Güney
Kafkasya alt sistemi, Rusya Federasyonu, Türkiye ve İran gibi
üç bölgesel güçle çevrelenmiş ir görünüm arz etmektedir.
Tarihin önemli bir kesitini, söz konusu üç bölgesel gücün
selefi olan imparatorlukların egemenliği altında geçiren
Kafkasya, 1991 sonrası da bu üç ülke arasında rekabete sahne
olmaya devam etmektedir. ABD ve AB
gibi bölge dışı küresel güçlerin de katıldığı bu rekabette
İran önemli oyunculardan birisidir.
Son dönemde, İran’ın nükleer bir güç olma çabasına bağlı
olarak bir gerginlik yaşanmaktadır. Bu gerginliğin nasıl
sonuçlanacağını şimdiden kestirmek çok güçtür. Ama ister
nükleer bir güç olsun, ister nükleer çalışmaları durdurulmuş
olsun, her iki halde de İran’ın geleceği Kafkasya’da yaşanan
bu rekabeti ve dolayısıyla bölgenin geleceğini doğrudan
etkileyecektir.
Kafkasya’daki yansımalarından çok, İran’ın Kafkasya
politikasının genel çerçevesine odaklanmaktadır.
Öncelikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünün İran için doğurduğu
fırsatlar ve tehditler üzerinde durulacak, ardından İran’ın
Kafkasya politikasının odaklandığı Azerbaycan ve Ermenistan’la
ilişkilerinin genel seyri ele alınacaktır. Gürcistan’ın kapsam
dışına çıkarılması, bu ülkenin İran’ın Kafkasya politikasında
önemli bir yer tutmamasından ileri gelmektedir. Sınırdaş
olmayan bu iki ülke ilişkileri sınırlı düzeyde, eşitler arası
ilişki olarak sürmektedir.
Fırsatlar Penceresi
Sovyetler Birliği’nin çöküşü İran açısından kısmen olumlu
kısmen olumsuz, ama her halükarda önemli sonuçlar doğurmuştur.
Her şeyden önce, İran’ın son üç yüzyıllık tarihinde, Tahran’ın
tehdit kaynaklarının başında gelen Rusya ile doğrudan sınırı
ortadan kalkmıştır. (1) Rusya’nın yerini sınır komşusu olarak,
İran’la kıyaslanamayacak kadar küçük ülkeler olan, batıdan
doğuya olmak üzere Ermenistan, Azerbaycan ve Türkmenistan
almıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü aynı zamanda
materyalizmle mücadelede dinin zaferi olarak Tahran’da
memnuniyetle karşılanmıştır. Dini rehber Humeyni’nin adeta bu
zaferi kutlarcasına Gorbaçov’a gönderdiği ve materyalizmi
yeren, dinin değerini anlatan mektubu bu memnuniyetin en üst
düzeyde ifadesi idi.
İran, Kafkasya ve Orta Asya’da yeni devletlerin ortaya
çıkışını “uluslararası yalnızlıktan kurtulmak için bir fırsat”
(2) olarak görmenin ötesinde, nüfuzunu arttırabileceği yeni
etkinlik alanı olarak algılamıştır. (3) Fars milliyetçisi
çevrelerin heyecanı ise daha büyüktü. Bu çevreler, “Rusya
tarafından işgal edilerek İran’dan koparılmış” bu bölgelerin
yeniden İran’a yöneleceği ve İran’ın nüfuzuna gireceği
beklentisindeydi. (4) İhtişamlı Fars İmparatorluğu hayallerini
çağrıştıran “Büyük İran” (İran-i bozorg) terimi yeniden
kullanılmaya başlandı. (5) Bu özlem sadece, basınla, kimi
çevrelerle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda bazı İranlı
yetkililer de bu heyecana kapılarak, “tarihi İran toprağı”
olan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İran’la
birleşmesini/birleştirilmesini gündeme getirdiler. (6)
İran’ın Kafkasya’da etkin olma arzularını besleyen ve Tahran
için avantaj gibi görünen üç temel etken vardı. Bu etkenler;
İslam, tarih ve kültürel mirasın yanı sıra İran’ın coğrafi
konumu idi. Komünizmin iflası bölgede ideolojik boşluk
doğurmuştu. Bağımsızlığını yeni kazanan Müslüman toplumlarda
İslam dininin bu boşluğu dolduracağı kanaati hem İran’da hem
de Batı’da güçlüydü. Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’daki
yeni siyasal oluşumlara karşı sürdürdüğü “kökten dincilik”
karalaması da bu kanaatlerin oluşumunu güçlendiren bir unsur
oldu. Kısmen bu propagandanın etkisiyle, İran’daki bazı
yetkililer Sovyetler Birliği’ne karşı Azerbaycan’da sürdürülen
mücadelenin dinsel bir nitelik taşıdığına inanıyordu. (7)
Üstelik Azerbaycan nüfusunun yüzde 65’i Şii idi. İran bu
olguyu bir fırsat olarak değerlendirip devrim ihracına yönelik
yoğun bir propaganda başlattı. Tahran’da hazırlanmış, İslam
Devrimi’ni öven gazete, dergi, kitap ve diğer propaganda
malzemeleri Azerbaycan’ın değişik bölgelerinde dağıtılmaya
başlandı. Hatta, Tahran bununla da yetinmeyerek Baku’de birkaç
gazete ve dergi çıkarmaya başladı. (8)
İran’ın teokratik rejimiyle, bağımsızlığını yeni kazanan
Müslüman devletler için model oluşturacağı endişesini taşıyan
Batılı ülkeler, buna engel olmak için laik “Türkiye modelini”
ön plana çıkararak bunu desteklediler. Zaten kısa sürede
Azerbaycan’ın mezhep taassubunu aşmış seküler bir toplum
olduğu anlaşıldı. Üstelik İran kaynaklı dini propagandanın
fazla taraftar bulmadığı görüldü. Ancak İran’ın faaliyetlerini
bu da durdurmadı. İran günümüzde yukarıda hedefleri özetlenen
çalışmalarını sürdürmektedir. Fakat, geçen zaman zarfında
çalışmalarının etkili olduğu söylenemez.
Bugün Azerbaycan özelinde, “İslam’ın yükselişi” retoriğini
gözlemlemek mümkündür. Böyle bir yükselişin boyutları
tartışmalı olmakla birlikte, söz konusu trentte İran kaynaklı
çalışmaların rolü sınırlıdır. Azerbaycan’da İslam’ın yükselişi
olarak değerlendirilen olgunun çekirdeğini dine dönüşün olağan
süreci oluşturmaktadır. Süreci güçlendiren ve siyasallaştıran
dört temel etken vardır. Birincisi, Batılı ülkelerin
Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali konusunda
takındıkları tutumdur. Özellikle aydınlar arasında “Bu haklı
davada Batı’nın kendilerine sırf Türk ve Müslüman oldukları
için destek vermediği” kanaati her geçen gün güçlenmektedir.
İkincisi, misyonerlik çalışmalarıdır. Misyonerlik çalışmaları,
bu çalışmaların hedefi açısından ters etki yaparak daha fazla
insanın İslam’a yönelmesi sonucunu doğurmaktadır. Üçüncüsü,
ülkedeki sosyoekonomik durum ve sorunlardır. Son etken ise,
İran, Vahabi ve Türkiye kaynaklı çevrelerin sürdürdüğü
çalışmalardır.
İran, Şiilik konusunda olduğu gibi, ortak tarih ve kültürel
mirasın kendisine etkinlik sağlayacağı yanılgısına düşmüştür.
İran bu konuda ilk darbeyi alfabe konusunda almıştır.
Bağımsızlık süreci ile birlikte Azerbaycan’da Kiril
alfabesinden Latin alfabesine geçiş gündeme gelmiştir. İran,
tercihin Arap alfabesinden yana olması için yoğun bir kampanya
sürdürmüş, fakat başarılı olamamıştır.
İran’ın Kafkasya’da etkin olmasına yol açabilecek üçüncü etken
ise coğrafi konumudur. İran Cumhurbaşkanı Rafsancani,
ülkesinin bu avantajını Şubat 1992’de yeni bağımsızlığını
kazanan cumhuriyetlerin Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (ECO)
üyeliği nedeniyle yapılan basın toplantısında şu sözlerle
ifade etmiştir: “Haritada görüldüğü gibi İran, ECO ülkelerini
bir birine bağlayan bir konumdadır. Kuzey-Güney, Doğu-Batı,
yeni ülkeler-Avrupa, Avrupa-Asya doğrultusundaki bütün petrol
ve doğal gaz boru hatları, demiryolları, iletişim hatları ve
uluslar arası havayolu ulaşımı İran üzerinden olmalıdır”. (9)
İran’ın coğrafi konumu üç açıdan avantajlıydı. Birincisi,
ikili ticari ilişkiler için sunduğu fırsatlardı.
Bağımsızlık sonrası Güney Kafkasya cumhuriyetleri, ekonomik
zorluklarla karşı karşıya kalmıştı. Sovyetler Birliği’nde,
merkezî planlama ve cumhuriyetler arası bağımlılığa dayanan
ekonomik bir sistem mevcuttu. Bu nedenle SSCB’nin çöküşüyle
sistem felç olmuştu. Böylece, bağımsızlık süreciyle birlikte
bölge ekonomisi şiddetli bir düşüş dönemine girmişti.
Bağımsızlığın kazanılmasıyla eski emir-kumanda sistemi ortadan
kalkmış, liberal piyasa ekonomisine geçiş süreci başlamıştı.
Ekonomik dönüşümün getirdiği yapısal sorunlara bir de etnik
çatışmalarla bunların doğurduğu istikrarsızlık ve belirsizlik
eklenmişti. Savaşlar sonunda ekonomik altyapı tahrip olmuş,
üretim adeta durmuştu. Bölge ülkeleri, bağımsızlığı takiben
temel gereksinimlerini büyük ölçüde dış ticaretle
karşılamaktaydı. Ancak böyle bir ortamda, coğrafi avantajına
rağmen İran’ın Güney Kafkasya cumhuriyetleri ile ticari
ilişkileri kayda değer bir gelişim gösterememiştir.
Bir taraftan İran’ın özel sektörü Türkiye’nin özel sektörü ile
rekabet edememiş, diğer taraftan da fiyatların düşük olmasına
rağmen kalitenin de düşük olması nedeniyle bölge halkları İran
mallarına rağbet etmemiştir. Öyle ki, “İran’ın kalitesi düşük
malları, aynı kalitedeki Çin mallarıyla bile rekabet
edememiştir”. (10) 2006 yılında Azerbaycan’la İran arasındaki
dış ticaret hacmi 381,8 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir
ki, bu da Azerbaycan’ın dış ticaretinin yüzde 3,3’ünü
oluşturmaktadır. (11) Aynı tablo İran’ın Gürcistan’la olan dış
ticaretinde de gözlenmektedir. 2004 yılında iki ülke
arasındaki dış ticaret hacmi yaklaşık 20 milyon dolar iken son
iki yılda yüzde yüzlük artış yaşanmasına karşılık 2006’da
ancak 43 milyon dolara ulaşmıştır. (12) Aynı şekilde,
Ermenistan’ın dış ticaretinde de İran’ın özel bir ağırlığı
özlenmemektedir.
2004 yılında Ermenistan’ın ihracatında İran’ın payı yüzde 3,9;
ithalatında yüzde 5,4 iken, 2005’te de bu rakam yüzde 3,
ithalatında da yüzde 6 olarak gerçekleşmiştir. (13) Sonuç
olarak coğrafi avantaj, ikili ticari ilişkiler konusunda
beklenen sonucu vermemiştir. İkincisi, coğrafi konumunun
İran’a bu cumhuriyetlerin dünyaya açılması için sunduğu köprü
olma fırsatıydı.
Nitekim Gürcistan hariç, diğer iki Kafkasya cumhuriyeti
karasal sınırlara sıkışmış bir jeopolitiğe sahiptir. Fakat,
İran bu avantajını da kullanamamıştır. Türkistan’a uzanan
Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan güzergâhı, Kafkasya ve Orta
Asya’nın dünyaya açılmasını sağlayan başlıca güzergâha
dönüşmektedir.
Üçüncü olarak, İran, Hazar havzası enerji kaynaklarının
uluslararası piyasalara taşınmasında coğrafi konumundan
faydalanmak istemiştir. Hazar havzası enerji kaynaklarının
İran üzerinden Basra Körfezi’ne taşınmasını bazı petrol
şirketleri de desteklemiştir.
Özellikle İran’ın kendisinin de enerji kaynaklarına sahip
olması, değiş-tokuş (swap) olanağı sağlayarak taşınma
maliyetlerini önemli ölçüde düşürebilirdi. Fakat, ABD’nin
karşı çıkması nedeniyle İran hem Hazar havzası enerji
konsorsiyumlarında yeterince kendisine yer bulamadı hem de
güzergâh olma fırsatını kaçırdı.
Sonuç olarak, İran’ın Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucunda
bağımsızlığını yeni kazanan Kafkasya cumhuriyetlerinde
etkinliğini sağlayacak fırsatlar vardı. Fakat yapısal
sorunları olan rejimin niteliği, ülke içindeki Türklere
uyguladığı kültürel baskı ve ABD’yle ilişkileri, etkinliğinin
sınırlı kalmasına neden olmuştur. “Ekonomik/stratejik çabaları
politik etkinlik seviyesine ulaşamamıştır’’. (14)
Yeni Tehditler
İran, Sovyetler Birliği’nin çökmesinin açtığı fırsatlar
penceresi kapanırken Kafkasya bölgesinden başlıca iki tehdit
algılamıştır. Birincisi, Güney Azerbaycan’dan kaynaklanan
etnik nitelikli tehdittir.
İkincisi
de, bölgenin Batı’nın nüfuz alanı haline dönüşmesidir.
Güney Azerbaycan
İran birçok etnik grubu barındıran bir ülkedir ve sisteme
hâkim olan Farsların yanı sıra, önemli oranda
Türk,
Kürt, Arap ve Beluç nüfus barındırmaktadır. Nüfusun etnik
dağılımına ilişkin sağlıklı ve güncel veriler bulmak imkansız
olduğu için, Şah döneminde yapılmış ve etnik aidiyeti de
yansıtan nüfus sayım sonuçlarından hareketle bazı tahminlerde
bulunulmaktadır. Bu tahminlere göre İran nüfusunun en az yüzde
50’sinin Fars olmadığı iddia
edilmektedir. (15)
Kapak Konusu
Buna göre, Farsların ardından ikinci sırada Türkler er
almaktadır. İran’daki Türk nüfusun ağırlıklı bölümünü
Azerbaycan Türkleri ile Türkmenistan sınırındaki Türkmenler
oluşturmaktadır. Azerbaycan Türklerinin nüfuslarına ilişkin
veriler de farklılık arz etmektedir. Kimi hesaplamalarda
Azerbaycan Türklerinin İran’ın genel nüfusunun yüzde 24’ünü
oluşturduğunu ileri sürülürken, diğerlerinde bu rakam yüzde 33
olarak telaffuz edilmektedir. (16) Güney Azerbaycan
Türklerinin ileri gelenlerinin yaygın iddiası ise Azerbaycan
Türklerinin nüfusunun 30 milyona yaklaştığı yönündedir. Aynı
durum Türkmenler için de geçerlidir. Türkmen nüfusunun 1,5-2
milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Azerbaycan
Türkleri mutlak çoğunluğu oluşturdukları Batı Azerbaycan, Doğu
Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Hamedan ve Kazvin vilayetlerinin
yanı sıra başkent Tahran’da ve diğer bölgelerde
yaşamaktadırlar. Bu çerçevede Azerbaycan cumhuriyeti “Kuzey
Azerbaycan”, İran’da Azerbaycan Türklerinin yaşadıkları
bölgeler ise “Güney Azerbaycan” olarak adlandırılmaktadır.
20. yüzyılın başlarına kadar İran tahtında Safavi, Afşar ve
Kaçar gibi Türk hanedanlar hüküm sürüyordu. 1925 yılında
İngilizlerin ve Rusların desteği ile tahta çıkan Rıza Pehlevi,
Farslılık temelinde devleti yeniden inşa etmeye başlamıştır.
Bu çerçevede ülkedeki bütün Türkler ve Azerbaycan Türkleri
yoğun kültürel baskı altına alınmıştır. Türkçe ad ve Kapak
Konusu soyadlar yasaklanmış, yer isimleri
Farsçalaştırılmıştır. Türklerin Ari İran ırkına mensup
Azerilerin soyundan geldikleri, Selçuklu ve Moğol dönemlerinde
Türkleştikleri gibi görüşler ortaya atılmıştır. Türk nüfusa
karşı bu muamele İslam Devrimi’yle birlikte şekil değiştirerek
günümüze kadar sürmüştür. Tahran yönetiminin baskılarına karşı
olarak da Azerbaycan Türklerinin zaman zaman milli istekleri
doğrultusunda ayaklandıkları görülmüştür. Bu durum Güney
Azerbaycan bölgesini Tahran için potansiyel bir tehdit
kaynağına çevirmiştir”. (17) Böyle bir ortamda, “Kuzey
Azerbaycan”da Azerbaycan cumhuriyetinin doğması İran’da büyük
bir tedirginliğe yol açmıştır. “Kuzey Azerbaycan”daki milli
harekatın “Güney Azerbaycan söylemi”, bu tedirginliği iyiden
iyiye arttırmıştır.
İran, bu tehdidi bertaraf etmek için iki yönlü bir politika
uygulamıştır. Bir taraftan Azerbaycan’ı etki alanına almaya
çalışırken, diğer taraftan da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
İran’daki Türk nüfusu düzerindeki etkisini sınırlandırmaya
çalışmıştır. (18) Bu çerçevede Baku’nün bir çekim merkezine
dönüşmemesi için bir taraftan Azerbaycan Cumhuriyeti’ni
içeride istikrarsızlaştırıcı politikalara yöneltmiş, diğer
taraftan, Azerbaycan’la savaşta Ermenistan’ı destekleyerek
Baku’nün güçsüz düşmesini amaçlamıştır. İran, Karabağ
savaşında Ermenistan’a ekonomik ve enerji yardımlarının yanı
sıra askerî destek de vermiştir. (19) Baku’nün
sınırlandırılması politikasının ayaklarından birini de,
İran’ın Hazar’ın hukuki statüsüne ilişkin tutumu
oluşturmaktadır. (20)
Kafkasya’nın Batı’nın Nüfuz Alanına Dönüşmesi İran açısından
ikinci tehdit, bölgenin Batı’nın nüfuz alanı haline
dönüşmesidir. Bu nedenle İran, Batı etkisine karşı Rusya’nın
Kafkasya’daki etkinliğini desteklemiştir. Rusya ile işbirliği
içinde bölgede kendine yer edinmeye çalışmıştır. (21) Bu
durumda, Tahran’ın, bir taraftan Kafkasya’yı Rusya’nın arka
bahçesi olarak görmesi, diğer taraftan da Azerbaycan’a karşı
Ermenistan’ı desteklemesi, ilişkinin Moskova-Erivan ittifakı
olarak eklemleşmesi sonucunu doğurmuştur.
Rusya’nın müttefiki olarak Batı’ya mesafeli duran Ermenistan,
bu tutumuyla İran için sorun oluşturmamıştır. Buna karşılık
Azerbaycan’ın Batı merkezli bir politika izlemesini Tahran
tedirginlikle izlemekte ve Baku’ye Batı ile ilişkilerini
sınırlı tutması konusunda baskı uygulamaktadır.
Azerbaycan ve Ermenistan’la İlişkilerin Genel Seyri
Azerbaycan’ın bağımsızlığından itibaren İran-Azerbaycan
ilişkileri genel olarak gerginliğini korumuştur.
“Güney Azerbaycan” meselesine ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
Batı’yla ilişkilerine bağlı olarak bu gerginlik artmakta veya
azalmaktadır. İki ülke ilişkileri bu açıdan dönemsel olarak
sınıflandırılabilir. Ayaz Mutallibov’un devlet başkanlığı
döneminde ilişkiler göreli olarak sakin geçmiştir.
Mutallibov’un halktan kopuk, Moskova’ya sadık bir isim ve
alternatifinin Elçibey liderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi
olması, İran’ın yaklaşımında etkili olmuştur. İran, Azerbaycan
Halk Cephesi’nin iktidara gelmesini önlemek için Mutallibov’u
desteklemiştir.
Elçibey liderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi’nin iktidara
gelmesi ile iki ülke ilişkileri gergin bir yıl geçirmiştir.
Elçibey’in Türkçü söylemi, “Güney Azerbaycan” konusundaki
hassasiyeti ve Batı yanlısı politikası İran’ı tedirgin
etmiştir. Halk Cephesi iktidarına karşı gerçekleşen darbede
Moskova ile birlikte hareket etmiştir.
Haydar Aliyev’in iktidara gelmesi ile ikili ilişkilerde göreli
bir yumuşama yaşanmıştır. Aliyev, İran’a Talış Deniz Petrol
Anlaşması’nda yüzde 10’luk bir pay vermenin yanı sıra, hem
Moskova’ya hem de Tahran’a karşı yatıştırıcı bir politika
izlemiştir. Fakat bu iyileşme uzun sürmemiştir. Aliyev’in
1994’te Batılı ülkelerle “Asrın Anlaşması” olarak adlandırılan
petrol anlaşmasını imzalamasını takiben Batı yanlısı bir
politikaya yönelmesiyle birlikte, İran-Azerbaycan ilişkileri
giderek gerginleşmiştir. Özellikle 2001’de Hazar’daki Alov-Araz-Şark
yataklarının işletilmesi konusunda İran’ın dostane olmayan
tutumu nedeniyle iki ülke ilişkilerindeki gerginlik zirve
noktasına ulaşmıştı. Diğer taraftan, bir çelişki gibi görünse
de, 2003’te İlham Aliyev’in iktidara gelmesiyle birlikte
İran-Azerbaycan ilişkileri yeniden bir yumuşama dönemine
girmiştir. Bu konuda iki etken önemli rol oynamıştır.
Birincisi, Baku’deki olası bir “renkli devrim”in İran için
yaratacağı tedirginliktir.
İkincisi ise, Aliyev yönetiminin denge politikasıdır. İran,
Azerbaycan’la yaşanan gerginliğin Baku’yü daha fazla Batı’ya
itmemesi için ihtiyatlı bir tutum takınmaktadır.
İran’ın Azerbaycan’la ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir
konusu izlerken Ermenistan’la ilişkileri sürekli bir gelişme
kaydetmiştir. Siyasi, iktisadi ve askerÎ ilişkilerde mesafe
katedilmiştir. Bunların yanı sıra İran-Ermenistan
ilişkilerinde nükleer çalışmalar konusunda işbirliği önemli
yer tutmaktadır. İran’ın nükleer çalışmalarına katkıda
bulunduğu için ABD tarafından Mayıs 2002’de iki Ermeni
şirketine karşı yaptırım kararı alınması dikkat çekicidir.
Sonuç
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, Kafkasya’da üç yeni
devletin ortaya çıkması İran için yeni bir ilgi odağı olmuş ve
Kafkasya’da etkinlik alanı oluşturmaya çalışmıştır. Fakat,
siyasi sistemi, ülkesindeki Türklere karşı baskıcı tutumu ve
ABD ile ilişkileri nedeniyle bölgeye nüfuz etme çabaları
başarısız olmuş, ilişkileri sınırlı kalmıştır.
Bu etkenlerde kayda değer bir değişiklik yaşanmadığı sürece
İran’ın Kafkasya’da etkinlik sağlaması olanaksız
gözükmektedir. İran’ın Kafkasya politikası iki konuya
odaklanmıştır. Birincisi, Azerbaycan Cumhuriyeti’ni zayıf
düşürmektir. Bu bağlamda Azerbaycan’la savaşta Ermenistan’a
verdiği destek dışında başarılı olduğu söylenemez. İkincisi,
Rusya’nın etkinliğine destek olmaktır.
Dolayısıyla, İran Kafkasya’daki rekabette tamamlayıcı bir
aktördür ve bu politikası da başarısız olmuştur. Nitekim
Rusya’nın Kafkasya’daki etkinliğinin Batı karşısında eridiği
açıkça gözlemlenmektedir. Türkiye açısından bakıldığında ise,
İran’ın başından itibaren Ankara’yı bölgede bir rakip olarak
algıladığı rahatlıkla söylenebilir. İran ayrıca, gerek Güney
Azerbaycan gerek ABD’nin bölgede artan nüfuzunu daima Türkiye
bağlantılı tehditler olarak görmüştür.
Dipnotlar
1)
Abbas Maleki, “Iran and Turan: Apropos of Iran’s Relations
With Central Asia and The Caucasian Republics”, Central Asia
and The Caucasus, No. 5 (11), 2001, İsveç, 89-97, s.95.
2)
Bülent Aras, “Amerika-Orta Asya İlişkileri ve İran’ın Konumu”,
Avrasya Dosyası, Cilt 5, No. 3, Sohbahar, 1999, ss. 225-243,
s.238, Abbas Maleki, “Iran and Turan...”, s.91.
3)
Emre Bayır ve Araz Aslanlı, “Tehdit Merkezli Bir Dış Politika:
İran’ın Azerbaycan Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 2, No.
18, Ekim 2001, ss.47-56, s. 48. Oliver Roy, “İran’ın Orta Asya
Politikası”, 2023 Dergisi, Haziran 2002, ss.11-14, s.12.
4)
Abdollah Ramezanzadeh, “Iran’s Role as Mediator in the Nagorno-Karabakh
Crisis”, Bruno Coppieters (der.), Contested Borders in the
Caucasus, Brüksel, VUBPRESS, 1996, ss.163-177, s. 68.
5)
Fred Halliday, “Condemned to React, Unable to Influence: Iran
and Transcaucasia”, John F. R. Wright, Suzanne Goldenberg,
Richard Schofield (der.), Transcasucasian Boundaries, New
York, St. Martin’s Press, 1996, ss. 71-88, s. 73.
6)
Nesip Nesipli, “Azerbaycan ve Moskova-Erivan-Tahran
İttifakının Jeopolitik Kuşatması”, Stratejik Analiz, Cilt 1,
No. 4, Ağustos 2000, ss.61-72, s. 70.
7) Emre Bayır ve Araz Aslanlı, “Tehdit Merkezli Bir Dış
Politika...”, s. 49.
8)
Nesip Nesipli, “Azerbaycan ve Moskova-Erivan-Tahran...”, s.70.
9) Ercan Durdular, “İran’ın Azerbaycan ve Ermenistan
Politikası”, Avrasya Dosyası, Cilt 2, No. 1, İlkbahar, 1995,
ss.124-135, s.126.
10) Türkiye ve İran’ın Kafkasya ve Orta Asya
Cumhuriyetleri ile ekonomik ilişkilerini bir arada
değerlendiren çalışma için bkz. Mehmet Dikkaya, “Orta Asya’da
Yeni Büyük Oyun: Türkiye, Rusya ve İran”, Avrasya Dosyası,
Cilt 5, No. 3, Sohbahar, 1999, ss. 189-208, s.200.
11)
Azerbaycan İktisadi Kalkınma Bakanlığı Resmî İnternet Sayfası,
“Azerbaycan Respublikasının 2006-cı il üzere xarici ticaret
dövriyyesine dair arayış”,
www.economy.gov.az/Catalogs/files/file1181808439663.doc.
12)
Gürcistan Dışişleri Bakanlığı Resmî İnternet Sayfası, “
Relations betweenGeorgia and the Republic of Iran”,
http://www.mfa.gov.ge/index.php?sec_id=376&lang_id=ENG.
13)
“Armenia Ranks as the Most Economically Free Nation in the CİS”,
www.ada.am/html/key_economic_indicators.html.
14)
Yalçın Sarıkaya, “Geleneksel Dış Politika İçin Atılım İmkanı
mı?”, 2023 Dergisi, Haziran 2002, ss. 24-32, s. 31.
15)
Bkz. Brenda Shaffer, “Iran’s Internal Azerbaijani Challenge:
Implications for Policy in the Caucasus,” Moshe Gammer (der.),
The Caspian Region, Cilt 1, Londra, Routledge Yayınevi, 2004,
ss.119-140, s.119.
16)
Brenda Shaffer, “Iran’s Internal Azerbaijani Challenge...”,
s.137, dipnot 1 ve 2.
17)
Emre Bayır ve Araz Aslanlı, “Tehdit Merkezli Bir Dış
Politika..”, s.55.
18)
Nesip Nesipli, “Azerbaycan ve Moskova-Erivan-Tahran...”, s.
70.
19)
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Svante E. Cornell, “Iran
and the Caucasus”, Middle East Policy, Cilt 5, No. 4, Ocak
1998, ss. 59-64. Brenda Shaffer, “Iran’s Internal Azerbaijani
Challenge...”, s.127. Mesut Çaşın, “İran Silahlı Kuvvetleri”,
Avrasya Dosyası, Cilt 2, No. 1, İlkbahar, 1995, ss. 27-51,
s.48. Asker Kartal, “Azerbaycan-Ermenistan Savaşı”, Avrasya
Dosyası, Cilt 2, No. 4, Kış, 1996, ss. 85-108, s.104
20)
Hazar’ın hukuki statüsü ile ilgili bkz. Elnur Soltan, “Hazar
Denizi’nin Hukuki Statüsü”, Stratejik Analiz, Cilt2, No 13,
Mayıs 2001, ss. 64-69.
21)
Atay Akdevelioğlu, “İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Asya ve
Azerbaycan Politikaları”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt
1, No. 2, Yaz, 2004, ss.129-159. |