|
|
................... |
|
................... |
KAFKASYA
DERNEĞİ II.GENÇLİK TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRGESİ HAKKINDA
DÜŞÜNCELER |
Dr. Necdet Hatam |
|
|
................... |
|
................... |
Kasım'ın ilk günlerinde
Ankara'da idim. Kafkas Derneği Gençlik Toplantısı
konuşuluyordu yöneticiler arasında. İstanbul'daki
derneğimiz yöneticilerinin toplantıya katılma istekleri
olduğundan söz ediliyordu. Yöneticilerin sadece açılışa katılacakları, sonra
gençlerin, sorunları kendilerinin tartışması olanağının
sağlanacağı söyleniyordu. Aynı gerekçe ile
olsa gerek, tartışılacak konunun pek uzağında olmadığımı
bildikleri halde, toplantıya davet almadım. Normalde,
toplantıya kalmam, Maykop'a dönüşümü ertelemem için
ısrarlı olurlar diye düşünüyordum. Ne de olsa,
Kaf-Der'in de üye olduğu DÇB'nin, başkan yardımcısı idim.
Adigey Cumhuriyeti Anavatana Dönenler Vakfı başkan
yardımcısı idim. "Anavatana Dönüş Olanaklarını"
tartışacakların, bu görevlerimi önemsemeseler de, 92'de
anavatana dönmüş olmamı, on yıldır Maykop'ta yaşıyor
olmamı önemsemelerini bekledim, yanıldım. Doğrusu
garipsedim de...
Defalarca anavatanda bulunmuş, konuyu yıllar boyu
defalarca tartışmış, anavatana dönüş yapıp sonra yeniden
Türkiye'ye dönmüş büyüklerin, deneyimlerini gençlerle
paylaşmak istemeyişine anlam veremedim. Ama
amaç; herhalde gerekeni yapmak değil "yaparmış gibi"
görünmek idi. Öyle olunca da deneyimli büyüklerin
toplantıya katılmaması doğaldı elbette ki... Benim gibi,
üzerinde konuşulacak sorunu, kişisel düzeyde olsa da
çözebilmiş olanların, anavatanda yaşıyor olanların ise
toplantıda bulunmaları değil, bulunmamaları daha iyi
olurdu.. En azından, yapılabilecekleri yapmıyor olmanın
verdiği suçluluk duygusunun rahatsızlığını azaltırdı...
Evet sevgili gençler. Toplantınızı gerçekleştirmiş,
coşkulu konuşmalar, tartışmalar yapmış, halk adına büyük
işler başarmış olmanın huzuru ile evlerinize, işlerinize
dönmüş olmalısınız. Büyükleriniz de böylesine önemli bir
toplantı için sizlere ortam hazırlamış olmanın, dönüş
yolunda önemli gelişmelere vesile olmanın mutluluğunu
yaşıyorlardır herhalde. Benim gibilerin eleştirileri de,
müşkülpesent birilerin sevimsiz sözleri olarak
değerlendirilebilirse, mutluluk da sürgit olur. Kendini
kandırmaca da...
Ancak, ben sözlerimi anlayacak samimi gençlerin de var
olduğunu biliyor, onların uzak olmayan bir gelecekte
yollan üzerindeki engelleri ayıklayacaklarına inanıyorum.
Çünkü ben de döneminde, anavatandaki akrabalarımız ile
mektuplaşmaya karşı, anavatana -görmek için bile olsa-
gidilmesine karşı, anavatandan gelmiş, kanımızdan olan
insanların ağırlanmasına karşı, anadilimizle okuyup yazma
öğrenmemize karşı, kısacası Çerkeş varlığımıza karşı
"büyüklerimizin(!)" engellerini, sayısı çok az olan gerçek
büyüklerimizin yol göstericiliğinde, aşabilmiş gençlerden
biriydim. Ancak doğrusu, kimin kim olduğu netleşinceye
kadar, günümüz samimi gençlerinin görevi daha zor. Değişen
dünya koşulları ulusal-kültürel varlığımızı korumanın
geliştirmenin tek yolunun Anavatana Dönüş olduğunu bütün
çıplaklığı ile ortaya koyduğu, Anavatana Dönüşü
güçleştirmek bir yana, çok kolaylaştırdığı halde neden mi
göreviniz daha zor? Çünkü bizim gençliğimizde, bizleri
engellemeye çalışan -kimileri günümüzde de taze güç
desteklerle görevlerini sürdüren- "sayın büyük!erimiz(i}"
açık oynuyorlardı.
Ulusal kültürel varlığımızı yaşatma, geliştirme
çalışmalarımızı engelleyici tavırları netti. Yürüyüşümüze
de umdukları kadar engel olamadılar. Ama sizlerin "sayın
büyükleri (!)" öyle mi ya? İşin en acı yönü, çok ince
taktiklerle Dönüş'ü engellemeye çalışanların, azından
Dönüşü desteklemeyenlerin arasında, hem de en ön saflarda,
geçmişte birlikte mücadele ettiğimiz eski Dönüşçülerin de
bulunması. Kim bilir; belki de bu engelleme çabalarının
nedeni, anavatana dönenler, yerleşenler, mutlu olanlar
çoğalırsa, kendi utançları da büyür korkusudur. Ancak hiç
kuşku duyulmasın, günü gelecek bu eskilerin kimler olduğu
daha açık konuşulur yazılır olacak. Son yıllardaki
davranışlarının, daha önce söyledikleri, yazdıkları ve
yaptıkları ile ne kadar çeliştiği ve çözümü nasıl
geciktirdikleri de belgeleriyle ortaya konacaktır.
Aslında bunların kimler olduğunu bilmeniz, kimin kim
olduğunu anlamanız için, önceki yayınlarımızı okumanız,
günümüzdekilerle karşılaştırmanız yeterli sevgili gençler.
Daha kestirme olanı ise, toplantınız öncesi ve sonrasında
gerçekçi uyarıları yapmayan, toplantınızı başarılı sayan
her ''eskiyi'', bu kategoriye koymanız. Neden mi?
Bildirinizi birlikte değerlendirerek bunu daha iyi
anlatabileceğimi umuyorum. Bildirinizin eleştirisine
geçmeden önce küçük bir açıklama: Aslında bildiriyi
okuduğum günden beri, sizleri üzmeden, az üzerek,
yanlışlarınızı sizlere nasıl anlatabileceğimi düşündüm,
durdum. Metni birkaç kez yeniden yazdım. Bu arada 1946'da
doğmuş, Adigece alfabe hazırlayıp yaygınlaşmasına çalışmak
dahil halkının her türlü sorunu ile ilgilenmiş bir
yurtseverle Antsuekhue Hacıbeç ile tanıştım. Doğumunun155.
yılında, örnek yurtseveri anma etkinlikleri çerçevesinde
yayınlanan yazıları okudum, araştırma enstitümüzün
gerçekleştirdiği bilimsel toplantıya katıldım. Çok da
etkilendim. Bir ömür; bu kadar dolu, bu denli halk
yararına da yaşanabilirmiş
demek. Eleştirileri yalındı, dolaysızdı. En çok
etkilendiğim yönlerinden biriydi bu. Döneminde, belki de
eleştirilerinin çok acımasız, kendisinin çok kaba olduğu
düşünüldü. Ancak doğrusu; benim, konumumuzun dolaylı
anlatıma tahammülü kalmadığına olan inancımı pekiştirdi.
Sonunda, sert, kaba olarak değerlendirilebilecek olmasına
karşın, eleştirilerimin yalın, dolaysız olması gerektiği
sonucuna vardım.
Sevgili gençler, okumamış olanlara da neyi eleştirdiğimi
daha iyi anlatabilmek düşüncesi ile bildirinizi, eksiksiz
olarak yazdım. Kendi düşüncelerimi de parantez içine
aldım.
Değerlendirme:
Yaklaşık 150 yıllık bir diasporik süreci yaşayan Çerkes
halkının gerek diasporada gerekse anavatanda çözüm
bekleyen sorunları gün geçtikçe artmakta, şekil ve kimlik
değiştirmekte, global konjonktürün de katkısıyla iyiden
iyiye zorlaşmaktadır. Pek çok sorun ve öncelik, yeterli
çözüme kavuşturulamadan bir yenisi ile beslenmekte ve bir
yandan kültürel ve toplumsal yok oluş, diğer yandan
toplumsal çözümsüzlük/örgütsüzlük bu sürece katkıda
bulunmaktadır. (Hemen söylenebilecek olan, sorunlarının
çözümü konusunda sizlerin konumundaki diasporik bir
toplumun, anavatandaki sorunları gerçekçi olarak
değerlendirebilmesi, çözümler
önermesinin imkansız olduğudur. Bunun bilincinde
olunmadığında değerlendirme yanlışlarına düşmek de
kaçınılmazdır. Tıpkı sizlerin kültürel ve toplumsal yok
oluş, çözümsüzlük ve örgütsüzlük konularında, anavatanı,
diasporayla aynı kefeye koyma yanlışına düştüğünüz gibi.
Yukarıdaki tümcelerle; anavatanın, diasporayı da besleyen
kültürel üretimini, üretimden, Rusya Federasyonu
bünyesindeki devlet örgütlerimizi de örgütten saymama
durumuna düştüğünüzün ayrımında iseniz de bunun
saçmalığının bilincinde olmamalısınız.) Gerek diasporada
ve gerek anavatandaki örgütlerimiz bütün iyi niyetli
çalışmalarına rağmen bu tablonun görüntüsünü değiştirmekte
maalesef yetersiz kalmaktadırlar.
Dünyanın pek çok ülkesine dağıtılan Çerkes halkı bu
genellemenin tam da merkezinde kendine bir yön tayin
etmeye çabalamaktadır, (tam da söyleyecek bir şeyi
olmayıp, akıllıca şeyler söylüyor sanısını vermek
isteyenlerin üslubu yuvarlak, muğlak. İrdeleyelim:
Bildirinizi okuma sürecinde diasporada ki örgütlerimizin
derneklerimiz olduğu anlaşılıyor. Ancak, anavatandaki
örgütlerimizin, hangileri olduğu açık değil. Yukarıda
anavatan kesimi için de örgütsüzlükten yakındığınıza göre,
anavatandaki örgütlerimizden kastınız devlet örgütlerimiz
olamaz. Yine de eğer devlet örgütlerimizden söz
ediyorsanız, onları diasporada ki dernek yapıları ile bir
tutmanız saçmalık değil mi? Yok, eğer, anavatandaki
derneklerden söz ediyorsanız, devlet yapıları dururken,
çözümü derneklerden beklemek daha büyük saçmalık değil mi?
Derneklerin iyi niyetli çalışmaları konusuna gelince;
başka birçok özellikleri
gibi tüzel kişilerin niyetleri de temsil ettiği gerçek
kişilerin niyetleriyle paraleldir. Bilinen bu doğru
yargıdan, derneklerimizin bildiğimiz çalışmalarından
hareketle, derneklerimizin, ulusal kültürel değerlerimizi
yaşatma-geliştirme konusunda iyi niyetli çalışmaları
olduğuna inanamıyorum. Çünkü -çok açık söylüyorum-
derneklerimizde çalışır görünen gerçek kişilerimizin çok
büyük bir çoğunluğunuz bu konuda ''iyi niyetli değilsiniz,
samimi değilsiniz. Temel sorun da burada zaten. Eğer iyi
niyetli olsaydınız, görmediğiniz, merak etmediğiniz,
dönmeyi düşünmediğiniz anavatanın, birlikte yaşamadığınız,
birlikte yaşamayı düşlemediğiniz halkının sorunlarını dert
ediniyormuş'' gibi sözler eder miydiniz?
Sorarım size, ulusal kültürel değerlerini yaşamak ve
yaşatmak isteyenlerin, bu konuda samimi olanların,
anavatanı gösterir yönleri, sürgünün ilk günlerinden beri
tayin edilmişken, hala yön tayin edemeyen sizler, iyi
niyetli olabilir misiniz? Dahası, yön tayin edememişlik
yargınıza, anavatan kesimini de ortak etme çabanız iyi
niyetle, samimiyetle bağdaşır mı?
Sevgili gençler; biz anavatandakilerin, yönleri de uğraşı
alanları da belli. Bilmiyorsanız söyleyelim: Rusya
Federasyonu bütünlüğü içerisinde
ulusal kültürel değerlerimizi yaşama, yaşatma, geliştirme
olanaklarını geliştirmek. RF'nun Federatif yapısının
güçlenmesine, ülkede demokrasinin
yerleşmesine, ekonominin gelişmesine olabildiğince katkıda
bulunmak, Rusya Federasyonu ile siz gönüllü sürgünlerin
yaşadığı ülkeler arasındaki dostluğun, ekonomik, kültürel
ilişkilerin güçlenmesi doğrultusunda çaba göstermek;
diasporadakilerden dönmek isteyenlere yardımcı olmak,
gibi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen sorunlara çözüm önerilerinin
üretilmesi ve uygulanması kuşkusuz toplumsal
örgütlerimizin sağlam dinamiklerinden
geçmektedir. (Genel doğruları böyle tumturaklı sözcüklerle
söyleyince, sorunları çözdüğünüz sanısı ile mest
oluyorsunuzdur. Somut gerçeklerimiz ise, bu tumturaklı
sözcüklerin içinin ne kadar boş olduğunu ortaya koyuyor.
Çünkü, sizlerin de bildiğiniz gibi sürgünün ilk
günlerinden ben, ulusal kültürel
değerlerimizi yaşatma, geliştirme sorunumuza anavatana
dönüş dışında hiçbir somut çözüm önerisi getirilememiştir.
Sayın Tıme'nin on yıllar önce
söylenmiş şu veciz dizeleri ise, diasporada da ulusal
kültürel değerlerimizin korunabileceği safsatasına, en
güzel yanıt olsa gerek:
Wizışişım k’ui xehaj
Wihepkhıme afelaj
Wırnılajev sıd bğuetın Çile pçeuım vvıuıtın.
Git ve kendinden olana katıl,
Halkların için çalış.
Çalışmazsan ne bulursun.
El kapısında durursun.
Ulusal-kültürel varlığımızın yaşatılması, geliştirilmesi
sorununa çözüm önerilerinin yaygın olarak tartışıldığı,
seçeneksiz çözümün anavatana dönüş olduğunun ortaya
çıktığı da yıllar oluyor. Anavatana dönüş
olanaklarını, toplantı gündem konularından biri olarak
seçmeniz de bunun göstergelerinden biri. Durum böyleyken
hala çözüm önerileri üretme aşamasında olduğunuza,
uygulamayı ön plana çıkartmadığınıza göre, en hafif
deyimle olayımızı, en az 20-30 yıl gecikmeli izliyorsunuz
demektir.)
Ancak bu denli ağır sorumluluklarla nitelendirdiğimiz (bu
denli ağır sorumluluklar yüklediğimiz demek istediğinizi
düşünüyorum) örgütlerimizin
(derneklerimizin), bu duruma ne kadar hazırlıklı okluğu
konusu pek çok kişinin olduğu gibi biz gençlerin de
kuşkusu ile karşı karşıyadır.
(Derneklerin gerçek kişiler olmadığını, siz gerçek
kişilerin oluşturduğu tüzel kişiler olduğunu hatırlarsak;
"derneklerin ne kadar hazırlıklı olduğu,
sizlerin ne kadar hazırlıklı olduğuna bağlı", diyebiliriz
değil mi? Eleştirel gözle kendilerini değerlendirebilenler
de, derneklerimizin, (aslında kendilerinin) bu duruma ne
kadar hazırlıklı oldukları konusunda sadece kuşku duymakla
kalamayacak, hiç hazır olmadıklarının bilinciyle
irkileceklerdir.)
Türkiye genelinde sayısal olarak yeterli olan
demeklerimizin bu konjonktürde kendilerine yükledikleri
misyon ve bu misyonu gerçekleştirmekte önlerini
aydınlatacak vizyonu nedir sorusunun tartışılması
gereklidir. Hiç kuşku yok ki gerek Türkiye diasporasında,
gerekse Türkiye dışındaki diasporada iki önemli misyonu
toplumsal örgütlenme anlayışından ötürü dernekler
üstlenmek durumundadır. Bunlardan ilki ‘diasporada
kültürel ve toplumsal
kimliğimizi korumak ve geliştirmektir.' Diğer önemli ve
vazgeçilmez misyonu ise 'anavatanla ilişkileri
geliştirmek, göç olgusunun sağlam, bilimsel ve
rasyonel altyapısını oluşturmaktır.' Örgütlerimizin bu iki
konunun hem diasporada hem de anavatanda var olma/yok olma
noktasında temel belirleyici olduğunun bilincine
ulaşılması, toplumumuzu da ulaştırması
gereklidir. (Somut gerçeğimizin, sizlere de doğruya yakın
şeyler söylettiğine seviniyor, sözünü ettiğiniz her iki
misyonu üstlenmeyen demeklerimizin,
derneklerimiz olarak kalamayacakları, bu görevlerden
uzaklaştıkları ölçüde, toplumumuzdan da uzaklaşacakları
gerçeğinin, vurgulanması gereğine
inanıyorum. Üzülerek bu sürecin başlamış olduğunu da
görüyorum. Bu küçük katkıdan sonra, değerlendirmenizin,
altını çizdiğimiz bölümüne, yeni
olmadığını bilmeniz ve "göç" değil, "Anavatana Dönü”
demeniz koşuluyla katılıyorum. Ancak diaspora kesimi yok
oluyor, yok olmakta diretiyor diye, anavatan kesiminin de
mutlaka yok olacağı yargınızı anlayamıyorum... Çünkü vatan
kök, kök de güç olduğu içindir ki; soykırım ve sürgün
sonrası, sayıları şimdikinden çok daha az kalmışken,
koşullar çok daha zor iken, daha sonra da devrim ve ikinci
dünya savaşı zor koşullarını yaşamışken anavatandakiler
kurabildi Rusya Federasyonu üyesi devletlerimizi.
Anavatandakiler dilimizi koruyup geliştirebilenler.
Anavatandakiler, eski türkülerimizi bugün de yaşatanlar,
yeni türküler yazıp yeni şarkılara kanat
verenler. Dara düşen diaspora kesimini anavatanına
kavuşturabilen, sayınızla bağdaşmayacak azlıkta da olsa
yardımlarınızı, anavatanına kavuşmuşlara ulaştırabilenler
de Anavatandakiler değil mi? Durum böyleyken, diasporanın
kültürel değerlerini koruyabilmesi ancak anavatan
yardımları ile mümkün olabilecekken, -yineleyerek
soruyorum- diaspora yok oluyor, yok olmakta diretiyor
diye, anavatan kesiminin de, mutlaka yok olacağı yargısı
neden?
Dünyadaki pek çok toplumsal ve bireysel çabaların
evrimleşmesi ile ortaya çıkan ve ulaşılması gün geçtikçe
kolaylaşan bilgi ve rasyonel akıl,
bilinçlenme sürecinin en önemli kolaylaştırıcılarıdır.
Henüz kendi dinamiklerimiz açısından değerlendirmelerimizi
ortaya koyarken kullandığımız terminoloji dahi tam olarak
yoğunlaşmamış, üzerinde
yeterince tartışılmamış ve dolayısıyla kavramsal olarak
ortaya çıkmamıştır. İşte bu noktada demeklerimizin
yüklenmesi gerektiğine inandığımız en
önemli misyonlardan birisi bu kavramsal yetersizlik ve
karmaşaya son vermeleridir. (Ağdalı yazma, çok şey bilir
görünme çabası, bazen kişiye, rasyonel akıl gibi anlamsız
şeyler söyletebilir sevgili gençler. Rasyonel'in sözlük
anlamı, akıl sahibi, akılcı demek. Yani rasyonel akıl,
akıl sahibi akıl, anlamına geliyor ki, pek hoş bir söylem
olmasa gerek, "Terminoloji
dahi tam olarak yoğunlaşmamış"ın da ne anlama geldiğini
anlayamadım. Eğer sözünü etmek istediğiniz terminolojideki
anlam karmaşıklığı ise, sözünü ettiğiniz en önemli
kolaylaştırıcılardan bilgiyi edinir, aklı kullanırsanız bu
karmaşıklığın sadece bir bölüm Türkiye diasporası ve
uzantılarında olduğunu görürsünüz.)
Biz inanıyoruz ki, kendi kamuoyumuz tarafından konsensüs
ile hazırlanan sağlam kavramlar hem toplumumuza hem de
Kafkasya'ya çok önemli hizmetlerin kapısını aralayacaktır.
Bu aşamada bilgi ve rasyonel
akım paradigmasını izlemek önemli bir vizyon meselesidir.
(Ağdalı konuşma tutkunuz yine söylediğinizi zor anlaşılır
hale getirdi, önce kamuoylarının, kavramlar
hazırlayamayacakları, hele oybirliği (konsensüsün sözlük
anlamı) ile hiç hazırlayamayacaklarını bilmeniz gerekir.
Kavramları, görüşleri; toplumun düşünen insanları
geliştirir, kamuoyu tartışır. Koşullara göre, kamuoyu
eğiliminin değiştiğine de sıkça tanık oluruz. "Bilgi ve
rasyonel
aklın paradigmasını izlemeyi'' de anlayamadım. Doğrusu,
Doğan Cüceloğlu'nun "İyi Düşün, Doğru Karar Ver” adlı
kitabını okuyuncaya kadar da "paradigma" sözcüğünün
geçtiği metinleri anlamakta güçlük çekiyordum.
Gerçekten doyurucu açıklamalar bulduğum kitapta
paradigmanın bir de şöyle bir tanımı var. "Paradigma,
dünyayı görüş, algılama, anlama ve yorumlama sistemidir."
Bu tanımın ışığında yukarıdaki söyleminizi, olayımızı
bilgi ve akıl gözlüğü ile görmek, bilgi ve akıl
süzgecinden geçirmek olarak
algıladım. Öyleyse eğer, bilgi ve aklın paradigmasını
izlemek her yerde ve her zaman önemli bir vizyon (görüş)
meselesidir.
Ancak üzücü de olsa söylemem gerekir ki, bu önemli vizyon
yoksunluğu, son on beş yılda diaspora dernekçilerimizin en
belirgin özelliği haline gelmiştir. Bilgi ve aklın
paradigmasını izlemediğiniz içindir ki sizler Kafkasya'ya,
anavatana hizmeti, çıkış noktası yapmış, büyük
politikacılarınız (!) da "anavatana ihtiyacı kadar insan
göndermek" gibi saçma bir söylem üretmiş, sıkça
kullanmışlardır. Kentleşme sürecinin acımasızlığı ile
kültürel değer ve/veya üretim araçlarını yitiren Çerkes
toplumu kırsaldan getirdiği toplumsal ve bireysel
normlarından hızla uzaklaşmaktadır.
Dernek ve dernekçiliğin dar çerçevesine sıkıştırılmış olan
kitleler doğal yaşam süreci ve ilişkilerinden (sosyal,
ekonomik, kültürel, sanatsal vb) ve kültürel dönüşümlerden
yoksun toplumsal bir garabeti üretmektedirler. Aile ve iş
yaşamında kimlik bunalımı ile yalnızlaşan 2. kuşak,
Çerkesler aidiyetlerini tercih noktasında Çerkesliğe
göreceli olarak mesafeli durmaktadır. Kırsaldan
getirdiğimiz ancak kentin dinamikleri ile başa çıkamayan
feodal toplum örgütlenmemiz acz içerisindedir. (Olayımızı,
bilgi ve akıl süzgecinden geçirebilseydiniz kültürel
değerler kaybının sadece
kentleşen insanımızda değil, köylümüzde de ileri derecede
olduğunu görecek ve yukarıdaki yanıltıcı cümleyi
yazmayacaktınız. Yanıltıcı çünkü, Türkiye Çerkes toplumunu
tanımayanlar, anadilin artık konuşulmadığı köylerimizin
olduğunu bilmeyenler, köylü kesimin toplumsal ve bireysel
normlarından uzaklaşmadığı gibi yanlış bir sanıya
kapılabilirler. "Dernek ve dernekçiliğin dar çerçevesine
sıkıştırılmış olan kitleler" ancak, tüm kitlemizi
demeklerimizle gevşek ilişki içindeki, değişken bin kişi
ile sınırlı kabul ettiğimizde doğru olabilecek saçma bir
yargı. Bu yargıya varırken, derneklerimizin kaç üyesi
olduğunu, bunların, üye olmasını beklediklerimizin yüzde
kaçı olduğunu, üyelerin kaçta kaçının ancak genel kuruldan
genel kurula derneğe uğradığını hiç düşünmemiş
olmalısınız. Birazcık bilimsel
değerlendirebilseydiniz, var olan koşullarda toplumumuzun,
toplumsal garabet üretmekten başka şansı olmadığını
görürdünüz. Muhaceret koşullarında çağdaş kültürünü üretme
koşullarını bulamayacağını da...
Peki, ''kırsaldan getirdiğimiz ancak kentin dinamikleri
ile başa çıkamayan feodal toplum örgütlenmemiz acz
içerisindedir'' cümlenize ne demeli bilmem ki? Misyon,
vizyon, paradigma sözü eden sizlerin, feodal kültürün,
feodal ekonomik yapının bir ürünü olduğunu bilmiyor
olmasını da yadırgadım. Ayrıca cümlede, feodal toplumsal
örgütlenmemizin sürekli olması
isteniyormuş gibi, eğer örgütlenmeleri korumak mümkünse,
gerekliymiş gibi bir anlam da seziliyor. Böylesi çağdışı
bir yaklaşımı da siz gençlerimize yakıştıramadım. Eklemek gerekir ki devlet yapısı
örgütlenmeler gerektiren sözünü ettiğiniz dönüşümleri,
demek yapılarından bekleyerek, ikinci kuşakların,
Çerkesliğe olan göreceli mesafesi de yok edilemez.)
Toplumsal yaşamın lokomotifi olan 'thamade' kavramı ve
'xabze' doğal yok oluş sürecine terkedilmiş, güncel ve
toplumsal ihtiyaçlardan uzakta nostaljik kavramlar olmaya
bırakılmıştır. Derneklerimiz, Çerkes olmanın genetik
özelliklerinden daha önemli olan kültürel sahiplenme ve
aidiyet duygusu ile bu iki temel kurumu toplumun
gereksinimlerine cevap verebilecek şekilde
yeniden ayağa kaldırmalıdır. Bu başlangıç, büyük oranda
kentlileşen Çerkes toplumu için hayat suyu kadar
kıymetlidir Çerkes halkının tarihinde bir
toplumsal erdem olarak kabul edilen danışma mekanizması
kurulmalı ve/veya İşletilmelidir. 'Xase' kavramının
anlamına atfen bu iradeyi
örgütlerimizin bir uzlaşı kültürü ile üstlenmeleri
kaçınılmaz gereksinimdir. (Sevgili gençler, yine
derneklerimizden, muhaceret koşullarında devletlerin
başaramayacağı şeyleri başarmalarını bekliyorsunuz.
Çağımızda "thamade" devlet başkanı, xabzede yasalardır.
Derneklerde "thamade" seçilmiş dernek başkanıdır.
Yapılması gereken, geçmişin yasaları olan günümüz gelenek
göreneklerinin, devletlerimiz yasalarına çağa uygunlukları
oranında yansıtılmasıdır.
Eğitim kurumlarında programlara alınması, kitle iletişim
araçlarında işlenmesidir. Diasporanın yapması gereken ise
"mümkün olan en kısa zamanda, mümkün olan en çok sayıda
insanın anavatana sağlıklı
dönüşünü sağlamaktır." Akıntıya kürek çekmek değil.
Aslında, yapılmasını gerekli gördüğünüz şeylerin, nasıl
gerçekleştirilebileceği konusunda sadece
birazcık düşünürseniz eğer, bunların mümkün olmadığını
sizler de görürsünüz. Eğer sorunlarımızı çözme konusunda
samimi iseniz. Ulusal kültürel kimliğimizi yaşatma
geliştirme konusunda samimi iseniz...)
Derneklerimiz toplumsal yaşam ve kültürel varoluşa dayanak
olacak bilgiye ulaşmak için bilimsel çalışmaları
desteklemeli, bu tür çalışmaların
sonuçlarını toplumumuz ile ivedilikle paylaşmalıdır. Öte
yandan Türkiye'deki nitelik ve niceliklerimize ilişkin
spekülatif yorum ve iddialardan kurtulmamıza
zemin hazırlayacak, toplumumuzun profilini çıkaracak
bilimsel çalışma ve projelere destek olmalı, mali
kaynaklarını temin etmelidir.
Demeklerimiz her yönü İle profesyonelleşmeyi hızla
gerçekleştirmek zorundadır. İdari ve toplumsal ihtiyaçtan
kaynaklanan geniş zaman ve mali kaynak yaratılması ve
yönetimi, profesyonelleşmeyi zorunlu kılmaktadır.
Yapılan çalışma ve değerlendirmeler gençlik
potansiyellerini harekete geçirme noktasında rasyonel
projelerin üretilmesini gerekli kılmaktadır. (Bütünü ile
katıldığımız, gerçekleşmesinden mutluluk duyacağımız
çalışmalar. Sevgili gençler, keşke, bütün bunların nasıl
yapılabileceği konusundaki görüşlerinizi de ekleseydiniz.)
Günümüzün iletişim ve bilgi kaynaklarına ulaşma konusunda
gerekli bütün enstrümanları kullanabilen Çerkes gençliği
gerek kendi üreteceği gerekse demekler tarafında refere
edilecek projeler konusunda bilgi ve
potansiyellerini kullanma konusunda bir irade ortaya
koymuştur. Bu noktada toplumsal çıkarlarımıza hizmet
edecek, rasyonel ve pratik her türlü çalışmaya destek olma
kararı alınmıştır. Etrafında örgütlenme kararı
alınan projeler önümüzdeki yılda çalışılacak ve ortaya
çıkan sonuçlar bir yıl sonraki toplantıda
değerlendirilecektir. ( Evet işin en acı yönlerinden biri
de, bizim kuşaklara göre iletişim ve bilgi kaynaklarına
ulaşma konusunda gerekli bütün enstrümanları kullanabilen,
bizlerden daha donanımlı olma şansı çok yüksek olan
sizlerin, konumuza ilişkin bu bilgisizliğiniz, Bu
bilgisizliğinizi, dahası, bilgilenme konusundaki
umursamazlığınızı anlayışla karşılamak o kadar zor ki...
Sonuçları bir yıl sonra değerlendirecek olmanızı da, bilgi
ve
potansiyellerinizi kullanma konusunda gerçekçi ve samimi
olmadığınızın kanıtı olarak değerlendiriyorum. Yıllık
değerlendirmelerle, dünya koşullarının bu arada bizim de
koşullarımızın baş döndüren değişim hızına ayak
uydurabileceğinizi düşünecek kadar saf mısınız? Yoksa,
ayrıca bildirinizde bir yıl önce yaptığınız kongrede almış
olduğunuz kararlar ve bir yıl boyunca yapmış olduğunuz
çalışmalardan hiç söz etmemiş olmanız, önümüzdeki yıl da
bu çalışmaları yapmayacağınızın kanıtı değil mi?)
Bu konuda ortaya çıkan somut projeler şu şekildedir.
Diasporik toplumlarda anavatana dönüş deneyimleri ve
sonuçları:
Kosova'dan anavatana dönüş örneği de dahil olmak üzere
'İsrail' ve 'Kırım Tatarları' modelleri incelenerek
bunlara ilişkin sonuçlar bizim koşullarımızla mukayese
edilecektir. Her ne kadar bütün yönlere ile bizim
koşullarımızla örtüşmeyen modeller var ise de bu
deneyimler anavatana dönüş konusunda yapılacak çalışmalara
zemin hazırlayabilecektir. Öte yandan bilginin derlenmesi
ve paylaşılması kurumsal çalışma geleneğine sevk etmesi
açısından önemlidir, (Breh, breh, breh... Bu
tespitlerinize kargalar gülemez bile... Sizler nerelerde
gezindiniz, nerelerde uyudunuz bugüne kadar ki sözü geçen
her üç örneğin de şu anda yararlana geldiğimiz dönüş
olanaklarımız ile hiç örtüşmediğini anlayabilmeniz için,
bu denli uzun
bir incelemeye gerek duyuyorsunuz. Kosova’dan anavatana
dönüş örneği konusunda yazılmamış, söylenmemiş, sizlere
iletilmemiş ne kaldı ki ya da
günümüz dönüş olanaklarına ilişkin en geç bir saatte
edinemeyeceğiniz bilgi var mı ki konuyu bir yıl
inceleyeceksiniz? Lütfen bu kararlarınıza sevinecek
kadar saf görmeyin halkımızı.)
Demografik araştırmalar:
Türkiye genelinde yaşayan hemşerilerimizin gerek
sayısal gerekse nitelikler açısından sağlıklı bir
değerlendirmesi şimdiye kadar yapılamamıştır. Bu
konuda Kaf-Der tarafından projelendirilecek bir çalışmaya
destek verilecek ve çalışmanın detayları ve sonuçları
kamuoyu ile paylaşılacaktır. (Gerçekleşebilme şansı az
nefis bir çalışma. Böylece Gürcü-Abhaz sorunu ile üç
milyona çıkan -önceki tahminler bir buçuk, iki milyon-
daha sonraları da beş, yedi milyonu bulan tahmini sayımız
konusunda daha gerçekçi bir sayı elde edilir.)
Anavatana dönüş üzerine modeller ve realize olmuş
örnekler:
Dünyada Çerkes diasporası haricinde bizimle aynı kaderi
paylaşan grup ve toplulukların varlığı bilinmektedir.
Bizden (Türkiye Diasporası) daha güçlü
bir irade beyanı ve rasyonel çalışmalar ile hayata geçen
projelerin incelenerek Anavatana Dönüş'ün sosyal,
psikolojik, ekonomik ve kanuni yönlerinin detaylı
irdelenmesi Kafkas Diasporası için daha sağlıklı bir
'Dönüş' kavramının oluşmasına katkıda bulunabilir. Bu
amaçla İsrail Modeli, Kırım Tatarları ve Kosova Deneyimi
etraflı ve bilimsel metotlarla incelenerek bir sonraki
toplantıda bildiri veya kitapçık halinde sunulacaktır
(Yukarıda sunduğunuz saçma görüşlerinizi, önemine binaen
olsa gerek yeniden
yazdınız. Ancak benim yeniden eleştiriye tahammülüm
yok...)
Nart Card Projesi:
KAF-DAV ve Şekerbank işbirliği ile hazırlanan bir kredi
kartı olan Nart Card kredi kartı kullanma alışkanlığı olan
hemşerilerimize ulaştırılarak, elde edilecek maddi
imkanların yine toplumumuzun yararına sunulmasına
çalışılacaktır. Diğer kredi kartlarını sağladığı her türlü
imkanı sağlayan bu kredi kartının kullanımı yaygınlaştıkça
toplumumuzun ve özellikle
gençlerimizin ihtiyaçlarına (burs, eğitim imkan ve
araçları, yurt vs) çok ciddi bir katkı sağlanabilecektir.
(Düşünenleri, hayata geçirenleri kutluyor, sorunlarımızın
çözümüne katkıda bulunacak en önemli kaynak olarak
görüyorum. Toplantıya kadar gençlerin ciddi olarak
desteklemediklerini bildiğim projeye destek kararı almış
olmanız sevindirici.)
Sözlü Tarih Çalışması:
Son zamanlarda kültürel değerlerimizin özellikle yazılı
olarak aktarılmayan değerlerin kişilerle birlikte yok
olduğu gerçeği pek çoğumuzu kaygılandırmaktadır. Yıllardır
bu değerlerle donanmış büyüklerimizin bizleri terk etmeden
evvel bu bilgileri bir kayıt altına alma hayali vardı.
Ancak bir türlü projelendirilememekte idi. İstanbul'da
yaşayan bir grup genç arkadaşımızın projelendirip
eğitimini aldıkları ''Sözlü Tarih Çalışmaları''na gerek
kaynak temin etme yönüyle gerekse bu projede yer almak
isteyenlerin
bizzat kendi bölgelerimizde bu çalışmaları yapmak
suretiyle projeye katılmaları kararlaştırılmıştır. Proje
ile ilgilenenler İstanbul Gençliği ile temas
halinde olacak ve yine çalışmaların sonuçlan bir sonraki
toplantıda ilan edilecektir. (Yukarıda çalışmaların
profesyonelleştirilmesi gereğinden söz
etmiştiniz. Bütünü ile katıldığımız bu anlayışla söz
konusu konuya yaklaşır ve durumu değerlendirirsek,
anavatandan gelen konusunda uzman kişilerin üç ayda,
neredeyse, muhaceret yaşamı boyunca derlenebilenden
daha fazlasını derlediklerini, sistematize ettiklerini,
basıma hazırladıklarını görürüz. Bizce profesyonelliğin
gereği, olanak yetersizliği nedeni ile kesintiye uğrayan
bu programın en kısa sürede yeniden başlatmaktır.)
Nart Dergisi:
Gerek Türkiye ve gerek anavatanla ilgili haber ve
yorumlarla en uzun süredir yayın hayatını sürdüren Nart
Dergisi yeterli abone ve okuyucu sayısına ulaşamamanın
sıkıntısını yaşamaktadır. Bu amaçla abone ve okuyucu
kitlesini artırmaya dönük bir proje başlatılmış olup
toplantıya katılan bir grup bu projede çalışma kararı
almıştır. (Bildirilerinde, Nart'ın neye göre en uzun
ömürlü dergi olduğu söylenmemiş, haber ve yorumların
doyuruculuğu konusunda görüş belirtme gereği duymamış
gençlere, onları uyarmayan büyüklerine, Nart Dergisi'nin
olanakları en geniş, buna karşın içeriği en zayıf, çizgisi
en belirsiz, politik söylemleri en yanlış bir yayın
olduğunu anlatabilmek çok güç. Yine de abone ve okuyucu
kitlesinin arttırılması projesine katkıda bulunurken,
derginin çizgisinin ne olduğu ve ne olması gerektiği
konusunda dergiyi ve kendinizi sorgulamanızı, bu
sorgulamayı yaparken de yukarıda derneklere yüklediğiniz
misyon çerçevesini hiç göz ardı etmemenizi öneriyorum.)
Bu projelere ilaveten bir yıl sonraki toplantının coğrafi
konumu, mekan özellikleri ve deneyimleri dikkate alınarak
Ankara'da yapılmasına, toplantını düzenlenmesi ve
katılımın artarak devamını temin amacıyla daha yaygın ve
örgün bir grup tarafından düzenlenmesi için bir Yürütme
Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Öte yandan
yeterli iletişim ve özellikle karşılıklı iletişim
noksanlığı ve dezenformasyon nedeniyle meydana gelen
yanlış anlamalar olduğu anlaşılmış olup bunların
giderilmesi için daha sık ve farklı platformlarda bir
araya gelmek gerekliliği açıktır. (Keşke ne kadar sıklıkla
ve ne gibi platformlarda bir araya gelmeyi düşündüğünüzü
de söyleseydiniz. Ancak söylem, tüm sorunları yalnız
Türkiyeliler olarak çözüme kavuşturabileceğiniz,
anavatandakiler dahil Türkiye dışı Çerkeslere
ihtiyacınız olmadığı anlamını içeriyor. Elbette bu;
sorunun çözümü konusunda ne kadar ciddi olduğunuzun da
göstergesi, daha doğrusu ulusal kültürel kimliği yaşatma,
geliştirme konusunda hiç samimi olmadığınızın
bir kez daha beyanı oluyor.)
Sonuç:
Ne yazdığımın bilincinde olarak, altını çizerek
söylüyorum; toplantıyı bu şekli ile düzenleyenler,
bildiriyi ağdalı sözcüklerle bezemeyi, somutta bir şey
söylememe yöntemi olarak seçenler sorunumuzu sorun
edinmiyorsunuz. Kültürümüzü yaşatma-geliştirme konusunda
samimi değilsiniz. Sorunlarımızın çözümü konusunda
araştırma yapmak bir yana, tablet haline getirilmiş
bilgileri bile görmezden geliyorsunuz.
Elbette ki, havanda su dövüyorsunuz. Evet sevgili gençler;
bana göre, nerdeyse her cümlesi bilimsellikten uzak,
toplumu aptal yerine koyan bildirinizi öfkeme hakim olarak
defalarca okudum. Sindire, sindire okudum. Sizlerin de
eleştirimi sindire, sindire okumanızı diliyorum.
Öfkelenmeden okumanızı diliyorum. Bütün samimiyetimle de
yanılgımın mutluluğum olacağını ekliyorum.
İnternetle ulaştığım bildirinize ilişkin eleştirilerimi
tam böyle noktalamıştım ki, Nart Dergisi'nin son iki
sayısı geçti elime. Eleştirilerimde ne kadar haklı
olduğumu perçinleyen epeyce kanıt vardı dergilerde.
En can alıcı olanından başlayalım. Sorunumuzu sorun
edinmediğinizi, samimi olmadığınızı ileri sürmüştüm. Bu
konuda gösterilebilecek sayısız kanıttan sadece biri.
Derginizin yirmi altıncı sayısında, "Kafkas Derneği II.
Gençlik Toplantısı" duyurusunun da yer aldığı dergide
rastlantıya bakın ki Kabardey-Balkar Cumhuriyeti dönüş
yasası da yayımlanmış. Bir benzeri de 1997 yılında Adigey
Cumhuriyeti'nde kabul edilen yasanın birinci maddesini
anımsatayım sizlere. "Anayurda dönecekler; bu yasa, 19.yy'da
Rus-Kafkas savaşları ve onun devamında Kafkas halklarına
yapılan zulümler sonucunda KBC'ni terk eden ve başka
ülkelere yerleşmek zorunda kalan yurttaşlarının
çocuklarına anayurtlarına kesin dönüş hakkı tanımaktadır."
Şimdi; bu yasadan, benzer olanaklardan,
cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu Rusya Federasyonu
Federatif yasalarından, Türkiye-Rusya Federasyonu
ilişkilerinden vb söz etmeyenler ya da bunları
bildirilerine yansıtmayanlar; anavatan'a dönüş
olanaklarımı araştırma konusunda samimi olabilirler mi?
Hıraca Alper Kahraman'ın değerlendirmesinden bir paragraf:
"Bir sene önceki toplantıya göre tansiyonu ve heyecanı
daha düşük olan bir toplantı mahiyetindeydi. Katılımcıları
önemli bir kısmının ilgisinin kesintili olması sonucu bazı
konuşmacıların, yarısı boş bir salona konuşma yapmak
zorunda kalması can sıkıcı bir tablo oluşturdu.
Gençlerimizin toplantıya, ilk akşam düzenlenen 'Düğün'e
gösterdikleri ilginin çok altında bir ilgi ile
yaklaşmaları, hatta toplantı devam ederken küçük düğünler
kurmaları artık bizler için alışılagelmiş bir davranış
biçiminin tekrarıydı."
Bu tablo da konumuzda samimi olunmadığının bir göstergesi
değil mi? Bu tablonun sonuç bildirgesi de ağdalı
sözcüklerle bezenmiş içi kof bir bildiri olmaz mı?
Yine Alper'in değerlendirmesinde samimi gençlerin
bulunduğuna olan inancımı pekiştiren pasajlar da var.
"Evet, toplantı esnasında salonda boşluklar vardı.
Heyecanı düşük seyreden bir toplantıydı. Ancak bu boşluğa
ve ilgisizliğe tepkisini dillendiren, heyecanını salona
yansıtan, düşünce, soru, eleştiri ve önerilerini de yüksek
sesle dile getirmeye çalışan gençler de vardı bu
toplantıda". Toplantı esnasında, heyecan ve samimiyet
eksikliği üstüne yapılan heyecanlı ve samimi sorgulamalar,
sorunlarımızı gerçekten sahiplenmeye başlayan ve toplumsal
bir çözümleme arayışını benimseyen bir gençlik
potansiyelinin ortaya çıkmaya başladığının habercisidir.
Umulan şu ki; tamamen öznel ve baltalayıcı yaklaşımlar,
olumlu saydığımız bu yeni
sayılabilecek kavrayış biçimini ve hareketlenmeyi sekteye
uğratmasın ve şu an sadece potansiyel olarak
görebildiğimiz bu kıpırdanmalar kendilerini doğru kurumsal
yapılar içerisinde ifade edebilsin."
Neğuey Hicran Bolat yazısından yaptığım şu alıntı da
havanda su dövüldüğünün kanıtı olarak alınamaz mı? ''İki
yıldır yapılan 'Gençlik Toplantıları' biz gençlerin
fikirsel bazda ne kadar üretimde bulunduğumuzu ve eğer
üretimlerimiz var ise bunları ne derecede hayata
geçirdiğimizi belirtmek amacıyla organize edilmiş
platformlardır. Amaç toplantıya katılan her katılımcı
gencin söyleyecek bir sözünün, hayata geçirmeye niyetli
olduğu bir projesinin olmasıdır. Ancak ne yazık ki iki
yıldır gözlemlenen tablo fikirsel üretimlerimizin
katılımcı sayısı ile paralel olmadığıdır.Tabi bu da akla
şu soruyu getirmektedir: Acaba bu tablo biz Çerkes
gençlerinin şu anda içinde bulunduğumuz durumu mu
yansıtmaktadır?"
Eleştirilecek birçok yönü olmasına karşın Kanşaw Püç'ün
yazısından yaptığı şu alıntı ise samimi olunmadığı
konusundaki eleştirimle birebir çakışmıyor mu? Kendisi ve
benzerleri de varlığına inandığım, çoğalacaklarını umduğum
samimi gençlerimizin örnekleri değil mi? "(...) İki ana
başlık altında birçok görüş açıklanmıştır ama benim
dikkatimi en çok çeken 'Anavatana Dönüş' konusuydu. Tüm
gençlerin anavatana dönüş konusunda aynı düşüncede
olmaları ve herkesin -bu görüşlerin- yanında dönüş için
çözüm yolları önermeleri çok güzel bir şey. Ama herkesin,
her zaman ki gibi güzel hayaller peşinde koşması beni
biraz üzdü. Çünkü dönüş konusunda herkesin samimi
olmadığın gördüm."
Setenay Nil Doğan’ın yazısını da iyi incelenirse hastalığı
bütünü ile açıklayabilecek bilimsel başlayıp öznel biten
bir yazı olarak değerlendirdim. Evet yazının "Geleceğe
Dair" alt başlığına kadar olan bölümü değerlerimizin
diasporada yaşatılamayacağının kanıtlandığı bir bölüm
olarak değerlendirilebilir.
Ancak Setenay hanım, değerlerimizin geliştirilerek
yaşatılabilecek tek yerin anavatan ve sorunumuzun tek
çözüm yolunun da "mümkün olan en kısa sürede en çok sayıda
Çerkes'in anavatana sağlıklı dönüşünü sağlamak"
olduğunu söyleyemez. Bu çözüm yolunu doğru bulmak bir yana
varlığından bile habersiz görünür, çözüm olarak olmayacak
duaya "amin" der, bizlerin de demesini ister. Sekiz
maddede özetlediği yapılması gerekenleri Türkiye'deki
Çerkes diasporası "kaçınılmaz değişimi'' biraz olsun
kontrol altına alabilmek için yapmalıdır.
Sorum da şu; insanımız "kaçınılmaz değişimi" yani etnik
kültürel değerlerimizin yok oluşunu "biraz olsun kontrol
altına alabilmek için" önerilen çalışmaları yapar mı?
Bizce yapmaz, yapmıyor ve kan kaybı da son derece yoğun
bir şekilde sürüyor...
Paradigmamızın ne olması gerektiği, nelerin yapılabileceği
konusu da bir daha ki buluşmaya.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|