İnsanoğlunun en doğal hakkıdır yaşama özgürlüğü. Nedenleri
ne olursa olsun savaşların önüne geçmek çok zor.
İnsanlığın yeryüzünde var olduğundan bu yana savaşsız
geçen yıllar çok az.
Birey olarak 60-70 sene kısıtlı bir ömre sahip olduğumuzda;
yaşanılan olayları yaşadığımız ana göre değerlendirip ona göre
yorum yapıyoruz ki belki de başka bir şansımız da yok.
İçinde
yaşadığımız olayları, algılama kapasitemize göre
değerlendiriyoruz. Kanılarımıza göre hüküm verdiğimiz,
varsaydığımız; özelde kendi dünyamızda, genelde evrende biz kabul
etsek de etmesek de; farkında olsak da olmasak da bir sistem
işliyor. İnsan olarak bu sistemdeki sorumluluğumuzun,
farklılığımızın farkına varıp sistemdeki yerimizi bulabilmek,
belki de asıl yaşam amacımız olmalı. Kısaca hayatın özeti; önceden
planlanmış iş ve oluşları plana uygun bir şekilde var etme, ortaya
çıkarma uğraşısıdır.
Sadece insanlar açısından değil, diğer canlılar açısından
düşünürsek özellikle hayvanlar dünyası açısından durum farklı
değil. Hiç aç bir aslanın; yavru da olsa bir ceylana acıdığını ve
yemediğini düşünebilir misiniz? Elbette hayır. Belli kriter
altında kalmak suretiyle, buna iç güdüsel de diyebiliriz. Onlar
varolma görevlerini yerlerine getiriyorlar. Sadece kendilerine
yetecek kadarını elde ettikten sonra diğer canlıların kendi
paylarını almaları için aradan çekilmeleri ve neticede leş
yiyiciler ve karınca, böcek vb. ile devam eden olağanüstü bir
dönüşüm ve sistem. Ki, hayvanların çoğunluğunun yeryüzünde
insanlardan milyonlarca yıl önceleri varolduklarını düşünürsek ve
şu anki canlı türlerinin durumlarını karşılaştırırsak, eğer
insanlar olmasaydı göktaşı, tufan, yanardağ aktiviteleri vb. gibi
doğal afetlerden olmasa belki de sonsuza kadar pek çok hayvan türü
varlıklarını sürdürebilecekti.
Peki
“yaşayan diğer canlılardan bizi ayıran en önemli özellik nedir?”
desek ilk aklımıza gelen şey “zeka” demek olurdu. Zeki insan
tanımlamasını; içinde bulunduğu ortamdan kendisine en az zararı
verecek (doğal olarak kendisi için maksimum fayda sağlayabilecek)
pratik çözümler üretebilen insandır, biçiminde verebiliriz. Bir
bakıma zeka, insanları zor durumlardan geçici olarak kurtulmasına
neden olan anlık zihinsel faaliyetlerdir. Bazı durumlarda kişisel
çıkar söz konusu olduğu için etkisi ve sonuçları da muallakta
kalıyor.
Bu durumda, daha mantıklı olan varolan beyin ve düşünce
kapasitemizi akıl yoluyla değerlendirerek sebeplerden sonuç
çıkarabilme, idrak edebilme anlayabilme özelliği insanları diğer
canlılardan üstün kalan özellik olarak kalıyor. İnsanın sahip
olduğunu varsaydığı sevgi, merhamet, şefkat, bencillik,
kıskançlık, hırs gibi özellikler doğuştan gelen insanın yaratılış
programında varolan özelliklerdir.
Konuyu
fazla dağıtmadan asıl konumuza gelirsek yukarıdaki görüş ve
düşünceler doğrultusunda bence doğuştan bir takım özellikler bize
verilmiş. Sadece Kültürel genlerimiz yoluyla farkında olmamız
isteniyor. Savaşların önüne geçmek çok zor. Adeta savaşlar bir
doğa kanunu. Sistem gereği. Öte yandan savaşların en büyük yıkıcı
ve kalıcı etkilerinin görülmesinin kaçınılmaz olduğu başta çocuk,
kadın ve yaşlılar olmak üzere sivil insanlar ve bu insanların
varolabilmek için başka topraklara sığınmaları ya da sürülmeleri;
mülteci statüsüne düşürülmeleri de ne yazık ki istenilmeyen bir
son.
Madem
savaşları önleyemiyoruz o halde etkilerini minimuma indirebiliriz.
Yardıma muhtaç insanlara ırk, dil, din ayrımı yapmaksızın
yaklaşmak gereğini kabul etmemiz gerekir. Kuran'da da örneği
verildiği şeklinde ve Hz.Muhammed (sas) tarafından söylendiği
rivayet edilen “Komşusu açken tok olan bizden değildir” sözünün
çok güzel ifade ettiği şekilde kendine yakın olan kişi ve
kişilerin ihtiyaçlarına yardımcı olunması bir görev olmalıdır.
Şimdi
peki gelin bir özeleştiri yapalım. Kendimi bu özeleştirinin
dışında tutmuyorum. Hatta şu ana kadar üyesi olduğum ağırlıklı
olarak Marje grubu ve diğer Çerkes Platformu, Çerkes Sohbet, Adiga
Group, Nart Kültür mail gruplarından yazılarını okuduğum,
düşüncelerimi paylaştığım hatta bazılarını tv ekranlarında
gördüğüm sanal ortam arkadaşlarıma nazaran uygulama ve
organizasyon açısından oldukça eksik olduğumu kabul etmekle
birlikte; Kuzey Kafkas diasporasının durumuna bakmak istiyorum.
Yıllardan beri aynı ortak amaç olan kültürümüzü ayakta tutabilmek
adına pek çok insanımız çeşitli faaliyetlerde bulundular,
bulunmaya da devam ediyorlar. Günümüz koşullarına göre geçmişte
yapılan faaliyetleri değerlendirirsek yanılgıya düşeriz ki, ben de
son zamanlara kadar böyle düşünenlerdendim. (Yani, suçu kendinden
öncekilere atma işi. Sorumluluktan kurtulabilmek için insan
zekasının oynadığı oyun). Kültürümüz bulunduğumuz yerlerde
yaşatmak uğruna farklı görüş ve hareket tarzlarını benimsemiş
olsak da, bu yolda kendi koşullarına göre yapılan her şeyi takdir
etmemek yanlış bir tavır olur. Elbette yeterli olmayabilir,
yeterli olmamalı ki gelişme sağlansın.
Şimdi
gelin birazda geçmişe gidelim. Kuzey Kafkas halkları olarak
bilinen insanlar Kafkasya’da ilk görünmesinden bu yana (Nartlar
olarak adlandırılan) modern dünyanın gelişmesine öncülük etmiştir.
Kültürümüzün, bugün bile varlığını ve etkisini devam ettiren Grek
uygarlığına ve diğer medeniyetlerin gelişimine bir temel
oluşturduğunun kabulünden hareket edersek; son 60-70 yıla kadar
herhangi bir yazılı kaynağı olmayan, tarihte bilebildiğimiz
kadarıyla kendi adına hiç bir zaman bir devlete sahip olamamış
olan, zaman zaman casusluk uzantılı araştırmalar için gelenleri
bile kendine hayran bırakan bir dönem yaşanmıştır. Haklı olarak
bir Çerkes kendi kimliğini söylerken sanki çok üstün bir rütbeden
söz ediyormuş gibi övünür. İnsanlara hayranlık uyandırmayı
sağlamış olan eşsiz bir kültür birikimine sahibiz ve dışarıya bu
izlenimi bırakmamız elbette yaşadığımız toplumlar içinde hepimizin
bildiği tavır ve hareketler doğrultusunda olmuştur. Ancak dışarıya
fazlasıyla cömert olan insanımız ne yazık ki, kendi toplumuna
gelince bu duyarlılığı gerektiği şekilde gösterememiştir.
Bu
görüş ışığı altında da Çeçenya-Rusya sorununa bakmak istiyorum. Bu
sorununun yüzlerce yıl öncesine dayanan bir temeli olduğu
biliniyor. Kabul etsek de etmesek de Rusya-Kuzey Kafkasya halkları
sorunu içinde bulunduğumuz ülkenin ekonomik ve politik bir takım
dengelerinin de mecbur kıldığı şekilde hareket alanımızı
kısıtlamaktadır. Siz siyasi-politik-dini vb. açılardan her iki
devleti de benimsemeyebilirsiniz. Kendinize özgü nedenlerden ötürü
bu duruma uzak durabilirsiniz ama ya mülteciler konusu. Sayısı
bini az çok geçen mülteciler konusunda sayımızın 5-7 milyon
olduğunu iddia ettiğimiz ve son zamanlarda dayatmalarla da olsa
bir takım kazanımlara sahip olduğumuz bir süreçte, mültecilere
yaklaşım şeklimiz böyle mi olmalıdır?
Bu arada kısa bir ekleme yapayım: eski DEP’lilerin tahliye
edildiği, göstermelik de olsa farklı dillerde yayınların
başladığı, diğer yandan terör olaylarının yeniden canlanacağına
ilişkin bazı işaretlerin geldiği (hatta buna Türkiye’nin AB
üyeliği karşıtlarının Hıristiyan demokrat unsurlarının AB de söz
sahibi olmaya başlamasını da ekleyebiliriz) böyle bir ortamda
Türkiye AB’den Aralık ayı içinde tarih almaya uğraşıyor.
Varsayalım ki tarih alamadı ve AB ümidinin iyice azaldığını görüp
tekrar eski konuma geçilmesi için verilen sözde hakların geri
alınması durumunda Kuzey Kafkas diasporası olarak acaba nasıl bir
yol izleyeceğiz?
Yine asıl konumuza gelirsek; Çeçen-Rus savaşının nedenlerini
çeşitli nedenlerden ötürü kabul etmeyebilir, her iki tarafın
yaptıklarını benimsemeyebilirsiniz. Ancak savaştan en çok
etkilenen Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde belirtildiği
haklara sahip olması gereken mülteci konumuna düşürülmüş
insanlarımızın temel yaşam gereksinimleri içinde yaşadığınız
ülkenin ya da kendi ekonomik, siyasi, dini görüş ve
düşüncelerinize feda etmemelisiniz, etmemeliyiz. Çeçenya konusunda
elbette askeri, gıda vb. yardımlar yapılıyordur ama artık aleni
olarak bir şeyler yapılmalı. Eminim ki, çok değerli hukuk
adamlarımız mültecilerin bir insanın en doğal hakkı olan asgari
sınırlara sahip olması uğrunda; hükümet bazında, yasal kanıtlara
dayanarak pek çok uğraş veriyordur.
Kuzey Kafkasya halkları olarak bizlerde ve diğer halklarda elbette
kopuk kopuk da olsa bir takım yardım uğraşları içindedir. Bakın
Marje’ye gelen en son maillerden birinde (eğer tekzip edilmediyse)
Çeçen yetkililerin, yaşanması muhtemel bir Gürcü-Abhaz savaşında
Abhazya’yı desteklemeyecekleri belirtiliyor. Bir önceki savaşta
Abhazya’nın yanında yer alarak Gürcülere karşı savaştıkları için
Gürcülerden özür bile dileniyor. Çeçenlerin bu davranışının
altında da Abhazya’nın Gürcü tehdidine karşı Rusya ile birleşme
tehdidi yatıyor. Elbette bunlar iktidar düzeyinde düşünülenler.
Acaba halk ne düşünüyor? Bir bakıma tilkiden kaçıp kurdun kucağına
düşmek ya da tam terside olabilir. Doğal olarak bu durumda
Rusya’nın işine geliyor. Görünürde Abhazya’nın da işine gelmiyor
değil.
Hangi açıdan olaya bakarsak bakalım varolabilmek için Kuzey
Kafkasya halklarının birlikte olmasından birlikte hareket
etmesinden başka bir seçenek kalmıyor. Çözüm ancak şöyle olabilir;
ya Rusya Kafkasya üzerinde 300 yıldan beri sürdürmekte olduğu
emellerinden vazgeçecek ve isteyen her topluma istedikleri şekilde
devlet kurmalarına izin verecek ya da Kuzey Kafkas halkları bütün
hak ve özgürlüklerinden vazgeçerek kendilerini kayıtsız şartsız
Rusya Federasyonu’nun bayrağı altına teslim edecek ki, bunun
olmazsa olmaz koşullarından birisi ve belirleyicisi de din olgusu
olacak. Topyekün inançların değiştirilmesi. Öte yandan şu anda
öyle bir durum yaşanıyor ki, bu iki seçenek bile Kafkasya’ya arzu
edilen barışı ve güvenliği getirmeyebilir.
21.yüzyılda ABD, hamleleri ile iyice ezeli düşmanı Rusya’yı tehdit
eder hale geldi. Dikkat ederseniz Hollywood filmlerinde dünyanın
sonunu iki şey getirir; ya Rus-ABD nükleer savaşı ya da dünyayı
istila eden uzaylılar. Hatırlayın, düne kadar 10-15 yıl öncesi;
Türkiye PKK ile mücadele ederken televizyonlarda bir takım
terörist grupların dünyayı tehdit etmesinden bahsederdi. O zaman
için bana mantık dışı ve açıkçası komik gelen bu filmler neredeyse
hepsi şu anda yaşanmaktadır.
Yine asıl konumuza dönelim. Adı ve inandığı yöntem ne olursa olsun
aynı ortak amaca ulaşmak için var olduklarına inandığım Kaf
der,Kafkas Vakfi, Bkd vb. her ne kadar bizi temsil eden,temsil
ettiğini iddia eden dernek ve kurumumuz varsa (ki, muhtemelen bazı
kilit noktalarda mevcut durumu devam ettirme niyetinde olan
Rus-Türk ajan diye adlandırabileceğimiz oluşumlarda vardır) Kuzey
Kafkas halkları olarak aynı hedefe varma yönünde birlikte hareket
ederek, senkronize bir şekilde yürümeye başlamanın zamanı
gelmiştir. Bu artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Başlangıç
noktası olarak; Çeçen mültecilere sahip çıkma Çeçenya’da akan kanı
durdurma ve bu uğurda somut, gerçekçi, düzenli, sürekli ve amaca
ulaşana dek sürecek politikalar, stratejiler belirleme ve
uygulamaya koyma zamanı gelmiştir. Çeçenya mültecilerine sahip
çıkabildiğimiz gösterebilmek ve 5-7 milyon nüfusumuz üzerinden
kendi kişisel egolarını tatmin etme peşinde olanlara ya da bağlı
bulundukları görüşleri doğrultusunda çalışanlara emellerini
gerçekleştiremeyeceklerini göstermek ve haksızlıklar karşısında
Kuzey Kafkasya halkları olarak tek vücut olabilmek azim ve
kararlılığını somut anlamda sağlamak için gerekli girişimleri
hızla uygulamaya geçirilmesi gerekir. Ben bunu zaten kültürel
genlerimizde saklı olan ve damarlarımızda dolaşan evrensel
gerçekleri zahire çıkarmak olarak da adlandırıyorum.
Geçmişte ve şu an defalarca Marje’ye ve diğer platformlara
görüşlerimi yazdım. Temel konulara bakış açım aynı kalmakla
birlikte bazı görüşlerimde ve hayata bakış açımda bir takım
değişiklikler olmadı desem yalan olur. Aslında bu da evrensel bir
gerçeğin neticesi ki, temelde hiç bir şey 1 salise önce olduğu
gibi değildir. Her şey, her an yenilenmektedir ancak bu her şeye
insan olarak bizde girdiğimizden, kendimizdeki ve etrafımızdaki
yenilikleri fark edemeyebiliriz ama algılayabiliriz. Uygulamaya
konmayan (aslında yaşam uygulamadır) öneri ve düşünceler beynimizi
boş yere işgal eder.
Sonuç olarak, Kuzey Kafkas halkları olarak ‘ortak hareket etme
gereği’ artık bir zorunluluk olmuştur. Bunun başlangıç noktası da
Çeçenya ve Çeçen mülteciler sorunun çözümlenmesi. Havada
kalmayacak, anlık vicdan rahatlığı şeklinde olmayacak şekilde
sürekliliği olacak ileride bu insanların kendi ayakları üzerinde
yürüyebilmesine imkan verecek biçimde kapsamlı, planlı projeler
üretme ve uygulamaya sokabilme kararlılığında olmamız gerekir.
Dışarıdan bakıldığında ses getirmeliyiz (ki, aslında bu hiçte
önemli olmamasına karşın; dışarıya karşı ve nüfusumuz üzerinden
yararlanma amacını güdenlere karşı birlikteliğimizin vurgulanması
açısından önemli.)
Kaba ama etkili bir örnek vereyim: Askerliğini yapan herkes hemen
hemen yaşamıştır. O üniformayı giydiğiniz anda ekonomik, politik,
kişisel vb. görüşünüz düşünceleriniz ne olursa olsun bir süre
sonra; herkesin tek bir amacı olduğunu görürsünüz: Bir an önce
teskereyi alıp askerliği bitirebilmek ve mümkünse bir daha en
azından uzunca bir süre askeri herhangi bir alanın 5 km.
yakınından geçmemek. Bu örnek benzeri; Çeçen mültecilere
yaklaşmalı Çeçen mülteciler için asgari yaşam standartlarını
sağlama amacı ortak amaç olmalıdır. Bu arada eğer bu ana kadar
inatla yazdıklarımı okuma zahmetine katlanmış olanlar “Bu zamana
kadar aklın neredeydi?”, “Bunlar zaten bilinen şeyler” tarzında
yaklaşabilirler ki, kendilerine göre haklıdırlar ve saygıyla
karşılarım. Ancak belki bunları yazabilmem için bu olayları
yaşamış olmam gerekiyordu.
|