Truman, 4 Nisan 1949’da NATO’nun
kuruluşu sebebiyle yaptığı konuşmada NATO’nun okyanusun iki
tarafında demokratik ülkelerin ortak değerlerinin korunması
amacıyla kurulduğunu ifade etmişti. Soğuk Savaş’ın yeni başlamaya yüz
tuttuğu o tarihlerde Truman’ın ifadesiyle demokratik ülkeler,
NATO vasıtasıyla Sovyet tehlikesinden korunacaktı. Aradan
geçen zaman neticesinde NATO’nun da önemli bir rol oynadığı
Soğuk Savaş sona ermiş ve Batı için bir tehdit unsuru olan
Sovyetler Birliği artık tarih sahnesinden çekilmiştir.
Özellikle de Sovyet bloğunun bir denge unsuru olarak ortadan
kalkması, başta Ortadoğu ve Afrika bölgesi olmak üzere
dünyanın önemli bir bölgesinde jeopolitik vakum alanı ortaya
çıkmıştır. Bu coğrafya, sahip olduğu çok zengin kaynaklara
rağmen refah seviyesi dünyanın en düşük bölgelerinden
birisidir.
Radikalizmin yükselişiyle bir kısım aşırı uçların çeşitli
terör örgütleri ve terörist metotlar vasıtasıyla başta ABD
olmak üzere Batı değerlerine karşı mücadeleye başlamaları,
dünya terör tarihinde bir milat olan 11 Eylül 2001 tarihinde
ABD’deki ikiz kulelere saldırı ile neticelenmiştir. 11 Eylül
saldırıları ABD için dünyayı yeniden şekillendirecek önceden
hazırlanmış bazı projelerin yürürlüğe sokulmasına sebep
olmuştur ve ABD, uluslararası terörizmle mücadele gerekçesiyle
peş peşe Afganistan ve Irak’a askeri müdahalede bulunmuştur.
Ancak, 11 Eylül terörist saldırıları karşısında Afganistan’a
ve Irak’a yapılan askeri müdahaleler “uluslararası terörizmle
mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma
sürecine dönüşmüştür.
Batı ve Avrasyacılık Arasında Rusya
11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en
radikal değişimi yaşayan ülkelerden birisi de Rusya olmuştur.
Başkan Putin, iç politikada önemli riskler alarak terörizme
karşı savaşta ABD’ye tam destek vermiş ve Rus dış politikasını
Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtmaya
çalışmıştır. Ancak, ABD ile hızlı başlayan balayı Pentagon’un
Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle
neticelenmiştir. ABD, Afganistan operasyonları sonrası
Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik konseptlerinde
oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta
ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler
edinmeye başlamıştır. Bu sebeple Moskova’nın ABD’ye verdiği
desteğin en önemli sebeplerinden birisi olan uluslararası
teröre karşı işbirliği gerekçesi bir süre sonra en azından
Rusya açısından geçerliliğini yitirmeye başlamıştır.
Rusya, ABD’ye terörizme karşı işbirliğine verdiği desteğin
“terörist” olarak nitelediği Çeçenleri de kapsayacağını ümit
etmişti veya en azından bu çerçevede Rusya’nın Çeçenistan’da
“terörizme” karşı yürüttüğü savaşta Batılı müttefiklerinin
Rusya’nın bu “iç işine” karışmamasını beklemişti. Başlangıçta
Rusya’nın Çeçenistan politikasına fazlaca karışmayan Batı’nın,
zaman geçtikçe sesini yükseltmeye başlaması ve ABD’nin Orta
Asya’dan sonra başta Gürcistan olmak üzere Güney Kafkasya’da
da askeri ve politik mevcudiyetini güçlendirmeye başlaması,
Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve
Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep
olmuştur. Zira, Orta Asya’dan sonra Güney Kafkasya’ya
yerleşecek olan bir ABD, Rusya için kesinlikle (özellikle
Çeçenistan açısından düşünüldüğünde) bir tehdit unsuru
sayılacaktır. Kuzey Kafkasya’ya stratejik bir derinlik veren
ve Avrasya’da Rusya ile ABD arasındaki rekabetin en önemli
unsuru olan bu bölgenin enerji kaynaklarına hakimiyet
açısından önemli bir geçiş ülkesi olan Gürcistan (ve
dolayısıyla Çeçenistan) sorunu Rusya açısından stratejik ve
politik bir içerik kazanmaya başlamıştır. Kafkasya’da
Gürcistan coğrafi konumu, Azerbaycan ekonomik potansiyeli,
doğal zenginlikleri ve nüfusunun büyüklüğü sebebiyle,
Ermenistan ise Rusya ile sağladığı askeri işbirliği ve bölgede
oynadığı “çözülme” rolü sebebiyle stratejik önem arz
etmektedir.
Kafkasya ve Orta Asya’nın Rusya açısından stratejik ve
jeopolitik önemi sayılamayacak kadar çoktur. Özellikle
Vladimir Putin’in yönetime gelmesinden sonra ülkede sağlanan
ekonomik ve yönetimsel başarı ve Siloviki olarak da anılan
güvenlikçi ekibin ülkede tamamıyla söz sahibi oluşu Rusya’yı
yakın çevresine, özellikle de kendi milli güvenlik konseptinin
önemli bir parçası saydığı Kafkasya ve Orta Asya’ya özel bir
önem atfetmesine sebep olmuştur. Oysa Rusya için hayati önem
taşıyan bu alanlar bu konuda tam bir fikir birliği sağlanmamış
olsa da birçok analizci tarafından şimdi Büyük Ortadoğu
Projesi içerisinde gösterilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Rusya’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ne
bakışının anlaşılması için öncelikle Büyük Ortadoğu Projesi’ne
coğrafi manada bir netlik kazandırılması gerekmektedir. Eğer
bu projenin sınırları iddia edildiği gibi Karadeniz ve Hazar
Denizi’ne kadar uzanıyorsa bu, Rusya’nın Büyük Ortadoğu
Projesi’ne sınırdaş olacağı manasına gelecektir ki, bu husus
bile Rusya’nın projeye olumsuz bakması için tek başına yeterli
bir sebep olacaktır. Oysa Grossman’ın son Ortadoğu gezisi
sırasında Büyük Ortadoğu coğrafyasının yeniden
şekillendirildiği ve Kafkasya, Orta Asya ve İran’ın bu
coğrafyadan çıkarıldığı ifade edilmektedir. Gerçekten de
projenin başarı şansı için böyle bir düzenlemenin mantıklı
olduğu düşünülmektedir. Zira, proje bu coğrafyada rejim
değişikliğini getireceği için İran’ın bu projeye karşı
çıkacağı, gerekirse Irak’taki Şiiler vasıtasıyla ABD’yi
zorlayabileceği bilinmektedir. Diğer yandan İran’ın başta
Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkeleri nezdinde çok ciddi
bir desteği söz konusudur ki, bu durumda AB ülkelerinin de
projeye tepkisi söz konusu olabilecektir. Ayrıca Kafkasya ve
Orta Asya’nın da bu projeden “şimdilik” çıkarılması Rusya’nın
projeye en azından karşı çıkmasını engelleyecektir. Zira, Irak
operasyonları zamanında Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi daimi
üyeleri Çin ve Fransa ile bunlara eklemlenen Almanya ile
hareket etmesi ABD’yi oldukça zor duruma sokmuştu. Şimdi bu
yeni jeopolitik düzenlemelerle ABD, Rusya-Çin-Fransa-Almanya
ekseninin yeniden oluşmasını engelleme arzusunda olabilir.
Rusya Muhalif
Amerika’nın Ortadoğu’da Rusya’nın izlediği politikayı nasıl
algıladığını anlamak için önce Amerika’nın Ortadoğu ve Orta
Asya politikalarını anlamak gerekmektedir. Amerika bu iki
bölgede kendisinin ve müttefiklerinin enerji güvenliği için
yoğun bir enerji güvenliği politikası ve 11 Eylül olaylarından
sonra ilân ettiği gibi terörizme karşı küresel bir savaş
politikası izlemektedir. Her ne kadar Rusya, 11 Eylül sonrası
ABD’ye uluslararası terörizmle mücadelede destek sağlamışsa da
Rusya’nın bu desteğinin sınırları oldukça net bir şekilde
çizilmiştir ve Irak’a ABD müdahalesi esnasında da görüldüğü
gibi Çin, Fransa ve Almanya’yı da yanına alan Rusya, ABD’nin
Ortadoğu politikaları ile ilgili eylemlerine ciddi muhalefet
etmiştir. Zira Ortadoğu coğrafyası Rusya açısından sadece
silah satışı yapılan bir bölge olmaktan çok daha önemli
stratejik ve jeo-ekonomik anlamlar ifade etmektedir.
Bilindiği üzere SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya, artık
uluslararası bir süper güç olmadığından hareketle yeni
politikalar benimsemiş ve sahip olduğu zengin enerji
kaynakları sayesinde bölgesel bir enerji süper gücü olma
yolunda bir politika benimsemiştir. Bu açıdan bakıldığında
ABD’nin ileri sürdüğü Büyük Ortadoğu Projesi’nin terör
endişesi ve İsrail gibi sebeplerinin yanı sıra, “enerji”
konusu da en az ABD kadar Rus dış politikasında öncelikli bir
alana sahiptir ve bu manada Ortadoğu coğrafyası rekabet etmeye
değer bir jeopolitik alandır.
1990’lardan Sonraki Değişim
Rusya’nın Ortadoğu politikası 1990’dan başlayarak Putin
dönemine kadar önemli değişiklikler geçirmiştir. Rusya’nın
birinci derecede ilgilendiği ülkeler Türkiye ve İran’dı.
Türkiye, Amerika’nın ortağı olarak Kafkaslar ve Orta Asya’da
1990’ların sonuna kadar hem rakip hem de işbirliği yapılacak
ülke olarak gözükmüştür. İran ise zorunlu olarak Rusya’ya
yakın durmakla birlikte İslâm radikalizmini yayabilecek bir
ülke olarak algılanmıştır.
Moskova’nın ilgi duyduğu ikinci bölge İran Körfezi olmuştur.
Petrol açısından zengin ve stratejik açıdan önemli olan bu
alana Moskova, İran, Irak ve Körfez İşbirliği Konseyi
üyelerine yaklaşarak bu bölgede Amerika’yı dengelemek
istemiştir. Yeni dönemde Moskova için en düşük önemi olan
bölge, Irak, İran, Suriye kuşağının altında kalan, İsrail,
Lübnan, Mısır, Ürdün ve Filistin bölgesidir. Günümüzde radikal
terör hareketlerin köklerini gene İsrail düşmanlığı
oluşturmasına karşın Moskova, kendisine karşı Afganistan’da
kullanılan İslâmî cepheye bir tepki olarak İsrail’e yaklaşmayı
tercih etmiştir.
Rusya, kendi içindeki İslâmî toplulukların, aynı ayrılıkçı
etnik gruplarda olduğu gibi, küçük devletçikler biçiminde
bağımsızlıklarına kavuşmak istediklerine inanmaktadır.
Rusya’nın bu durumda düşmanları Büyük Ortadoğu Projesi
içerisinde yer alan rejimlerden ziyade bu rejimlerden destek
alan radikal gruplar ve kendi içindeki İslâmî topluluklardır.
Oysa olaylara Amerikan tarafından bakacak olursak, Amerika’nın
düşmanlarının, Amerika’nın izlediği politikalar nedeniyle
kendisine saldıran dış güçler olduğunu görmek mümkündür. O
hâlde Amerika ile Rusya arasında terörist devletlerin veya
teröristin kim olduğu konusunda bir algılama farkı bulunduğunu
söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, gene İran, Rusya
için Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da dengeleyici bir güç
ve zorunlu müttefik olarak belirmektedir. Oysa ABD için İran
halen ciddi bir tehdit unsuru konumundadır.
BOP ve Rusya’nın Yaklaşımı
Rusya’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ne bakışı henüz netlik
kazanmış değildir. Bunu, Rus makamlarından bu konuda henüz
resmi bir açıklamanın gelmemesinden ve konunun Rusya basınında
neredeyse hiç tartışılmamasından da anlamaktayız.
Ancak, özellikle ABD kaynaklı bazı düşünce kuruluşları, bu
yeni yapılanmada Rusya’nın da yer almasını istemektedirler.
Rusya yukarıda sayılan sebepler dolayısıyla bu projeye sıcak
bakmamak eğilimindedir. Ancak, bu proje ile Ortadoğu’da
gerçekleşebilecek demokratik rejim değişiklikleri, kaynağını
bu ülkelerdeki otoriter rejimler ve radikal Vahabist
hareketlerden alan Çeçenistan direnişi ve terör eylemlerinin
bir son bulması açısından Rusya tarafından ilk anda sempati
ile karşılanacak bir gelişme olarak algılanabilir. Ancak uzun
vadeli Rus dış politikası için bu projeye pek sıcak bakılacağı
düşünülmemektedir. Aynı zamanda bu projenin Rusya merkezli
Avrasyacılık akımıyla en azından coğrafik olarak çakışıyor
olması, Rusya’nın bu projeye karşı çıkmasına bir diğer sebebi
teşkil edebilir.
Diğer yandan Rusya şunun iyice farkındadır ki, ABD için
Ortadoğu sorunun hallinden sonra dikkat merkezine alınacak
husus içerisinde değişik federe cumhuriyetleri ve halkları
barındıran devasa büyüklükteki Rusya Federasyonu toprakları
olacaktır ve bu aşamadan sonra Rusya’nın federalizmi yeniden
tartışmaya açılabilecektir. Bu sebeple sınırları kendi yanı
başına kadar uzanan ve enerji gibi hayati konularda
inisiyatifin ABD’ye geçebileceği Büyük Ortadoğu Projesi’nin
Rusya açısından desteklenmemesi için yeterince sebep
mevcuttur.
|