Bu gün hepimiz biliyoruz ki,
300 yıla
yakın süren Kafkas Savaşları bizim açımızdan
bir trajedi ile sonuçlanmıştır.
Silah ve cephane bakımından çok güçlü,
asker ve malzeme bakımından tam donanımlı Çar
orduları 21 Mayıs 1864 yılında Dağlıların üç
yüz yıl süregelen özgürlük mücadelesine son
vermiştir.
Bir Çerkes atasözü "kavganın sonu ağıttır"
der.
Tıpkı bu atasözündeki gibi, bu savaşın
Çerkes halkına getirdiği acı, sürgün, sefalet ve
soykırımı hiç bir savaşta bir başka halkın
yaşadığını sanmıyoruz.
Nüfusu milyonları bulan Adige halkından
geriye, çok az sayıda insan kalmıştır.
Bu nüfusun bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı
kaybolmuş, bir kısmı açlıktan hastalıktan
kırılmıştır.
Sağ kalan insanların büyük bir kısmı ise
Osmanlı'ya sürgün edilmiş veya kandırılarak göç
ettirilmiştir.
Bu sürecin sonunda Shapsugh, Natuhaç ve Abazehlerden geriye çok az sayıda insan
kalmıştır Kafkasya'da.
Adigelerin binlerce yıl yaşadıkları
topraklarından zalimce sürülmeleri ve yok
edilmeleri tarihin gördüğü en büyük dramlardan
biridir.
Böylesine acımasız bir sürgüne ve soykırıma
maruz bırakılan başka hiçbir halk yoktur tarih
sahnesinde.
Tarihte böyle olayın yaşanmasına sebep olan
şey nedir ?
Bu trajedide Kafkasyalıların hataları ve
sorumlulukları ne kadardır?
Bu iki sorunun cevabı oldukça uzun ve
kapsamlıdır aslında.
Fakat ben kendi görüş açımdan eldeki tarihi
bilgilere ve belgelere dayanarak bu soruların
cevabını vermeye ve bu soykırımın yaşanmasına
neden olduğunu düşündüğüm sebepleri önem
sıralamasına göre açıklamaya çalışayım.
1)
En önemli neden Rus çarının emperyalist
politikalarıdır. Bu politikaların sonucu
olarak izlenen işgalci ve yağmacı yöntemlerle Kafkasya'da yaşayan halkların çar idaresi
altına alınmak ve kendi istedikleri şekilde
yönetilmek istenmesidir.
18.yüzyılda Kafkasya'ya yerleşen ve
temelini sağlamlaştıran Rus Çarı bu dönemden
itibaren politikalarını sertleştirmeye
başlamıştır. Yağma işgal ve zulüm çarın yeni
politikası haline gelmiştir.
Öyle ki Kafkas halklarının hiçbir isteği
zerre kadar göz önünde
bulundurulmamakta, tamamen güce ve işgale
dayalı bir sindirme politikası izlenmektedir.
Buradaki asıl amaç, ne pahasına olursa
olsun Kafkas halklarını bu topraklardan
temizlemektir.
Bu amaca ulaşmak için de topraklar işgal
edilmekte,bu topraklara hızla kazak
yerleşimciler getirilip iskan edilmektedir.
Adigeleri topraklarından sürmek için işgal,
soykırım, sürgün gibi her türlü zulmü dayatan
işgalci Rus çarı ve onun ordu komutanları,
Psıj nehrinin solunda kalan verimsiz, bataklık
sağlıksız arazileri yeni yerleşim bölgeleri
olarak önermektedirler.
Adige ileri gelenleri bu öneriyi
reddederken Çar'ı ve onun komutanlarını
telaşlandıracağını düşünerek Psıj nehri
kıyılarına yerleşmektense Osmanlı'ya göç ederiz
tehdidinde bulundular.
Oysa Çar'ın tam da istediği buydu.
Adige ileri gelenlerinden bir heyet Çar'ı
ziyaret ederek topraklarında kalmaları ve Rus
ordularının işgal, soykırım ve zulümlerine son
vermeleri talebini ilettiği zaman Çar 2. Aleksandr'ın bu taleplere verdiği cevap "ya
size gösterilen topraklara gider yerleşirsiniz
veya en kısa süre içerisinde bu toprakları
terk eder Osmanlı'ya göç edersiniz" olmuştur.
2)
Sürgün olayında Adige Uerk ve Pşılerinin
de kısmen pay sahibi olduklarını söylemek
yanılgı olmaz sanıyorum.
Çünkü onlar şu an yaşadıkları topraklarda
da kalsalar, Psıj ırmağı kıyılarına da göç
etseler artık eski hükümranlıklarının devam
etmeyeceğinin farkına varmışlardı.
Onlar için en büyük yıkım hizmetlerindeki
insanları kaybetmeleriydi. Onlar Osmanlıya
göç ederek mevcut düzenlerini aynı şekilde
muhafaza edebileceklerini düşünüyorlardı,bu
nedenle ne yazık ki Adige Pşı ve Verklerinin
bu olayda yeterinde doğru tavır aldıklarını
söyleyemeyeceğim.
3) Bir kısım din adamları da ne yazık ki Adigelerin Osmanlıya göç etmeleri konusunda
çok açık propaganda yapmışlar,halkı bu konuda
ikna etmek için çok yoğun faaliyet içerisinde
bulunmuşlardır.
4) Osmanlının kendi görevlendirdiği elçiler
köy köy gezerek Adigeleri göçe ikna etmeye
çalışmışlar, çok güzel ve mutlu bir gelecek
tasviri içerisinde sürekli vaatlerde bulunarak
halkı bu yöne kanalize etmeye çalışmışlardır.
5)
İngilizler ve Fransızlar da Çerkes
soykırımında Tıpkı Ruslar ve Osmanlılar gibi
pay sahibidir.
Bu iki ülke bölgede bulunan adamları ve
görevlileri vasıtasıyla Kafkasyalıları
Ruslarla ne pahasına olursa olsun savaşın
devam ettirilmesi konusunda sürekli
kışkırtmışlar ve pek çok yardım vaatlerinde
bulunmuşlardır.
Bu iki ülkenin tüm vaatleri sadece sözde
kalmış, hiçbir zaman gerçek bir yardımda da
bulunmamışlardır.
İngilizlerin Fransızların ve Osmanlıların
bu faaliyetlerinin ve ilgilerinin nedeni
Adigelere olan sevgi ve sempatileri veya
onların özgürlük mücadelelerine olan saygıları
değildi elbette.
Onların asıl istedikleri Kafkasya'yı kendi
egemenlik alanları içerisine almak,Kafkas
halklarını kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda kullanmaktı.
Yukarıda sıraladığımız tüm bu etkenlere
rağmen, şunu çok net şekilde belirtmemiz
gerekir ki Adige halkının başına gelen bu
felaketin, sürgün ve soykırımın birinci
dereceden sorumlusu Rus çarlığı ve onun
emperyalist politikalarıdır.
Bu politikanın bir sonucudur Kafkas
halkının binlerce yıldan bu yana yaşadığı
topraklarından sürülüşü.
Savaşın, soykırımların açlık ve sefaletin
toplu katliamların, kısacası Kafkas
halklarının başına gelen bu felaketin asli
nedeni, Çarların ve onların temsilcilerinin
Kafkasya'da sürdürdükleri bu insanlık dışı
politikalardır.
Bütün bunlara rağmen hayretler içerisinde
görüyoruz ki, Adige halkının yaşadığı bu
felaketten bahseden bazı Rus tarihçiler (A. M. Berje
, A. İ. Zanoknikoviç, Lilov , vb.) Adigelerin anayurtlarından sürgün edilmelerinin asıl
sorumlusunun Rus Çarlığı olmadığını; tam
tersine bu felaketi Adigelerin kendilerinin
istediğini yazıyorlar.
Emperyalist Rus Çarı'nın yağmacı vekili Fadaev'in kendi yazdıklarına göre "Psıj
nehrinin diğer yakasındaki topraklara Çarlık'ın
şiddetle ihtiyacı vardı, fakat Çar o
topraklarda yaşayan halklara hiçbir şekilde
ihtiyaç duymuyordu"
Rus Çarı'nın politikasını bu cümleden daha
güzel anlatacak başkaca ne söylenebilir ki?
Herkes çok iyi bilir ki
hiçbir halk
doğduğu yaşadığı topraklarını kendi rızası ile
terk etmez, başka topraklara başka ülkelere
göç etmez. Bu tür bir yer değiştirme ancak zor
kullanılarak,şiddet ve baskı yolu ile
sağlanabilir. Bunun adı da sürgündür.
Zaten zorlu Kafkas savaşları ,Kafkas
halklarının bu savaşlarda yitirdikleri
insanlar, verdikleri mücadele bu sürgünün
kendiliğinden bir göç olduğu ve Adigelerin
Kendi topraklarını kendi rızaları ile terk
ettikleri tezini çürütmektedir.
Buna rağmen tarihimize İstanbulakue olarak
geçen bu felaketi bizzat yaşamış olan P.V.Aprelyev
şöyle yazıyor bu konuda "Adigeler dindar
insanlarının teşviki sonucu kendi rızaları ile
ülkeyi terk ederek Osmanlı'ya göç ettiler"
A.P.Berje ise aynı konuda şöyle
söylemektedir: "Er veya geç Rusya Kafkasya'yı
işgal etmek zorundaydı. Burada üzücü olan şey
Kafkas halklarının başkalarının yardımına
ihtiyaç duymaksızın gelişmelerini ve
ilerlemelerini tesis edememiş olmalarıdır."
Her yerde her zaman büyük halklar küçük
halkları himayelerine almışlardır. (Başka
türlü söylersek içlerinde eritip yutmuşlardır.
H.M.) bu sayede küçük halkların gelenekleri ve
dilleri yok olsa da gelişmişlikleri ve yaşam
kaliteleri yükselmektedir"
Yukarıda okuduğunuz bir kesim Rus yazarın
bu tür ifadelerine rağmen, bizler Kafkas Rus
Savaşları döneminde Adigelerin ve Rusların
kültür düzeyini de gelişmişlik düzeyini de,
Rus Çarı'nın Kafkasya'ya kültür ve gelişmişlik
adına ne verdiğini de çok iyi biliyoruz.
Bu tür bir açıklamaların doğru olmadığını
elbette hepimiz biliyoruz.
Kafkasyalıların yurtlarından sürgün
edilmelerinin nedenini, Rus Çarı Kafkasya'ya
geldiğinde ona eşlik eden general Olşevki'nin
şu cümlesi çok iyi açıklamaktadır "
Adigeler tarihten bu güne üzerinde özgür ve
mutlu yaşaya geldikleri bereketli topraklarını
terk edip verimsiz topraklara göç etmek
istemediler"
İşte gerçek neden bu cümlede işaret
edilendir. Adigelerin bu tür göçü
istemelerini, kabul etmelerini gerektirecek
hiçbir neden de yoktur.
Kaldı ki Adigeler, Rus topraklarında
savaşmış değillerdir. Tek istedikleri kendi
topraklarında özgürce yaşamaktı ve tüm
savaşları da topraklarını ve özgürlüklerini
korumak içindir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Kafkas
savaşlarının bitiş tarihi olarak kabul edilen
21 Mayıs 1864 tarihidir.
Bu tarihten sonra, bizlerin İstanbulakue
olarak adlandırdığımız Adige halkının sürgünü
daha da şiddetli bir hal almıştır.
Fakat Adige sürgününün başlangıcı bu
tarihten çok daha öncesine dayanmaktadır.
1858 yılından itibaren Çar orduları Adige
köylerini evlerini ağıllarını ekinlerini
yakmaya, acımasız yöntemlerle işgallerini
yaygınlaştırmaya başladılar.
Bu insanlık dışı savaş pek çok cana
mal olduğu gibi, sağ kalanlar da bölgelerinden
sürülerek Karadeniz kıyılarına indiriliyorlar,
Osmanlı'ya göç etmeye zorlanıyorlardı.
1860 yılında Psıj bölgesindeki
Rus orduları
komutanı Yevdokimov savaşın kısa sürede
bitirilmesini ve Kafkasya'nın işgalini
sağlayacak bir plan hazırlamıştı.
Bu plana göre Adigelerin topraklarından
sürülmeleri ve onlardan boşalacak bölgelere
kazak köylerinin yerleştirilmeleri
düşünülüyor, buna karşılık işgal edilen
topraklardan sürülen Adigelerin Psıj bölgesine
göç ettirilmeleri veya Osmanlı topraklarına
gönderilmeleri öngörülüyordu.
Bu politikanın başlangıcı olarak, daha fazla
direnç gösteren halklar arasından seçilen 10.000 kişinin Osmanlı topraklarına sürülmesine
karar verildi ve bu karar uygulamaya konuldu.
1860 yılında Osmanlı'ya gönderilmek üzere
bölgelerinden sürülerek Karadeniz kıyısına
indirilen Adigelerin sayısı hızla artmaya
başladı.
Osmanlıların bu kadar insanı topraklarına
kabul etmemesi ihtimalinden endişe eden Rus
Çarı ve onun Kafkasya'daki generalleri, bu
ihtimali ortadan kaldıracak bir anlaşma yapmak
üzere Terek bölgesi idaresinden sorumlu olan
Loris Melikov'u görevlendirerek İstanbul'a
gönderdiler.
Loris Melikov üstlendiği görev gereği
sürgün edilen insan sayısı ne olursa olsun
geri çevrilmeyeceklerine dair Osmanlılarla
gizli görüşmeler ve anlaşmalar yaptı.
Osmanlı idaresinin şartı ise, sürgün edilen
insanların topluca değil azar azar
gönderilmeleri idi.
1863 yılında sürgün edilen insan sayısı çok
yüksek rakamlara ulaşmaya başlamıştı.1858-1863
yılları arasında sadece Karadeniz'in
doğusundaki limanlardan sürgün edilen insan
sayısı yaklaşık 500 bin kişidir. Diğer
bölgelerden ve diğer limanlardan çıkış yapan
insan sayısı konusunda bir bilgi olmamakla
birlikte bu sayısının da daha az olmadığı
tahmin edilmektedir.
Çerkes sürgünü, Kafkasya tarihi bir yana
dünya tarihinde dahi eşi görülemeyecek içler
acısı bir dramdır. Tarih bu zulmün bir
benzerine daha şahit olmamıştır bu güne kadar.
Rus çarı ve onun insanlık dışı
uygulamalarını yürüten komutanları, çaresizlik
ölüm sefalet azap ve işkenceden ibaret
yöntemleri ile sürgün seçeneğinden başka hiç
bir alternatif bırakmamışlardır Adige halkına.
Adige halkı bu sürgün esnasında öylesine
büyük bir sefalete ve insanlık dışı
uygulamalara mahkum edilmiştir ki, o dönemde
insanlarımızın yaşadıkları açlık hastalık ve
çaresizlik hakkında yazılanları okurken bu gün
hala insanın gözleri dolmakta yüreği
burkulmaktadır.
O dönem yazılan pek çok kaynağa göre
yurtlarından sürülen insanlar diz üstü çöküp
toprağı öpmekte, gözyaşları içerisinde zorla
gemilere bindirilerek gönderilmektedirler.
Gözü dönmüş Rus ordularının zorla kıyılara
sürdüğü insanlar, çoğu zaman gemileri
beklerken yanlarındaki erzağı da tüketmekte
çaresizlik içerisinde ölümle yüz yüze beklemek
zorunda kalmaktadırlar.
Zorlu kış şartlarına uygun kıyafetleri
erzakları olmadığı için, bu şekilde pek çok
insanımız Karadeniz kıyısında açlık ve
hastalıkların pençesinde can vermiştir.
Savaşta görev almış olan bir
Rus görevli
bizzat şahit olduklarını daha sonra şöyle
anlatmaktadır:
"İnsanın tüylerini diken diken
eden bir sahne hiç gözlerimin önünden
gitmiyor: pek çoğu çocuk, kadın ve yaşlı
insanlardan oluşan cesetler ortalığa dağılmış
bir haldeydi ve bu cesetlerin çoğunu köpekler
parçalamışlardı.
İnsanlar açlık ve hastalıktan o kadar
bitkin düşmüşlerdi ki çoğu yaşarken köpeklere
yem olmama gayreti içerisinde can derdine
düşmüştü.
Sağ kalanlar ölenleri düşünecek ve mezar
kazıp onları gömebilecek durumda
değillerdi. Onları bekleyen son da bundan pek
farklı değildi"
Zavallı insanların karşı kıyıya ulaşmaları
çok büyük tehlikelerden tesadüfen
kurtulabilmelerine bağlıydı. Öncelikle
bindirildikleri gemilere olması gerekenin bir
kaç katı para ödemek durumunda kalan insanlar
bu yetmez gibi 30 kişilik teknelere bile 100-150 kişi doldurulmak suretiyle taşınmaya
çalışılıyor, çoğu kez bu şekilde tıka basa
doldurulan gemiler ilk fırtınada denizde
batıyordu.
Gemi personeli adım atacak yer bulamadığı
için insanların üzerine basarak yürüyorlardı
çoğu zaman.
Ambarlara doldurulan insanlara neredeyse
soludukları hava bile yetmiyordu. Pek çoğu bu
sağlıksız koşullarda zaten güçsüz olan
bedenlerini ayakta tutmakta
zorlanıyor, fenalaşıyor hastalanıyorlardı.
Bu insanların akıbeti ise belliydi:
Denize
atılmak.
Bu koşullar içerisinde sağ kalmayı başarıp
Osmanlı topraklarına ulaşabilen insanların
sonu da pek iyi olmadı, hatta sürüldükleri
topraklardakinden çok daha kötü durumlara
düştüler ne yazık ki.
Kafkasya'da bulunan Osmanlı elçilerinin daha
önce vaad ettikleri cennetin yerine
açlık, sefalet ve ölüm bekliyordu onları.
Ne Osmanlı sultanı ne de onun idarecileri
bunca insana yeni bir yaşam sunabilecek,
onları iskan edebilecek bir hazırlık veya
plana sahip değillerdi.
Hal böyle olunca, zorlu yaşam koşulları
karşısında zaten hasta ve perişan bir halde
olan insanların çoğu daha fazla dayanamamış
ölümler günden güne artarak sürmüştür Osmanlı
topraklarında da.
1871 yılında çıkan Vsemirniy
Puteşestvennik (Dünya gezgini) gazetesinin
yazdığına göre bu sürgün esnasında yollara
düşürülen her 3 Çerkes'ten 2'si yaşamını yitirmiştir.
Batum şehri çevresinde karaya çıkan ve bu
civara yerleşen kafiledeki
22 bin kişiden sağ
kalanların sayısı 7 bindir ; yine Samsun
şehri çevresine yerleşen 30 bin kişilik bir
başka kafileden sağ kalanların sayısı 100
kişidir.
A.P.Berge'in yazdığına göre Samsun ve
Trabzon çevresine getirilen göçmenlerden
ortalama olarak her gün 180 ile 250 arasında
insan yaşamını yitirmektedir ve bu insanların
durumu gerçekten yürek yaralayıcıdır.
Alman bilimadamı ve etnograf F.Kanits'in
yazdığına göre, Osmanlı topraklarından Kıbrıs
adasına yerleştirilmek üzere gemilerle
götürülen
2 bin 100 kişiden 1 bin 300'ü daha denizdeyken
hayatını kaybetmiştir.
Öyle ki, denize atılan ve daha sonra suyun
üzerine vurmuş olan bu cesetleri izleyerek
geminin izlediği rotayı rahatlıkla
görebilirdiniz.
Osmanlı kıyılarında ise ölümler o kadar
artmıştı ki artık cesetler gömülmez
olmuştu;ekmek insan sayısına göre dağıtıldığı
için ölüleri yerleştirildikleri korunaklardan
çıkartmıyorlar, ölüler ile sağlar bir arada
yatıyorlardı.
Osmanlılar bu sürgünlerin harp
yeteneklerini çok iyi biliyorlardı,bu nedenle
onların arasından asker seçerek ordunun asker
ihtiyacını karşılamağa karar verdiler.
Orduya girmenin şartı evli ve aile sahibi
olmamaktı,bu nedenle bir kısım insanlar
çaresizlik içerisinde eşlerini konaklara
hizmetçi çocuklarını evlatlık vererek onların
açlıktan ve yokluktan ölümünü önlemeye
çalışıyorlar kendileri de gidip orduya
yazılıyorlardı.
Kafkas sürgününün tarihi bu
gün bile hala tam olarak yazılmış değildir.
Bu konuda Kaberdey-Balkar
Bilimler Enstitüsü ve Kaberdey-Balkar
Üniversitesi ortaklaşa uluslar arası bir
konferans düzenlemişlerdir. Katılımcılar bu
toplantının önemine dair konuşmalar yapmışlar
sürgün trajedisi hakkında çeşitli bilgiler
vermişlerdir.
Bu konuda iki noktaya vurgu
yapmak gerektiği kanaatindeyim.
Birinci olarak sürgün
Kafkasya'nın her bölgesinde aynı şiddette
yaşanmamıştır. Örneğin Kafkasya'nın
doğusundaki halklar zor kullanılarak bölgeden
çıkartılmışlarsa da 1859 -1865 yılları
arasında bir kısım Kaberdeyler, Çeçenler,
Asetinler zor kullanılmadan kendi istekleri
ile bölgeyi terk etmişlerdir.
Kendi istekleri ile
cümlesini açıklamak gerekirse: 18.yy
sonlarına doğru Rus Çarı bütün kuzey
Kafkasya'yı kendi hükümranlık alanı içerisinde
görmeye başlamıştır. Bu yaklaşımın yansımaları
olarak, bölgede kendi yönetimini ve kendi
mahkemelerini kurmuş bölgede yaşayan halkların
yaşayışlarına geleneklerine müdahale etmeye
pek çok halkın topraklarının bir kısmını
alarak kazak köyleri kurmaya, kazakları
bölgeye yerleştirmeye başlamıştı.
Daha net bir şekilde
söylemek gerekirse bölge halklarının tüm
özgürlüklerini gasp etmiştir.
Bu durumu kabul etmeyen
halklar ayaklanmışlar fakat güçlü çar orduları
ile baş edemedikleri için yenilmişlerdi.
Bu yenilgiyi ve baskı
yönetimini sindiremeyen birkaç bin insan
Osmanlı topraklarına göç ettiler.
Örneğin Kaberdey bölgesinden
15 binin üzerinde insan Osmanlı topraklarına
göç ettiler. Kendi istekleri ile ayrılanlar
derken kastettiğim işte bu şekilde giden gruba
giren insanlardır.
Fakat bu şekilde göç eden
insanların da olması Rus Çarı'nın Adige
halkını Psıj bölgesine zorla göç ettirmek
istediği ve bunu kabul etmeyen halkları ve
diğer Kafkas halklarını zalimce yöntemlerle
topraklarından sürdüğü gerçeğini değiştirmez.
İkinci olarak Rus Çarı her
ne kadar Adigelere Psıj bölgesine yerleşmeleri
teklifini getirmişse de, onun ve bölgedeki
temsilcilerinin asıl planı bu halkı bölgeden
sürerek Osmanlı topraklarına göç ettirmekti.
O dönemde bölgede
faaliyet gösteren ve halkın Osmanlı
topraklarına göç etmeleri konusunda propaganda
yapan Osmanlı elçilerine hiçbir şekilde
müdahale edilmemiş, bölgede serbestçe faaliyet
göstermelerine Çar idarecileri tarafından göz
yumulmuştur.
İsteseniz de istemeseniz de
Psıj bölgesine göç ettirileceksiniz diyemezler
miydi Adige halkını süngü zoruyla Karadeniz
kıyısına süren Rus generalleri?
O kadar insanın ölümüne
neden olan Çar, istese Adigelerin Osmanlıya
gitmesine engel olamaz mıydı ?
Sayıları yüzleri bulan
köyleri yakan, yaşlı çocuk ve kadınları
öldüren çar ve onun generalleri ellerindeki
askeri gücü kullanarak buna engel
olabilirlerdi elbette. Fakat onların asıl
istedikleri buydu zaten.
Psıj bölgesi zaten Adige
toprağıydı, fakat bölgenin yaşam koşulları
açısından elverişli olmaması nedeni ile
yerleşim yok denecek kadar azdı.
Bunu bile bile o bölgeye
yerleşilmesi dayatmasının arkasında yatan asıl
neden sürgüne temel hazırlamak,halkın kabul
etmeyeceği bir öneri ile Osmanlı topraklarına
göçün yolunu açmaktı.
Bunun bir başka delili ise
Loris Melikov'un İstanbul'a gönderilerek
Osmanlı idarecileri ile sürgün edilenlerin
kabulü konusunda yaptığı görüşmelerdir.
O dönem Rusya'nın
Osmanlı'daki görevlilerinin tümü, sürgün
edilenlerin kabulü ve geri çevrilmemeleri
konusunda görüşmeler yapmışlar çeşitli
faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Hatta bir kısım Adige'nin
Psıj bölgesine yerleşmeyi kabul etmeleri
ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için
Osmanlı topraklarına gidecek her aileye maddi
yardımda bulunulacağı ve Karadeniz'i aşmaları
için gereken gemilerin temin edileceği vaat
edilmiş fakat her iki konuda da pek bir
yardımları görülmemiştir.
Bütün bu faaliyetlerin yanı
sıra Rus Çarı adına bölgede gizli faaliyet
gösteren bir kısım insan da Adigelerin göçe
ikna edilmeleri konusunda ellerinden geleni
yapmışlar, bu amaca hizmet için yoğun çaba
içerisinde olmuşlardır.
Örneğin Shapsughlar arasında
oldukça büyük itibarı olan İshak
efendi bu tür örtülü faaliyetlerde bulunan
insanlardan birisidir.
Yine Natuhaçlar arasında
bu tür bir ileri gelene tüm Natuhaçları
Osmanlıya göç etmeye ikna etmesi karşılığında
iki bin altın vaat edildiği bilinmektedir.
Arşivlerde Adigelerin
Osmanlı topraklarına gönderilmelerini önlemeye
yönelik tek bir belge bulunamamıştır bu güne
kadar.
Bu konuda Y.Abramov çok
doğru bir tespit ile şöyle yazmıştır : "Hiç
şüphesiz Rus idarecileri Adigeleri bölgeden
çıkartarak Osmanlıya göndermek için ellerinde
geleni yapmışlar, onların ülkeden gidişlerini
kolaylaştırmak için pek çok faaliyette ve
vaatlerde bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra
bölgede aynı amaca hizmet için bulunan Osmanlı
elçilerinin çalışmalarına da göz yummuşlar bu
faaliyetlerin engellenmesi yönünde hiçbir çaba
göstermemişlerdir"
Bölgeden sürülen Adigelerin
ve diğer halkların, tarlaları evleri, ekinleri
bahçeleri, hayvanları ve benzeri tüm mal
varlıkları geride kalıyordu. Eğer bu bir
gönüllü göç olsaydı en azından insanların
geride bıraktıkları bunca maddi değerin
karşılığı olarak giden insanların koşulları
biraz olsun kolaylaştırılmaz mıydı ?
Elbette ki, bu bir göç
değildi ve Kafkas halklarının tümü birden yok
olsa Çarlık'ın umurunda bile olmayacaktı.
Çünkü onların nazarında Kafkas halkları insan
bile değillerdi.
Kafkasya'yı işgal edebilmek
için bölge halklarının üçte ikisini öldürüp
yok etmek gerektiğini, ancak bu şekilde geriye
kalanların diz çöküp teslim olacakları
tespitini yapan ve bu doğrultudaki
politikalarını acımasızca uygulamaya koyanlar
aynı insanlar değil midir?
Yine bir örnek verecek
olursak 1861 yılında bölgede uygulamaya
konulacak olan toprak reformu söylentileri
üzerine bir grup soylu dönemin bölge idarecisi
V. Orbelyani'ye başvurarak 442 ailenin bölgeden
göç etmek ve Osmanlı topraklarına gitmek
istediğini bildirdiler ve bu ailelerin
belgelerinin hazırlanması, kendilerine izin
verilmesi için başvuruda bulundular.
Böyle toplu bir göç
hareketinden telaşlanan bölge yöneticisi bağlı
bulunduğu general Yevdokimov'a başvurarak bu
hareketin diğerlerine de örnek olabileceği,
bölgede toplu bir göçün ortaya çıkabileceği
endişelerini ileterek ne yapılacağı hususunda
bilgi ister.
Bu başvuruya general
Yevdokimov'un cevabı şöyledir : "Hiç telaş
etmeyiniz, belirtilen sayının iki katı insan
göç etse de bizim için bir kayıp söz konusu
değildir.
Bu hareketin yaygınlaşıp tüm
halkın bölgeyi terk edebileceği endişeniz ise
tamamen yersizdir, çünkü zaten bizim
istediğimiz budur. Bu sayede başımızı ağrıtan
bir halktan tümüyle kurtulmuş oluruz."
Açık şekilde görülmektedir
ki, çar yönetiminin başından beri planladığı
şey Adigeleri bölgeden atmak,bölgenin
kontrolünü tamamıyla ele geçirmektir.
Dönemin çar yönetimi ve onun
bölgedeki idarecileri bu amaçlarına
ulaşabilmek için mevcut bütün yöntemleri
denemişler ve uygulamaya koymuşlardır.
Ayrıca ele alınması gereken
bir başka konu da Kafkas halklarının
sürgününde Osmanlı imparatorluğunun rolüdür.
Osmanlı imparatorluğu kendi
çıkarları gereği Kafkas halklarını Ruslarla
aralıksız savaş halinde tutabilmek için
sürekli kışkırtmış,yardım eder görüntüsü
altında sürekli bölgede karışıklıklar
yaratarak çatışmaları körüklemiştir.
Osmanlı yönetimi başlangıçta
sürgün edilenlere yardım vaadinde bulunmuş
olmasına karşın, zaman içerisinde gelen
insanların çokluğu karşısında daha önce
verdiği sözleri yerine getirmemiş vaat ettiği
yardımı aksatmaya başlamış,aynı zamanda gelen
insanları kendisi için de bir tehdit olarak
görmeye başlamıştır.
Gelen insanların büyük
çoğunluğunun yaralı yorgun hastalıklı ve
güçsüz düşmüş çaresiz kimseler olmasından
istifade ile, bölgede daha önce elçileri
aracılığıyla yürüttüğü propagandalarda vaat
ettiklerinin hiç birisini yerine
getirmemiş,kendisine güvenen bu insanları
çaresiz bir şekilde ortada bırakıvermiştir.
Gelenler daha önce bu konuda
kendilerine söz verilmiş olmasına rağmen
Samsun ve Trabzon bölgelerinde iskan edilmek
istenmemiş, gelen insanlar yönetimin uygun
gördüğü bölgelerde her yüz aileye bir aile
hesabı ile yerleştirilmişlerdir.
Buradaki amaç, gelen Kafkas
halklarının topluca bir bölgede ve bir arada
bulunmalarını yönetimin kendisi açısından
riskli görmesidir.
Ayrıca bu tür dağınık bir
iskan sürgünlerin kısa sürede asimile
edilmeleri amacına da daha uygun düşmektedir.
Osmanlılar o dönemde çok
büyük bir alana yayılmış olan topraklarında
Adigeleri dağınık bir şekilde yerleştirerek
iskan ettiler.
Adigeler Suriye, Ürdün,
Filistin, Lübnan, Balkanlar, Girit ve daha pek
çok bölgede dağınık şekilde yerleştirildiler.
Adigelerin bir arada
bulunmaması,herhangi bir bölgede belirgin bir
güç oluşturmaması için azami özen gösterildi
bu iskan esnasında.
Büyük umutlar bağlanan
Osmanlı imparatorluğu savaş yorgunu, aç sefil
çaresiz insanlara önemli bir yardımda
bulunmadığı gibi, onları yukarıda
belirttiğimiz şekilde darmadağın etmiştir.
Nerede Hıristiyan bir
topluluk varsa Adigeleri onların arasına
yerleştiren yönetim, bu toplulukları Adigelere
yardım etmekle yükümlü kılarak bir başka
sürtüşmeye zemin hazırlamıştır.
Osmanlı iskan politikası ve
yerleştirildikleri kurak verimsiz
topraklardaki olumsuz yaşam koşulları da pek
çok Adige'nin yaşamına malolmuştur.
Bütün bu örnekler bir araya
getirildiğinde Rus
Çarı'nın Adige halkını yok etme politikasına
Osmanlı sultanlarının da çeşitli şekillerde
katkıları olduğunu söylemek pek de abartı
olmaz sanıyorum.
Yine bir örnek daha:
Emperyalist Rus Çarı'nın vekilleri ve bu
yağmacı politikalarının uygulayıcıları sürekli
olarak, top tüfek ve ezici bir askeri güce
dayanarak Kafkas halklarına medeniyet
getirdiklerini,dağlıları çalışan üreten ve
kendi emeği ile yaşayan topluluklar olarak
eğittiklerini iddia ettiler.
Tabii ki, gerçeği bilen
insanlar için bu sözler ancak bir masaldan
ibarettir.
Bu olayı daha doğru bir
biçimde değerlendiren Y. Abramov bu
söylenenlerin gerçekle hiç bir ilgisi
olmadığını belirterek "Dağlılarla biz Rusları
kıyaslayacak olursak tembel, kültürsüz ve
barbar olan bizleriz" diyerek; savaş süresince
Dağlılara ait kültürel birikimin tamamen yok
edilmesi yanı sıra Batı Kafkasya'da pek çok
bölgenin de boşaltılarak değerlendirilmeden
öylece terk edildiğini, dağlıların
yüzyıllardır üzerinde yaşayıp ekip biçtikleri
tarlaların bağ ve bahçelerin harap edildiğini
yazıyor, Nalçik'te bizzat şahit olduğu ve
Hatokşokue'nin bağ ve bahçelerine verilen
zararı anlatıyor.
Aynı yağma ve talanı
Adigelerin sürüldüğü bölgelere yerleştirilen
kazaklar da uygulamışlardır.
Tuhaf olan şey ise bir kısım
Rus yazarın ve tarihçinin bunca yağma, talan,
baskı ve soykırıma rağmen şaşılacak şekilde
kendilerinin medeni ve kültürlü, dağlıların
ise eğitimsiz, kültürsüz ve tembel olduklarını
iddia edebilmeleridir.
Evet Adigelerde okumuş
eğitimli insan sayısı azdı,fakat kültür
dediğimiz şey sadece eğitim ve bilim değildir.
Adigeler
tarımda,hayvancılıkta,altın ve gümüş
işlemeciliğinde, giysi üretiminde ve metal
işlemeciliğinde,
toprağın işlenmesinde
geleneklerinde,ahlaki eğitimlerinde,komşu
topluluklarla ilişkilerinde ve
ticarette,dürüstlük erdem ve insani gelişimde
çocuk eğitiminde Ruslardan ve diğer halklardan
aşağı değillerdi o dönemde.
Bu gün bile gerek
Türkiye'de, gerek Ürdün'de, Suriye'de,
İsrail'de ve diğer yaşadıkları bölgelerde
Adigeler kültürel ve sosyal alanda içerisinde
yaşadıkları halkların hiç birisinden daha
aşağı konumda değiller.
Elbette amacımız hiç bir
halkı küçümsemek veya aşağılamak değil.
Bizim amacımız hakkımızda
söylenen ve gerçekle hiç bir ilgisi olmayan
iftira ve yalanlara cevap vermektir.
Rus Çarı'nın yağmacı işgalci
politikaları Adige halkını pek çok ülkeye
dağıtmış, paramparça etmiştir ne yazık ki.
Bu gün halkımızın büyük
çoğunluğu Türkiye'de (5 Milyon civarında)
yaşamaktadır.
Suriye'de 120 bin, Ürdün'de
90 bin, Mısır'da 30 bin , Amerika'da 6 bin,
Libya'da 350 bin civarında.
Bunların yanı sıra Almanya,
Yugoslavya, Hollanda, Fransa ve daha pek çok
ülkeye dağılmış durumdadır Adige halkı.
Şunu çok iyi anlamamız
gerekir ki, Adigeler bu insanlık dışı sürgünü
ve soykırımı yaşamamış olsalardı bu gün
Kafkasya'daki Adige sayısı 18 Milyon'un
üzerinde olacaktı.
Bir başka sorunun cevabını
da çok iyi anlamamız gerekiyor : Osmanlı'ya
gitmeden kendi yurtlarında yaşama imkanı var
mıydı Adigeler için?
Evet. Eğer Rus Çarlığı'nın
saldırısına insanlık dışı muamelelerine, uzun
yıllar süren savaşlara maruz kalmasalardı
Adigeler hiç bir yere gitmez bu gün
Kafkasya'da yaşıyor olurlardı.
Bu gün gelinen sonuçtan çok
daha iyiydi Psıj bölgesine yerleşimin kabul
edilmesi, sonuçta orası da Adige toprağıydı.
Fakat o günün koşulları
içerisinde böylesine uzun vadeli bir öngörü
yapabilecek, bereketli Osmanlı topraklarına
sürgün gitmektense kendi verimsiz
topraklarımızda yaşamak iyidir diyebilecek bir
önderliğe sahip olamadı Adige halkı.
Osmanlı topraklarında
anladılar Adigeler bu hatalarını.
Daha sonraları pek çok aile
geriye dönmek için başvurmuşsa da bunların hiç
birisi kabul edilmedi
1864 yılında Shapsugh ve
Natuhaçlardan oluşan 200 aile İstanbul'daki
Rus konsolosluğuna başvurarak Kafkasya'ya geri
dönmek istediklerini bildirdiler.
Yine 1872 yılında 8.500 aile
aynı taleple başvuruda bulundu. Bu aileler
geri döndürüldükleri takdirde her nereye
yerleştirilirlerse kabul edeceklerini beyan
ediyorlardı.
Fakat bu başvurular Rus
Çarı'na ulaştığında; başvuru dilekçelerinin
üzerine Çar şu notu düştü : "Geri dönüş söz
konusu bile edilmemelidir" Oysa o
tarihlerde Adigelerin sürüldükleri topraklar,
Psıj bölgesindeki topraklar ve daha pek çok
yer hala bomboş duruyordu.
Bu gün gelinen noktada
ortaya çıkan belgeler ve tarih kaynakları çok
net göstermektedir ki, Adigeleri
Kafkasya'dan Rus Çarı sürmüştür.
Özgürlüğüne düşkün ve
kendisine itaat etmemekte direnen bu halkı
bölgeden çıkartmak için ne gerekiyorsa
yapmıştır Çar yönetimi.