“Sayın Valeri Hatıjuko’nun söyledikleri”
şeklinde okurlara verilen ileti ya da yorumlarda kasıtlı
çarpıtmalar yoksa, oldukça ciddi hatalar, yanlışlar ve asılsız
söylemler olduğunu gördüm. Onlara açıklık kazandırmak için, bu
notları yazma ihtiyacı duydum.
Kendisi şayet Ankara Derneği’mizin davetine icabet edebilmiş
olsaydı, yüz yüze görüşerek bu hataları düzeltmek mümkün
olabilirdi. Ama her nedense, son anda Ankara programı iptal
edildi. Bu tür hassas konuların internet ortamında deşifre
edilmesine karşı olmama rağmen, sınırlı açıklıkta okurları
bilgilendirmeye çalışacağım. Sabrınızı talep ederek ben biraz
gerilere gitmek istiyorum. Her şeyin daha net anlaşılabilmesi için
buna ihtiyaç vardır.
DÇB’nin, kuruluşundan (19–21 Mayıs 1991) itibaren şahsen
içindeyim. 22 Aralık 1996 tarihinden sonra da, yetkili olarak her
yıl Başkanlar Kurulu toplantısına, zamanı gelince de kongrelere
katılırım. İki yıl boyunca da Yönetim Kurulu üyeliği yaptım.
Yönetim Kurulu toplantılarının tamamına değilse de, Kafkasya
dışından seçilen Yönetim Kurulu üyelerinin hiç birisi ile mukayese
edilemeyecek şekilde yılda en az iki kez Çerkessk toplantılarına
katıldım. O dönemde İbrahim Yağan Yönetim Kurulu üyesiydi, ancak
her toplantıya Sn. Hatıjuko da gelip katılırdı. Toplantılar
genellikle, basına ve dileyenlerin katılıma açık yapılırdı.
Kendisiyle Nalçik’ten gelirken, ya da dönerken birlikte
yolculuğumuz da oldu. Yanılmıyorsam, iki kez de beni havaalanına
götürerek son dakikada Nalçik uçağına yetiştirmişti. DÇB yönetim
kurulu üyesi olduğum dönemde Nalçik Derneği’ne bir kez gidip
güncel konularımızı karşılıklı görüştük.
Mayıs 1991’den başlamak suretiyle DÇB’nin Temmuz 2000 kongresine
kadar Sn. Hatıjuko ve arkadaşları ile aramızda geçmiş olumsuz
herhangi bir olay yok. Birilerinin arşa çıkararak sundukları DÇB
dosyasında adları geçen KGB kökenlilerin hiç birisini bizler
tanımazdık. Oraya gittiğimizde Valeri de, Yağan İbrahim de Şanıba
Yura da büyük üstat Nalo Zavur da Kosta Efendiyev de Kodzoka Tole
de Hafıtsa Muhammed de… Hepsi kol kolaydı. Anavatan’a ilk kez
gitmiş olmanın sevinci içerisinde hiçbir art niyet taşımadan
kucaklaşıp halkaya bizler de dahil olduk. Yağan İbrahim Bey,
Nalçik’ten özel olarak gelip de Ankara’da Uluslar arası katılımlı
bir Çeçen Konferansı düzenleme ricasında bulunduğu güne kadar
aramızda kim KGB’li kim değil tek kelimelik bilgi teatisi olmadı.
Uğraştığımız konular halklarımızın ortak ulusal sorunlarıydı o
nedenle de tereddüt etmeden yardımcı olmaya çalıştık. Çeçen
Konferansını da düzenledik ayrıca 1998 Krasnodar Kongresi’nde
Ürdün, İsrail, Adigey ve Krasnodar delegasyonlarının sayın Enver
Traho’yu Genel Başkanlığa adayı gösterdiklerinde, tereddüt etmeden
Valeri ve arkadaşlarınca ısrarla önerilen Boris Akbaş’ı
destekleyip seçtirdik.
Katıldığım kongre ve tüm toplantılarda not tutarım. Dün oturup o
notların tümünü gözden geçirdim. 1991’den 2000 yılına kadar geçen
süre içinde yapılan bir yanlışlık, ya da taraf tutan herhangi bir
yaklaşım sonucu en küçük bir tartışma da söz konusu değildir.
Öyleyse şahsıma yönelik asılsız itham ve benim tanıdığım Valeri’ye
yakışmayan bu tavırlar, söylemler neden? İşte bu soruların
cevabını vicdan sahibi her hemşehrimin net olarak kavrayabilmesini
teminen, verdiğim sözde durmamakla itham edilmeme neden olan 2000
kongresi öncesini ve kongre aşamasındaki gelişmeleri olduğu gibi
bir kelime ilave etmeden yazmayı görev sayıyorum. İşte olayın
detayı:
2000 yılı Temmuz ayında gerçekleştirdiğimiz Kayseri Kafkas Kültür
Şenliği’ne çok büyük saygı duyduğum Nalo Zavur üstadı davet etmeye
karar verdik. Seyahatin kendilerini rahatsız edip etmeyeceğini
telefonla öğrendim Zira, o tarihlerde Sn. Hatıjuko ile karşılıklı
olarak telefonlaşıyorduk. Üstad’ın durumunun elverişli olduğunu ve
gelmekten memnun olacağını da öğrenir öğrenmez, resmi davetimizi
yaptık. Thamadenin yalnız yola çıkarılmayacağını ve büyük
ihtimalle Valeri’nin refakat edeceğini biliyorduk. Şenlik tarihi
yaklaşınca Maykop- Krasnodar-Trabzon güzergâhını tercih edip,
Maykop’tan gelecek olan genç konuğumuzun da katılımı ile kafile
halinde Trabzon’a geldiler. Samsun derneğimiz kanalıyla
karşılatıp, Kayseri’ye kadar ulaşımlarını sağladık. Giderken de
Sabahattin Diyner, kendi özel arabasını tahsis ederek Samsun’a
kadar rahat yolculuk yapmalarını sağlamaya çalıştı.
Kayseri Şenliği sırasında Nalçik Adige Xase’nin olaylı 2000
kongresinden haberdar olduk. Kayseri’deki arkadaşlarım ve
özellikle Sabahattin Beyler hep misafirlerimizin yanlarında
oldular. Organizasyon sorumlusu olarak benim o kadar imkânım
olmadı. Ama kongrenin cereyan şekli ve sonucu hakkında
Sn.Hatıjuko’dan detaylı bilgi aldık. Kendilerini yolcu ederken de;
“Biz bir örgüt çatısı altında
bir araya gelmişsek, içimizden birinin başına gelen bir şeyin
hesabını öbürünün, ya da öbür derneklerin sorması gerekir. O
itibarla Nalçık kentine geldiğimizde bu işin takipçisi olacağız.
Hakkınızı arayacağız” sözünü verdik.
Çok geçmeden delegasyon olarak Maykop’a hareket ettik. Ürdün,
İsrail, Almanya delegasyonu da Maykop’a gelmişti. Nalçik kentinde,
birlikte hareket etme ve ortak tavır alma amacıyla bir toplantı
düzenlendiğini öğrendik. Otele valizimi bırakıp, sn. Mehmet Yediç
ile birlikte hemen toplantı yerine gittik. Önemli yazarlar,
yöneticiler, medya ve çok sayıda katılımcı vardı. Yanılmıyorsan
toplantıyı da eski genel başkanlardan Şhalako Abu veya Çeraşe
Tembot yönetiyordu. Salona girdiğimde Fahri Huvaj söz almış,
Uzunyayla Festivali’nin getirisi ve götürüsü konuşuluyordu. Nehaye
Aslan ve ben de tartışmalara katıldık. Sn. Huvaj’ın aksine
festivallerin yararını savunduk.
Gündemin son maddesi DÇB kongresi idi. Ertesi gün nasıl
gidileceği, hangi saatte yola çıkılacağı, kimlerin gideceği ve
Adige Xase’nin başına gelen olayla ilgili olarak nasıl
davranılacağı konusuydu. Konunun açılış ve sunuş şeklinden, sn.
Nalo Zavur ve Valeri’nin Türkiye’den dönerken konuyu detaylı
olarak anlattıkları anlaşılıyordu. O nedenle, toplantıya katılan
thamadeler konuştular ve sonuçta ;
“Oraya gidiniz, Adige Xase’nin
başına gelenleri bir de karşı tarafın ağzından dinleyiniz. Tek
taraflı bilgi ile karar almış olmayalım. İki tarafı da dinlemek ve
ondan sonra karar vermek daha doğru olur” şeklinde
ortak bir sonuca vardılar ve Maykop Adige Xase başkanı Yemıj
Ruslan’a birtakım tenbihatlarda bulunarak görev verdiler.
Ertesi gün arkadaşlarım Maykop kafilesine dahil oldular. Saat
15:30 civarında otele ulaştım. Varır varmaz kongre ile ilgili
olarak görevlendirilen ve bizi bekleyenlerden ilk tebligat “Yurtdışı
kafilelerinin her biri bir Rayon’a misafir olarak gidecek. Devlet
Başkanı tarafından 45 dakika sonra verilecek olan kokteyl için
kafile başkanları burada kalacak, kokteylden sonra başkanlar da
kafilelerine katılacaklar” şeklindeydi. Bu tebligatta,
göz ardı edilen bir husus vardı. O gece Başkanlar Kurulu da
toplanacaktı. Öyleyse, başkanların Rayonlara gitmelerinin bir
anlamı olamazdı. Diğer delegasyonlara nasıl bir tebligat
yapılmıştı, onu da bilmiyordum. Kısa bir süre düşündükten sonra,
Devlet Başkanı tarafından verilen kokteyle de Rayon gezisine de
katılmayacağımı, bizim kafileyle ilgili olarak görevlendirilen
Abaza Ruslan Beye söyledim. Arkadaşlarım yetişince onlarla da
konuşacağımı ilave ettim. İlaveten o gece halletmem gereken bir
başka konu da, Genel Başkan ve Mali Sekreter’le görüşüp
ödentilerle ilgili çelişkileri bir sonuca bağlamaktı.
Cevabıma hem Ruslan Bey, hem de Rayon adına görevli olanlar itiraz
edip defalarca odama geldiler. Ancak kararımı değiştirmedim.
Cumhurbaşkanı’nın kokteyline de, kafilemize ev sahibi olarak
ayrılmış olan Rayon Jılağıstaney’e de gitmedim. Maykop kafilesi,
yetiştikten kısa süre sonra kafileler halinde Rayonlara
götürüldüler. Ben de o gece ödentiler konusunu halledip, Yönetim
Kurulu ve üye dernek başkanlarından oluşan “Başkanlar Kurulu
toplantısını” bekledim ve saati gelince de katıldım.
Toplantı, Kalmukov Oteli’nin orta katında 30-40 kişinin
sığabileceği kadar genişliği olan ve müşterilerin dinlenip sohbet
etmeleri için ayrılmış olan, bir tarafı tamamen açık ara bölmede
yapıldı. Suriye Derneği başkanı Abaza Şeref beyin o anda bana
söylediğine göre Yağan İbrahim de Valeri de orada ve Şeref beyin
odasındaydılar. Toplantıyı dileyen herkes toplantıyı izleyip,
her şeyi duyma olanağına sahipti. Çok sayıda dinleyici de ayakta
izledi.
Toplantıyı birkaç kısa cümlelik konuşmayla Genel Başkan Boris
Akbaş açtı. Kongre hazırlıkları ve cereyan tarzı konusunda
Organizasyon Komitesi Başkanı ve aynı zamanda Bakan ve kongre
delegesi olan Sokroka Hauti’nin bilgi vereceğini belirtip sözü
kendisine verdi.
Hauti Bey, “hoş geldiniz” dedikten ve bazı bilgiler verdikten
sonra, sıkıntılı bir dönem oluşu ve zor koşullar nedeniyle bu
kongreyi iki gün yerine bir günde bitirmeyi planladıklarını, sabah
açılış bölümünün halka açık, öğleden sonraki bölümünün de halka
kapalı ve sadece delegelerin katılımıyla yapılacağını ifade etti.
Benzeri diğer önlemler hakkındaki görüşlerini de anlattıktan sonra
ben söz aldım. Kongrenin bir gün değil, üç gün sürmesi
gerektiğini, iki günde bile sorunlarımızı yeterince
tartışamadığımızı, şayet bir günde bu kongre yapılacaksa buraya
davet edilmemizin, göstermelik olmaktan öteye bir anlam
taşımayacağını, dünyanın bir çok yerinden bu kongreyi izlemek
üzere insanların geldiğini, onların kongreyi izlemeleri
gerektiğini dolayısıyla izleyicilere kapalı kongrenin doğru
olmadığını ifade ettim. Birkaç kişi daha destek verince, Bakan ilk
kararından vazgeçip kongrenin iki gün olması önerimizi kabul etmek
zorunda kaldı.
İkinci konu olan halka kapalı oturumların aleyhine cılız bir-iki
ses dışında dikkate değer bir tepki olmadı ve sonuçta kapalı
oturum, önemli bir ekseriyetin desteğiyle kabul edildi. Ben de
yaptığım muhalefetle kaldım.
Divana kimlerin konuk olarak davet edileceği, kaçar dakika
konuşulacağı, tüzük değişiklik tasarısı ve gerekçesi, Genel
Başkan’ın konuşmasını özetleyip detay raporların dağıtılması mı,
yoksa tüm raporu okuması mı gibi birçok detay konusu kararlara
bağlanıp toplantı kapatılmak üzereydi ki; Söz verilmesini dahi
beklemeden “Toplantıyı bitiremeyiz. Bilgi almak istediğimiz bir
önemli konu vardır” diyerek doğrudan bakan beye sordum (Burada
Kabardeyce'm tam yeterli olmadığı için, ben Abazaca söyleyip Şeref
Abaza’nın Kabardeyce iletmesini denedim. Ama istediğim netlikte
anlatımı bulamayınca kendim devam ettim). “Bir örgütte bir üyenin
başına bir şey gelirse, diğer üyeler onunun hakkını aramak,
olanları öğrenmek, gerekirse savunmak durumundadırlar. O nedenle
soruyorum. Nalçik Adige Xase kongrelerinin cereyan tarzı ve
sonuçları hakkında, bu derneğin eski yöneticileriyle görüşüp
bilgiler aldık. Bu olayın aslını ve nedenlerini bir de sizden
öğrenmek istiyorum ve varsa gerekçelerini de bilmek istiyorum. Dün
Maykop’ta da bu doğrultuda karar alındı” diye sözümü tamamladım.
Yemıj Ruslan da “doğrudur, zaten ben de soracaktım” diye destek
verdi.
O anda ortalık karıştı. Rodina eski başkanı Kosta Efendiyev bir
anda ceketini çıkartıp önümdeki sehpaya şiddetle çarparak “Sizin
yaşınız kadar benim bu halka ve devlete hizmetim vardır. Neden
bize güvenmiyorsunuz?” diye bağırarak, bölüm dışına doğru çıktı.
Hemen arkasından, öteden beri pek anlaşamadığımız Hafıtsa Muhammed
(aslında bana cevaben söylemekle beraber) “Ruslan, Ruslan, demek
ki Nalo Zavur ve Valeri Türkiye’ye gidip gelirken size vunafe
yapmışlar, şimdi onu buraya getiriyorsunuz...” diye celallendi.
Abaza Şeref, Hurma Hasan ve Natko Kadir ortalığı sakinleştirmeye
çalıştı ve daha sonra Hauti Bey bana dönerek;“Adige
Xase, yasalara göre kongre yapmadı. Bir avuç (12-15 kişi) insanla
oldu bitti bir kongre yaptı. İçişleri ve mahkeme bunu onaylamadı.
Onun üzerine bu kongreye yetişmesi için tüm Kabardey köylerinin
seçilmiş temsilcilerinin katılımıyla (376 kişi, ya da çok yakın
bir rakam) Kabardey Halk Kongresi yaptık. Kongre yasaldır ve her
şeyi ile düzgündür. Bu bilgilere inanmak istemiyorsanız o zaman
kongreye katılıp katılmamakta ve geri dönmekte serbestsiniz”
cevabını verdi.
Etrafıma bakındım acaba destek olan çıkar mı diye. Ama Yemıj
Ruslan dışında orada tüm dernek başkanları varolduğu halde
hiçbirisi sesini çıkarmadı. Kendi başımın çaresine kendim bakıp;
“Sayın bakan, 55 yaşındayım. Bu güne kadar davet ettiği konuğuna
ya da konuklarına istemiyorsanız gidebilirsiniz dendiğini ne
gördüm, ne duydum, ne de okudum. Arkadaşlarım dönünce elbette bir
karar vereceğiz” deyip ayağa kalktım. Orada olanlar
çıkmama engel oldular.
Son sözü en yaşlı delege olan New Jersey Dernek başkanı
Natko Kadir aldı. Sanki o ana kadar olan bitenler,
tartışmalar, konuşulanlar hiç olmamış gibi
“Allah razı olsun Hauti Bey, emek verdiniz teşekkür ediyorum.
Organizasyon Komitesi’nin aldığı kararları, burada değişen
şekliyle güzelce uygular, hayırlısı ile kongreyi de kazasız
belasız bitiririz.” diyerek toplantıya son noktayı
koydu. Dağılıp odalarımıza gittik.
Asap bozukluğundan sabaha kadar uyuyamadım. Birkaç kez dışarı
çıkıp konuşacak birilerini aradım ama kimseyi bulamadım. Rayonlara
giden yurtdışı delegasyonlar da gece 03:00 veya 04:00’lerde
dönmüşler. O nedenle, kendi delegasyonumla ancak sabahleyin Kongre
salonunun kapısında görüşebildim. Bir gece önceki olaylardan
haberdar değillerdi.
Kongrenin açılışına, giriş kartı almış delege sıfatını taşımadan
konuk sıfatıyla katılıp, iki Devlet Başkanı’nın konuşmalarını
dinledikten sonra ayrılma kararı verdiğimi, hiç birisi bilmiyordu.
Kart almak için kuyruğa girenleri de çağırıp olanı biteni ve
kararımı bildirdim. Tümü de kararıma uyacaklarını bildirip, giriş
kartı almadan en sonunda salona benimle beraber girdiler.
Bu ana kadar özetlediklerimi orada olan herkes gördü, duydu ve
yaşadı. Hal böyle iken, kendisine gerçekten değer verip takdir
ettiğim, gelecek için beklentilerim olan Valeri Hatıjuko’nun
“Sokroka Hauti Türkiye’den gelen
delegasyonu bir odaya tıktı. Ya bize oy verirsiniz, ya da geri
gidersiniz diye tehdit edince korkup aleyhimize oy verdiler”
şeklindeki ifadeleri doğru ise, en azından çok çirkin,
çok ayıp ve çarpıtılmış söylemlerdir.
Kongrenin açılışı sırasında organizasyon komitesi başkanı Sokroka
Hauti kürsüye gelerek; “1 veya
2 delegemiz henüz ulaşamadı. Türkiye delegasyonu da burada
olmasına rağmen giriş kartlarını almadılar ve çalışmalara
katılmıyorlar.” diye herkese duyurdu. Divan seçimi,
komisyonların seçimi gibi konuların hiçbirisinin oylamasına
katılmadık. İki Devlet Başkanı ve Genel Başkan’ın konuşmasından
sonra, öğle yemeği arası verildi. Yemekten sonra bir araya gelip,
son tavır için değerlendirme yapmak konusunda anlaşıp yemeğe
gittik. 5-10 dakika içinde biraz atıştırıp yarım saat kadar uyumak
ve ilaç almak üzere odama gitmek üzere hızlı adımlarla
yemekhaneden çıkmış gidiyordum ki, Boris Akbaş, Kosta, Tole, Hauti
ve 6-7 kişi birlikte bana seslendiler. Boris Akbaş ve
yanındakiler, “Hauti dün geceki
sözler için senden özür dilemek istiyor, hatasını anladı, işte
kendisi de burada” dediler. Hauti de hemen bir şeyler
söylemek üzereydi ki, “kusura
bakmayın, Hauti Bey dün gece tüm delegasyon başkanlarının
bulunduğu bir ortamda hakaret etti, şimdi burada özür dilemek
istiyor. Tüm delegasyon başkanlarının huzurunda, delegasyonumdan
özür diler ve Nalçık Adige Xase’nin kongresinin geçersizliğine
ilişkin yazılı belgeleri de açıklarsa o zaman belki kongreye
katılmayı düşünebiliriz. Yoksa kusura bakmayın”
cevabını verip odama gittim.
Arkadaşlarımla bir araya gelip durumu anlatınca, “söylediğiniz
şekilde özür dilerse bu tatsızlığa son verelim”
dediler ve bu kararda mutabık kaldık. Bu arada, Nalçik’te iş yapan
ve geri dönen hemşehrilerimizin bazılarının, arkadaşlarıma gelip
“bizi hiç mi düşünmüyorsunuz, maksadınız nedir sizin?” gibi
serzenişlerde bulunduklarını da o arada öğrendim. Ve biraz
gecikmeli olarak salona döndük. Bir saat önceki grup, kapıda
bekliyorlardı. Hauti beyin kürsüye çıkıp özür dileyeceğini,
istediğiniz belgelerin de konu münasebetiyle Genel Kurul’a
sunularak okunacağını ifade ettiler. Bu taahhüdü alınca yine giriş
kartı almadan toplantı salonuna girdik.
Bakan Hauti Bey de kürsüye gelip
“Dün gece Türkiye delegasyonu
başkanına karşı hatalı davranıp ayıp ettim. Hatamı kabul ediyor,
kendilerinden huzurunuzda özürler diliyorum ve kongreye
katılmalarını rica ediyorum.” dedi. Bunun üzerine
dışarı çıkıp kongre giriş kartlarını alarak o andan itibaren
çalışmalara katıldık.
Öğleden sonraki oturumda Genel Kurulun huzuruna Nalçik Adige Xase
sorunu getirildi. İki adet resmi yazı okundu. Yanlış
hatırlamıyorsam, birisi İçişleri Bakanlığı’nca Nalçik Derneği’ne
yapılmış bir tebligat metniydi ve kısaca,
“Rusya Federasyonu yasa ve tüzüklerinde yapılan değişiklik
nedeniyle, tüzüğünüzün filanca maddesinin 2 yıl içinde
değiştirilmesi ve yasalara uygun hale getirilmesi aksi takdirde
eski tüzük hükümlerine itibar edilmeyeceği” mealinde
bir yazıydı. İkinci yazı da bir mahkeme kararıydı ve
onda da, “….tarihinde yapılmış
olan kongre, süresi içinde yeni yasaya uyumlu hale getirilmemiş
olan geçersiz eski tüzük maddesine göre yapıldığından geçerli
sayılıp onaylanmamıştır” mealinde bir yazıydı. “Onca
insanın huzurunda okunan yazıları bir de gözümüzle görüp
inceleyelim, size inanmıyoruz” demedik. O anda Valeri Adige Xase
başkanı iken seçilmiş olan delegeler de vardılar.
Sonuçta, aynı derneğin gönderdiği iki ayrı delegasyondan
hangisinin dernek adına kongreye katılacağının belirlenmesi için
oylamaya gidildi. Açık oylama sonucunda, Valeri ve arkadaşlarınca
seçilmiş olan delegasyonun katılması doğrultusunda olumlu oy
kullanan delege sayısı 7 (yedi) kişi (bunlardan birisi de
delegasyonumuzdan Cengiz beydir), H. Muhammed ve arkadaşlarınca
ikinci kongrede seçilenlerin kongreye katılması gerekir diye oy
veren delege sayısı 39 kişidir (notlarımda 39 ve 55 rakamını ayrı
ayrı yazmış ve soru işareti koymuşum. Hangisi doğru diye). Türk
delegasyonundan, Cengiz dışında kalan 7 delegemiz ve değişik
ülkelerden gelen delegelerin tamamına yakının içlerinde olduğu bir
çoğunluk da tarafsızlık oyu kullanmış olup, sayıları 36’dır.
Sonradan da konuyu diğer delegasyonla görüştüğümüzde,
“iki dernekten hangisinin yetkili
olduğunu belirlemek bize düşmez. Kendi iç işleridir. O nedenle
tarafsız oy kullandık” dediler.
Kongrelere ilişkin aldığım kısa kısa
notlarıma ve bilgi dağarcığımda kalanlara göre olay, noktası
virgülüne yukarıda özetlediğim gibi iken, “Muhittin Ünal sözünde
durmadı, aleyhimize oy verdi, derneğin devletin eline geçmesine
katkıda bulundu” gibi anlatımlar gerçekle ilgisi olmayan
çarpıtılmış ifadelerdir. Şayet Valeri bunları söylemiş ise,
doğrusu benim tanıdığım Valeri’ye yakışmadı. Olsa olsa ortamın
gereği, ya da Kaf-Fed aleyhine oluşturulmak istenen olumsuz bir
havanın veya bilemediğim başkaca bir hesabın gereği, yönlendirme
amaçlı sözler olabilir diye düşünüyorum.
Ayrıca, Boris Akbaş ve yanındaki
şahinler Karaçay-Çerkes Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yanlışlar
yapmamış ve DÇB zorunlu olarak Nalçık kentine geri getirilmek
mecburiyetinde kalınmamış olsaydı Nalçık Adige Xase yönetimine el
koyma gibi bir girişim için yönetimin bir bahanesi olamazdı diye
düşünüyorum.
Nalçik kentinde yapılmış olan üç kongreye katıldım. İlki DÇB’nin
kuruluş kongresiydi ve ayaklarımız yere değmiyordu. Anavatanı
görmenin mutluluğuyla yurtdışından gelen konuklarla birlikte,
Elbruz Dağı’nı görmeye otobüslerle götürüldük. Bir başka kongrede
de, kongreden sonra toplu olarak Jılağıstaney’de bir müzenin yeni
açılışına katılma gerekçesiyle götürüldük ve iki saat kaldık.
Bunların dışında turistik ziyaretlere, içki ziyafetlerine, ya da
eğlence partilerine katılmış kişi değilim. Başkanlar Kurulu
toplantılarında veya kongrelerde verilen çalışma yemeklerini, kent
içinde veya yakınında mevcut fabrika ya da kuruluşlarda, çoğu
zaman sponsor desteği şeklinde verdiklerinden, topluca yemeklere
herkesle birlikte gidilip dönülür. Bunları turistik ziyaret
sayıyorlarsa, ona diyeceğim yoktur.
Kendi toplumuna para
için hizmet veren, ya da fırsatlardan faydalanma hesabı yapan bir
insan olsam, bu işleri yapmaz, ücretsiz çalışmaz, hatta emekli
maaşımın bir bölümünü de bu işler için harcamazdım. Türkiye
Cumhuriyeti’ne 30 yıl hizmet verdim. Kalan ömrümün de, hiç olmazsa
bir bölümünü toplumumun hizmetine sunma kararıyla çalışan bir
insan olarak, DÇB kongrelerinden istifade ile turistik ziyaretlere
tenezzül edecek karakterde bir asalak değilim. Esasen bu tür
hesaplara ihtiyacım da yok. Valeri’nin bunları çok iyi bilmesi ve
diğer katılımcılardan ayırabilmesi gerekirdi. Benim konumumda olup
15 gün ile 30 gün arasında kalmak üzere hazırlıklı gelen ve
sürekli konuk kabul edip ikramlarda bulunan ve zaman zaman
kendilerinin de ziyaret ettiği diğer başkanların yaşam biçimi ile
benim yaşam biçimimi aynı kefeye koyuyorsa en azından hem ayıp hem
de haksızlıktır.
Bu denli detaylı bir açıklama yapmayı hiç istemezdim. Özür
dileyerek ilgi duyanların bilgisine sunuyorum.
Saygılarımla
Not:
Okumamış olanlar için, DÇB’nin son iki kongresindeki
konuşmalarımın ilgili kısımlarını aynen aşağıya alıyorum. DÇB’nin
çalışmalarında benim de beğenmediğim ve eleştirdiğim görülecektir.
Bu eleştirileri oradaki koşulları da dikkate alarak sonradan
değerlendirdiğimde kendi kendime “biraz haksızlık etmişim” dediğim
oldu. Çünkü hem eleştiren tek kişiyim hem de; şu andaki yönetim
anlayışı ve kısıtlamaların nispeten benzerlerini 12 Eylül ve diğer
ara dönemlerde burada da yaşadık. O zaman ''Derneklerimizi
yönetenler acaba neler yapabilmişlerdi?'' diye kendime sordum ve
kolay cevap veremedim.
Ekler:
1) DÇB 2000 Kongresi Konuşması
2) DÇB 2003 Kongresi Konuşması |