İlk günden beri gelişmeleri yakından takip eden
federasyonumuz, sürekli Nalçik ile irtibatını sürdürerek
olayların gerçek boyutunu anlamaya çalışmıştır. İlk günden
itibaren temasta olduğumuz her kesim tarafından, olayların
farklı anlatıldığı görülmüştür.
Bu nedenle, gelişmelerin gerçek durumu anlaşılıncaya kadar
bizleri yanılgıya düşürecek, yanlış bilgilere dayalı, acele
yorum ve bilgilerin verilmesinden özellikle kaçınılmıştır.
KAF-FED olarak Nalçik olayları ile ilgili, çok çeşitli
kaynaklardan edindiğimiz haber ve bilgiler ışığında
değerlendirmemiz aşağıdadır:
13 Ekim 2005’de Nalçik’te başlayan olaylar tüm dünyanın
gündeminde yer almış ve büyük şaşkınlık yaratmıştır. Dünyanın
önde gelen haber ajansları ilk etapta olayları, Şamil Basayev
ve ona bağlı Çeçen savaşçıların eylemi olarak duyururken,
gelişmelerin haberlerini çok yüzeysel olarak vermekle
yetinmişler ve kısa süre içinde de gündemlerinden
kaldırmışlardır. Kısacası batı, olayla fazla ilgilenmediği
gibi, Türkiye’deki milli basın da bu olayı batılı ve Rus
kaynaklardan aldıkları haberlerle çok yüzeysel olarak
geçiştirmiştir.
Olaylar Çerkes toplumunda ise, daha farklı bir boyutta
tartışılmıştır. Toplumumuzu ilgilendiren böylesine önemli bir
konuda sağduyulu analizler yapmak, ortak paydalar oluşturmak
ve kolektif hareket etmek yerine, tartışmalar ideolojik
yaklaşımlarla bir iç çatışmaya ve ayrışmaya dönüştürülmüştür.
Bazı kişi ve kurumlar ise üstü kapalı da olsa, her zaman
yaptıkları gibi KAF-FED’ e saldırmak için bu üzücü olayları
kullanmayı tercih etmişlerdir. KAF-FED olarak her zaman olduğu
gibi sağduyulu ve kavgadan uzak tavrımızı sürdürmekte
kararlıyız. Ancak üzücü olan, tarihten ve bu olaylardan ders
alarak ileriye yönelik siyasi ortak paydaları oluşturmak
yerine, geçmişte yapılan hataları unutarak, kişi ve
kurumlarımızı acımasızca eleştirerek birbirimizle kavga edip
güç ve enerjimizi yok etmemizdir.
Çeşitli kaynaklardan ve Kafkasya’dan aldığımız bilgilere göre
olayların gelişmesi kısaca şöyledir:
13 Ekim 2005 sabahı, her biri 10-15 kişilik silahlı gruplar eş
zamanlı olarak FSB binası, Emniyet Müdürlüğü, karakollar,
hapishane ve havaalanına saldırmışlardır. Saldırıyı yapan
grubun Yarmuk (Birleşik İslami Savaş Cemaati=United Islamic
Combat Jamaat) üyeleri olduğu açıklanmıştır. Ayrıca “Jamağat”
adı da ortaya atılmıştır. Ancak, Yarmuk örgütünün adında
bulunan “Jamaat” tanımı ile farklı bir “Jamağat” örgütünün
adının karıştırıldığı sanılmaktadır. Bu örgütlerin nitelikleri
daha sonra açıklanmaya çalışılacaktır.
Alınan bilgilere göre Yarmuk örgütü, daha sonraki bir tarihte
Kuzey Kafkasya’da çok kapsamlı bir harekete hazırlanmakta
iken, bir silah deposu polislerce bulunmuş ve bazı örgüt
üyeleri “vahabbist” oldukları iddiasıyla tutuklanmıştır.
Tutuklananlardan birisinin, Yarmuk örgütünün üst düzey
yöneticilerinden Anzor Astemirov’a bağlı olduğu ve Nalçik
Havaalanı’nın planlarını elde etmeye çalışırken, 8 Ekim 2005
tarihinde yakalandığı belirtilmektedir. Bazı örgüt üyelerinin
ele geçirilmesi üzerine, planlanandan erken harekete geçerek,
örgüt üyelerini kurtarmaya ve kaçırmaya yönelik bir saldırının
başlatılmış olduğu genel kanıdır. Polis ve özel kuvvetler
olaya anında müdahale ederek, bazı istisnalarla bir gün içinde
kontrolu ele geçirmişlerdir. Çatışmalar sırasında örgüt
liderlerinden Anzor Astemirov ve Balkar kökenli yardımcısının
öldürüldüğü açıklanmışsa da, sonradan Astemirov’un yaşamakta
olduğuna ilişkin bilgiler gelmiştir. Henüz ölenlerin
kimlikleri resmen açıklanmamış ve cesetler ailelerine
verilmemiştir. Ancak ölen saldırganların ve polislerin yerel
halktan ve çoğunun yaşının genç olduğu bilinmektedir.
Olayların gelişiminde dikkati çeken husus, bugüne kadar
Budenovsk, Pervomorskoye, Moskova tiyatro binası ve Beslan
baskınlarında gafil avlanan, büyük bir beceriksizlikle
yüzlerce sivilin ölmesine neden olan Rus özel kuvvetlerinin,
bu defa gafil avlanmadıklarıdır. Terör uzmanlarının görüşü
polise önceden bilgi sızdığı yönündedir.
Olayların başlaması ile birlikte gündemimize giren “Yarmuk” ve
“Jamağat” isimleri hakkında edindiğimiz bilgiler şunlardır:
Nalçik baskını, Çeçenistan’da üslenmiş, Şamil Basayev
başkanlığındaki İslami Cihad örgüt ağının, tüm Kuzey
Kafkasya’yı içine alacak şekilde yayılmaya çalıştığını
göstermektedir. Yarmuk (Birleşik İslami Savaş Cemaati=United
Islamic Combat Jamaat) örgütü, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti
şubesi olarak, 2004 yılında Beslan baskınında ve Nalçik’teki
Anti-Narkotik Kontrol İdaresi binasına yaptığı saldırılarla
adını duyurmuştur. Örgüt lideri (emir) Muslim Atayev (kod adı-Seifullah),
2005 Şubat ayında Rus emniyet güçlerince öldürülmüştür. Yerine
Rustam Bekanov (aynı kod adı olan “Seifullah”ı almıştır) örgüt
emiri olmuş, ancak o da iki ay sonra öldürülmüştür. Olayların
gelişimi Rus Emniyet Teşkilatı’nın örgütü çok yakından takip
ettiğini göstermektedir. Nitekim Basayev’in yardımcılarından
ve Ingush Cemaati lideri Ilyas Gorchkanov da bu arada
öldürülmüştür.
“Jamağat”, İslami Cihad örgüt ağının milliyetçi boyutunu
oluşturmaktadır. Karaçay-Balkar milliyetçi-İslamcı grup olarak
Karaçay-Çerkessk Cumhuriyeti’nde örgütlendiği ve Kabardey
Balkar’da ayrı bir Balkar Cumhuriyeti kurmaya çalıştığı
belirtilmektedir.
Nalçik olaylarında hangi örgütün nasıl bir rol oynadığı kesin
olarak bilinmemektedir. Ancak bilinen gerçekler, Kuzey
Kafkasya’da milliyetçi-İslamcı akımların örgütlendiği, bu
örgütlerin El Kaide örgütü ile bağlarının olması dolayısıyla
onlardan yardım almalarının da muhtemel olduğudur. Keza,
Khattab, Abu Walid gibi Arap kökenli teröristlerin Kafkasya’ya
geldiği veya birçok Kafkasyalı gencin din eğitimi adı altında
Arap ülkelerine götürülüp eğitildiği bilinmektedir. Kısacası,
uluslararası İslami terör örgütleri Kuzey Kafkasya’yı
Afganistanlaştırmaya çalışmaktadır (burada “İslami terör”
deyimi ile İslam adına cihad için hareket ettiğini iddia eden
fanatiklerin yarattığı terörü kastettiğimizi, bunların barışı
ve eşitliği savunan gerçek inançlılarla hiç bir alakalarının
olmadığına inandığımızı belirtmekte yarar görüyoruz).
Olayların gelişimi ve aktörleri hakkında edindiğimiz bilgileri
kısaca aktardıktan sonra, Kuzey Kafkasya’daki gelişmelerle
ilgili tespit ve görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz.
Kuzey Kafkasya’nın genel değerlendirmesine geçmeden önce,
Nalçik olayları sonrası toplumumuzun refleksleri üzerine bir
kaç konuya değinmek istiyoruz. Kafkasya’daki bu olumsuz
gelişmelerin sebepleri araştırıldığında birçok neden
sıralanabilir. Ekonomik az gelişmişlik, kötü yönetim, ibadet
imkanının kısıtlanması, yolsuzluklar, çok etnisiteli karmaşık
yapı, ideolojik boşluk, dış güçlerin global dünyaya egemen
olma savaşı, v.s.
Şu andaki tartışmalara baktığımızda, haber olarak alınan
çelişkili bilgileri bir tarafa koyarsak, çoğu yaklaşımların
ideolojik olduğunu ve bu nedenle objektif bir şekilde
gelişmeler analiz edilmeden kavga edildiğini görüyoruz.
Örneğin, olaya sadece “din” penceresinden bakanların yapılan
saldırıları, yolsuzluklara, haksızlıklara, camileri kapatan
din düşmanı yönetimlere başkaldırması olarak tanımlayıp,
saldırganları haklı, ölenleri “şehit”, öldürülenleri de
“kafir” olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Aynı şekilde,
kendi dar “laik ve demokrat” penceresinden bakanların da
saldırıyı yapanları “öldürülmeyi hak etmiş teröristler” olarak
tanımladıklarını görüyoruz. Bunlara başka görüşleri de eklemek
mümkündür. Şu anda toplumumuzda Nalçik olayları ile ilgili
kavgalar, genelde bu tür tanımlama ve algılama farklılıkları
sonucu acımasız ve hoş görüsüz bir görünüm arz etmektedir.
Ancak bu tür olayları tek bir nedenle izah etmek kolaycılığına
kaçmadan, tüm etkenleri göz önüne almak gerekir. Toplum adına
siyaset yapmak, duygusal olmadan olaylara objektif bakmayı,
doğru kavramayı ve ona göre strateji uygulamayı gerektirir. Bu
aşamada fikir tartışmalarının olması doğaldır ve olumlu sonuç
için gereklidir de. Doğal olmayan, fikir tartışması yapmadan
kavga etmek ve toplumu bölmektir. Çerkes toplumunun en büyük
örgütü KAF-FED olarak bizim tavrımız daima kavgadan-savaştan
uzak, tartışmaya açık, toplum yararına politikalar üretmeye ve
yürütmeye çalışmaktır.
Kafkasya’da genel bir durum tespiti yapacak olursak öncelikle,
Kuzey Kafkasya’nın Sovyet dönemi sonrasında Rusya Federasyonu
içinde en geri kalmış fakir bölgelerden oluşmuş olduğunu ve
SSCB sonrası tüm BDT ülkelerinde olduğu gibi Kafkas
Cumhuriyetleri de dahil, RF’na bağlı birimlerde eski komünist
elitin yönetimlere hakim olduğunu, bu ülkelerin tümünde
yönetim tarzının da devlet-mafya işbirliği ile devlet malının
paylaşılması, yakın çevrenin zengin edilmesi üzerine kurulu
olduğunu görürüz. O nedenledir ki, Kabardey- Balkar’da geçmiş
yönetim, Balkar azınlığı mutlu edemediği gibi, Adige
çoğunluğunu da memnun edememiştir. İlaveten, Çeçenistan savaşı
ile birlikte Kafkasya’da güvensiz bir ortam oluşmuştur. Rusya
ise, her zaman yumuşak karnı olarak gördüğü Kafkasya’yı
kontrol altında tutabilmek için, her türlü fırsatı
kullanmıştır. Rusya Federasyonu merkezinin eskiye özenle,
güçlü bir merkezi yönetim oluşturmak adına, Moskova’nın
çıkarlarını hep ön planda tuttuğu bir sır değildir. Kuzey
Kafkasya’ya bakışı ise, tümüyle güvenlik ve kontrolü ön planda
tutar şekilde gelişmiştir. Bölgenin ekonomik gelişimini
sağlayacak politikaları üretmek yerine, oluşumunu
körükledikleri başarısız yönetimlere destek vermek, bölgedeki
yerli halkların her türlü gelişimini engellemek ve bu
uygulamalara karşı çıkanlara ön yargılı yaklaşmak gibi
politikalar uygulamışlardır. Çeçenistan’daki uygulamalarında
uluslararası savaş kurallarını ihlal ederken, her fırsatta
insan haklarını çiğnemekten kaçınmamışlar, Aslan Mashadov gibi
bir lideri yok ederek, barışa giden tüm diyalog imkanlarını da
ortadan kaldırmaktan çekinmemişlerdir. Tüm bu olumsuz
uygulamalar, RF’nun bilinçli bir şekilde yürüttüğü Kafkasya
politikaları mıdır, yoksa yöneticilerin yanlış kararları ve
uygulamalarının bir sonucu mudur? Bunun cevabını vermek son
derece güçtür. Ancak bir gerçek vardır ki, Vlademir Putin ile
başlayan yeni bir “Sovyetleşme” dönemi yaşanmaktadır. Yani,
tüm otoritenin merkezde toplandığı, federal cumhuriyetlerin
nispi bağımsızlıklarının giderek sınırlandırıldığı bir yönetim
biçimi, adım adım uygulanmakta ve bunun için her fırsat
değerlendirilmektedir.
Bu arada 11 Eylül sonrası gelişmelerin Kuzey Kafkasya’daki
yansımalarını göz ardı etmemek gerekir. 11 Eylül’de ikiz
kulelerin yıkılmasından iki gün sonra, ABD başkanı George Bush,
Amerikan halkına seslenirken şunu diyordu: “Bu acı olay,
Amerika için aynı zamanda bir fırsat doğurmuştur. Bu fırsat,
Amerika’nın dünyanın en güçlü ülkesi olduğunu gösterecektir”.
Nitekim, 11 Eylül’ün ardından Amerikan askerleri önce
Afganistan’a, sonra Irak’a girdi. Bunları yaparken de ABD ile
Rusya arasında, “ben sana karışmayacağım, sen de bana
karışmayacaksın” mutabakatı oluştu. Zaten, o sıralarda Amerika
ile yarışması mümkün olmayan Rusya, kendi içinde rahatladı ve
dünyadan hiç bir tepki görmeden Çeçenistan’da istediğini yapma
fırsatını elde etti. Sonuç, Ruslar tarafından Çeçenistan’da,
doğaya da onarılması zor zararlar verilerek, en az 200 bin
insanın yok edilmesi, dünyanın gözü önünde Çeçen halkının uzun
yıllar belini doğrultamayacak hale getirilmesi oldu. Olay bu
kadarla bitmedi, bölgede büyük bir otorite boşluğu oluştu.
Şekil itibariyle Çeçenistan, El Kaide benzeri uluslararası
terör örgütlerinin mesken alanı haline dönüştü. Bu tür
örgütleri, soğuk savaş döneminde büyük devletlerin
kullandıklarını biliyoruz. Bin Laden’i, Afganistan’da Sovyet
ordularına karşı savaşmak üzere CIA’nın eğitip yardım ettiği
bilinmektedir. Aynı şekilde, Çeçenistan’a cihat yanlısı bir
çok Arap’ın gittiği, bazı Kafkasyalıların Ürdün veya Suudi
Arabistan’ da eğitildikleri de sır değildir.
Amerika, Rusya’yı bir taraftan Çeçenistan’da serbest
bırakırken, diğer yandan da arka bahçelerine tek tek el atmaya
başladı. Petrol olan bölgelerde Rusya aleyhine çalışmalarını
geliştirerek sürdürdü. Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan,
Gürcistan, Ermenistan, Bulgaristan’da ciddi üsler edindi ve
ülke yönetimlerine Amerikan yanlısı yöneticileri getirmek için
kurgulanmış devrimleri destekledi. Kuzey Kafkasya’nın da bu
yeni soğuk savaş çatışmaları içinde yer alması kaçınılmazdı.
Amerika Rusya’ya karşı elbette Kuzey Kafkasya’yı kullanmak
isteyecekti. Buna karşılık da Rusya, karşı mücadelesini
yapacaktı. Kafkasya’daki terör olaylarına baktığımızda,
Rusya’nın tüm teknik ve askeri olanaklarına rağmen,
Çeçenistan’daki İslami Cihad grubunun gelişmesini önleyememesi
akla iki olasılığı getirmektedir. Ya Rusya bu örgütleri kendi
siyaseti gereği gerçekten yok etmek istememektedir, ya da bu
örgütler çok ciddi dış destek almaktadır. Veya her iki
olasılık da birlikte vardır. Yani Rusya yönetimi,
“uluslararası terör” ile “savaş örtüsü” altında kendi iç
politikalarını uygulayabilmek için, Sovyet tipi bir merkezi
yönetim modelini gerçekleştirebilmek istemektedir. Kuzey
Kafkasya’yı sıkıyönetim altında tutabilmek için de, kontrollü
bir biçimde Basayev ve örgütünün var olmasına göz yummaktadır.
Akla ister istemez “Dudayev’i, Mashadov’u yok edebilen
teknolojiye sahip Rusya, neden Basayev’e dokunmuyor?” sorusu
gelmektedir.
Sonuç olarak Kafkasya, yeni soğuk savaşın çatışma alanlarından
birisidir ve Rusya ile Amerika arasındaki bilek güreşi bizim
insanlarımız ve topraklarımız üzerinde yapılmaktadır.
Kuzey Kafkasya’daki ülkelerin kaderi haline gelen az
gelişmişliğin yanı sıra, kötü yönetimlerin, yolsuzlukların,
baskıların halkı bezdirmesi ve çaresiz bırakması, bu
çaresizliğin de insanları yeni maddi ve manevi arayışlara
yöneltmesi kaçınılmazdır. Nitekim komünizmin oluşturduğu
manevi boşluk kendini, Slavlar’da yeniden kiliseye yönelmek,
diğerlerinde ise islam’a sarılmak şeklinde göstermektedir.
Dünyada yaygın şekilde bulunan Hıristiyan veya Müslüman
misyonerler hızla bu bölgelere yönelmişlerdir. Kafkasya’da ve
diğer Müslüman toplulukların yaşadığı ülkelerde, daha çok
İslam’a yöneliş vardır.
Ancak bu alanda etkinlik, siyasal
İslam
çizgisinde ve fundamantalist eğilimli gruplarda olmaktadır.
Geri kalmış ve bunalımlı toplumlarda var olan fakirlik ve
etnik farklılıklarla harmanlanan dini eğitimler, ortaya
fanatik islamcı-milliyetçi oluşumları çıkarmaktadır. Şu anda
Kuzey Kafkasya, merkezden baskıya tabi yönetimler, ideolojik
boşluk,
İslamiyet’in
canlanması, fundamantalizmin egemenliği, çok yoğun işsizlik,
kargaşa, etnik milliyetçiliğin yarattığı gerilimler ve
terörizm gibi olumsuz etkilere açık bir ortamda varlığını
sürdürmektedir.
Ata yurdumuz olan güzel Kafkasya’mızı şu anda birçok büyük
tehlike beklemektedir. Bunlardan bazılar savaş, terörizm,
yıkım, ümitsizlik, İslami aşırılıklar olduğu gibi, en önemli
tehlike de terörizm ve tekrar savaş girdabının oluşmasıdır.
Kafkasya bu girdaba kapıldığı anda elimizde, Karadeniz
kıyılarında olduğu gibi hiç bir şey kalmayacaktır.
Tüm Kafkasyalılara düşen en önemli görev, olaylara sükûnetle
yaklaşarak sorunları tespit etmek, uzlaşmak, bilinçli görev
bölümü yapmak ve dayanışmaktır. KAF-FED olarak tüm toplumumuzu
sağduyulu olmaya çağırıyoruz. Bu yazımızda ifade ettiğimiz
görüşlerde eksikler ve yanlışlar olabilir. Yapmak istediğimiz,
objektif olarak ortaya Kafkasya ile ilgili bir resim
koyabilmek ve toplumumuzu bu yönde düşünmeye, katkıda
bulunmaya teşvik etmektir.
|