|
|
................... |
|
................... |
''DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK. İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ...'' YORUMLARI
Dr. Necdet Hatam
Konuya İlişkin diğer
yorumlar:
http://www.circassiancanada.com/tr/tarih/113_donmekyadadonmemek-01.htm
|
|
|
................... |
|
................... |
|
Değerli Arkadaşlar,
16.11.2005
Anavatana dönüş düşüncesinin bende, ulusal bilinçlenme ile
eş zamanlı olduğunu söyleyebilirim. Yani lise yıllarımdan
beri hep dönüşü düşündüm, dönüşü yaşadım, dönüşü
yaşıyorum. Buna
karşın önceleri bu sayfaya yazmaya çok sıcak bakmadım… Forum
yazılarını izlemeye başladığımda ilk yazı biraz eskimiş, konu
da bana göre öyle yanlış bir noktadan başlatılmıştı ki… Dönüş
hakkında, dönüş politikası hakkında belki hiçbir şey okumamış
genç arkadaşlarımız Anavatana dönüşü o kadar rahat mahkum
ediyorlar ki; ne yazayım, ne söyleyeyim deyip acı ile
gülümsüyor es geçiyordum. Derken Anavatana Dönüş’ü destekleyen
arkadaşlardan yanıtlar geldi. Ancak ben bu yanıtlara karşın
sayın Yılmaz Berberoğlu’un kerameti kendinden menkul
yargılarını doğru sanmaya başlamasından korktum ve yazmaya
karar verdim. Yazının hemen her cümlesi eleştirilebilecekken
kimi bölümleri görmezden geldim. Yine de bir hayli uzun yazmak
zorunda kaldım. Özür diler okuma sabrını gösterenlere teşekkür
ederim.
Dilerseniz, önce yöntem üzerinde duralım biraz:
Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması
gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce
savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan
kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını,
yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak
almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle…
Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.
Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye,
bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları
gösterilebilmelidir.
Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve
bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler,
bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü
birimi olarak grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi
nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma
özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp
anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar
verilmemelidir..
Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen
görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri
de sunulmalıdır.
Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine
göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep
göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne
yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“
gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin
güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin
anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır ya da dini
inancının gereklerini terine getirmeyi yaşamın amacı olarak
seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma
gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel
değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride
bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir, gibi
daha sayılabilecek bir çok şey.
Şimdi bu görüşler ışığında, sayın Yılmaz Berberoğlu’nun
yazısını değerlendirmeye başlayalım:
“DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK... İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ?” denmiş yeni
sayfa açılmış. Benim aklıma ilk gelen soru şu: Dönmek ya da
Dönmemek diasporadaki her Çerkes’in meselesi olabilir mi?
Hepimiz bunu her Çerkes’in meselesi olmadığını, olamayacağını
biliriz. Kültürünün yok oluşunun rahatsızlığını duymayan,
ulusal kültürel değerlerini yaşatmak geliştirmek gibi bir
kaygısı olmayan, var olduğuna var olması gerektiğine inanmayan
(ki, çevrenizde yığınla bulabilirsiniz) Çerkes’in meselesi
olamaz dönmek ya da dönmemek. Çünkü dönüş; ulusal kültürel
değerleri koruyup, geliştirmenin gerekliliğine inananlar için
geliştirilmiş bir çözüm önerisidir. Yani bunu tartışabilmek
için önce diasporadaki yok oluşun bir entegrasyon değil bir
asimilasyon olduğunun bilincinde olacaksınız.
Ülkedeki hakim unsurun değerlerini benimsemenin, entegrasyon
olarak adlandırılabilesi için, değerleri yok olan halka da
değerlerini koruma ve geliştirme hak ve olanaklarının
sağlanmış olduğunu kanıtlayacaksınız. Sizin de verdiğiniz
vergilerden oluşan bütçeden sadece hakim unsurun dil ve
kültürünün geliştirildiğinin, kendi paranızla asimile
edildiğinizin bilincinde olacaksınız. En önemlisi de bu yok
oluşa dur deme isteğiniz olacak, bunun için kimi özverilerde
bulunmaya hazır olacaksınız. Kısaca inancınız olacak.
Terimleri bilimsel anlamları ile kullanamadığı olgular,
gerçekçi boyutları ile görülmediği sürece, girişilecek
tartışma sonuçsuz kalmaktan öteye gidemeyecek, sadece sayın
Yılmaz Berberoğlu ve benzerlerini rahatlatma aracı
olabilecektir, düşüncesini taşıyorum.
“Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin
kurtuluşunu geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken"
anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en
etkin yolu olacağını vurgulamaktalar. Herkesin kendi görüşü
olacaktır. Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak katılmıyorum.”
Elbette ki bu görüşlere katılmama hakkınız var sayın
Berberoğlu. Ancak bir çok arkadaşın belirttiği gibi,
kendinizce “asimilasyonu önlemenin en etkin yolunu” da
göstermeliydiniz. Bunu yapmıyorsunuz. Katılmadığınız görüşleri
sadece eleştirerek puan toplama yöntemi çok eskidi bilesiniz.
“Evet bizler önce burada asimilasyon üzerinde durmak
istiyorum. Almanya'da, öğrencilik yıllarımda çokça
tartıştığımız konulardan biriydi: ‘Asimilasyon mu Entegrasyon
mu?’ Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar.
İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde
erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir?” Elbette
değildir. Ancak bize göre bir başka toplum içinde erimeyi
uyumla karıştıran sizsiniz gibi geliyor bize. Hangimizin
yaklaşımı daha doğru? Dilerseniz bu terimlerin anlamını biraz
arayın, hayır derseniz birlikte ararız.
“Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları
olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun
olmuştur ? Yorum sizlerin.” Dilini kültürünü korumak,
geliştirmek kısaca asimilasyonu geciktirmek adına örgütsel
düzeyde hiçbir şey istemeyen bir toplumun devletle ne sorunu
olabilir? Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkeslerle
sorunu olduğu dönemler olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası
Manyas ve Gönen çevresi Çerkes köylerinin sürgünü buna bir
örnektir. Hem Çerkeslerin kültürel varlıklarını koruyup
geliştirme hak ve olanakları konusunda devletten bir şey
istememeleri, bu sorunlarının çözüldüğü anlamına mı gelir?
“Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya
gelmediler.’’ Girişte, tartışmaya söylenmemişleri söylenmiş
gibi temel almanın yanlışlığını söylemiştik. Atalarımızın bu
ülkeye turistik gezi için geldiğini iddia eden, bizim
bilmediğimiz bir görüş mü var ki, bunu söylemek gereği
duyuyorsunuz?
‘’Biz yenilmiş, ancak teslim olmamış bir avuç insanların
torunlarıyız.” İzninizle buraya zulüm gören bir başka halka
uygun gördüğünüz ve sizin de katıldığınız Çerkes olmayan
birinin değerlendirmesini de alayım: ‘Bir, Saddam zulmünden
kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere’, bir de ‘Rus askerlerine
sarılıp kendini uçurumdan atan’ Çerkes kadın ve çocuklarına
bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında
mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes'tir.)”
Anladığım kadarı ile siz demek istiyorsunuz ki sayın
Berberoğlu; “zulümden kaçanlar Çerkes ise Osmanlı sınırlarına
yığılmaları teslim olmamak için seçtikleri onurlu bir yol.
Binlerce yıllık vatanların terk etmelerinin nedeni özgürlüğe
olan tutkuları” ama zulümden kaçanlar Kürtler ise “Türk
sınırına yığılmalarının nedeni yüreksiz oluşları” çifte
standardın bu kadarına bilmem ne demeli?
“Kafkaslarda şu an ‘tarihi bir şans eseri’ özgürlükler vardır.
İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama ‘Bedelsiz
Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!’ ” diyebiliyorsunuz gayet
rahatlıkla. Bence sizi bu kadar keskin konuşturan
cehaletinizdir.
Sayın Berberoğlu: Sadece Koşhable’den ulusalcı oldukları için
bir gecede götürülüp geri gelmeyenlerin sayısı tam 270 kişidir
(iki yüz yetmiş) ve bugün politika, bilim, dil, kültür
alanındaki başarılı insanlarımızın, öğünebileceğimiz bütün
değerlerimizi (siz diasporadakilerin dahil) koruyan geliştiren
insanların en az % 70’i, yetim büyümüş, hayatlarının bir
döneminde otlarla, ağaç kabukları ile beslenmek durumunda
kalmışlardır.
Dilerseniz bir de üretim yönünden; örneğin derlenip, geleceğe
miras bırakılan söylence sayısı, anadilde yazılan şiir
yayımlanan kitap sayısı, bestelenen eser sayısı, bunları
geliştiren grup sayısı vb. konularda sayıları ancak yüz
binlerle ifade edilen “bedel ödememiş”lerle, kimilerine göre
yedi milyonu (!) bulan Türkiye diasporasını bir
karşılaştıralım ya da daha yenilerde vatan savunmasında
Abhazya için her şeylerini vermeye hazır olan, veren anavatan
insanı ile masa başında, sanal ortamda vatan kurtaran,
anavatandakilere yol yöntem öneren; ancak, geçin bir maaş
tutarını vermeyi, elbise eskilerini verirken bile elleri
titreyen diasporadakileri bir karşılaştırın. Alacağınız
sonuçlardan sonra, bilmem yine böyle üst perdeden konuşabilir
miydiniz?
Hadi bir de spekülasyon yapalım: Anavatan kesimi bugüne kadar
hiçbir bedel ödemedilerse bile, siz ve sizin gibilerin
“tu-kaka” olarak tanımladığınız anavatanda bugünlerde de
yaşama bedelini ödemiyorlar mı? Anavatanı sadece uzaktan
seven, sizlerin küçümseyen sözlerini okumaya, dinlemeye
katlanmıyorlar mı?
Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama özetle bilinmesi
gereken; diasporada ulusal kültürel hak kazanımı mücadelesinde
bir üyesi ölüm cezası alan ya da zindanlarda çürütülen tek bir
aile gösterilemezken, anavatanda böyle bir bedel ödememiş tek
bir ailenin olmadığıdır.
Gerçekten de “bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olmaz” ama
üzücü olan, 140 yılı aşkın diaspora yaşamında, var olmak için
ciddi hiçbir bedel ödememiş olanların, anavatanın bugünlere,
her gün bedel ödenerek getirtildiğini görememeleridir.
”Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler.
Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak
gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa
gerçek bu. Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış
anlaşılmasın ama olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı
bulmuyorum.” Kusura kalmayın ama burada Rusları mı yoksa
Çerkesleri mi küçümsediğinizi anlayamadım.
”Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için
‘çok uzak bir anı’ olmaktan öteye gidiyor mu?” Atalarının
sürüldükleri topraklar “çok uzak bir anı” olanlar için emin
olun “bir zamanlar Çerkes oldukları” çok daha uzak bir anıdır.
Lütfen rahatsız olmasınlar. Yukarıda belirttiğim gibi çağrımız
onlara değildir, “ben varım, var olmalıyım” diyenleredir…
“Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden
aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde
değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Ben
lobilerin varlığını biliyorum, bilmeyen olduğunu da
sanmıyorum. Ancak siz; anavatanına dudak büken, bugüne kadar
evi bekleyen kardeşlerini küçümseyen, anavatanı ile
ilgilenmeyen, imkanı olduğu halde anavatanını gezmeye
gitmeyen, vatandaşı olabilme fırsatını elinin sırtı ile iten,
bulunduğu ülkelerde politikaya karışmamaya özen gösteren,
yüzünü anavatana dönünce sadece politika konuşan, hariçten
gazel okuyan başka diaspora biliyor musunuz? Hem bu lobilerin
olabilmesi için, lobisi olduğu merkezlerin de güçlü olması,
yeterli nüfuslarının olması gerekmez mi? Avrupa’daki Türklerin
arkasında sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği yok mu?
“Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar
oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Çok
doğru. Ben de bu yargınıza yürekten katıldığım için müsterihim
zaten. Biliyorum ki, siz bile bilgisizce kalem oynattığınız
konular hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzda belki
anavatana dönmeyecek ama "Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri
asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını” vurgulamaya
başlayacaksınız.
“Öte yandan, 70 Milyon'luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle
de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?”
Burada da dönüşçülerin hiç düşünmediği bir şeyi onların görüşü
imiş gibi sundunuz, elbetteki ayıp ettiniz. Türkiye
Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını dönüşçüler olarak önemsemesek
gece gündüz çifte vatandaşlık sağlanması çabasını sürdürür
müyüz?
Platformlara, sitelere sizleri kızdırmak pahasına “bizce, iki
komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika
seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk
köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini
geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal
kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi,
geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler
kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha
rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de
anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar
vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor
olmasa gerek.” içerikli yazılar yazar mıyız? Ancak bu konu
sizin için çok önemli ise eğer her yıl, şimdilik anavatana
yerleşme kararındaki çok az sayıdaki Çerkes’i bir kenara
bırakıp, başka ülkelere bu arada Amerika’ya, Rusya
Federasyonu’na yerleşen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türklere
propaganda yapmanız gerekiyor. Bunu yapmayacak olsanız bile
çok akıllıca sandığınız bu yaklaşımı sürdürürseniz, “150
milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleri ile bir dünya
devletinin vatandaşı olmak daha çok şey kazandırabilir”
yanıtını alabilirsiniz.
“Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk"
hissediyorum.1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya
da 26 Ağustos’ta o denli gururlandırıyor...Ve kimse kızmasın
ama ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha
değerli geliyor.” Değerli kardeşim, ilk cümlenizi bir dil
sürçmesi olarak değerlendiriyorum. Yoksa kişinin annesini
kendisinin seçemediği gibi, etnik konumunu da kendisinin
seçemediğini bilemeyecek kadar konunun cahili olmazsınız.
Ancak kişi kendini, kültürel olarak bir başka halktan
sayabilir. Bunu da normal karşıladığımızı sadece bu sitede
çeşitli sayfalarda defalarca yazmış oldum. Ancak burada da
dönüşü düşünenleri Türk düşmanıymış gibi gösterme çabanızı
anlamak mümkün değil. Girişte söylediğim gibi
eleştirilerinize, dönüşü savunan insanların yazılarını temel
almanız gerekiyor.
”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri
Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi
anavatana götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı
kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde
rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz?’’ Böyle insanlara
seslenmediğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Dönüş için
kişilerin kendileri istekli olmalıdır. Çok kolay olmadığı
bilinmelidir. Anavatan için ulusal yaşam için, sizlerin
görmezden gelebileceği kimi bedelleri ödemeye hazır olmalıdır.
Anavatanda Türkiye yanlısı, Türkiye’de Rus yanlısı dahası Rus
uşağı yaftalarına katlanabilmelidir, gibi…
“Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette
görevimiz olmalıdır.” Değerli kardeşim çağımızda neyi, nasıl
yapacağınızı söylemediğiniz de söylediğiniz en güzel şeyin
bile hiçbir önemli olmadığını dahası önerenin önerisinde
samimi olmadığı anlamına geldiğini artık bilmeniz gerekmiyor
mu?
”Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim
gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü
ve etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli
yararımız olacaktır.” İnanın yüzde yüz katıldığım bir görüş.
Hem de anavatan tarafına da uyarlanabilecek doğru bir görüş.
Yani anavatan olarak yaşadığımız ülkeye, yani Rusya
Federasyonu’na sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz
olduğunu da unutmamalıyız. Burada ne kadar güçlü ve etkili
olursak, diasporada yaşayan insanlarımıza o denli yararımız
olacaktır. Örneğin yerel televizyonlarımız diasporadan
izlenebilse fena mı olur?…
Saygı bizden efendim…
Yazışmaların hakaret içermemesi konusunda çok duyarlı
olanlara, Azmi Berberoğlu kanalı ile birkaç sözüm var:
Değerli Kardeşim,
Duyarlılığınıza katılmamak mümkün değil. Ancak saygısızlığı,
ahlak kurallarına uymamayı, sadece hakaret sözcükleri ile
sınırlandırdığınızı görüyor ve bu anlayışı çok ilkel
buluyorum. Uygar insanların onur anlayışı ile ilkel kalanların
onur ve hakaret anlayışları epeyce farklılaşmıştır çağımızda.
Örneğin sizce; birkaç dönüm tarlası işgal edildiği için kavga
çıkaran, küfür eden, şansı kötüyse cinayet işleyen biri mi
daha onurludur, her gün erozyonla giden vatan topraklarını
korumak için erozyona karşı mücadele eden mi?
Çöplerini bahçesine döktüğü için komşusuna av tüfeği ile ateş
açan biri mi daha cesurdur, onuruna düşkündür, tutuklanma
tehlikesine karşın, işini gücünü bırakıp denizin
kirletilmesine karşı çıkanlar, nehri kirleten fabrikatörlere
karşı, kelle koltukta mücadele edenler mi?
Birine enayi demek mi daha büyük hakarettir, tüm toplumu enayi
yerine koymak mı? Söylemediği, yazmadığı şeyleri bir kişiye
mal etmek mi daha büyük hakarettir, yoksa görüşlerine
katılmadığı için dönüş grubuna söylemedikleri, yazmadıkları
görüşleri mal etmek mi?
Peki bugün beğenmese de ata toprağı diyebileceği ülkenin
bekçiliğini yapanları küçümsemek, eleştirileri,
söylenmemişlerin, yazılmamışların, kendi sanılarının, öznel
görüşlerinin üzerinden yürütmek hangi ahlakın sınırları
içindedir ya da hakaretler, tavırlar konusunda duyarlı
arkadaşların bu kadar çarpıklığı görmemesinin ya da hiç
uyarıda bulunmayışının sizce nedeni ne olabilir?
Katılımcımız Abrek-2’nin deyimi ile “hani merak ettim de?”
Saygılar.
|
18.11.2005
Sevgili Azmi,
Dönüşe karşı olmamanız sevindirici. Ancak gerçekten
halkımız için bir şeyler yapmak istiyorsak; kendimizi,
halkımızın psikolojisini iyi anlamamız gerekiyor. Şimdi
bulamadım ama ilkel düşünce yapısının kötülük anlamına
gelmediğini, onun da kendine özgü bir yapı olduğunu çok
güzel anlatan bir kitap okumuştum. Bulduğumda sizlerle
paylaşacağım.
Ama ondan önce çok net olarak söyleyebileceğim halk olarak
ilkel düşünce yapısını hala koruduğumuzdur. Tek tek
kişiler olarak değil, toplum düşünce yapısı olarak. Bu
nasıl olabilir demeyin. İnsanlarımız başka gruplarla
olduklarında hayranlık uyandıracak kadar çağdaş, başarılı.
Öyle olmasa partilerde, şirketlerde politik olaylarda,
içinde bulunduğu ortamda lider konumunda bu kadar
insanımız olabilir mi?
Ancak aynı arkadaşları derneklerimiz çatısı altında bir
görün. Genel müdürü olduğu şirkette herhangi bir konuda
gelen öneriye ilk sorusu "evet güzel ama bunu nasıl ne
zaman hangi para ile ve nereden gelecek bir para ile" diye
soran Çerkes dernek çatısı altında şirkette sorduğu
soruların hiçbirini yanıtlamadan önerilerde bulunabilir.
Daha güncel bir örnek vereyim:
Çerkeslerin Birliği diyoruz. Amaçları, dünya görüşleri,
dilleri .... Farklı insanların salt aynı halktan oldukları
için, birlik olabildikleri tarihte görülmüş mü ki salt
Çerkes olduğumuz için birlik olabilelim? Bunun
olabileceğini savunan arkadaşların özel yaşamına bakın
birlik için düşünce birliğinin öncelikli, zorunlu, düşünce
ve amaç birliğine dayalı olmayan birlikteliklerin uzun
süreli olamayacağını söyleyeceklerdir size...
İlkel düşünce yapısına verilen örneklerden biridir
çocukların, öğrencilerin davranışı. İyi not aldığında
kendisi almıştır. Derslerden aldığı not zayıf ise
elbetteki "öğretmen vermiştir". Peki tarihte başımıza
gelenlerden hep birilerini, sadece birilerin, suçlu
bulmak; halkımızın payını irdelememek, gelecek için neler
yapılması konuları tartışılırken kendimizin yapacağı
şeylerden çok başkalarının yapması gerekenlere öncelik
vermek, şu sitede bile tartışmaların daha çok sonuç
alınamayacak konularda sürmesi; somut, üretime yönelik
sayfaların rağbet görmemesi, kendimize yapılan hakaret
sözcüğü içeren hakareti görüp topluma yapılan hakaretin,
hakaret olduğunun farkında olmamak, ilkel düşünce
yapımızın sonucu değil de nedir?
Örneğin çeşitli platformlarda; bir süre, yazılan her
konuda kendisini bir şeyler söylemek zorunda sanan bir
arkadaşımızın ayrılma nöbeti tutuyor, yeni bir site
kurduğunu buradaki arkadaşları oraya beklediğini yazıyor.
Ama elbetteki herkesi değil "akıllı olanları mı", "aklı
selim sahibi olanları" mı gibi bir çerçeve ile. Siz de bu
arkadaşımızın bu sözlerinin bu site katılımcılarına
hakaret olduğu uyarısı yapmıyor aksine; ‘’aman, zaman,
ayrılmayın’’ anlamına sözler yazıyorsunuz.
Eminim ki, arkadaşımız eğer yazılarımızı okumayı
sürdürüyorsa "ayrılma nöbeti" deyimini bizleri akıl selim
sahibi olmamakla suçladığı sözlerden daha ağır bulacaktır.
Dahası siteden birçok yandaş da bulacak tavırlarımı
eleştiren de çıkacaktır.
Tüm bunlara benzer davranış özelliklerimiz olduğunu çok
öncelerden yaşamış, farkında olmuştum. Ancak bunların
ilkel düşünce yapısı ürünü olduğunu, böyle
adlandırıldığının "Yaralı Bilinç- Geleneksel Toplumlarda
Kültürel Şizofreni" adlı kitabı okuduktan sonra farkında
oldum. (Metis Yayınları. İranlı bir yazarın Daryus
Shayegan'ın.) Felsefe bilgim benim de çok derin değil,
kimi bölümlerini anlamakta çok zorlandım, kimi bölümlerini
hiç anlayamadım. Ama anladığım bölümlerde bile sanki bizi
anlatıyordu.
Sonuç olarak sevgili Azmi, yanıtınız benim yazdığıma yanıt
olmadı bence... Siz tavrımı, üslubumu eleştirdiniz ama
görüşlerimden hangisine katılıp hangisine katılmadığınızı
söylemediniz. Örneğin; Yılmaz kardeşimiz anavatandakilerin
bedel ödemeden bu günlere geldiğini iddia etti, ben öyle
olmadığını ileri sürdüm. Sizin bu ve benzeri eleştirdiğim
konularda ne düşündüğünüz hala bilinmiyor.
Sevgili a.e.,
İşimiz zor elbetteki. Ancak tartışarak, olabildiğince
tartışarak sağlıklı sonuçlara varabileceğimiz
inancındayım.
Sevgili Talebe,
Bu nick'e eskiden müstear isim derlerdi değil mi? Bence
önemli olan içerik. Abrek-2 meraklı arkadaşımızın dediği
gibi nick'i kimin hakaret ettiği bilinmesin amacı ile
kullanmıyorsa kullanmasında bir mahzur yok gibi geliyor
bana. Ama birlikte üretecek isek elbetteki yüz yüze
geleceğimiz günler de gelecek. Evet üslup konusunda
birbirimizi uyaralım elbetteki ama bu olayın özünü
kaçırmamıza neden olmasın derim. Daha doğrusu önce yazıda
savunulan düşünceye ilişkin görüşümüzü söyleyelim önce,
söyleniş şeklini beğenmediysek o konudaki uyarıyı da
ekleyelim derim...
Talebe ile ayrıntılı düşünce paylaşımı daha sonra.
Söylediklerine bakılırsa pek yeni bir talebeye benzemiyor.
Siz ne dersiniz?
Sevgilerimle... |
|
|
19.11.2005 |
Değerli Arkadaşlar,
Altmışlı yılların sonlarından beri anavatanla sıkı denebilecek
ilişkilerim var. Doksan ikiden beri de Anavatanda yaşıyorum. Bir
başka sayfada yeğenlerimin bile beni adımla çağırmalarını
yadırgamadığı yazmıştım. Yani en genciniz de bana abisiz,
seslenebilirsiniz.
Tüm eleştirilerinizi aynı ciddiyetle değerlendirdiğimi bilmenizi
istiyorum. Ancak daha hızlı ve sağlıklı yol alabilmemiz için,
diasporamızın yaptığı tüm hatalara kaynaklık eden bir anlayışı
düzeltmemiz, bir eksikliği gidermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Diasporanın durumunu iyi analiz edebilirseniz, yanlış anlayışın ne
olduğunu siz de göreceksiniz: Çeşitli dernek çalışmalarına,
çıkartılan dergilerde, internet sitelerinde, platformlarda
yazılanlara bakıldığında görülen şu.
Zaman zaman Kafkasya'nın sözü edilse de çoğu yazının içeriği
Kafkasyasız bir Kafkasya'nın amaçlandığı izlenimi veriyor. Dahası
sorunun çözümünü anavatanda düşünenler bile politika üretirlerken,
anavatandakiler ne der, bugünlere kadar vatan bekçiliğini
yapanların politik yaklaşımı ne olabilir, bilgi ve deneyimlerimizi
nasıl bir araya getirir halk yararına olan politikayı nasıl
belirleriz gibi bir kaygı taşımıyorlar.
Hep verdiğim örnekle, sebep ne olursa olsun köyünden uzak düşmüş
bir aile ferdinin, emekliliğinde bile dönmeyeceği köyündeki evinin
düzenini, evde oturan kardeşine sormadan, onun görüşünü, olurunu
almadan düzenlemeye kalkması gibi bir şey. Bu elbetteki önce
ahlaki değil. İkinci olarak da başarı şansı hiç yok.
Ben bu yaklaşımın bilebildiğimiz ulusal siyasal hareketlerle,
bizim siyasal hareketimizin hiç benzeşmediğinin farkında
olunmamasına bağlıyorum. Örneğin bir Yahudi hareket, Kürt
hareketi, Filistin hareketi...
Tüm bunlarda öncelik örgütlerdedir. Devlet kurmayı amaçlayan
örgütlerdedir. Başarılı olan hareketlerde devleti kuran örgüt
olduğu için devlet yetkililerini seçen de bu örgüttür. İsrail için
bunu hemen örnekleyemeyeceksek de Kürt hareketinde çok açık olarak
gördüğümüz gibi Irak'taki iki Kürt örgütünün liderlerinden biri
Irak Cumhurbaşkanlığına, diğeri de Kürt bölgesi başkanlığına
seçilmişlerdir. Ve bu bölgede daha çok uzun yıllar siyasal erk
örgütlerin elinde olacaktır. Seçilecekleri, örgüt belirleyecektir.
Bizim öyle bir örgüt kurma şansımız da yok, bizim için böyle bir
örgütün gerekliliği de yok. Dahası böyle bir amaçla kurulmuş
örgütün başarı şansı da yok.
Biraz açalım. Bizim harekette, kimilerinin düşlediği anlamda örgüt
kurulamadan Rusya Federasyonu üyesi Adige cumhuriyetlerimiz ve
şimdilik tanınmamış olsa da Bağımsız Abhazya Cumhuriyeti'miz var.
Kimileri muhtarlık da dese, kimileri belediye de dese, ya da
olduğu gibi Rusya Federasyonu üyesi Cumhuriyetler oldukları kabul
edilse de hazır örgütler.
Yasal olarak vergi toplayabilen, bu vergileri ulusal sorunların
çözümünde kullanabilen, dahası kimi ulusal sorunların çözümünde
Federasyonun yardımını alan örgütler. Hemen iki örnek vereyim.
İlk Dünya Adıghe Müzik Festivali'nin giderleri Federasyonca
karşılanmıştır. Kosova Adıghelerinin anavatana getirilmesinde
Federasyonun parasal ancak ondan daha önemli politik katkıları
olmuştur. Dahası Federasyonun bu tavrı olmasaydı bu dönüş
gerçekleşmezdi. Çerkesleri yurdundan eden Çarlık Rusya'sının
bayrağını bayrak edinmiş, devlet armasını arma seçmiş Rusya
Federasyonu Hükümeti konuyu gündemine almış sorunun çözümünü
görüşmüş ve ilgili bakanlarını görevlendirmiştir.
Özetle söylemek istediğim var olan devlet yapılarımıza, ve
devletlerimizin üyesi bulunduğu Rusya Federasyonu'na karşı hiçbir
muhaceret örgütünün başarı şansının olmadığıdır.
Böyle yanlış bir anlayış mutlaka edinilmesi gerekli bilgilere de
maalesef kulakları tıkamakta güzel gelişmelerden hiç haberdar
olunmamakta ya da bu çok önemli gelişmeler yeterince
önemsenmemektedir.
Bu konuda Abhazya konusu yeterli örnektir sanıyorum. Bana göre
Diaspora Abazalarının sorunu o denli çözülmüştür ki Abaza
dernekleri bile artık zorunlu değildir (dikkat gerekli değil
demiyorum, zorunlu değildir diyorum). ya da derneklerin tek
görevi, birincil görevi irtibat bürosu gibi çalışmak olmalıdır.
Çünkü Abhazya Cumhuriyeti, diasporasının Abhazya'ya dönüşünü
devlet politikası olarak benimsemiştir.
Nerede olursa olsun her Abaza'nın vatandaş saydığı yasayı
parlamentosunda kabul etmiştir.
Birkaç yıldır faaliyet gösteren Devlet Dönüş vakfı kurmuştur.
Abhazya'da maaş alan herkesin maaşının yüzde ikisi bu vakfın
kasasına gitmektedir. Yarın öbür gün bu vergilerden pay ayırmaya,
devlet bütçesinden pay ayırmaya gidecektir. Pratik ilerledikçe
gerekli yasal düzenlemeler de yapılacaktır.
Şimdi sorarım size bu gelişmelerin yazıldığı sitede genç
arkadaşlarımızın anavatanda yasal düzenlemeler yapmaktan söz
etmesine gerek var mı. Olsa olsa bunlardan nasıl yararlanılacağı
ve nasıl geliştirileceği tartışılabilir.
Sakın her Abaza'nın pılını pırtısını toplayıp hemen dönmesinin
zorunlu olduğunu söylediğimi sanmayın. Kendi özelinde ne zaman
döneceğini kendisi bilecektir. Ancak bu dönüş oluşuncaya kadar,
eğer samimi ise bu programa mutlaka katkıda bulunmak zorundadır.
Zaten bir Abaza eğer saygınlığını korumak istiyorsa bunu yapması
gerektiğini, devlet politikasına katkıda bulunmadığı zaman
devletin gözünde saygınlığını yitireceğini hemen kavrayacaktır.
Derneklerin zorunlu olmadığını söylemiştim. Buna takılanlar
olmasın diye açıklayım. ABD bu yıl 55.000 kişiye oturma izni
verecek, süresini tamamlayanlar vatandaş olacaklardır. ABD bu
adayların hiçbirini dernekler arcılığı ile bulmamakta bunun için o
ünlü STK lara ihtiyaç duymamaktadır. Şartlarını belirlemekte
Kanada örneğinde olduğu gibi başvuruları kendine göre
değerlendirmekte uygun olanlara buyur demektedir.
Şimdi sorarım size Amerika vatandaşı olmayı düşleyen biri, yada
Amerika'ya dönüşü sağlamayı amaç edindiğini söyleyen bir STK.
ABD'nin Irak'taki uygulamalarını eleştirebilir mi? Eleştiren,
yazan, çizen, ABD karşıtı eylemlere katılanların seçilme şansı
olabilir mi? Elbetteki hayır.
Bunu bilebilmek için de çok bilgiye gerek olduğunu sanmıyorum. Bu
sonuca ulaşmak için İç güdünün bile yeterli olduğu inancındayım.
Bir ülke kendisine küfreden, ülkeyi karıştırma ihtimali olan
birine niye oturma izni, vatandaşlık versin. İnanın tarihi
haklılık bile bunu sağlamaya yetmez.
Daha anlatılacak epeyce şey var. Onları da sonraki yazılara
bırakalım.
Ama sevgili talebe ve ilgilenenlere iki bin yıllarından beri en az
üzerinde tartışılacak manifesto taslağının bulunduğunu, çeşitli
platformlarda yayınlandığını, DÇB 2003 kongresinin de küçük
değişikliklere bunu kabul ettiğini söyleyebilirim. İsteyenlere bu
taslağın Adıghey Adıghecesini, İsteyenlere de Kheberéey
Adıghecesini gönderebilirim. Yada biraz zaman alacak ama dilenirse
Latin alfabesi ile de yayınlarız. Sitemizde bizlere yardımcı olur
sanırım. Ne dersiniz?
Değerli Arkadaşlar, bakmayın arada birilerinizi üzdüğüme sizleri
ve sitemizi çok seviyorum. Sizlerle geleceğe olan umudumun
büyüdüğünü de bilmenizi istiyorum.
Kalın sağlıcakla... |
|
|
02.12.2005 |
Değerli Arkadaşlar,
İnanın çok uzun süre düşündüm ne yazılabilir diye. Sayfa o denli
kişiselleşti, gerçeklerden uzaklaştı ki...
Sevgili a.e. elbetteki en çok size kırıldım. İçinde yaşadığımız,
yaşamaktan mutluluk duyduğumuz cumhuriyetimizi feshettiniz bir
çırpıda. Sayın Volkan'ın yazdıklarından bu anlamı çıkartmanız
ilginç. Sayın Volkan Adıghéy fesh olmak üzere demiştir her halde.
Bir de yazdıklarınızda Çerkes halkının yaptıklarını tüm şeyleri,
sitede söylenenlerle sınırlama eğilimi sezdim ki çok yanlış. Site
üyemiz iki bin desek, iki milyon Çerkes'in binde biri bir halka
örnek teşkil etmez değil mi. Hele bunların da tartışan sayısını
siz benden daha iyi biliyorsunuz.
Daha ilginci Volkan beyin sizden sonra yazmış olmasına rağmen bu
yanlışlığı düzeltmemiş olması... Ama Sayın Volkan son yazısını
sizin yazıyı okumadan yazmış olmalı. Öyle ya bu yanlışlığa "keşke
öyle olsaydı diyecek hali yok ya..."
Sevgili Elif, yazılanlardan beğendiklerinize beğendim deme,
görüşlerini beğendiğiniz kişileri destekleme hakkınız elbette ki
var. Olmaz mı? Ama başkalarının da yanlış bulduğu görüşlerinizi
eleştiri hakkı olmamalı mı? Örneğin sizin kendine "talebe" adını
vermiş, öğreneceği şey kalmamış, sorar gibi yapıp ders vermeye
kalkan arkadaşa kapılıp "Bizleri bir arada tutacak ortak
noktalarımız bile kalmamış hedef yok amaç hiç yok. Lay lay
lom'larla uğraşacak zamanımızda yok. Adigexhabze'yi yaşatalım,
saygılı olalım Zexes yapalım, ekip kuralım bunlarla hiç bir halk
ayakta kalamaz." diyebiliyorsunuz. Yazdığı uzun yazılara karşın
somutta hiçbir şey söylememiş olan sayın Talebe'nin "somut
önerilerini" destekliyorsunuz.
Bu nasıl bir anlayıştır ki sizlerde olmayan şeyin kimselerde
olmadığını sanıyorsunuz. Bizlerin politikasını yanlış, eksik
bulabilirsiniz ama bu kadar yazıya, gerçekleştirilmiş şeylere
karşın politika yok diyemezsiniz.
Yoksa siz Anavatana Dönüş Politikası dışında politika yok,
dönüşçülerin dışında kimselerin hedefi yok mu demek istediniz?
Bizler, nasıl bir dönüş düşlediğimizi, Bağımsız Birleşik Kuzey
Kafkasya'yı düşlerimizde bile görmediğimizi defalarca yazdık.
Dahası biz, dönüş olarak adlandırdığımız eylemin,
cumhuriyetlerimize, Rusya Federasyonu'na yerleşmenin, bir yönü ile
kişilerin seyahat özgürlüğünü kullanması kadar basit bir eylem
olduğunu biliriz. Nasıl aksini söyleyebiliriz bugün Rusya
Federasyonu'na dönüş yapan Çerkes'in on katı kadar Türk
yerleşmişse. Ayrıca da Avrupa'ya, Amerika'ya yerleşen, yerleşmek
isteyen Türkiye vatandaşlarına, Rusya Federasyonu'na yarleşen TC.
vatandaşlarına karşı çıkılmayıp, dönüş diyen Çerkeslere karşı
çıkılmasına da hep hayret ederiz. Gidilen ülke kabul ettiği halde
seyahat özgürlüğümüz neden kısıtlanmak istenir, bizlere illaki
kahramanlık yaptırma isteklerini anlamayız. Özetle bizimkisi böyle
basit bir politika. Köprü politikası...
Evet yineliyorum örgüt "gel kardeşim bir örgüt kuralım" demekle
kurulmaz. Talebe arkadaşımız dönüşçü olduğunu, dönüşü kabul
etmeyenlerle dönüşü tartışmadığını söylemişti. Benimde Dönüş
politikasını dönüşü kabul etmeyenlerle tartışmam. Dahası dönüş
politikasını tartışmam için "nasıl bir dönüş"te de anlaşmamız
gerekir. Bizim nasıl bir dönüş özlediğimizi defalarca somutladık.
Sizler de somutlayın ilkelerinizi beğenenler çevrenizde toplaşır.
İlkelerde anlaşırsak birlikte oluruz. anlaşamaz isek Talebe
arkadaşımızın dediği gibi herkes doğru bildiği yolda gider...
Bu da çok ters bir olay değildir. Günümüze kadar hiçbir halk
hareketinin herkesi kapsayan bir siyasi çizgisi olmamıştır. Hele
başlangıçta. Görüşler bir olmadan hep birlikte olunamaz. Bu sadece
bizlere özgü değil evrensel ilkedir.
Gerçekten üretim isteniyorsa kişilerin geleceğe ilişkin planlarını
sorgulamaları gerekmez mi?...
Saygıyla... |
|
|
04.12.2005 |
Sevgili a-e,
Sağlıklı tartışabilmek için asgari bir bilgi düzeyinin
gerekliliği, sevgili Talebe zorunlu olmadığını söylese de
yadsınabilir mi? Yeni başlayan birine Cebir'i anlatmak için x ve
y’den başlayabilirsiniz. Ancak x ve y’yi anlatıldığı gibi, bilimin
anladığı gibi anlamak istemeyip, kendisi öyle istediği için,
istediği anlamı verenlerle Cebir'in daha üst düzey kuramları nasıl
tartışılabilir. Peki, daha önce defalarca yazılmış, tartışılmış
halen tartışılan, bilinmesi gerekli olan, biliniyor olan konularda
hep yeniden aydınlatılmayı beklemek ciddiyetle, muhataba saygı ile
bağdaşır mı? Ben daha önce de yazmıştım hakaret ve saygı
konularında biraz farklı düşündüğümü. Örneğin “anavatanda
yaşayanların bedel ödemediğini söylenmesi, kendime karşı
kullanılan hakaret sözcüğünden daha çok yaralar beni.
Anavatandakilerin izlemedikleri sitelerde, anlamayacakları dilde,
Kuzey Kafkasya politikalarını tartışmanın onları hiçe saymak
anlamına geldiğini düşünürüm…
Sevgili a-e üzülerek söyleyeyim ki, sorduğunuz sorular,
Çerkeslerin neden anavatana dönmeleri gerektiği konusunu hiç
anlamadığınızı gösteriyor. Bunu anlamak, anlamak istemeyenler,
eskiden anlarken bugün anlamaz olanlar mebzul (*) yığınla… Ancak
cumhuriyetlerin statüsünü sorduğunuz soruda Abhazya ile Adıghéy’i
aynı kefeye koymanız anlaşılacak gibi değil… Halbuki bu sayfadaki
daha ilk yazımda, eleştiri de yöntem konusuna dikkat çekmiş
şunları söylemiştim:
“Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması
gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce
savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan
kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını,
yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak
almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle…
Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.
Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi,
belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları
gösterilebilmelidir.
Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve
bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel
anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü birimi olarak
grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk
ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb
terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize
özgü anlamlar verilmemelidir..
Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen
görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de
sunulmalıdır.
Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre,
algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde
bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap,
nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“ gibi bir yaklaşımı
dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması
geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde
olunmalıdır ya da dini inancının gereklerini terine getirmeyi
yaşamın amacı olarak seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine
de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine,
ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için
özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir,
gibi daha sayılabilecek bir çok şey.”
Bu söylenenler doğrultusunda, daha önce yazdıklarımda yanıtları
bulunabilecek olmakla birlikte bence bana yöneltmeniz gereken,
“Dönüş Nedir?, Niçin Dönüş?, Nasıl Bir Dönüş? Kimlerle Dönüş?”
gibi sorular olmalıydı. Zaten sorularınız, Dönüş’ün ne olduğu,
anavatana niçin dönmememiz gerektiği bilinerek soruluyorsa,
“Dönüş’ün olmayabileceğini” sezdirecek yanıtlar alınması umudu ile
bağlanan, tuzak sorular olarak da değerlendirilebilir. Özetle
sevgili a-e bilerek ya da bilmeyerek Şıblekhue’nin yerinde tespiti
ile “… açık ya da örtülü şekilde diasporayı anavatandan koparmak
ona karşı duygularımızı tamamen Türkiye içi yapılanmalara
yönlendirmek.” çabasını gösterenlere katkıda bulunuyorsunuz.
- Bize göre Dönüş, Adıghe-Abaza halkları için “ulusal idea” dır.
- Günümüzde, Anavatan ile Diaspora birbirine muhtaçtır. Anavatan
evlatlarına hasret, Anavatanın yaşam suyundan yoksun diaspora
öksüzdür.
- Halkımız için düşlediğimiz tüm güzel şeylere kavuşmamız, ancak
Anavatana Dönüş ile mümkün olabilecektir.
- Çok sayıda ülkeye dağıtılmış, yok olmanın eşiğine gelmiş
halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan diaspora için, anavatana
dönüş ulusal kültürel değerleri yaşatabilmenin, halk olarak
varlığını sürdürebilmenin tek yoludur. Anadilin okunup yazıldığı,
parlamentolarında kendilerine kontenjan ayrılan ülkelerde
yaşayanlar dahil diaspora Adığelerinin yok oluş hızı bunun, en
belirgin göstergesidir. Döneminde devlet yönetimine hakim olmuş
Çerkes Memluklarının akıbeti ise diaspora Adığelerinin
varlıklarını koruyamayacaklarının kesin kanıtıdır.
- Diaspora Adığelerinin Anavatana Dönüşü’nün sağlanması, tarihsel
topraklarında sürekli olarak baş kakıncı yapılan anavatan kesimi
için onurlu ulusal yaşamı geliştirme çabalarına en büyük katkıyı
sağlayacaktır.
- Bize göre bu yaklaşım, halkımızın. ulusal-kültürel değerler için
mücadele verdiğini söyleyen bilinçli her bireyinin benimsemesi
gereken bir paradigmadır.
- Ancak Anavatana Dönüş’ün, çok sıradan ikinci bir boyutunun daha
olduğunu, görmek, bilmek ve önemsemek durumundayız: Diasporada ki
insanlarımızın, diğer halklardan herhangi biri gibi Rusya
Federasyonu ve Federasyon üyesi cumhuriyetlerimizde, daha rahat
yaşayacaklarına, daha mutlu olacaklarına inanmaları, iş
adamlarımızın da Rusya Federasyonu’nda daha kazançlı işler
kurabileceklerini görebilmeleri, bu amaçlarla dönüşü
gerçekleştirmeleridir. Ayrıca, yıllardır başta ABD olmak üzere
birçok gelişmiş ülkenin başvurduğu yeni vatandaş kazanma
yöntemlerinin, dramatik bir düzeyde nüfusa ihtiyacı olan Rusya
Federasyonu için de gündeme gelmesi hiç de uzak bir olasılık
değildir. Bu öngörüye uyumlu politika geliştirmek de bizim
sorumluluğumuzdadır.
- Anavatana anavatan olduğu için dönülmelidir.
- Anavatana, bu güne kadar anavatanın bekçiliğin yapmış
kardeşlerine kaderini paylaşmak için dönülmelidir.
- Anavatana, halkı ile birlikte üretme, ürettiğini halkına da
sunma mutluluğunu yaşamak için dönülmelidir.
- Dahası halkıyla birlikte çekilecek sıkıntıda da bir mutluluk
yaşanabileceği bilinci ile dönülmelidir… gibi.
Dönüş, böyle anlaşıldığında, yanıtları, Diasporada kalacakların
kesinlikle yok olacağı, ancak anavatan kesiminin varlığını
sürdürebileceği, geliştirebileceği gerçeğini değiştirmeyeceği için
sorularınızı şu aşama ve ortamda anlamsız buluyorum. “Diasporayı
anavatandan koparmak” için sorulmuş olabileceği düşüncesini de
kendimden uzaklaştıramıyorum.
Şimdi izninizle, ben de size eğer samimiyetle yanıtlarsanız, dönüş
konusunda samimi olanları diğerlerinden ayırmamızı sağlayacak
birkaç soru sorayım.
- Altmışlı yıllarda, bir kısım diaspora Ermeni’si, sosyalist
oldukları, sistemi çok beğendikleri için mi dönmüştü Sovyetler
Birliği’nde yer alan Ermenistan cumhuriyetine.
- Ermeni diasporası Ermenistan’ın yer aldığı Sovyetler
Birliği’ndeki sistemi eleştirerek Ermenistan’a dönebilir miydi?
- Ermenilere soykırım uygulandığı tezini kabul ettirmeyi,
öncelikli görev sayan bir Ermeni’ye Türkiye Cumhuriyet’i
vatandaşlık verir mi? Seyahatlerini engellemez mi?
- Türkiye’nin bir bölümünü, Ermenistan kabul eden ve bu
toprakların bağımsız olması ya da Ermenistan’a bağlanması için
çalışan Ermenilere, Türkiye Cumhuriyeti oturma izni, vatandaşlık
verir mi?
- Türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanına, başbakanına katil diyenlere
Türkiye Cumhuriyeti, oturma izni, vatandaşlık verir mi?
- Birlikte örgüt kuracakların, aynı amacı paylaşıyor olması
gerekmez mi?
- Amacı anavatana dönüş olan örgüt önermesine karşın, Dönüş gibi
bir derdi olmayanlarla aynı çatı altında olunması gerektiğini
ileri sürenlere, “bu ne biçim örgütçülük, bu ne biçim dönüşçülük”
deme hakkımız doğmaz mı?
- Günümüzde Talebe’nin önerdiği tipte güçlü örgüt, güçlü finans
kaynağı demek değil mi? Güçlü bir derneğin finanse etmediği güçlü
örgüt kurulabilir mi? Devletler kendi amaçları için
kullanamayacakları örgütleri finanse eder mi?
- Önerilir önerilmez toplumun bütünü ile sahiplendiği, çözüm
önerisi biliyor musunuz?
-Bir görüşün doğruluğu yada yanlışlığı, sizce destek verenlerin
sayısı ile mi orantılı?
-Rusya Federasyonu karşı çıkmasa bile, bilinen nüfus oranı ile
Adıgheler, benim hayalini bile kurmadığım Kuzey Kafkasya
Federasyonu’na üyeliği ne gibi demokratik bir yöntemle
sağlayabilecekler.
- Sadece tek bir siyasal örgütü olan halk biliyor musunuz?
- Dönüşü kendi politikaları olarak seçen yönetimlerimizi,
yapabilecekleri konusunda denemeden, diasporada hayali örgüt
kurmanın anlamı var mı?
- Çerkeslerin ulusal sorunun tartışıldığı bir Kürt ya da Ermeni
sitesi biliyor musunuz?
- Çerkes ulusal sorununa bakış açıları örtüşmediği için kendi
aralarında tartışan, küsüşen, hakaret eden Ermeniler, Kürtler
tanıyor musunuz?...
Daha epeyce soru eklenebileceğini görmüşsünüzdür. Ama zaten çok
uzun bir yazı oldu…Ara vermekte yarar var…
Görüşlerimi paylaşan, paylaşmayan tüm arkadaşlara çağrım, lütfen
tartışmaları kişilikler üzerine kurmayalım. Daha önce de
belirttim. Günümüze kadar hiçbir halkın yapamadığını halkımızdan
beklemeyelim, tek dernek çatısı altında toplanabileceği
beklentisine girmeyelim. Sorunlara çözüm önerisi getirelim.
Getirilen çözüm önerisinin sadece olmazlığını söyleyerek puan
toplamaya çalışmayalım. Kendi önerimizi getirelim. Öneriler
içerisinde yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de, en gerçekçi
olanını seçebileceği konusunda halkımıza güvenelim.
Ben benim anladığım dönüşü özetle de olsa anlatabildiğimi
sanıyorum. Ayrı görüşte olanlar da -ki başka arkadaşlar da rica
etmişlerdi- kendi bakış açılarını ortaya koyarlarsa, tartışmayı
sürdürür, samimi isek çala, çala bir hava da tuttururuz..
İnanın hepinizi seviyorum. Tarzıma katılmayan Talebe, sizi de…
Kalın Sağlıcakla… Necdet
Bugünkü gazetelerde kendime yakın bulduğum iki görüş çıktı. Onları
da paylaşayım istedim sizinle… İlki Çerkes ulusal politikasını
“ezeli ebedi Rus-Çerkes düşmanlığı” üzerine temellendirmek
isteyenler için:
Etyen Mahçupyan 2005 12 04 Zaman Gazetesi.
Türkiye medyasının görmediği veya görmek istemediği bir haber
geçen hafta bütün yurtdışı yayınların parçası oldu: Ermenistan
Devlet Başkanı Koçaryan verdiği demeçte şöyle demişti: “Avrupa
Birliği’nin Türkiye’nin önüne Kopenhag Kriterleri dışında bir
engel çıkarması kabul edilemez.” Avustralya’daki Türkçe yayın
programında dinlediğimiz bu önemli haber Ermenilerin içinde
bulunduğu büyük zihni değişimi ortaya koymakta.
En milliyetçi kesim olan Taşnaklar bile, geçmişi donduran
yaklaşımların geleceği rehin aldığını artık fark ediyor.
Kısacası Türk resmi tezini savunanların bir sürprize hazır
olmaları lazım: Ermeniler ‘soykırım’ kelimesini bir kenara koyarak
tarihsel olayın kendisine bakan ve yaşananları devlet/yurttaş
ilişkisi içinde çözümleyen bir bakışa kaymaktalar. Bu durum
‘soykırım olmadı’ repliğini tekrarlayarak ve hukukun ardına
gizlenerek tarih ‘üretme’ kolaycılığına pek izin vermeyecek.
Türkiye toplumu bundan sonra vicdanıyla çok daha baş başa
kalırken, tarihe mesafe alabilen bir kimlik geliştirme şansını da
yakalayacak
İkincisi de anavatanımızı, cumhuriyetlerimizi, halkımızın bugüne
kadar ki üretimlerini rastlantı gören küçümseyenlere :
Hürriyet 2005 12 04 Murat Bardakçı
Bülent Ecevit’in Hint şairi Tagore’dan yaptığı tercümede ‘Lambaya,
aydınlığı için teşekkür et ama karanlıkta durarak ışığı tutan eli
unutma’ diye çok güzel bir cümle geçer…
Bilmem siz de beğendiniz mi…
(*) Mebzul: Bolca, Çokça. (CC) |
|
|
08.12.2005 |
Değerli arkadaşlar,
Foruma yazmaya başlamazdan önce nick konusunu düşündüm. Düşünme
nedenim sizlerin çoğundan daha yaşlı olmamın, deneyimli olmamın
sizler üzerinde psikolojik bir etki bırakmasından, görüşleri rahat
savunamayabileceğinizden korkumdu. Ancak bu kez de görüşlerimi
savunmaktan korkuyormuşum gibi bir izlenim edinilmesinden korktum.
Sayfaların birinde adımla hitap edilmesinden üzülmeyeceğimi,
sadece Necdet denebileceğini yazdığım halde genç arkadaşlar
thamadeliği yakıştırdılar. Siz genç kardeşlerim bunu o kadar
içtenlikle söylüyor yazıyorsunuz ki, “bana sadece Necdet deyin”
demekle bu kurumu bu denli önemseyenlerinizi kırmaktan korkar
oldum. Yineliyorum istediğiniz şekilde seslenebilirsiniz bana ama
lütfen düşünce bazında birbirimizin ne dediğini anlamaya
çalışalım, görüşleri, yaklaşıkları, kavramları, çözüm önerilerini
tartışalım.
Sevgili Talebe,
Yazılarınızdan belli oluyordu pek yeni bir talebe olmadığınız. Ben
de bunu ilk yazımda belirtmiştim.
Önce şu ‘’biz’’ meselesi. Benim bildiğim, bugün sizin anlattığınız
bir örgütümüzün olmadığı, yakın zamanda da kurulamayacağı şu
aşamada kurulmasına da gerek olmadığı.
Dolayısı ile “biz” bir örgütlülüğün ifadesi değil. Peki nedir
derseniz. Bilincinde olduğum, bilinçaltı da denebilecek birkaç
nedenden dolayı "biz" diyorum.
Nedenlerin biri benim, “ben” demek istemeyişimdir. Çünkü öyle
demediğim halde hep "ben" demişim gibi sıkça eleştirilmişimdir.
Bir de dersem "Allah korusun"...
İkincisi aramızda organik bağlar, örgütsel bağlar olmasa da
görüşlerimi paylaşan insanların olduğunu bilmemdir. Ben dersem
kendimi onlardan soyutladığım sanılır korkum.
Ancak en önemlisi savunduğum temel ilkelerin, yere zamana göre
savunma biçimi değişse de tek başıma benim ilkelerim olmayışıdır.
Bu denli doğru, bu denli yerinde temel ilkeleri nasıl yalnız
kendiminmiş gibi sunabilirim. Ben sözünü ettiğim ilkelerin
Sürgün'ün ilk günlerinden beri var olduğuna, Çerkes Teavün
Cemiyeti döneminde billurlaştığına, bizim kuşakla yeniden hayat
bulup yaygınlaştığına, dünyayı etkileyebildiğine inanıyorum.
Dolayısı ile benden "ben" demeyi bekleme lütfen.
İsteyene, Adıghéy isteyene Kheberdéy Adıghece'sini gönderebilirim,
dediğim ilkelerimizin sayıldığı ve benim kaleme aldığım son taslak
şöyle başlıyor:
Halkların halk olarak ortaya çıktığı ilk günlerden beri, halkını
seven, halkıyla gurur duyan, halkını yüceltmek, güzelleştirmek
için çaba gösteren halkseverler hep olagelmiştir.
Lhepkhxer duınayım khızıtéhağe apere mafaxem şéğejağew, yılhepkhı
feşıpkhe, aş rıguışxuere, lhepkhır yığelheghenım, yığedexenım
felajere lhepkhıpse xekuıpsexer şıew khıreque.
Лъэпкъхэр дунаим къызытехьагъэ апэрэ мафэхэм щегъэжьагъэу илъэпкъы
фэшъыпкъэ, ащ рыгушхорэ, лъэпкъыр игъэлъэгэным, игъэдэхэным
фэлажьэрэ лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр щы1эу къырэк1уэ.
Buna koşut olarak da halkına olan sevgisinden kaynaklı halkı için
canlarını verenlerin az olmadığı da bir giz değil.
Aş daquewi, ya lhepkhı fırae lheğuınığem khıpkhırıççew,
khızxeççığe lhepkhım yıpse fezğeılhığexer zeremımaççeri zımış'ere
şıep.
Ащ дак1оуи, ялъэпкъы фыра1э лъэгъуныгъэм къыпкъырык1эу,
къызыхэк1ыгъэ лъэпкъым ыпсэ фэзыгъэт1ылъыгъэхэр зэрэмымак1эри
зымыш1эрэ щы1эп.
Onun için "ulusal sorunların çözümü çalışmalarını ben başlattım,
biz başlattık" dememek gerekir hiç bir zaman
Arışı, "lhepkh uefığuexem yazeşşuexın khézğejağer serı, terı"
p'uenew şıtep.
Арышъы, «лъэпкъ 1офыгъохэм я зэш1охын къезгъэжьагъэр сэры, тэры»
п1о хъунэу щытэп.
Ancak değişikliklerin olduğu, halkın şansının döndüğü dönemler de
oluyor.
Aw mexhuı lhexhan zebleççığue, lhepkh nasıp kheğezeğu.
Caş fede lhexhanxem, psewığe lhepkh wıneşueşşıxer, lhepkhım
yığessağexer, lhepkh guılhıte ziexer, lhepkhım şış xetre zı ttsıfi
nasıpışşüew kheplhıten plheççışt.
Ау мэхъу лъэхъан зэблэк1ыгъоэ, лъэпкъ насьп къэгъэзэгъу.
Джащ фэдэ лъэхъанхэм псэуыгъэ лъэпкъ унэшъош1ыхэр, лъэпкъым
игъэсагъэхэр, лъэпкъ гулъытэ зи1эхэр, лъэпкъым щьщ хэтрэ зы ц1ыыи
насыпыш1оу къэплъытэн плъэк1ыщт.
İşte şansın döndüğü bu dönemlerde, halk için yapılan çalışmaların
getirisi de daha çok oluyor.
Nasıp kheğezeğuxem lhepkhım feblejırem khıpequeri nah nerılheğuı
mexhu.
Насып къэгъэзэгъухэм лъэпкъым фэблэжьырэм къыпэк1уэри нэхь
нэрылъэгъу мэхъу.
Ayrıca yetkililerine, güçlerine, bilgilerinin gerektirdiği
çalışmayı halkı için yapmayanlar da var ve bunların eleştirilmesi,
suçlaması gerekir. Tarih de suçlayacaktır onları.
Yet'ani, yaenatte, yakharıw, yaş'enığe yelhıtığew, guılhıtew yaem
yelhıtığew lhepkhım falejın fayer fezımlejıxeri şıex, yıççi axer
ğemısapxhex. Txıdemi yığekhuençeştıx axer.
Ет1ани, я1энат1э, якъарыу, ящ1эныгъэ елъытвгъэу, гулъытэу я1эм
елъытыгъэу лъэпкъым фалэжьын фаер фэзымылэжьхэри щы1эх, ик1и ахэр
гъэмысапхъэх. Tхыдэми игъэкъуанчэщтых ахэр.
Te zıtseççe şeç khıtétherep; tilhepkh zıratekhuıhağe apere mafem
şéğejağew lhepkhıpse, xekuıpsexer zıfelejağe, zıççexhuepsığe,
zılhıxhuığe zakhuer zı: Yıpxhah yıtekhuı yaşşığe yılhepkh
zefişesıjınır, aş yıççınalhe yeğeğuetıjığenır arı.
Тэ зыцэк1э щэч къытетхьэрэп; тилъэпкъ зыратэкъухьагъэ апэрэ мафэм
щегъэжьагъэу лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр зьфэлэжьагъэ, зык1эхъопсыгъэ,
зылъыхъугъэ закъор, зы: ипхъахь итэкъу аш1ыгъэ илъэлкъ
ээфишэсыжыныр, ащ ич1ыналъэ егъэгъотыжьыныр ары.
Bizim hiç kuşku duymadığımız şey halkımızın sürüldüğü, dağıtıldığı
ilk günlerden beri, özlediği, aradığı tek şey; perişan bir şekilde
dağıtılan halkını toplamak, onu vatanına kavuşturmaktır...
Yine uzun bir metin olmasın diye açıklamaları kısa keseyim.
Yanlış bulduğunuza göre, Amerika örneğini anlatamamışım demek ki.
Halbuki beni tanıyorsanız ve anavatanda yaşadığımı biliyorsanız
Amerika’nın çekiciliği gibi bir çekicilikle insanları
anavatanlarına çağırmadığımı anlamanız gerekirdi. Sevgili Talebe,
bırakın tünelin artık aydınlık olduğu bu günleri; ışığın hiç
görünmediği günlerde bile ben halkımın dönüşü anlamayacağı, destek
vermeyeceği bir korkuya kapılmadım. Örnekte vurgulanmak istenen
Amerika'nın kendi politikasına ters insanlara vatandaşlık
vermediği gibi, Rusya Federasyonu’nun da vermeyeceğidir.
Eskilerden olduğunuza göre bu konudaki ilkelerin yeni olmadığını
da bilirsiniz.
Dönüş-yerleşme konularını da anlatamadım. Dönüş bir halkın tüm
bireyleri için. Elbette Dönüşü ulusal kurtuluş mücadelesi olarak
görenleri dışlamaz bu yaklaşım. Ama aynı şekilde ulusalcılar da
salt evlenip yerleşenleri, işi için yerleşenleri, yani her hangi
bir nedenle yarleşenleri dışlamamalı anlamına. Yani önce bir
ulusalcılık sınavından geçecek sonra dönüş yapacaksınız denese idi
bugün Maykop’ta olanların kaçı burada olurdu bilebilmek zor.
Eskileri iyi hatırlayıp şimdi söylediklerimi tam anlamamanda bütün
kabahat benim değildir her halde. Her siyasal örgütün devlet
kurmayı hedeflediğin söylediğimi nasıl düşünürsünüz? Ama. devleti
olmayan halk örgütlerinin devlet kurmayı hedeflediklerini nasıl
görmezden gelebiliriz. Bu tip örgütler devlet kurulmazdan önce
güçleniyorlar ve devlet kurabilecek güce gelince de devlet
yönetimini örgüt belirliyor. Bizde ister cumhuriyet deyin, ister
devlet, ister belediye, ister muhtarlık ne derseniz deyin adımızı
taşıyan yönetimler var. Bu yönetimler karşıya alınarak bir şey
yapılamayacağı, hele diasporadan bu yönetimlerin
etkilenemeyeceğini söylemek istemiştim.
Ben yazdıklarınızda iki somut şey gördüm;
Birincisi benden manifesto isteğinizdi. İsteyene gönderebileceğim
yazımdan sonra istekte bulunmadınız.
İkincisi de çok açık değilse bile alıntı yaptığınız dergilerin
yayınlandığı günler ile günümüz arasında bir şeylerin değişip
değişmediği sorunuz.
Olumluya yönelik o kadar çok şey değişti ki... İyi bir talebe
olarak bunları bilmeyişinize gerçekten hayret ettim. Demek ki, bir
ara verdik öğretime...
Geçmiş, günümüz ve geleceği ile bütün dönüşü nasıl anlatabiliriz
bu sayfalarda. Yine de arkası yarın diyelim gelecek yazıda
gelişmelerden söz edelim...
Bu arada siz de Kafkas Halkları Federasyonu'nun sizin atfettiğiniz
önemi ve gücü olsaydı bugün ayakta kalmaz mıydı sorusunu da siz
bir düşünün…
Saygıyla... |
|
|
|
|
|
|
|