1941 yılında Kafkasya’ya
sızma faaliyetlerini yoğunlaştıran Almanlar,
öncelikle bu görevi kabul eden Kafkas kökenli Sovyet
savaş esirlerini sabotaj ve casusluk konusunda
eğiterek, Sovyet cephe hattı gerisindeki görevlere
hazırladılar. 1941 Ekim’inde “Kuzey
Kafkasya Özel Komandosu-Şamil” adında
bir harekât planlandı. 150 kadar Kafkasyalı on ay
süreyle bütün yer altı faaliyetleri için
eğitildiler.
Üç gruba
ayrılan komandolardan ilki 1942
Temmuz’unda silah ve patlayıcı maddelerle
birlikte paraşütle Maykop civarına
indirildiler. Bu grubun görevi bir
taraftan köprü ve demiryollarını havaya
uçurmak, diğer taraftan Sovyetlerin
petrol tesislerini havaya uçurmalarını
önlemekti. Almanların bu bölgeyi
işgalinden sonra bu harekâta katılanlardan
29’u geri döndü. 30 kişilik ikinci bir
grup 1942 Ağustos’unda Çeçen-İnguş Özerk
Cumhuriyeti’nin başkenti Grozni’nin 40
kilometre güneyine indiler. Görevleri ilk
grubun görevlerine benziyordu, yalnız
onlara ek olarak yerel asi grupları ile
temas kurmaları emredilmişti. Bu harekâtın
mensupları görevlerini yerine
getiremediler ve bir çoğu Sovyetler
tarafından öldürüldü. 40 Dağıstanlıdan
oluşan üçüncü grup ise Almanların
Kafkasya’dan geri çekilmeleri üzerine
göreve başlayamamıştı (Mühlen 1984: 176).
Almanların 1941 yılında
Sovyetlere saldırdıkları sırada,
Kafkasya’da yaşamakta olan Karaçay-Malkar
halkı da Almanlara karşı sempati
beslemeye başlamıştı. Bu durumu
değerlendiren Sovyet istihbaratı, Sovyet
ordusunda görevli Karaçay-Malkarlı subay
ve askerleri “güvenilemeyecek düşman
unsurlar” sayarak cepheden alıp, Ural
bölgesindeki kömür ocaklarına sürmüşlerdi.
Sovyetlerin bu davranışı karşısında bir
Karaçay süvari alayı silahları ile dağa
çıkmıştı (Tavkul 1993: 48). Böylece
Almanlar henüz Kafkasya’yı işgal etmeden
ve hiç haberleri olmadan Kafkasya’da bir
müttefik halk kazanmış oluyorlardı.
Hitler 23 Temmuz 1942
tarihli 45 no’lu “Komutana Özel” gizli
direktifinde, A Ordular Grubu’na
Karadeniz’in doğu kıyılarını ele geçirme
emrini vermekteydi. Geride kalan bütün dağ
ve avcı tümenlerinin ise Kuban ırmağını
geçerek Maykop ve Armavir’i ele
geçirmeleri istenmekteydi. Gönderilecek
dağ birlikleriyle takviye edilecek olan bu
grubun Kafkasya’nın batı kısmına yapacağı
ileri harekâtta, geçilebilir bütün dağ
geçitlerinin alınarak 11. Ordu
birlikleriyle işbirliği halinde Karadeniz
kıyılarının ele geçirilmesi
emredilmekteydi. Çevik birliklerden
oluşturulacak diğer bir kuvvet grubunun
doğu Kafkaslarda Grozni bölgesini elde
etmesi ve tâli kuvvetlerle Oset ve Gürcü
Askeri Yolu’nu mümkün olduğunca geçitlerin
bulunduğu yüksekliklerde kapatması
istenmekteydi (Jacobsen 1989: 448).
Almanlar öncelikle
Sovyetlerin tehdidi altındaki bölgelerde,
söktükleri veya tahrip ettikleri Kafkasya
petrol tesislerine zarara uğramadan el
koymak istiyorlardı (Mühlen 1984: 169).
Hitler’in bu konudaki direktifleri de bu
görüşü doğrulamaktadır. Hitler şunları
söylemekteydi:
“Müteakip savaş sevk ve
idaresi için Kafkas petrol üretiminin
kesin önemi vardır. Bu sebeple hava
taarruzları bu bölgedeki üretim
merkezlerine ve büyük yakıt depolarına ve
ancak kara ordusu harekâtı mutlak
gerektiriyorsa, Karadeniz kıyısındaki
aktarma limanlarına karşı yapılmalıdır.
Fakat düşmanın Kafkasya’dan petrol naklini
en çabuk olarak önlemek üzere, bu iş için
kullanılan demiryollarının ve petrol boru
hatlarının erkenden kesilmesinin ve Hazar
denizindeki deniz ulaşımının taciz
edilmesinin özel önemi vardır.” (Jacobsen
1989: 459).
Kafkas halklarının pek
çoğu, kökü yüz yıllar öncesine dayanan Rus
aleyhtarı samimi duyular taşıyorlardı.
Fakat Sovyetler Birliği’nin bu bölgeler
hakkındaki politikasının tersine, Nazi
yöneticileri Kafkas Ötesi’ndeki Bakü’nün
önemli petrol üretimi dışında Kafkasya’da
ekonomik açıdan sömürülecek çok az şey
olduğunu düşünüyorlardı. Nazilerin ırkçı
yaklaşımına göre Kafkasya ve Kafkas
Ötesi’nde yaşayan halklar arasında
Ermenilerin dışında kalan bütün Kafkas ve
Kafkas Ötesi (1)
halkları Nazi ideoloji planlayıcıları
tarafından ırk olarak Slavlardan üstün
kabul ediliyorlardı ve onların içinde de
Gürcüler en üstün ırk olarak
değerlendiriliyorlardı (Alexiev 1985: 67).
Almanların Kafkasya
politikasını iki faktör etkiliyordu.
Birincisi, Kafkaslardaki Türk kökenli
halkların koruyucusu olarak görülen
Türkiye’yi kendine bağlama ihtiyacı idi.
İkincisi, Kafkaslardaki idari yetki
hiçbir zaman yerel sivil kontrole geçmemiş,
fakat Wehrmacht’ın (2) yetkisinde kalmıştı. Ayrıca
Kafkaslardaki
önemli Alman casusları Sovyet halklarına
en iyi yaklaşma yolunun onların Alman
savaş gayelerini desteklemeleri yolunda
teşvik edilmeleri olduğuna inanıyorlardı.
Kafkaslardaki Alman birliklerine aşağı
ırklar ve üstün ari ırklar konularındaki
ağır ırkçı propagandalardan kaçınmaları
bildirilmişti (Alexiev 1985: 67).
Wehrmacht’ın direktifleri
Alman ordusunun Kafkasyalıları kendi
tarafına çekme konusundaki kararlılığını
açıklamaktadır. Örneğin, 1942 yılının
Temmuz ayında Alman ordusunun A Grubu
komutanı mareşal von List aşağıdaki
emirleri yayınlamıştır:
1) Kafkasya halklarına, Alman
aleyhtarı davranışlar içine girmedikleri
sürece dost milletler olarak
davranılmalıdır.
2) Dağlıların
(Kafkasyalıların) kolektif sistemi
kaldırma istekleri hiçbir şekilde
engellenmemelidir.
3) İbadethanelerin yeniden
açılmasına ve dini âdet ve geleneklerin
uygulanmasına izin verilecektir.
4) Özel mülkiyete saygı
gösterilecek, ihtiyaç maddelerinin
karşılığı ödenecektir.
5) Örnek alınacak
davranışlarla yerli halkın güveni
kazanılacaktır. Askeri yönden kontrolü zor
olan dağlık bölgelerde yerli halkla
işbirliği büyük önem taşımaktadır ve Alman
birliklerinin ilerlemesini oldukça
kolaylaştıracaktır.
6) Halkı sıkıntıya sokacak
bütün gerekli savaş tedbirleri açıklanmalı
ve mazur gösterilmelidir.
7) Kafkas kadınlarının namus
ve iffetine özellikle saygı
gösterilecektir
(Alexiev 1985: 68).
25 Temmuz 1942’de Alman
orduları Rostov’u ele geçirip Don ırmağını
geçtikten sonra Sovyet ordusuyla Kafkas
dağlarının eteklerinde savaşa girdi. Alman
ordusunun önünden çekilerek Kafkas
dağlarına sığınmaya çalışan Kızıl Ordu
birliklerini burada Karaçaylıların
silahlı çeteleri karşıladı. Karaçaylılar
Sovyet birliklerinin büyük bölümünü imha
ettiler.
Kafkas Ötesi’ndeki Sovyet
kuvvetlerinin planlarındaki aksaklıklar
harekâtta gedikler meydana gelmesine sebep
oluyordu. Bu durumda Kafkasya Almanlar
karşısında tamamen savunmasız kalıyordu.
Bu boşluğu doldurma görevi Sovyetlerin
46. Ordusuna verildi. Kafkas dağları
üzerinden Kafkas Ötesi’ne geçişi sağlayan
Karaçay’daki Morh (Maruha) ve Kluhor
geçitleri her an Karaçay çetelerinin ve
Alman birliklerinin eline geçmek üzereydi.
Morh geçidinde savunma Sovyetlerin havan
topçu müfrezesi, teknik müfreze ve piyade
birliği tarafından yapılacaktı. Kluhor
geçidi ise iki piyade bölüğü ve bir teknik
müfreze tarafından savunulacaktı. Karaçay
çeteleri ile işbirliği içinde olan Alman
birlikleri Kluhor ve Morh geçitlerine
saldırdılar. Sovyet birliklerinin Kluhor
ve Morh geçitlerinde zor duruma düşmeleri
üzerine, Sovyetlerin safında yer alan
Gürcü-Svanlar bir birliklerini savunma
için dağların güney yamaçlarından
geçitlere gönderdiler. Ancak Karaçay
çetelerinin desteğini alan Almanlar
geçitleri ele geçirdiler. Sovyet
askerlerinin Kafkas dağlarının buzulları
arasında yer alan bu geçitlerde çok zor
durumlara düştükleri anlaşılmaktadır.
1960’lı yıllarda Karaçaylı çobanlar
tarafından bu geçitlerin yakınlarındaki
buzullar içinde cesetleri hiç bozulmadan
bulunan Sovyet Kızıl Ordu askerleri buna
şahitlik etmekteydi.
Sovyetlerin savunma savaşı
1942 yılının Temmuz ayı sonunda Kuban
bölgesinde patlak vermişti. Ağustos
ortasına kadar devam eden savaşta Alman
ordusu adım adım ilerleyerek Ağustos
sonunda Terek ırmağına ulaştı. Almanlar 21
Ağustos 1942’de Kafkas dağlarının en
yüksek zirvesi Elbruz dağına (Mingi Tav)
Alman bayrağını diktiler. Wehrmacht’ın
Nalçik civarında ele geçirdiği Sovyet
asker mektuplarından birinde, Almanların
Karaçay-Malkarlıların yardımıyla Elbruz
dağına kadar geldikleri ve dağa
çıkabildikleri yazmaktaydı.
1942 yılının sonbaharında
Alman birliklerinin işgal ettiği Batı
Kafkasya’da, bilhassa Karaçay-Malkar’da
daha Almanlar gelmeden önce mahalli
çeteler Sovyet birliklerinin boşalttığı
yerlerde iktidarı ele geçirmişlerdi. Yerli
halka dini ve siyasi hürriyet verdiklerini
açıklayan Almanlar bu hareketleri ile
yerli halkın sempatisini kazanmışlardı.
Camiler yeniden açılmış, kolektif
çiftlikler kaldırılmıştı. Alman ordusuna
büyük sevgi gösterilerinde bulunan Karaçay-Malkar
halkına Almanlar şu imtiyazları verdiler:
1)
Müstakil milli idare
yeniden kurulacak ve din dahil hayatın
bütün sahalarında tam bir serbestlik
olacak.
2) Kolhozların yerine özel
mülkiyet düzeni kurulacak.
3) Eskiden zorla ikiye ayrılan
Karaçaylılar ve Malkarlılar tekrar
birleşecek
(Tavkul 1993: 48).
Karaçay Özerk Bölgesi’nin
başkenti Mikoyan Şahar’da (bugünkü
Karaçayevsk) Karaçaylı Macir Koçkarov
idareyi ele almış ve gelen Alman
birlikleri tarafından belediye başkanı
olarak görevlendirilmişti. Bir süre sonra
da milli menfaatlerin temsilcisi olarak
bir Karaçay Komitesi Kadı Bayramukov
başkanlığında teşkil olundu ve geniş
yetkilerle donatıldı. Bunlardan biri de
kolhozları lağv etme hakkıydı (Mühlen
1984: 191).
Verilen bu imtiyazlar
Almanların Karaçay-Malkar halkının
güvenini kazanmasını sağladı. Bu sırada
görmüş geçirmiş yaşlı Karaçaylılar
Almanlara bu kadar güvenmenin iyi sonuç
vermeyeceğini, daha tedbirli davranmak
gerektiğini söylüyorlardı. Ancak yıllardır
Sovyet zulmü altında inleyen Karaçay-Malkar
halkı üzerinde bu uyarıların fazla etkisi
olmadı.
Silahlı birlikler oluşturan
Karaçay-Malkarlılar Sovyet ordusuna karşı
amansız bir savaşa girişmişlerdi. Bu
savaşlar sırasında Kafkasya’da bulunan
Alman gazetecisi Erich Kern o günleri
şöyle anlatmaktaydı:
“Bilhassa yerli İslam
unsurları ile aramız iyi. Her tarafta
gönüllü süvari birlikleri kuruluyor.
Peygamberin yeşil savaş bayrağı
dalgalanıyor. Bir dostluk havası esiyor.
Burada Müslüman halk müthiş bir komünist
düşmanı. Ben kasabaya girerken
Karaçaylılardan oluşan bir süvari taburu,
gülü oynaya dağdaki hizmetlerine
gidiyordu. Uzun boylu, tunç yüzlü güzel
delikanlılar eyer üzerinde kalıp gibi
duruyorlar...”
Alman Doğu Başkanlığı’ndan
bir görgü şahidi 1942 yılı Ekim’inde
Kafkasya’da yaşayan Slav kökenli Rus,
Ukraynalı ve Rus Kazakları’nın işgal
güçlerine karşı çok soğuk
davrandıklarından bahsetmektedir. Slavlar
aşırı Sovyet vatanseveri gibi
davranırlarken, Kafkas kavimleri Almanlara
karşı çok candan davranıyorlardı. Alman
raporlarında Rus ve Ukraynalı halk
arasında korku ve çekingenlik, buna
karşılık Kafkas halklarında dostluk ve
destek tespit edildiği yer almaktadır.
Ancak siyasi faaliyetin derecesi
kabilelere göre farklılık gösteriyordu.
Çerkesler (Adigeler-Kabardeyler) daha
çekingen davranırken, Türk asıllı Karaçaylılar ve Malkarlılar hemen
kabilelerini birleştirmeyi teklif
etmişlerdi. Bunlar arasında Pan-Türkist
eğilimli bir milliyetçilik açıkça
farkolunuyordu (Mühlen 1984: 192).
Kabardeylerin kurdukları
komite Karaçaylılarınkinden çok daha az
yankı uyandırmıştı. Bunda Kabardeylerin
yaptıkları hataların da payı vardı. Alman
kaynaklarında Osetlerin samimiyetinden
hiç bahsolunmamaktadır. Genellikle Osetler
Alman işgali altında kalan bütün Kafkas
halkları arasında işgal gücü ile işbirliği
yapmaya en az hazır olanlardı (Mühlen
1984: 193).
İhtilal öncesinde Rus-Kazak
kolonizasyonu tarafından çok ezilmiş ve
köşeye sıkıştırılmış olan Karaçaylılar,
Rus halkıyla olan münasebetleri tatsız
tarihi hatıraların yükünü taşımayan Osetlerden çok daha fazla ölçüde
Almanlarla işbirliği yapmışları (Mühlen
1984: 197).
Kafkas halkları arasında
devlet planlaması ve kontrolüne bağlı
olmaya karşı güçlü bir direniş mevcuttu.
Alman askerleri Karaçaylılarda eski
çağlarda çok şerefli bir meslek olan ve
işine engel olmaya kalkan her düzene karşı
kendini müdafaa eden haydutluğa bile şahit
olmuşlardı (Mühlen 1984: 196).
Kafkasyalılar bunlara “abrek” adını
veriyorlardı.
Alman birlikleri üzerinde
en fazla tesir yaratan unsur Müslümanların
bayramlarıydı. 11 Ekim 1942’de Karaçay
şehri Narsana’daki (Kislovodsk) Ramazan
bayramı ile, 18 Aralık 1942’de Kabardin-Balkar
Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçik’teki
Kurban bayramı Alman-Kafkas işbirliği
hakkındaki büyk vatansever nutuklarla ve
Hitler’e hediyeler sunulmasıyla son
bulmuştu (Mühlen 1984: 193). Bu hediyeler
arasında Kabardeylerin Hitler’e
gönderdikleri bir at da vardı.
Yerli halka eğitim ve
kültür işlerinde, hükümette ve bölgenin
yönetiminde önemli derecede özerklik
verilmişti. Dini özgürlük Almanlar
tarafından tekrar geri getirilmişti. Bu
davranış yıllardan beri amansız Sovyet din
karşıtı baskılara maruz kalan Müslüman
halkın sevinciyle karşılanmıştı. Okullar
mahalli yöneticilerin yönetimine
bırakılmıştı.
Alman yöneticileri
Kafkaslardaki zirai reformların
başarılması işini çok sıkı tutuyorlardı.
Bir yıl içinde kolhozların yüzde kırkı
ziraat kooperatiflerine dönüştürülmüştü.
Gerçekte Kafkasya’nın pek çok bölgesinde
köylüler daha Almanlar gelmeden önce,
nefret edilen Sovyet kolektif
çiftliklerini dağıtmış ve toprak, hayvan
ve tarım âletlerini halka paylaştırmıştı.
Almanlar Kafkaslarda, işgal ettikleri
diğer bölgelerin aksine halktan zorla
asker toplama uygulamasını kaldırmışlar ve
tamamen gönüllülerden oluşan birlikler
kurmaya başlamışlardı (Mühlen 1984: 68).
Bolşeviklerden temizlenen
Karaçay-Malkar, Kabardey, Adigey ve Osetya
bölgelerindeki halklar eski Birleşik
Kafkasya Cumhuriyeti’ni yeniden kurmak
üzere Alman komutanlığına başvurdular.
Ancak Almanlar bu başvuruları sürekli
olarak oyaladılar. Almanların Kafkasya’yı
bir sömürge olarak kullanmak istedikleri
ve buradaki bölgelere Alman Nazi
komiserlerinin çoktan atanmış oldukları
daha sonra öğrenildi (Tavkul 1993: 49).
Almanların planladığı
Kafkasya Devlet Komiserliği, açıkça ifade
edilen Kafkasya petrol kaynaklarının ve
madenlerinin ekonomik açıdan sömürülmesi
hedefleri, Kafkas komitelerinin ve
lejyonlarının mensupları tarafından
bilinmiyor değillerdi. Kafkasyalı
lejyonerlerin en çok sordukları “Alman
müstemlekesi mi olacağız?”, “Kafkas
kavimleri iktisadi idarede hangi paya
sahip olacaklar?”, “Almanya Çarlık
dönemindeki büyük toprak sahiplerinin ve
mültecileri ülkeye geri getirip idareyi
onlara mı verecek?” soruları bu
endişeyi dile getiriyordu (Mühlen 1984:
135).
1942 yılı sonlarında Alman
ordusunun Rusya’da yenilgiye uğratılması
sonunda, Almanlar Kafkasya’dan çekilmek
zorunda kaldılar. Bu sırada Adige-Kabardey,
Karaçay-Malkar ve Osetlerden oluşan on beş
bin kişilik bir mülteci kafilesi de Alman
ordusu ile birlikte Kafkasya’yı terk etti
(Tavkul 1993: 49).
Almanlar Kafkasya’dan
çekildikten sonra Sovyetler halk arasında
Alman aleyhtarı partizan güçleri
örgütlemeyi başaramadılar. Anti-Partizan
faaliyetler tamamen Kafkaslardaki yerli
halkın elindeydi. Pek çok Kafkas Milli
Askeri Birlikleri Alman ordusunun
hizmetine girdi ve Sovyetlere karşı
savaştı. Alman ordularının lojistik
desteği ekonomik yönden fakir olan bu
bölgede yerli halkın gönüllüleri
tarafından sağlandı. Yerli halktan oluşan
Sovyet aleyhtarı birlikler Alman ordusu
Kafkasya’dan geri çekildikten sonda bile,
ilerleyen Sovyet birliklerine karşı daha
uzun süre savaştılar (Alexiev 1985: 69).
Almanlar Kafkasya’dan
çekilir çekilmez, 15 Ocak 1943’te Kızıl
Ordu Karaçay’a büyük bir saldırı başlattı.
Silahlı çeteler Kafkas dağlarında tank,
top ve uçaklarla saldıran Kızıl Ordu’ya
karşı mücadele ediyorlardı. Bütün Karaçay
köyleri ağır bombardımanla yerle bir
edildi. Sovyetler bütün güçlerine rağmen
silahlı Karaçay-Malkar çetelerini yok
edemiyorlardı. Sovyet hükümeti bunun
üzerine daha kesin bir sonuç elde
edebileceği bir yönteme baş vurdu. 12 Ekim
1943’te Sovyetler Birliği Yüksek Sovyet
Prezidyumu’nun aldığı bir kararla Karaçay
halkı 2 Kasım 1943 tarihinde topyekun
sürgüne gönderildi. Aynı karar 1944 yılı
Şubat ve Mart aylarında Çeçen-İnguşlara
ve Malkarlılara da uygulandı.
Almanların Kafkasya’dan
çekilmesinden sonra Stalin’in sürgününe
maruz kalan halklar ya Almanlarla en fazla
işbirliği yapmış olanlar, ya da en az
direnmiş olanlardı. Almanlar hiçbir zaman
Çeçen-İnguş bölgesini işgal etmemiş
oldukları halde Çeçen-İnguşlar da
sürüldüler. Buna karşılık, biraz çekingen
olmakla birlikte işgalcilerle işbirliği
yapan Çerkesler sürülmemişlerdi.
Sovyetlerin asıl hiddetini ise rejime ve
devlete karşı açıkça ayaklanarak
Sovyetlere ağır kayıplar verdiren Karaçay-Malkarlılar
çekmişlerdi. Bunun sonucunda Kafkasya’dan
ilk önce Karaçaylılar sürülmüşlerdir. Bu
eşit olmayan muamele, Kafkasyalı
mülteciler tarafından Stalin’in bir Türk
boyu olan Karaçay-Malkarlılara ve
evvelden haklarında kötü anıları olan
Çeçen-İnguşlara karşı özel bir düşmanlığı
olduğu, buna karşılık Çerkeslere husumeti
olmadığı şeklinde yorumlanmıştır (Mühlen
1984: 226). Osetlerin de Stalin
tarafından hiçbir kötü davranışa maruz
kalmamış olmalarının sebebi Stalin’in de
Oset kökenli olmasıdır (Bir çok kaynakta
Stalin yanlış olarak Gürcü kökenli diye
gösterilir).
Almanların Kafkasya
harekâtı Kafkasya halklarının çok büyük
acılar çekmeleri ve tamir olunamayacak
kayıplara uğramaları ile son bulmuştur.
KAYNAKÇA
- Alexiev,
Alexander R. Soviet Nationalities Under
Attack: The World War II Ex
- erience.
“Soviet Nationalities in Strategic
Perspective”. Ed. by: S. Enders Wimbush.-London:
Croom Helm, 1985.-61-74.ss.
- Jacobsen,
Hans-Adolf. 1939-1945 Kronoloji ve
Belgelerle İkinci Dünya Savaşı.-Ankara:
Genel Kurmay, 1989.-937 s.
- Mühlen,
Patrik von zur. Gamalıhaç ile Kızılyıldız
arasında: İkinci Dünya Savaşında Sovyet
Doğu Halklarının Milliyetçiliği.-Ankara:
Mavi Yayınları, 1984.-264 s.
Tavkul,
Ufuk. Kafkasya Dağlılarında Hayat ve
Kültür. Karaçay-Malkar Türklerinde Sosyo-Ekonomik
Yapı ve Değişme.-İstanbul: Ötüken,
1993.-305 s.
1) Kafkas halkları:
Abhazlar, Adige (Çerkes)ler, Karaçay-Malkarlılar,
Osetler, Çeçen-İnguşlar ve Dağıstanlılar.
Kafkas Ötesi halkları:
Gürcüler, Ermeniler ve Azeriler. |