Değerli Arkadaşlar,
Anavatana Dönüş düşüncesinin bende, ulusal bilinçlenme ile eş
zamanlı olduğunu söyleyebilirim. Yani lise yıllarımdan beri hep
dönüşü düşündüm, dönüşü yaşadım, dönüşü yaşıyorum. Buna karşın
önceleri bu sayfaya yazmaya çok sıcak bakmadım…
Forum yazılarını
izlemeye başladığımda ilk yazı biraz eskimiş, konu da -bana göre-
öyle yanlış bir noktadan başlatılmıştı ki… Dönüş hakkında, dönüş
politikası hakkında belki hiçbir şey okumamış genç arkadaşlarımız
Anavatana Dönüşü o kadar rahat mahkum ediyorlar ki ne yazayım ne
söyleyeyim deyip acı ile gülümsüyor es geçiyordum. Derken
anavatana dönüşü destekleyen arkadaşlardan yanıtlar geldi. Ancak
ben bu yanıtlara karşın Sayın Yılmaz’ın kerameti kendinden menkul
yargılarını doğru sanmaya başlamasından korktum ve yazmaya karar
verdim. Yazının hemen her cümlesi eleştirilebilecekken kimi
bölümleri görmezden geldim. Yine de bir hayli uzun yazmak zorunda
kaldım. Özür diler okuma sabrını gösterenlere teşekkür ederim.
Dilerseniz, önce yöntem üzerinde duralım biraz:
Değerli arkadaşlar, belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye
temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o
düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi
yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını,
yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak
almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle…
bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.
Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi,
belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları
gösterilebilmelidir.
Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve
bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel
anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin, ağırlık ölçü birimi olarak
grama, tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk
ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb
terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize
özgü anlamlar verilmemelidir..
Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen
görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de
sunulmalıdır.
Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre,
algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde
bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap,
nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol “ gibi bir yaklaşımı
dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması
geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde
olunmalıdır. Yada dini inancının gereklerini yerine getirmeyi
yaşamın amacı olarak seçmiş ( günlük yaşamında, dinin gereklerine
de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine,
ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için
özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir…
gibi daha sayılabilecek bir çok şey.
Şimdi bu görüşler ışığında, sayın Yılmaz Berberoğlu’nun yazısını
değerlendirmeye başlayalım:
“DÖNMEK YADA DÖNMEMEK... İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ???” denmiş yeni
sayfa açılmış. Benim aklıma ilk gelen soru şu: Dönmek yada
Dönmemek diasporadaki her Çerkes'in meselesi olabilir mi? Hepimiz
bunu her Çerkes'in meselesi olmadığını olamayacağını biliriz.
Kültürünün yok oluşunun rahatsızlığını duymayan, ulusal kültürel
değerlerini yaşatmak geliştirmek gibi bir kaygısı olmayan, var
olduğuna var olması gerektiğine inanmayan (ki çevrenizde yığınla
bulabilirsiniz) Çerkes'in meselesi olamaz Dönmek yada dönmemek.
Çünkü dönüş ulusal kültürel değerleri koruyup geliştirmenin
gerekliliğine inananlar için geliştirilmiş bir çözüm önerisidir.
Yani bunu tartışabilmek için önce diasporadaki yok oluşun bir
entegrasyon değil bir asimilasyon olduğunun bilincinde
olacaksınız. Ülkedeki hakim unsurun değerlerini benimsemenin,
entegrasyon olarak adlandırılabilesi için, değerleri yok olan
halka da değerlerini koruma ve geliştirme hak ve olanaklarının
sağlanmış olduğunu kanıtlayacaksınız. Sizin de verdiğiniz
vergilerden oluşan bütçeden sadece hakim unsurun dil ve kültürünün
geliştirildiğinin, kendi paranızla asimile edildiğinizin
bilincinde olacaksınız.
En önemlisi de bu yok oluşa dur deme
isteğiniz olacak, bunun için kimi özverilerde bulunmaya hazır
olacaksınız. Kısaca inancınız olacak.
Terimleri bilimsel anlamları ile kullanılmadığı, olgular, gerçekçi
boyutları ile görülmediği sürece, girişilecek tartışma sonuçsuz
kalmaktan öteye gidemeyecek, sadece sayın Yılmaz Berberoğlu ve
benzerlerini rahatlatma aracı olabilecektir, düşüncesini
taşıyorum.
“Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin kurtuluşunu
geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken "Anavatanda
yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu
olacağını vurgulamaktalar. Herkesin kendi görüşü olacaktır.
Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak Katılmıyorum.”
Elbette ki bu görüşlere katılmama hakkınız var sayın Berberoğlu.
Ancak bir çok arkadaşın belirttiği gibi, kendinizce “asimilasyonu
önlemenin en etkin yolunu” da göstermeliydiniz. Bunu
yapmıyorsunuz. Katılmadığınız görüşleri sadece eleştirerek puan
toplama yöntemi çok eskidi bilesiniz.
“Evet bizler önce burada asimilasyon üzerinde durmak istiyorum.
Almanya'da, öğrencilik yıllarımda çokça tartıştığımız konulardan
biriydi: "Asimilasyon mu Entegrasyon mu ? Sanırım bazılarımızın da
karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum
sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler
midir?” elbette değildir. Ancak bize göre bir başka toplum içinde
erimeyi uyumla karıştıran sizsiniz gibi geliyor bize. Hangimizin
yaklaşımı daha doğru? Dilerseniz bu terimlerin anlamını biraz
arayın, hayır derseniz birlikte ararız.
“Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur?
Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur ? Yorum
sizlerin.” Dilini kültürünü korumak, geliştirmek kısaca
asimilasyonu geciktirmek adına örgütsel düzeyde hiçbir şey
istemeyen bir toplumun devletle ne sorunu olabilir. Buna karşın
Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkeslerle sorunu olduğu dönemler
olmuştur. Kurtuluş savaşı sonrası Manyas ve Gönen çevresi Çerkes
köylerinin sürgünü buna bir örnektir. Hem Çerkeslerin kültürel
varlıklarını koruyup geliştirme hak ve olanakları konusunda
devletten bir şey istememeleri, bu sorunlarının çözüldüğü anlamına
mı gelir.
“Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya
gelmediler. Girişte, tartışmaya söylenmemişleri söylenmiş gibi
temel almanın yanlışlığını söylemiştik. Atalarımızın bu ülkeye
turistik gezi için geldiğini iddia eden, bizim bilmediğimiz bir
görüş mü var. Ki bunu söylemek gereği duyuyorsunuz?
Biz yenilmiş ancak teslim olmamış bir avuç insanların
torunlarıyız” izninizle buraya zulüm gören bir başka halka uygun
gördüğünüz ve sizin de katıldığınız Çerkes olmayan birinin
değerlendirmesini de alayım: “ Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk
sınırına yığılan Kürtlere, bir de "Rus askerlerine sarılıp kendini
uçurumdan atan" Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir
İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne
de Çerkes'tir.)”
Anladığım kadarı ile siz demek istiyorsunuz ki sayın Yılmaz;
“zulümden kaçanlar Çerkes ise Osmanlı sınırlarına yığılmaları
teslim olmamak için seçtikleri onurlu bir yol. Binlerce yıllık
vatanların terk etmelerinin nedeni özgürlüğe olan tutkuları ” ama
zulümden kaçan Kürtler ise “Türk sınırına yığılmalarının nedeni
yüreksiz oluşları” çifte standardın bu kadarına bilmem ne demeli…
“Kafkaslarda şu an "tarihi bir şans eseri" özgürlükler vardır.
İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama "Bedelsiz
Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!"” diyebiliyorsunuz gayet
rahatlıkla. Bence sizi bu kadar keskin konuşturan cehaletinizdir.
Sayın Yılmaz,: Sadece Koşhable’den ulusalcı oldukları için bir
gecede götürülüp geri gelmeyenlerin sayısı tam 270 kişidir (iki
yüz yetmiş). Ve bugün politika, bilim, dil, kültür alanındaki
başarılı insanlarımızın, öğünebileceğimiz bütün değerlerimizi (siz
diasporadakilerin dahil) koruyan geliştiren insanların en az yüzde
yetmişi, yetim büyümüş, hayatlarının bir döneminde otlarla, ağaç
kabukları ile beslenmek durumunda kalmışlardır. Dilerseniz bir de
üretim yönünden,. örneğin derlenip geleceğe miras bırakılan
söylence sayısı, anadilde yazılan şiir yayımlanan kitap sayısı,
bestelenen eser sayısı, bunları geliştiren grup sayısı…vb.
konularda sayıları ancak yüz binlerle ifade edilen “bedel
ödememiş” lerle, kimilerine göre yedi milyonu (!) bulan Türkiye
diasporasını bir karşılaştıralım. Yada daha yenilerde vatan
savunmasında Abhazya için her şeylerini vermeye hazır olan, veren
anavatan insanı ile, masa başında, sanal ortamda vatan kurtaran,
anavatandakilere yol yöntem öneren, ancak, geçin bir maaş tutarını
vermeyi, elbise eskilerini verirken bile elleri titreyen
diasporadakileri bir karşılaştırın. Alacağınız sonuçlardan sonra,
bilmem, yine böyle üst perdeden konuşabilir miydiniz? Hadi bir de
spekülasyon yapalım: Anavatan kesimi bugüne kadar hiçbir bedel
ödemedilerse bile, siz ve sizin gibilerin “tu-kaka” olarak
tanımladığınız anavatanda bugünlerde de yaşama bedelini
ödemiyorlar mı? Anavatanı sadece uzaktan seven sizlerin küçümseyen
sözlerini okumaya, dinlemeye katlanmıyorlar mı?
Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama özetle bilinmesi gereken;
diasporada ulusal kültürel hak kazanımı mücadelesinde bir üyesi
ölüm cezası alan, yada zindanlarda çürütülen tek bir aile
gösterilemezken, anavatanda böyle bir bedel ödememiş tek bir
ailenin olmadığıdır.
Gerçekten de “bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olmaz” ama
üzücü olan, 140 yılı aşkın diaspora yaşamında, var olmak için
ciddi hiçbir bedel ödememiş olanların, anavatanın bugünlere, her
gün bedel ödenerek getirildiğini görememeleridir.
”Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler.
Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak
gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa
gerçek bu. Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış
anlaşılmasın ama olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı bulmuyorum.”
Kusura kalmayın ama Burada Rusları mı yoksa Çerkesleri mi
küçümsediğinizi anlayamadım.
” Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için "çok
uzak bir anı" olmaktan öteye gidiyor mu ?” Atalarının sürüldükleri
topraklar “çok uzak bir anı” olanlar için emin olun “bir zamanlar
Çerkes oldukları” çok daha uzak bir anıdır. Lütfen rahatsız
olmasınlar. Yukarıda belirttiğim gibi çağrımız onlara değildir,
“ben varım, var olmalıyım” diyenleredir..
“Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı
mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli
insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Ben lobilerin varlığını
biliyorum, bilmeyen olduğunu da sanmıyorum. Ama siz anavatanına
dudak büken, bugüne kadar evi bekleyen kardeşlerini küçümseyen,
anavatanı ile ilgilenmeyen, imkanı olduğu halde anavatanını
gezmeye gitmeyen,vatandaşı olabilme fırsatını elinin sırtı ile
iten, bulunduğu ülkelerde politikaya karışmamaya özen gösteren.
Yüzünü anavatana dönünce sadece politika konuşan, hariçten gazel
okuyan başka diaspora biliyor musunuz? Hem bu lobilerin olabilmesi
için lobisi olduğu merkezlerin de güçlü olması, yeterli
nüfuslarının olması gerekmez mi? Avrupa’daki Türklerin arkasında
sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği yok mu?
“Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar
oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Çok doğru.
Ben de bu yargınıza yürekten katıldığım için müsterihim zaten.
Biliyorum ki siz bile bilgisizce kalem oynattığınız konular
hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzda belki anavatana
dönmeyecek ama "Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan
korumanın en etkin yolu olacağını” vurgulamaya başlayacaksınız.
“Öte yandan, 70 Milyon'luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de
bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?” Burada
da dönüşçülerin hiç düşünmediği bir şeyi onların görüşü imiş gibi
sundunuz, elbette ki ayıp ettiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin
vatandaşlığını dönüşçüler olarak önemsemesek gece gündüz çifte
vatandaşlık sağlanması çabasını sürdürür müyüz? Platformlara,
sitelere sizleri kızdırmak pahasına “Bizce, iki komşu ve büyük
ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki
komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz;
ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda
bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi
koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı
ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini,
dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin
de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar
vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor olmasa
gerek.” İçerikli yazılar yazar mıyız? Ama bu konu sizin için çok
önemli ise eğer her yıl, şimdilik anavatana yerleşme kararındaki
çok az sayıdaki Çerkes'i bir kenara bırakıp, başka ülkelere bu
arada Amerika'ya, Rusya Federasyonu’na yerleşen Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı Türklere propaganda yapmanız gerekiyor. Bunu yapmayacak
olsanız bile çok akıllıca sandığınız bu yaklaşımı sürdürürseniz,
“150 milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleri ile bir dünya
devletinin vatandaşı olmak daha çok şey kazandırabilir” yanıtını
alabilirsiniz.
“Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk"
hissediyorum.1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya da
26 Ağustos da o denli gururlandırıyor...Ve kimse kızmasın ama
ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli
geliyor.” Değerli kardeşim, ilk cümlenizi bir dil sürçmesi olarak
değerlendiriyorum. Yoksa kişinin annesini kendisinin seçemediği
gibi, etnik konumunu da kendisinin seçemediğini bilemeyecek kadar
konunun cahili olmazsınız. Ancak kişi kendini, kültürel olarak bir
başka halktan sayabilir. Bunu da normal karşıladığımızı sadece bu
sitede çeşitli sayfalarda defalarca yazmış oldum. Ancak burada da
Dönüşü düşünenleri Türk düşmanıymış gibi gösterme çabanızı anlamak
mümkün değil. Girişte söylediğim gibi eleştirilerinize, Dönüşü
savunan insanların yazılarını temel almanız gerekiyor.
”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes
kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana
götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini
öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat
edebileceğini düşünebiliyor musunuz ? Böyle insanlara
seslenmediğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Dönüş için
kişilerin kendileri istekli olmalıdır. Çok kolay olmadığı
bilinmelidir. Anavatan için ulusal yaşam için, sizlerin görmezden
gelebileceği kimi bedelleri ödemeye hazır olmalıdır. Anavatanda
Türkiye yanlısı, Türkiye’de Rus yanlısı dahası Rus uşağı
yaftalarına katlanabilmelidir… gibi..
“Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette görevimiz
olmalıdır.” Değerli kardeşim çağımızda neyi nasıl yapacağınızı
söylemediğinizde söylediğiniz en güzel şeyin bile hiçbir önemi
olmadığını, dahası önerenin önerisinde samimi olmadığı anlamına
geldiğini artık bilmeniz gerekmiyor mu?
”Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim
gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü ve
etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli
yararımız olacaktır.” İnanın yüzde yüz katıldığım bir görüş. Hem
de anavatan tarafına da uyarlanabilecek doğru bir görüş. Yani
Anavatan olarak yaşadığımız ülkeye, yani Rusya Federasyonu’na
sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da
unutmamalıyız. Burada ne kadar güçlü ve etkili olursak, diasporada
yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır. Örneğin yerel
televizyonlarımız diasporadan izlenebilse fena mı olur?…
Saygı bizden efendim…
Yazışmaların hakaret içermemesi konusunda çok duyarlı olanlara,
Azmi Berberoğlu kanalı ile birkaç sözüm var.:
Değerli Kardeşim, duyarlılığınıza katılmamak mümkün değil. Ancak
saygısızlığı, ahlak kurallarına uymamayı, sadece hakaret
sözcükleri ile sınırlandırdığınızı görüyor ve bu anlayışı çok
ilkel buluyorum. Uygar insanların onur anlayışı ile ilkel
kalanların onur ve hakaret anlayışları epeyce farklılaşmıştır
çağımızda. Örneğin sizce;
Birkaç dönüm tarlası işgal edildiği için kavga çıkaran, küfür
eden, şansı kötüyse cinayet işleyen biri mi daha onurludur, her
gün erozyonla giden vatan topraklarını korumak için erozyona karşı
mücadele eden mi?
Çöplerini bahçesine döktüğü için komşusuna av tüfeği ile ateş açan
biri mi daha cesurdur, onuruna düşkündür, tutuklanma tehlikesine
karşın, işini gücünü bırakıp denizin kirletilmesine karşı
çıkanlar, nehri kirleten fabrikatörlere karşı, kelle koltukta
mücadele edenler mi?
Birine enayi demek mi daha büyük hakarettir, tüm toplumu enayi
yerine koymak mı? Söylemediği, yazmadığı şeyleri bir kişiye mal
etmek mi daha büyük hakarettir, yoksa görüşlerine katılmadığı için
dönüş grubuna söylemedikleri, yazmadıkları görüşleri mal etmek mi?
Peki bugün beğenmese de ata toprağı diyebileceği ülkenin
bekçiliğini yapanları küçümsemek, eleştirileri, söylenmemişlerin,
yazılmamışların, kendi sanılarının, öznel görüşlerinin üzerinden
yürütmek hangi ahlakın sınırları içindedir?
Yada hakaretler, tavırlar konusunda duyarlı arkadaşların bu kadar
çarpıklığı görmemesinin, yada hiç uyarıda bulunmayışının sizce
nedeni ne olabilir?
Katılımcımız Abrek-2’nin deyimi ile “Hani merak ettim de?”
|