygın bir biçimde kendi dilini ve kültürünü geliştirmesini sağlayacak, eğitim, yayın, örgütlenme ve temsil haklarının tanınmamış olmasıdır. Üstüne üstlük, bu konuda Çerkes toplumundan ciddi bir talep gelmemiş olması ve Çerkes Ethem sendromundan kaynaklanan (hakedilmemiş) suçluluk kompleksinin varlığı, durumu bir felaket haline getirmiştir.

Peki, ulusal sorun var ama ulusal bilinç var mı? Bunun cevabını da kısmen yukarıda verdik. Ancak tespit şeklinde olan açıklamalarımızı bir sisteme oturtalım. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışalım.

Bir toplum varoluşu ile ilgili bir ulusal sorun problematikine sahipken, bunu hissedip, çözme güdü ve enerjisi taşıyan bir zümre ya da sınıfa sahip olması halinde, kendini ileri götürebilir.

Düşünelim.

Türkiye’de yaşayan Çerkeslerden birisi, kendi kimliğini Türk toplumu içinde ve gerektiğinde kamusal kurumlar önünde gizlemiyor olsun (ki illa Çerkesligini birilerinin gözüne sokması gerekmiyor, tüm doğallığı içinde kendi kimliğinin gerektirdiği davranışları sergiliyor olması bizim için yeterli). Örneğin bir burjuva, yani iş adamı, sanayici ya da tüccar; kendi iş faaliyetini yaparken engellendiğini ya da engellenmese bile Çerkes kimliğinin resmen tanınıyor olmasının, işleri için daha iyi olacağını düşünürse, onun için ulusal sorun gerçek bir hayatiyet kazanır, ulusal bilinç billurlaşır ve sosyal ekonomik konumuna göre oluşturacağı, politik, kültürel bir mücadele çizgisi içinde Çerkes ulusunun bekası için mücadeleye başlar. İster dönüşçü olarak, ister kalışçı ya da başka bir stratejiye dayanarak.

Benzer niteliklere sahip bir Çerkes işçi kimliğinden dolayı daha olumsuz şartlarda çalışıyorsa ya da Çerkes kimliğinin resmen tanınması halinde koşullarının daha iyi olacağını düşünüyorsa, kendi işçi olmaktan kaynaklanan sorunları ile ulusal sorununu bir potaya dökerek ulusal davaya güçlü enerjisi ile katılır.

Bir Çerkes köylü, ürettiklerinin daha iyi koşullarda satılamadığını, kırsal kesimde diğer milletlerden ya da resmi güçlerden baskı gördüğünü düşünürse; ya da bir küçük burjuva Çerkes (örneğin bir memur), daha iyi eğitim alamamasının, mesleğinde daha yükseğe çıkamamasının nedenini kendi farklı ulusal kimliğine yapılan bir engelleme olarak algılarsa ulusal davaya tüm gücüyle katılabilir. O zaman ulusal sorun görülür ve tutulur bir şey olur, her sosyal kesim (ya da en azından birisi) kendi sorununu ve ulusal sorununu bir potada eriterek çözüm önerisi ile birlikte ortaya çıktığında ulusal bilinç topluma daha hızla mal olur.

Burada bir kez daha hatırlatalım, hangi kategoride olursa olsun bir Çerkes bu kimliğini saklamıyor ve ortaya koyuyorken bu çelişkiler ortaya çıkabilir. Kimliğini ortaya koymuyorsa, doğal olarak bir sorunla karşılaşmaz. Bireysel olarak işini görür ama ulusal olarak bir kandırmacaya alet olur.

Bu modern sınıflara dayalı açıklamaların yanı sıra yukarıda hatırlattığımız geleneksel katmanlarımız da, soylular, ruhbanlar, çiftçiler gibi, kendi sorunlarının ulusal olarak farklı bir kimlikte olup, bunun tanınmaması, yadsınması ile ilgili olduğuna inanırlarsa aynı süreç yaşanabilir. Ki geleneksel Çerkes toplumunun bugün en yaralı kesimi (tarihsel olarak geleceği olmasa da) bu kategorilerdeki insanlardır. Yine tarihimizde yakın zamana kadar bir yara olan, pek anılmak istenmeyen ama izleri hala süren köle kategorisinde tabir edilen aileler, hem Çerkes toplumu içinde hem ülke genelinde uğradıkları haksızlıkları, hem kendilerini hem de Çerkes toplumunu özgürlestirici bir hareketle özdeşleştirebilirlerse ulusal sorun ve ulusal bilinç bir realite haline gelebilir.

Ancak böyle olmuyor.

Neden? Çünkü Türkler ve Türkiye bizi bir ulus olarak tanıyor mu? Yoksa biz 1920'nin verdiği acılardan dolayı, bir daha ortalıkta kendi adımız ve kimliğimizle görünmemeye yemin ettikte ondan mı? Düğünlerimiz kendi içimizde, cenazelerimiz kendi içimizde, folklorumuz kendi içimizde. Türkiye’nin bütün sivil toplum örgütlerinden, kültür, sanat ve folklor yaşamında soyutlanmış bir yaşama gayretiyle, kendimizi unutturdukta ondan mı? Çocuklarımıza Çerkesce adlar verdiğimizde en çok yadsıyanların kendi büyüklerimiz olmasından mı?

Bu davranışın tek nedeni elbette 1920’de olanlar değil ama bu yazının sınırlarını çok zorlar.

Toparlayacak olursak, kendi içindeki sosyal yapılardan en az birinin, kendi sınıfsal sorunları ile ulusal kimliği arasındaki ilişkiyi görememesi, görse de bağlantıyı ve çözüm arayışını ortaya koy(a)maması, Çerkes ulusal kimliğinin ve bilincinin gelişimini duraklatmaktadır. Bu da varolan sorunla ancak, belli duyarlılıkları olan, aydın Çerkeslerin ya da farklı ideolojik çizgilerde olup, kendi ulusal sorununu bilinçli ve öncelikli olarak değil ama bir dinamik olarak, kendi içinde bulunduğu politik harekete sokmak isteyen Çerkeslerin ilgilenmesine ve bir anlamda fantezi düzeyinde bir uğraşıya yol açmaktadır. Önemli not, bu saptama asla küçümsemek için değildir. Çerkes ulusu için yapılan en ufak etkinlik bile eşsiz değerdedir. Ancak, tüm Çerkes toplumu açısından bir sonuç oluşturabilmesi için, yukarıda sözünü ettiğimiz dinamikler doğmadığı sürece bireysel, onurlu çabalar olarak kalmaya mahkumdur.

Tüm dünyada ulusal hareketler, mevcut konumundan rahatsızlık duyan toplum katmanlarının değişik siyasi renklerle de olsa, sınıfsal sorun ve çıkarlarını, ulusunun sorun ve çıkarları ile özdeşleştirip, bunu en geniş kitleye anlatıp onları ikna etmeleriyle başarıya ulaşmışlardır. Yoksa sadece bağımsızlık karakteri ve diğer özellikler, hiçbir ulusal hareketin başarıya ulaşmasına yeterli olmamıştır.
 

Bölüm 4

Çerkesya Rusya'nın işgaline uğramasaydı, Çerkeslerin nasıl bir ulusal gelişim çizgisi olacaktı? Bugün için cevabı artık bilinemeyecek bir soru. Temelleri Rus Çarlığı zamanında atılan, Sovyetler tarafından sürdürülen ve bugün de diaspora aydınları tarafından kabul gören, her kabile'yi (tribe) bir ulus olarak varılacak en üst nokta olarak gösteren iddiaya uygun bir uluslaşma mi olacaktı (Adige ulusu, Karaçay-Balkar ulusu, Oset Ulusu, Lezgi ulusu, İnguş ulusu, vb.); yoksa hepsi Çerkes ulus kimliği altında bir ulus, bir devlet olma yolunda mi ilerleyecekti? Ne yazık ki yanıtı hiçbir zaman öğrenilemeyecek.

Bugün Kafkasya'da ve diasporada dağılmış, ufalanmış parçacıklardan, yeniden bir üst noktaya sıçranabilir mi? Anka Kuşu, küllerinden yeniden doğabilir mi? Yoksa "kendi başına dolu yağan dünyayı fırtına içinde sanarmış" misali, kimsenin takmadığı bir antik parçalar kümesinden ibaret bırakılmış kültürümüzle, akıp gitmiş olan yaşamın geride bıraktığı tortunun içinde seyircisiz bir oyunu mu oynuyoruz?

Bugün Kafkasya'da her biri 2000 km² ile 13000 km² arasında değişen devletçiklere (özel konumu nedeniyle Dağıstan hariç) bölünmüş ve kendi içinde homojen olmayan ve üstüne üstlük büyük bölümünde de azınlık durumunda bulunulan anavatanımızda ve başta Türkiye olmak üzere tüm diasporada resmen tanınmamaktan, tanındığı yerlerde de yeterli altyapı sağlanamadığından hızla asimile olan Çerkes toplumu, zaten yok denecek kadar az olan, kendisini ulus statüsüne taşıyabilecek sınıfsal güçlerini daha da bölmeli midir? Yoksa bir araya mı getirmelidir? Soruyu sübjektif bir kalıptan çıkarıp, objektif bir kalıpta tekrarlayalım. Sosyolojik, iktisadi ve siyasi veriler, genelde Çerkes olarak bilinen toplumu meydana getiren kabileler içindeki sınıfların, ayrı ayrı ulusal kimlikler için mi, yoksa bütün bir Çerkes ulusu için mi örgütlenip hareket etmesi gerektiğini söylemektedir?  Bu sorunun cevabı şu noktada acil ve birçok ampirik (deneysel) ve bilimsel çalışma gereğini icap ettirse de, bir yandan ve yine onun kadar acil olarak, bireysel duyarlılıkların da devreye girmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Ancak bu bireysel duyarlılıklar, bugüne kadar olduğu gibi, il ve bölge bazında sınıf kimliksiz, dolayısıyla politikasız hemşehri dernekleri şeklinde olursa beklenen gelişmelere hizmet edemez.

Doğrudan doğruya Çerkes toplumunun (60'lara kadar sığındığı kırsal kabuktan çıkıp) artık yaşamın içine atılmış, değişik seviyelerde ve biçimlerde her gün dişe diş, göze göz bir yaşam mücadelesi veren insanlarının, kendi etkinlik alanları çerçevesinde örgütlenmek zorunluluğu vardır. Daha önce Çerkes yaşam alanları olarak önerdiğim bu yapılar, Çerkeslerin hayatlarını kazandıkları sınıfsal karaktere sahip yapılar ve bireysel alanlarda kendilerini ifade ettikleri (kültürel, bilimsel ve sanatsal) alanlardaki örgütlenmeler şeklinde olmalıdır.

Böylelikle; varoluşu için yaşamsal önemde olan bir alanda gerçekleştirilen Çerkes kimlikli (ya da çok lazımsa Adige, Abaza, Oset, vb. kimlikli) örgütler, toplumun farklı sınıfsal katmanlarının, kendi sınıfsal çıkarları ile ulusal çıkarlarını örtüştürmelerini sağlayacaktır.  Aksi takdirde Çerkes örgütlenmeleri tüm iyi niyetlerine rağmen birer fantezi kuruluşları olarak kalacaktır.

Çok daha kötüsü bunlardan bazıları, globalizmin vahşice saldırdığı günümüzde, sınıfsal, ulusal bilinç taşımadıklarından, bazı başka ülkelerin ve çıkar gruplarının, Kafkasya ve diasporadaki 5.kolu durumuna düşebileceklerdir. 1940'larda 1950'lerde olduğu gibi.

Son olarak, doğal ve haklı olarak sık sık değinilen Çeçen sorununda bugünkü durumu anlamak için şu soruya yanıt vermek gerekmektedir.

Rusya'nın, Kafkasya'nın, ABD'nin ve genel olarak Dünya konjonktürünün seyri dikkate alındığında; bağımsızlık savaşı gerçekleştirilip, geniş ölçüde hukuki ve askeri bir avantaj yakalanmışken; emekleme aşamasındaki Çeçen demokratik kurumlarını tahrip ve tasfiye ederek, İslami bir Kafkasya yaratmak (en azından bir an önce yaratmak) gayreti, dün ve bugün özelde Çeçenistan'daki genelde Kafkasya'daki hangi sosyal sınıfların, katmanların çıkarlarını temsil ediyordu? Kendi tarihini yeniden yazmak, dilini, edebiyatını geliştirip kökleştirmek, dış ilişkiler kurup Kafkasya'da önder bir hale gelmek, geniş Çeçen halk katmanlarının ekonomik refahını, ulusal zenginliklerini kullanarak yükseltmek dururken ikinci savaşa meydan verecek bir savaşı körüklemek kimin çıkarına yarıyordu? İşin içindeki büyük ve küçük oyunları bir tarafa bıraksak bile ve tamamen iyi niyetli olunduğunu varsaysak bile, bir grubun siyasi ideallerinin, o toplum içinde çoğunluk için yaşamsal önem arz etmeyen hedeflerine zorla da ulaşma çabası, ne Çeçenya için ne de Kafkasya için bir yarar sağlamamıştır. Kaldı ki bugünden sonra bir askeri zafer elde edilse bile o Çeçenya iktisadi, siyasi ve sosyal olarak 1990'ların başına göre hangi noktadan kendini yeniden inşa etmeye başlayacaktır ve ne kadar bağımlı ne kadar bağımsız bir noktada olacaktır.

Özetle toplumun dinamiklerine uymayan, ona dayanmayan hareket ve örgütlenmeler tamamen iyi niyetli olsa da yarar değil zarar getirmektedir.