|
|
................... |
|
................... |
KAFKASYA'DAN İNTİKAM ALMAK |
İbrahim Cetao
Maykop, 09
Şubat 2005 |
|
|
................... |
|
................... |
Sayın Hatujuko V. Türkiye gezisi
esnasında üstüne basa basa Kafkasya’da demokrasi
bulunmadığını, yöneticilerin savaştan çıkar sağladıklarını,
seçimlerin demokratik olmadığını, anadilin geleceğinin kötü
olduğunu, radyo ve televizyon yayınlarının azaltıldığını vb.
durumları anlatarak herkesi bu durumlara tepki göstermeye
çağırdı.
Kendisi gittikten
sonra kalemşorları klavye başına geçip onun unuttuklarını ilave
ettiler: Yöneticiler ve bürokratlar hırsız, polis baskısı var,
basın özgürlüğü yok, insan hakları çiğneniyor vs.
Bununla da hızlarını alamadılar, yine başka konuklar davet edip
Kafkasya’daki pislikleri anlattıracaklarmış. Hiç zahmet etmeyin ve
boşuna para harcamayın. Sizlerin unutmuş olduklarınızı ben
toparlayayım: Kafkasya’da alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı,
ölümlerin doğumdan fazla olması, boşanan aileler, ağır işleyen
bürokrasi, rüşvet, gümrükte kötü muamele, hırsızlık, adam
kaçırma…ve daha saymakla bitmeyecek birçok kötülük var.
Soğuk savaş döneminde Sovyetler aleyhine yürütülen propaganda
kampanyasının halkımız üzerindeki yıkıcı etkisini anımsıyorum.
İnsanlarımız Kafkasya’nın anavatanları orada yaşayanların da
soydaşları olduğunu söylemeye utanırlardı. Anavatanda kalanların,
başka ülkelere göç etmeyi becerememiş sefiller olduklarını ve aile
yaşamı olmayan komünist düzende artık insan da sayılmayacaklarını
dile getirirlerdi.
Bugün yürütülen kampanyalarında anavatanı ile daha barışma
sürecini tamamlamamış olan diaspora üzerinde fevkalade olumsuz
etkiler yaratacağını düşünüyorum.
Kampanyayı yürütenlerin “Dönüş Hareketi” ve “Kafkas Federasyonu”
ile bir hesaplaşma içinde oldukları ortada. Halka demek istiyorlar
ki: “Bakın onlar size yıllarca Kafkasya’yı pembe gösterdiler ve
yalan söylediler. Kafkasya pembe değil kara.” Böylece kendilerinin
daha doğrucu olduklarını ortaya koyacaklar. Bu hesaplaşmanın henüz
anavatanı ile barışamamış olan halkımız üzerinde yaratacağı yıkıcı
etki onların umurunda değil.
Peki ‘’Kafkasya’daki bu ağır sorunların diasporaya veya Avrupa
kamuoyuna taşınması gerçekten sorunların çözümünde olumlu bir etki
yaratabilir mi?’’ diye düşündüğümde hemen tarihimiz aklıma
geliyor. 19.yüzyıl Kafkas Rus savaşları esnasında Çerkes heyeti
Avrupa’ya giderek zamanın en büyük devleti olan İngiltere
parlamentosunda konuştu. Davit Urguart ve başkaları Avrupa
şehirlerinde Çerkes davasını anlattılar. Daha birçok eylemler
yapıldı. Ancak vatanımız işgal edilmekten, halkımız sürülmekten
kurtulamadı. Bundan çıkardığım sonuç: Dışarıda yürütülen
mücadelelerle Rusya’nın Kafkasya politikalarının etkilenemeyeceği.
Dünyanın her ülkesinin Rusya ile önemli çıkar ilişkilerinin olduğu
ve hiçbir ülkenin bu ilişkilerini Kafkasyalılar için riske
sokmayacağı. Bu nedenle dışarıda yaratılmak istenen bu fırtınanın
da bir faydası olmayacağı açık.
Kafkasya’ya faydası yok, diasporaya faydası yok. Peki neden
koparılıyor bunca gürültü ve neden diasporada kara bulutlar
estiriliyor?
Yürütülen bu çabalar bence Kafkasya’dan intikam almak için
yapılıyor. Halkımız yaşadığı ülkeye entegre olmuşken, asimilasyon
süreci tamamlanıp Çerkes halkının dosyası kapanmak üzere iken tam
son anda Kafkasya ortaya çıkıverdi. Ben sizin vatanınızım,
yurdunuzum, özerk yönetimlerim var; dilinizi, kültürünüzü
yaşatıyorum, koruyorum, sizde yok oluşa direnin, bana dönün
mesajını verdi. O halde pişmiş aşa su katan ve hesapları alt üst
eden Kafkasya'ya haddini bildirmek, ondan intikam almak
gerekiyordu. Bunun için yapılması gereken en önemli şey de oranın
yaşanamaz, kara bir ülke olduğunu ortaya çıkarmaktı. Bu konuda da
başarısız oldular denemez.
Ormana ‘’balta seni kesiyor’’ demişler. ‘’Sapının benden olmasına
üzülürüm’’ yanıtını vermiş.Sayın Hatujuko
kuyuya bir taş atıp gitti. Bakalım kaç kişi çıkarabilecek. Kırıp
döktüklerini toparlamak için epey çaba gerekiyor.
Anadilde televizyon yayınlarının haftada bir
saate indiği söylenmişti. Geçen ki yazımda haftalık televizyon
programından yararlanarak gerçeğin böyle olmadığını ve günde bir
saat yayın olduğunu anlatmıştım. Birazda kitap sorununa değinmek
gerekiyor. Çünkü bu tartışmalarda anadilde kitap sayısında yarıya
varan azalmalar olduğu söyleniyordu.
Yaptığım araştırmaya göre anadilde çıkan kitap sayısında azalma
olduğunu tespit ettim. Ancak bunun sebeplerini iyi bilmek
gerekiyor.
Adigece kitaplar Sovyetler zamanında devlet
tarafından arz talep dengesi göz önüne alınmaksızın sübvanse
ediliyor ve çok ucuz fiyatlarla okurlara sunuluyordu. O dönemde
Adigey’de mevcut olan kitapçı sayısı 50 iken bugün 10’u geçmiyor.
Çünkü kitaplar pahalandı, kitap basım giderleri arttı, okurlar
azaldı ve kitapçılar kapandı. Bugünkü durumda azalan sadece
anadilde çıkan kitap sayısı değil. Tüm Rusya genelinde çıkan kitap
sayısında Sovyet zamanına göre büyük düşüşler yaşandı. Ayda 50-60
Dolar maaşı olan insanların bir kitaba 10-15 Dolar ödeyecek
durumlarının olmadığı ortada. Kitap basım masrafları
karşılanamadığı için yıllarca basım sırası bekleyen kitaplar var.
Bunu devlet ve yönetimler tarafından anadilde çıkan kitaplar
yayınlanmıyor şeklinde diasporaya sunmak yanlış.
Burada diasporaya söylenecek olan şey: Türkiye’de basım masrafları
daha ucuz ise basım sırası bekleyen kitapları gönderelim siz
bastırıp bize gönderin ya da basım için sıra bekleyen kitaplara
finans desteği sağlayın olmalıdır. Tabi ki bu davranış; bağcıyı
dövmek isteyenlerden değil üzüm yemek isteyenlerden beklenebilir.
10 Şubat 2005
“Kafkasya’dan İntikam Almak” başlığı ile
yazdığım yazıdan dolayı üzüntülerini bildirenler oldu. Bir
arkadaşımız da yazının bir bölümünü anlayamadığını bildirerek
açıklık getirmemi istedi. Bu nedenlerle konuyu tekrar açıklama
gereği duydum.
Çerkes halkının 19.yüzyılda uğradığı sürgün nasıl ki tarihinin en
büyük felaketi ise; sürgünden sonra Kafkasya ile diaspora arasında
bir asra yakın süre meydana gelen iletişimsizlik de bana göre
ikinci felaket olmuştur. Bu iletişimsizliğin nedeni Osmanlı-Rus,
Türk-Sovyet ve Doğu-Batı ilişkilerindeki gerginliktir. Bu olumsuz
ilişkilerin Türkiye Çerkesleri üzerinde yıkıcı etkisi olmuştur.
Yazımda da belirttiğim gibi insanlar; Kafkasya’da kalan
soydaşlarını “ülkeden çıkma başarısını gösterememiş sefiller”,
“aile hayatı bulunmayan komünist ülkede insanlıktan çıkmış
yaratıklar” olarak görmeye başlamıştır. Bu durum, Türkiye Çerkes
insanının gelecekle ilgili umutlarını yok etmiş, bulunduğu ülke
toplumuna entegre olup asimile olmayı tek seçenek olarak
bırakmıştır.
1960 Anayasası’ndan sonra Türkiye’nin ve dünyanın değişen sosyo-politik
şartlarında Türkiye Çerkesleri de kendi yollarını aramaya
başladıklarında yeniden anavatanları ile karşılaşmışlardır. Bu
karşılaşma yine soğuk savaş döneminin zor şartlarında olmuşsa da
önemli yararlar sağlamıştır.
Yazısı, kültürü,tarihi olmadığına ve entegre olup erimekten başka
yolu bulunmadığına inandırılan halk yeniden Kafkasya ile
tanışınca, yazısı, dili, kültürü, müziği, dansı, mitolojisi,
vatanı olduğunu anlamış, bu olayın Türkiye Çerkesleri üzerinde
Rönesans etkisi olmuştur.
Bu sonuç, Türkiye’den anavatana giden bazı aydın ve ulussever
insanlarımız, Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen, dans gurupları, yazar
ve sanatçılar, Kafkasya’dan getirilen kitap ve kasetler sayesinde,
uzun bir uğraşı ve emek sonucunda alınmıştır. Türkiye Çerkesliği
için Rönesans olarak adlandırılabilecek bu süreç henüz tamamlanmış
değildir.
Burada belirtmek gerekir ki, soğuk savaş dönemlerinde anavatana
ilk gidişleri gerçekleştirenler de orada bugünkü sorunlardan hiçte
aşağı kalmayan sorunları görmüş ve farketmişlerdir. Ancak burada
sorunlar var diye davul çalmamışlar, ulusumuz adına gördükleri iyi
ve güzel şeyleri öne çıkarmak suretiyle insanlarımıza umut ve
cesaret aşılayarak, anavatana duyulan soğukluk ve güvensizliği
giderme çabası içinde olmuşlardır.
Onlarda, oradaki baskıcı rejimi dillerine dolamış olsalardı,
anavatan ve diaspora arasındaki köprüleri kurmaları mümkün
olmayacaktı.
Anavatan da yaşayan insanlardan da başka
ülkelerde soydaşlarının bulunduğu uzun yıllar gizlenmişti. Onların
da dışarıdaki soydaşları hakkındaki kanaatleri önyargılı ve
olumsuzdu. Anavatandakilere göre diasporadakiler: “Savaş esnasında
ülkeyi bırakıp kaçmışlardı”, “Zengin burjuvalardı ve tekrar geri
dönerlerse kendilerini köle yapacaklardı”
Anavatana dönüp yaşayanlar olarak; geldiğimizden buyana bu
anlayışın değişmesi için çaba gösterdik. Bugün itibariyle
anavatandakilere göre diaspora ve dönenler: “Ülkeye yararlı
yatırımlar yapan, ekonomiye, kültüre ve sosyal yaşama katkı
sağlayan, vatanlarına tekrar dönmesi gereken kişiler”dir.
Anavatan ile diaspora arasında, yarım asırlık süre içerisinde iğne
ile kuyu kazar gibi büyük emeklerle oluşturulan karşılıklı güven
duygusu sayesinde, bugün Çerkesler için sürüldükleri vatanlarını
tekrar elde etme yolu açılmıştır. Bu yol halen küçük bir patika
gibiyse de, hep birlikte omuz verilirse geniş bir otobana da
dönüşebilir. Bu, hem Türkiye Rusya arası hem de diaspora anavatan
arası iyi ilişkilere bağlıdır. Adigey’i örnek gösterecek olursak
bugün dışarıdan gelen Adigelere hem devlet ve hem de toplum
düzeyinde gösterilen bir tolerans söz konusudur.
Çeçenistan’daki insanlık dramından üzüntü duymayan ve yüreği
sızlamayan insan olabileceğini düşünmüyorum. Ancak yukarıda
özetlemeye çalıştığım ve yarım asır içinde oluşturulabilen, Adige
ve Abhazlar için hayati öneme sahip olan bu ilişkileri ve
kazanımları da Çeçenistan uğruna feda edip yeniden sıfıra dönmeye
imkanımız yoktur.
Peki DÇB dosyası ile başlatılan ve son Hatujuko gezileri ile
şimdilik noktalanan süreçte anavatandaki yerel yönetimler hakkında
dile getirilen ağır suçlamaları göz önüne alalım ve bunların
sadece Kafkas Vakfı ve Birleşik Kafkasya Dernekleri tarafından
değil de tüm Türkiye’deki Çerkes organizasyonlarınca
seslendirildiğinde neler olabileceğini düşünelim.
Diaspora ve vatana dönenler hakkındaki olumlu imaj yok olacak,
bırakın vatana dönmek, turistik geziler bile güçleşecek, kısacası
Çerkeslerin yeniden vatanlarını elde etme yolları tamamen kapanmış
olacaktır. Yerel yönetimleri yerden yere vurarak, haklı haksız her
türlü eleştirileri yönelterek ulus adına faydalı bir şey yapmak,
diaspora anavatan ilişkilerini geliştirmek olanağı yoktur.
Ne anavatana ne de diasporaya faydası olmayacak bu girişimler, o
halde kimin çıkarınadır?
Buna verilebilecek cevap: Kafkasya’nın yeniden Çerkeslerin
karşısına umut olarak çıkmasından, tamamlanmak üzere olan
asimilasyon sürecinin kesintiye uğramasından rahatsız olan
odaklardır. Ki, bu kampanyaları yürütenlerde bilerek veya
bilmeyerek onların çıkarlarına hizmet edenlerdir.
Türkiye’deki Kafkaslı nüfusu milyonlarla ifade ediliyorsa da
unutmayalım ki, ulusal kültürel varlığını koruma bilinci ile
hareket edenler 3-5 bin kişidir ve daha kazanılması gereken büyük
kalabalıklar vardır. Bu da Kafkasya’yı salt sorunlar yumağı olan
bir ülke olarak göstermekle sağlanamaz. Sorunlar abartılmadan
gerçeğe uygun olarak seslendirilirken insanların umut ve moralleri
asla dikkatten kaçırılmamalı, ulusal gelecek için yapılan olumlu
çalışmalarda birlikte dillendirilmelidir.
Bunun aksi, Kafkasya’yı yukarıda belirtmeye çalıştığım rolünden
dolayı cezalandırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek olur. |
|
|
|
|
|
|
|