...................
...................
TÜRKİYE'NİN GÜRCİSTAN POLİTİKASI
ve KUZEY KAFKASYA

Selçuk Çolakoğlu
Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

                         
...................
 
...................

I. Gürcistan'ın Genel Durumu

A. Bağımsızlık Sonrası Siyasi ve Ekonomik Gelişmeler

Gürcistan Aralık 1991’de bağımsızlığını kazandığından bu yana iç huzursuzluklar ve azınlık sorunları yüzünden istikrarsız bir ülke görüntüsü vermektedir. Yaklaşık 5,5 milyonluk ülke nüfusunun yüzde 70’ini Gürcüler oluşturmaktadır. Ülkede yaşayan azınlıklardan Abhazların, Osetlerin ve Müslüman Acaralıların özerk bölgeleri vardır. (Avrasya Dosyası, 1998:1).
 

Gürcistan’ı Mayıs 1991’den Ocak 1992’ye kadar seçimle iktidara gelen Zviad Gamsakurdiya devlet başkanı sıfatıyla yönetmiştir. Ancak Gamsakurdiya döneminde oldukça sancılı bir evre yaşanmıştır. Azınlıklara karşı çok sert ve uzlaşmaz bir politika izlendiği için, Abhazya ve Güney Osetya’daki sorunlar azmıştır. Ekonomik açıdan ülke bir darboğaza girmiştir (Henze, 1995:26-27). Gamsakurdiya iktidardan uzaklaştırılınca Tiflis’teki iktidarın amansız muhalifi haline gelmiştir. Kendisinin Aralık 1993’te şüpheli ölümünden sonra, taraftarları “Zvadistler” adı altında mevcut hükümetin gücünü sarsıcı eylemlere girişmişlerdir (Cumhuriyet, 1998a:8).
 

Mart 1992’de iktidara gelen Eduard Şevardnadze, öncelikle siyasi istikrarsızlıklar ve azınlık sorunlarıyla uğraştı. Selefi Gamsakurdiya’nın aksine, Moskova’yla daha sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı ve azınlıklara karşı ılımlı bir politika izledi. Şevardnadze Sovyetler Birliği’nin son dışişleri bakanı olmasının verdiği itibarla, Gürcistan’ın uluslararası alanda daha iyi anlaşılmasını sağladı. Ancak Abhazya’dan gelen Gürcü mülteci akını ve Zvadistlerin ülkenin batısını ele geçirmesi yüzünden oldukça zor durumda kaldı. Gürcistan bu gelişmelerden sonra güvenliği sağlamak için ülkeye Rus askerini çağırmak zorunda kaldı ve Mart 1994’te Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) üye oldu (Tsereteli, 1995:43). Bu durum Tiflis’in Moskova’nın boyunduruğundan kurtulma politikasının iflası anlamına geliyordu.
  

Şevardnadze yönetimindeki Gürcistan 1995’ten itibaren siyasi ve iktisadi açıdan toparlanmaya başladı. Öncelikle 1995’te kabul edilen yeni anayasa ile devlette yeniden yapılanmaya gidilerek yasama ve yürütme arasındaki yetki karmaşasına son verildi. Kasım 1995 seçimlerinde uygulanan yüzde 5 barajı sayesinde mevcut 56 partiden sadece üçü meclise girebildi. Üstelik Şevardnadze’nin desteklediği parti yeterli çoğunluğu sağlayınca ülkedeki hükümet bunalımları sona erdi. Kendisine yönelik olarak Ağustos 1995’te yapılan suikast girişiminden sonra Şevardnadze, muhalif bazı silahlı kuvvetleri tasfiye etme fırsatı buldu. Böylece Şevardnadze’nin selefi Gamsakurdiya gibi bir darbeyle devrilme olasılığı azaldı (Janes, 1996:341).

Çok kötü olan ülke ekonomisi ise 1996 yılından sonra hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. 1994’ten beri uygulanan Dünya Bankası ve IMF reçeteleri olumlu sonuç verince, ülkedeki enflasyon ve işsizlik oranı azalırken büyüme hızı ve milli gelir arttı (Janes, 1996:340).
 

Tiflis iç istikrarını sağladıktan sonra ülke bütünlüğünü tehdit eden Abhazya ve Güney Osetya sorunlarına daha çok eğilmeye başladı. Diğer taraftan bu sorunlarda anahtar ülke konumunda olan Rusya’yı sıkıştırmaktaydı. Gürcistan öncelikle Azerbaycan ve Ukrayna ile iyi ilişkiler kurarak Rusya’ya karşı bir oluşum içine girmiştir. Lokomotifliğini Moskova’nın  BDT içindeki en büyük rakibi olan Ukrayna’nın yaptığı Kiev-Tiflis-Bakû ittifakına Özbekistan da destek verince Rusya karşıtı cephe oldukça güçlendi (Çveneburi, 1997:4). Gürcistan ayrıca Ukrayna ile askeri anlaşmalar imzalayarak bu ülkeden askeri yardım almaya başladı (Mamuli, 1997a:5).
 

Güney Osetya Sorunu

Güney Osetya sorunu bağımsızlığın  ilk yıllarında Gürcistan’ı oldukça uğraştırmıştır. Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 75’ni oluşturan Osetler, Ağustos 1990’da egemenliklerini ilan ettiler ve Güney Osetya’yı “Demokratik Sovyet Cumhuriyeti”ne dönüştüren bir karar aldılar (Bangert, 1998:63). Buna tepki olarak Tiflis’teki Gamsakurdiya yönetimi Aralık 1990’da Güney Osetya’nın özerkliğini kaldırdığını ilan ederek bölgeye asker yolladı. Yaklaşık iki yıl süren çatışmalar sonucunda Güney Osetya’dan Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya’ya yaklaşık 100 bin mülteci sığındı (Birch, 1995:50). Gürcü yetkililer Rusya’yı çatışmalar sırasında Osetlere yardım etmekle suçladılar. Rusya’daki bazı çevrelerin Osetleri desteklediği kesin olmakla birlikte, Moskova Haziran 1992’ye kadar Tiflis’le karşı karşıya gelmemek için resmi olarak tarafsız bir politika izledi.
 

Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile Gürcistan’ın yeni Devlet Başkanı  Eduard Şevardnadze arasında varılan bir anlaşmayla bölgedeki çatışmalar sona erdi. Anlaşmaya göre Rus Gürcü ve Oset kuvvetlerinden oluşan üçlü bir barış gücü özerk bölgenin Gürcistan’la olan sınırına yerleştirilecekti. Ekim 1992’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği teşkilatı (AGİT) gözlemcileri üçlü barış gücünün bölgedeki çatışmayı önlediğini ve istikrarı sağladığını açıkladı (Tsereteli, 1996:9).
 

Bununla birlikte Güney Osetya sorununa halen kalıcı bir siyasi çözüm bulunabilmiş değildir. Güneydeki Osetler, Kuzey Osetya ile birleşmek ve Rusya’nın yönetimi altına girmek yönündeki isteklerini sürdürmektedirler. Bu doğrultuda Güney Osetya Parlamentosu Kasım 1992’de Rusya’ya katılma kararı almıştır (Birch, 1995:49).
 

Gürcüler ise Osetlerin Gürcistan’da “özel statü” sahibi olmaları için hiçbir tarihi ve  hukuki dayanaklarının olmadığını iddia etmektedirler. Eski Gürcü yurdu içinde yer alan bu bölgenin, Sovyet yönetimi tarafından tamamen keyfi gerekçelerle özerk hale getirildiğini söylemektedirler. Tiflis bu yüzden Güney Osetlerin bekleyebileceği en büyük ayrıcalığın kültürel özerklik olabileceğini savunmaktadır (Çiloğlu, 1998:195). Tiflis bu yöndeki eğilimini 1995 Gürcistan Anayasası’nda açıkça ortaya koymuştur. Yeni anayasada Abhazya ve Acara’ya özerklik verilirken, Güney Osetya’ya sadece kültürel ayrıcalıklar tanınmıştır (Tsereteli, 1996:9).
 

Osetler, Rusya’nın iki yüzyıldır Kafkasya’da en çok gözettiği bir halk konumuna gelmiştir (Henze, 1994:74). Bu yakınlık Oset-Gürcü çatışmasının yanısıra Kuzey Osetya-İnguşetya sorununda da etkisini hissettirmiştir. Oset-İnguş çatışmasında Moskova tarafsızlık sözüne rağmen, Osetlerin yanında yer almıştır (Kostava, 1994:4). Çünkü Ruslar Osetleri Kafkaslardaki stratejik ortakları olarak görmektedir. Güney ve Kuzey Osetya’nın coğrafi konumları ve Moskova yanlısı tutumları, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’daki siyasi ve ekonomik üstünlüğünün devamını sağlamaktadır.
 

C. Abhazya Sorunu

Abhazya Gürcistan için Güney Osetya’dan daha çetrefili bir sorun olmuştur. Kafkasya halklarından olan Abhazlar, kendi adlarıyla anılan bu bölgede yüzde 17’lik nüfus oranlarıyla azınlık durumundadır. Batı ve Türkiye kamuoyunda bilinenin aksine, Abhazlar Türk dilli bir halk değildir ve bölgede yaşayan 100 bin Abhaz’ın büyük çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan’dır (Laboka, 1995:101). Müslüman Abhazların büyük çoğunluğu Çerkez, Çeçen ve Dağıstanlı Müslümanlarla birlikte 19. Yüzyılın sonlarında Rus saldırılarından kaçıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmıştır (Henze, 1994:69). Bu göçlerden sonra Ortodoks Abhazlar bölgede çoğunluk haline gelmiştir.
 

Abhazya sorunu 1991’den günümüze iki önemli aşama geçirmiştir. 1991-95 arasındaki ilk dönemde sorun tırmanmış ve yoğun silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Abhazya parlamentosunun Temmuz 1992’de özerk cumhuriyetin bağımsızlığını ilan etmesi Tiflis’le olan diyalogu tamamen koparmıştır (Çiloğlu, 1998:207). Gürcistan’ın Güney Osetya sorunu ile uğraşmasını fırsat bilen Abhazlar, Moskova’nın da kendilerini destekleyeceklerini düşünerek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Ancak bu karara tepki olarak aşırı milliyetçi Gürcü silahlı grupları Abhazya’ya girince Gürcistan’da yeni bir iç savaş başladı.
 

Bunun üzerine Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bölgelerde yaşayan halkları temsil eden Kafkasya Konfederasyonu, Abhazya’yı desteklediğini ilan ederek bölgeye silahlı gönüllüler yolladı (Vasilyeva, 1998:17). Moskova ve özellikle Yeltsin Rusya’nın Abhazya’daki çatışmalara karıştığı iddialarını sürekli olarak reddetti. Ancak aşırı milliyetçi ve komünistlerin denetimindeki Rus birliklerinin Abhazları desteklediği bağımsız kaynaklarca doğrulanmıştır. Rus ordusunun müdahalesinde Yeltsin’in ne ölçüde etkisi olduğu belirsizdir (Henze, 1994:73). Ayrıca Türkiye’den de 100-200 kadar gönüllü Abhazya’yı desteklemek üzere bölgeye gitti. Hatta bu gönüllülerden bazıları çatışmalarda hayatlarını kaybetti (Mamuli, 1997b:21). Böylece Gürcistan’a karşı çok milliyetli bir ordu oluştu. Komuta kademesinde genelde Abhazların bulunduğu orduda Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Rusların yanısıra bölgede yaşayan Rum, Ermeni ve Estonlar vardı (Overeem, 1995:137). Abhaz ordusu karşısında yenilgiye uğrayan Gürcü birlikleri Eylül 1993’te bölgeden çekildi (Fuller, 1997:82-83).
 

Savaşta kazanılan bu başarı Abhazları cesaretlendirdi. Ağustos 1992’ye kadar Gürcistan ile federatif bir ilişkiyi savunan Abhazya, daha sonra bu görüşünü değiştirerek Tiflis’le ancak konfederatif bir yapıyı kabul edebileceğini açıkladı (Laboka, 1995:103). Ayrıca Abhazya Halk Kongresi Nisan 1995’teki toplantısında Moskova’ya çağrıda bulunarak Abhazya’nın Rusya’nın koruması altına girmek istediğini belirtti.

Ancak 1995’ten itibaren Moskova’nın Tiflis’e yaklaşmasıyla bölgedeki dengeler değişmeye başladı. Rusya’nın bu tutum değişikliğinde çeşitli etkenler rol oynadı. Öncelikle Çeçenistan’daki çatışmalarda zor durumda kalan Rusya 1995’in sonlarından itibaren Abhaz limanlarını ablukaya aldı ve Abhazya pasaportunu tanımamaya başladı (Tsereteli, 1996:44).

Abhazya’daki çatışmalarda Çeçenler Gürcülere karşı savaşmıştı. Bu yüzden Moskova Abhazların Çeçenlere yardım etmesinden çekiniyordu. Ayrıca Çeçenistan’ın Rusya ve Gürcistan dışında Karadeniz’e açılan tek kapısı Abhazya’ydı. Kafkasya Konfederasyonu’nun bir üyesi olan Abhazya’nın fazlaca güçlenmesi,  Rusya’dan çok Çeçenistan’a yarayacaktı (Laboka, 1995:103). Son olarak, Moskova Abhazya’nın bölgeyle etnik ve kültürel bağları olan Türkiye tarafından desteklenmeye başlandığını düşünerek, Tiflis’e daha yakın bir politika izlemeye başladı (Briefing, 1996b:8).
 

Değişen bu koşullarda Tiflis Ocak 1996’daki BDT toplantısında Abhazya’ya ekonomik ambargo kararı aldırtmakta zorlanmadı. Ayrıca Abhazlar da tutumlarını yumuşatarak, konfederasyonun yanısıra federasyon için de Tiflis’e bazı yeni teklifler sundular (Tsereteli, 1996:44).
 

Abhazya’daki çatışmalar sonunda önemli bir mülteci sorunu doğdu. Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 45’ini oluşturan 250 bin Gürcü Gürcistan’a sığınırken, 70-80 bin kadar Rus Rusya Federasyonu’na gitti (Overeem, 1995:145). 20-25 bin kadar Abhaz da bölgeyi terk etti (Mamuli, 1997b:4-5). Ayrıca bölgede yaşayan Rum ve Yahudi azınlık mensuplarından Yunanistan ve İsrail’e göçenler oldu. Bu göçlerle Abhazya nüfusunun yaklaşık yüzde 60-70’i gidince, bölgede çok ciddi işgücü açığı doğdu ve bazı kamu hizmetleri yürütülemez hale geldi. Örneğin polis gücünün personel açığı yüzde 50’ye ulaşırken, 65 sandalyeli Yüksek Meclis’in sadece 35 üyesi Abhazya’da kaldı (Overeem, 1995:145).
 

Bu koşullara altında Abhazya’nın tek başına bağımsız olarak ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Böyle zayıf bir Abhazya Gürcistan’dan kopmayı başarsa bile, büyük olasılıkla Rusya’nın denetimine hatta egemenliğine girecektir. Çatışmalar sırasında Rus ordusundan destek alan Abhazya’nın Çeçenistan gibi Moskova’ya direnebilmesi oldukça zor gözükmektedir. Ayrıca Kafkasya Konfederasyonu’nun Abhazya’ya istikrarlı bir destek sağlayamayacağı da gözönüne alınmalıdır. Sonuç olarak, Rusya’dan çok daha küçük ve zayıf bir devlet olan Gürcistan içinde güçlü bir özerk bölge olarak kalmak, Abhazya için en iyi çıkış yolu olarak gözükmektedir.
 

III. Gürcistan ve Kuzey Kafkasya

Bu örgüt ilk önce “Dağlı Halklar Konfederasyonu” adıyla 1989’da kuruldu. Abhaz, Adıge, Abaza, İnguş, Kabardey, Çerkes ve Çeçen  halklarının temsilcilerinin katıldığı bu konfederasyonun amacı, Kuzey Kafkasya’daki Müslüman cumhuriyet ve bölgelerde birleşik bir hükümet oluşturmaktı (Çiloğlu, 1998:222-223). 1992 yılında Abhazya, Güney Osetya ve Dağıstan’ın güney kısmı dağlı yani Kuzey Kafkasyalı olmadığı için örgütün adı “Kafkas Halkları Konfederasyonu” olarak değiştirildi. Daha sonra basit olarak “Kafkasya Federasyonu” adıyla anılmaya başladı (Colarusso, 1995:85).


Kafkasya Federasyonu bağımsız bir devlet kurmak için Karadeniz’e ve dolayısıyla dış dünyaya açılmak istemektedir. Bunun için iki olası yol vardır (Kostava, 1994:5). Bunlardan ilki Rusya Federasyonu içinde Şapşığ azınlığın yaşadığı bölgede Şapşığ Cumhuriyeti’ni kurarak bunu Adıge Cumhuriyeti’yle birleştirmektir. İkinci yol ise Gürcistan’dan Abhazya’yı kopararak onun limanlarından yararlanmaktır. Bu yollardan birincisi Rusya’yı, ikincisi ise Gürcistan’ı karşısına almasına yol açmaktadır. Zaten Güney Osetya Sorununda Güney ve Kuzey Osetyaların birleşmesi istenerek Tiflis’e karşı tavır alınmıştı (Çiloğlu, 1998:224). Ayrıca Azerbaycan’daki Lezgi azınlığın desteklenmesi Bakû’nün tepkisini çekmiştir (Kostava, 1994:3).

Bu koşullarda zayıf ve dağınık Kafkasya halklarının Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’ı karşılarına alarak bağımsızlıklarını kazanmaya çalışmaları bölgenin gerçeklerine ters düşmektedir. Konfederasyonun bu tutumu yüzünden Gürcistan, Çeçenistan savaşında Rusya’yı desteklemiştir (Henze, 1995:29). Üstelik Kuzey Osetya-İnguşetya çatışması yüzünden Konfederasyon oldukça itibar kaybetmiştir (Colarusso, 1995:84). 


Kuzey Kafkasya’da bağımsızlık için ödünsüz hareket edebilecek tek özerk cumhuriyet Çeçenistan’dır. Ama coğrafi konumundan dolayı dış dünyayla irtibatı yoktur ve ancak diğer dağlı halklarla birlikte hareket ederse Rusya’dan bağımsızlığını kazanabilecektir. Bu yüzden Çeçenistan yönetimi Kafkasya Konfederasyonu adıyla bir devlet kurulmasını desteklemekteydi (Kostava, 1994:5). Ancak yukarıda belirtilen gerekçelerden ötürü böyle bir devletin oluşumu oldukça zordur.


Çeçenistan’ın Karadeniz’e ulaştıran diğer güzergah Gürcistan’dan geçmektedir. Üstelik Çeçenistan’ın Gürcistan aracılığıyla Türkiye’ye ulaşması daha kolaydır. Bu gerçeğin farkına varan Çeçenistan son iki yıl içerisinde Tiflis’le olan resmi ilişkilerini hızla düzeltmeye başladı. Hatta Çeçenistan Başbakanı Aslan Maşadov Gürcistan’ın Grozni’nin stratejik müttefiki olduğunu açıkladı. Öte yandan Şevardnadze de Çeçenistan hükümetiyle temasa geçmeye hazır olduğunu belirtti. İki ülkeyi birbirine bağlayacak yolların yapılması konusunda da anlaşmaya varıldı (Mamuli, 1997a:6).


Grozni ve Tiflis arasında gelişen işbirliği, Çeçenistan’ın Gürcü-Abhaz anlaşmazlığını çözümünde arabuluculuk misyonu üstlenme olasılığını da artırmıştır (Aksoy, 1997:?). İki ülkenin siyasi ve stratejik çıkarlarına uygun bu akılcı birliktelik Moskova tarafından endişeyle izlenmektedir (Çveneburi, 1997:3).


Çarlık Rusyası’nın Kafkasya'ya doğru genişlediği 19. Yüzyılda, bölgede yaşayan Müslüman halklar yoğun bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmeye başladı. Bugün Türkiye’de Kuzey Kafkasya kökenli yurttaşların sayısı yaklaşık olarak 6 milyon (Colarusso, 1995:35) veya 7 milyon (Özbay, 1998:34) civarında tahmin edilmektedir. Bu göçler sırasında Gürcistan’dan Müslüman Abhazlar ve Müslüman Gürcüler de Türkiye’ye geldi.
 

Bu durum doğal olarak Türkiye içerisinde Gürcistan ve Kuzey Kafkasya’daki olaylarla doğrudan ilgili bir kamuoyu oluşturmaktadır. Bu yüzden Türkiye ve Gürcistan arasındaki ilişkilerin sadece siyasi, stratejik ve ekonomik gerekçelerle açıklanması zorlaşmaktadır. Hükümetlerin seçimle işbaşına geldiği Türkiye’de, seçmen kitlesinin kimlikleri ve eğilimleri Ankara’nın dış politikasını ister istemez etkilemektedir. Ayrıca bu kökenden gelen insanların devletin karar alma sürecini etkileyebilecek makamlara gelebildikleri de unutulmamalıdır. Örneğin Çeçen asıllı olduğu söylenen eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş döneminde Ankara, Çeçenistan’a sempatiyle bakmaktan ne ölçüde kaçınabilirdi (Cornell, 1998:169).
 

Türkiye’nin toplumsal dokusundan kaynaklanan bu özellik, Ankara’nın Gürcistan politikasında bir Abhazya ikilemi oluşturmuştur. Ankara bu yüzden 1996 yılının sonuna kadar Abhazya konusunda kesin bir tavır takınamamış ve Abhazya iki ülke ilişkilerinde gizli bir sorun olarak kalmıştır. Ayrıca Abhaz kamuoyunun karşısında Gürcü kamuoyunun varlığı, Abhazya konusunda iç etmenler açısından birliktelik olmadığını göstermektedir. 1997’den sonra hem cumhurbaşkanı hem de başbakan düzeyinde yapılan net açıklamalar, Ankara’nın Abhazya sorunu konusunda ülkenin stratejik çıkarlarını daha çok gözeten bir politikayı benimsediğini göstermektedir.


1. Abhaz Kamuoyu

Türkiye’deki Abhaz kökenlilerin sayısı yaklaşık 500 bin kadardır (Özbay, 1998:30). Abhazya Özerk Bölgesi’nde yaşayan Abhazların sayısının 100 bin olduğu düşünülürse, Türkiye’nin en büyük Abhaz ülkesi olduğu görülecektir. Türkiye’deki Abhazlar Müslümanken, Abhazya’dakilerin büyük çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan’dır. Ancak bu farklılık Türkiye’deki Abhazların Abhazya’ya ilgi duymasına, hatta fiilen destek olmasına engel olamamıştır. 


Abhazya sorununda Türkiye sürekli olarak Gürcistan’ın bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu ve sorunun barışçı yollardan çözülmesi gerektiğini vurguladı. Ancak etnik ve tarihi bağlardan ötürü Türk kamuoyunda Abhazya’ya duyulan sempati Gürcistan ile olan ilişkilerde gizli bir sorun oluşturdu. Tiflis, Türkiye’deki Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi gibi kuruluşların Türk dış politikasını etkilediğini düşünüyordu (Çiloğlu, 1997:5). Ayrıca bu tür dernekler Abhazya’ya maddi destek sağlıyor ve gönüllü gönderiyordu. Abhazya’ya 1000-2000 civarında Türk yurttaşı gitti. Türkiye’den gidenler Abhazya’nın Gagra kentinde bir Türk koleji açıp Türkçe eğitim vermeye başladılar (Mamuli, 1997:2).


Çatışmalar boyunca Trabzon limanından Abhazya’nın başkenti Suhumi’ye (Suhum) feribot seferleri yapılıyordu. Gürcistan Dışişleri Bakanı Aleksandre Çikvaidze Türkiye'den bu seferlerin durdurulmasını istedi. Ardından Türk Dışişleri Bakanlığı tüm liman işletmelerine bir talimat gönderdi ve Trabzon-Suhumi seferleri yapan feribotları “güvensiz güzergahta seyreden gemi”  ilan etti. Öte yandan Moskova, sözkonusu feribotların Türkiye’den Çeçenistan’a silah taşıdığından kuşkulandığını belirtti. (Çiloğlu, 1998:219)


Trabzon limanında Ocak 1996’da gemi kaçırılma olayı yaşandı. Abhaz ve Çeçen bir grup silahlı korsan, Trabzon’dan Soçi’ye (Rusya) gidecek olan Avrasya adlı feribotu 144 yolcusuyla birlikte kaçırdı. Gemi kaçırma eylemi korsanların İstanbul’da teslim olmasıyla sona erdi. Eylemciler feribotu Çeçenistan’daki Rus saldırılarını protesto etmek için kaçırdıklarını söylediler. Türk kamuoyu genelde eylemcilere sempatiyle bakarken, basında korsanların teslim olmadan önce Türk istihbarat yetkilileriyle görüştükleri yolunda haberler çıktı. Korsanlar yargılanıp mahkum oldular. Ancak bunların çoğu yaklaşık bir yıl sonra bulundukları cezaevlerinden kaçtı. Rusya’ya yönelik olarak gözüken bu eylemden Abhaz korsanlar yüzünden Gürcistan da endişe duydu. (Çiloğlu, 1998:219)


Tiflis’in Türkiye için “hayati ortak” konumuna geldiği bir dönemde, Ankara’nın Abhazya’ya ve Türkiye’deki Abhaz kamuoyuna geniş bir özerklik karşılığında Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi yönünde telkinde bulunması doğal bir sonuç olacaktır. Ancak Ankara, Gamsakurdiya döneminde olduğu gibi Tiflis’in Abhazya’ya karşı şoven bir politika izlemesine de göz yummayacaktır.
 

2. Gürcü Kamuoyu

Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyon Gürcü kökenli insan yaşamaktadır. Fakat Türk uyruklu Gürcülerin büyük bir kısmı Türkleşmiş durumdadır ve bunların ancak yüzde 25’i Gürcüce’yi konuşabilmektedir. Türkiye’deki Gürcülerin bir kısmı göçle gelirken bir kısmı eskiden beri ülkede yerleşik bulunmaktadır. Yerli gürcüler Gürcistan’a yakın olan Artvin, Şavşat, Borçka, Ardanuç, Ardahan, Hopa, Arhavi ve Rize gibi yerlerde yaşamaktadırlar. Yerli ve göçle gelen Gürcülerin tamamı Müslüman’dır. (Uludağ, 1998:33)
 

Türkiye’deki Türk ve Gürcü uyruklu Gürcüler, dernekler ve yayın organları kurarak Türk dış politikasını etkilemeye çalışmaktadırlar. “Eduard Şevardnadze Türkiye-Gürcistan Dostluk ve Dayanışma Vakfı” ile “Çveneburi” ve “Mamuli” dergileri ve diğer oluşumlar Türkiye’deki Gürcü kamuoyunun merkezi durumundadır.
 

Türkiye’deki Gürcü kamuoyunun Abhazya sorununa yaklaşımı oldukça yapıcı ve ılımlıdır ve Abhazya’ya verilecek geniş bir özerkliği desteklemektedir (Altunöz, 1998:25). Ayrıca Türk Gürcüleri Müslüman oldukları için, Tiflis’in saldırgan bir Ortodoks-Gürcü milliyetçiliği izlemesine karşılardır. Çünkü böyle bir politikadan Acara’daki Gürcü Müslümanlar da zarar görecektir.

C. Türkiye’nin Stratejik Çıkarları ve Gürcistan Politikası
 

Türkiye için Kafkasya gerek ülke güvenliği gerekse Orta Asya’ya ulaşmak açısından büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan’ın doğal müttefiki olan Türkiye, Dağlık Karabağ sorunu yüzünden Ermenistan’a ambargo uygulamaya başlayınca, Gürcistan Kafkasya ve Orta Asya’ya ulaşmak için kullanabileceği en kısa yol haline geldi. Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından Gürcistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü son derece önemlidir. Türkiye ile iyi ilişkileri olan güçlü bir Gürcistan, Azerbaycan ile birlikte hareket ederek Rusya’nın stratejik müttefikleri İran ve Ermenistan ile olan fiziki temasını kesebilecektir. Gürcistan ayrıca Türkiye’nin tarihi ve kültürel bağlarından dolayı ilgi duyduğu Müslüman Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerine ve özellikle Çeçenistan’a giden en kısa yoldur.

Tüm bu unsurlar gözönüne alınınca, Türkiye’nin Abhazya sorununu  Gürcistan’ın toprak bütünlüğü içerisinde çözülmesini istemekten başka seçeneği kalmamaktadır. Ankara özellikle son iki yıldır bu yöndeki politikasını açıkça ortaya koymuştur. Çeçen-Gürcü ilişkilerinin de iyileştiği bir dönemde, Türkiye’nin izlediği politikanın yerindeliği açıktır. 

Ankara Gürcü-Abhaz sorununun çözümünde daha aktif bir rol üstlenerek hem içerideki Abhaz kamuoyuna hem Abhazya’ya hem de Tiflis’e karşı iyi niyetini gösterebilir. Abhazya sorununun bir an önce Türkiye’nin istediği şekilde çözülmesi, Rusya’nın bölgeye olan müdahalesini azaltacağı gibi, Ankara’nın izlediği Kafkasya politikasının başarılı olma şansını da artıracaktır.

 
KAYNAKÇA:

Kaynakça
-
Aksoy, H. (1997) “Kafkasya Yeniden Biçimleniyor”, Cumhuriyet, 9 Haziran.
- Altunöz, B. (1998) “Tamara’nın Memleketi Gürcistan”, Global Rapor, Yıl:1, Sayı:2, Temmuz, s. 24-25.

- Avrasya Dosyası (1998) “Gürcistan Cumhuriyeti”, Temmuz 98/1, s.1-8.

- Birch, J. (1995) “Ossetia: a Caucasian Bosnia in Microcosm”, Central Asian Survey, 14(1), s. 43-74.

- Bangert, Y. (1998) “Güney Osetya Anlaşmazlığı”, Kafkasya Yazıları, Yıl:1, Sayı:4, Yaz, s. 63-65.

- Briefing (1994) “President Shevardnadze due in Ankara”, Issue: 972, Januaray 10, s.11-12.

- Briefing (1996a) “Shevardnadze Visit Follows Thaw with Russia”, Issue:1086, April 8, s. 6-7.

- Briefing (1996b) “Currents in the Caucasus”, Issue:1092, May 27, s. 8.

- Briefing (1998) “Escalating Tensions in a Vital Year”, Issue:1181, Februaray 23, s. 12-13.

- Colarusso, J. (1995) “Abkhazia”, Central Asian Survey, 14(1), s. 75-96.

- Cornel, E. (1998) Türkiye Avrupa’nın Eşiğinde, Çev. G. Ergün, İstanbul, Cem Yayınevi.

- Cumhuriyet (1993a) “?”, 21 Kasım.

- Cumhuriyet (1993b) “?”, 22 Kasım.

- Cumhuriyet (1997a) “Moskova’ya Karşı Üçlü Birlik mi?”, 6 Ocak.

- Cumhuriyet (1997b) “BDT’de Sarsıntı”, 3 Kasım.

- Cumhuriyet (1997c) “Gürcistan BDT’den Ayrılabilir”, 17 Aralık.

- Cumhuriyet (1998a) “?”, 17 Şubat.

- Cumhuriyet (1998b) “Gürcistan Rusya’yı Suçluyor”, 24 Şubat.

- Cumhuriyet (1998c) “Kafkasları Rusya Karıştırıyor”, 2 Mart.

- Cumhuriyet (1998d) “Gürcistan Türkiye için Hayati Ortaktır”, 15 Mart.

- Çveneburi (1997) “Kafkasya’da Rusya Karşı Ekseni veya Rusya denetiminde Bulunan İstikrarsızlık”, Sayı:25, Temmuz-Eylül, s. 3-5.

- Çiloğlu, F. (1997) “Gürcistan ve Türkiye’nin Dış Politikası”, Mamuli, Sayı:1, Ocak, s.3-5.

- Çiloğlu, F. (1998) Rusya Federasyonu ve Transkafkasya’da Etnik Çatışmalar, Çev. N. - Domaniç, İstanbul, Sinatle Yayınevi.

- Dünya (1996) “Rusya’nın Kafkasya Politikasına Eleştiri”, 19 Aralık.

- Dünya (1998) “Kars-Tbilisi Demiryolu Nisan’da Start Alıyor”, 22 Ocak.

- Fuller, E. (1995) “Between Anarcy and Despotism”, Transition, 15 February, s. 60-65.

- Fuller, E. (1997) “Georgia Stabilizes”, Transition, 7 February, s. 82-83.

- Henze, P. B. (1994) “Kafkasya’da Çatışma: Geçmiş, Sorunlar ve Gelecek İçin Öngörüler”, Avrasya Etütleri, İlkbahar, s.66-80.

Henze, P. B. (1995) “Gürcistan ve Ermenistan: Sıkıntılı Bağımsızlık”, Avrasya Etütleri, Yaz, s. 25-35.

- Hürriyet (1997) “?”, 15 Temmuz.

- Jones, S. F. (1996) “Georgia’s Return from Chaos”, Current History, October, s. 340-345.

- Komahidze, N. (1997) “Yakın Geçmişte Türkiye-Gürcistan İlişkileri”, Mamuli, Sayı:3, Temmuz, s. 13-16.

- Kostava, D. (1994) “Rusya’nın Kafkasya Politikası”, Çveneburi, Sayı:8-9, Mart-Haziran, s. 3-6.

- Lakoba, S. (1995) “Abkhazia is Abkhazia”, Central Asian Survey, 14(1), s. 97-105.

- Mamuli (1997a) “Üçlü İttifak ve Moskova”, Sayı:2, Nisan, s. 2-6.

- Mamuli (1997b) “Yeni Bir Savaş Felaket Olur”, Sayı:4, Ekim-Aralık, s. 20-21.

- Mufti (Habjoka), Ş. (1998) “İmparatorlukların Kafkasya Rekabeti”, Kafkasya Yazıları, Yıl:1, Sayı:4, Yaz, s. 18-22.

- Overeem, P. (1995) “Report of a UNPO Coordinated Human Rights Mission to Abkhazia and Georgia”, Central Asian Survey, 14(1), s. 127-154.

- Özbay, Ö. (1998) “Dünden Bugüne Abhazya”, Global Rapor, Yıl:1, Sayı:2, Temmuz, s. 30-34.

- Radikal (1997a) “?”, 5 Temmuz.

- Radikal (1997b) “?”, 12 Temmuz.

- Sabah (1997) “Gürcistan’a Türk Askeri”, 2 Mayıs.

- Tsereteli, I. (1996) “Seeking Stability under Shevardnadze”, Transition, 26 July, s. 42-45.

- Uludağ, M. B. (1998) “Gürcistan Dışındaki Gürcüler”, Çveneburi, Sayı:27, Ocak-Mart, s. 33.

- Vasilyeva, O., T. Muzayev (1998) “Kuzey Kafkasya’da Milliyetçilik ve Ayrılıkçılık”, - Kafkasya Yazıları, Yıl:1, Sayı:4, Yaz, s. 13-17.

- Yeni Yüzyıl (1997) “?”, 16 Temmuz.

- Zoidze, A. (1997) Gürcistan’ın Abhazeti Sorunları, İzmit, (?).