...................
...................
ADİGEY CUMHURİYETİ  (АДЫГЭ РЕСПУБЛИК)

HAPİ Cevdet Yıldız

                         
...................
 
...................
Çerkesler, eski zamanlardan günümüze kadar özgürlük uğruna savaş vermiş, mücadele etmiş halkların hiç kuşkusuz başında gelmektedir. Uzun yıllar savaştan başını kaldıramamış insanlarımızın bu mücadeleleri kimi zaman bir takım ideolojilere örnek olarak sunulmuş, kimi zaman kullanılmış, dönemine göre de basitleştirilerek bazı çıkarlara paralel olarak saptırılmıştır. Özgürlük için direnişin içinin boşaltıldığı dönemlere kadar, özgürlük uğruna savaşmaktan öteye geçebilecek şartlara bir türlü erişemeyen Çerkesler, devletleşme hareketlerine hazırlıksız yakalanarak, politik açıdan da yeterli desteğin olmadığı bir evrede layık oldukları isteklere, şartlara ulaşamamışlardır.

Çevresinde olup bitenlere kayıtsız kalarak, aslan payını almak için her yolu deneyenlere nazaran tek taraflı hareketler ve nüfusunun büyük çoğunluğunu kaybetmenin verdiği potansiyelle de kaderlerine razı olmak durumunda kalmışlardır. Bunlara neden olarak tarihi trajedileri gösterdiğimiz vakit, ister istemez ''hiçbir halka bağımsızlık tepside sunulmaz'' sözüne destek çıkmış oluruz. Ancak, ''bu türden trajedilere maruz kalmış dünya üzerinde başka halklar var mıdır'' dersek de sorumuz cevapsız kalabilecektir.

Yalnız, Çerkesler açısından önemli olan nokta şudur ki; sorunlara açık bir yaşam biçimine sahip olmaları, kendi içlerinde o kadar etkili olmasa da dış dünyaya karşı her zaman savunma mekanizmalarını zafiyete uğratmıştır. Bu yaşam biçimlerinde göze çarpan en önemli kusur, tabi ki ferdiyetçi anlayış ve bu anlayışın şekillendirdiği toplumsal yapılarıdır. Ferdiyetçiliğin yeri geldiğinde kritik noktalara ne kadar ters etki yaratabileceğini de görebiliriz.

Çerkesler, toplumsal özgürlükten önce, kişinin kendi özgürlüğünü ön plana koymuş ve birey olarak özgür olmak ve bunun mücadelesini vermek elzemdir anlayışı hakim olmuştur. Böyle bir anlayışın artıları kişisel bazda mutlaka vardır. Ancak toplumsal hareket, birlik ve beraberlik açısından bakarsak diğer etkenlere nazaran birçok soruna gebe olduğunu görebiliriz.

Ferdiyetçi özgürlük; -en basitinden- kişisel anlamda boyun eğmeyi yadırgar, amaçsız kullanılmayı, sadece iş gücü olarak değerlendirilmeyi, arka planda tutulmayı reddeder. En önemlisi de toplumsal özgürlük birinci dereceden benimsenmediği zaman, kitlesel tepkiler konusunda da bu bireylerin zayıf olmalarına neden olur. Herkesin "mecbur" kaldığı oranda kendi kişisel özgürlüğü için mücadele ettiği zamanlar ya da özgürlüklerine karşı bir tehdit oluşmaması durumunda da baş gösteren bir durgunluk söz konusudur. Bu psikolojiyi destekleyen vakalar Çerkes tarihinde bolca mevcuttur.

Ferdiyetçi özgürlük empoze edilmiş bir bireyden, kendi özgürlüğünü tehlikeye atacak faaliyetler beklemek kolay olmasa gerektir. Sürgüne kadar geçen dönemde bunun sonuçlarını en trajik biçimde yaşamış olan Çerkeslerin, sürgünden sonra nedense "dört bir yana" dağıldıkları coğrafyalarda da bu özelliklerini belli bir döneme kadar muhafaza ettikleri görülmüştür.

Hala daha devam eden bu bilinçsiz, kontrol edilemeyen, genetik bir özellik haline gelmiş karakter yapısı, kendi içlerinde hat safhada olmasına rağmen dışa karşı bilinen bazı etkenlerden dolayı büyük oranda zayıflamış, zayıflamak zorunda kalmıştır. Bu zayıflıktan memnun olmayan birçok kesimin, ortamın mevcut karşıt güçlü hareketlerinde yer alma hevesi olarak tekrar dirilmiş karaktere bürünmeleri, farklı akımlarda-ideolojilerde yer almasının yanında kendi soydaşlarına, karşı hareketlerde bile bulunmalarına yol açmıştı. Ferdiyetçi kültürün bu bireylerinde hala "ya kahraman ol, ya öl" sözleri taraf buluyordu.

Bu sözü söyleyerek, ulusal zaferi-bağımsızlığı "bireysel kahramanlığa" indirgeyen zamanın kitlesi, din vb. etkenlerinde araya girmesiyle bu ferdiyetçiliğin illaki bir sonucu olacak olan bölünmeler yaşamışlardı. Diğer taraftan, demokratikleşme ve ferdi özgürlüğü mümkün olduğu kadar minimize etmeye çalışan feodal tabakalaşmada, bu sefer aynı sorunu üst kademelerde devam ettirmiş ve halkın ayaklanmasına kadar varan olaylar zincirine neden olmuştu.

"İki deniz arasında tek devlet olur" diyerek başlatılmaya çalışılan kitlesel hareketin bu nedenle sözden ileriye gidemeyeceğini görmek zaten beklenen bir olaydı. Tehlike henüz bitmeden, düşman hala kapıda iken, zafer tamamen kazanılmadan tek taraflı ilan edilmiş, sınırları belirlenmiş bir devletin varlığından ve hele ki bağımsızlığından söz etmek zaten mümkün değildi. Bağımsızlığı istemek ya da istememe gibi bir durumun yanında, şartlar değişince şekil değiştiren bir anlayış, ulusalcı karaktere henüz ulaşamamış toplumlar için baştan zararlıdır ki; nüfus azlığı da tam tersi olması gerekirken, aksine, bu oranı aşağı çekmede büyük etki yaratmıştı.

Örgütlenme için, henüz oluşturulabilecek zemin olmamasına rağmen -bu konuda bir çıkış- meyil olmamasına rağmen tüm coğrafyaya etki etmeyen yöntemlerin kullanılması ya da seçilmesi de mevcut yapıyı düzeltmek yerine daha çok ayrışmalara sebebiyet vermişti.

Hala, bir yandan demokrat, diğer taraftan aristokrat olmakla övünmenin yanlışlığını ve bir beynin bu iki fikre aynı anda sahip olamayacağını ve toplumsal yaşamın, bilincin bu tarzda bir anlayışı kabul edemeyeceğini kavramak lazımdır. Düşünce dünyası ile yaşayışın birbirini tutmaması aile ortamında sorunlara açıklığa zemin hazırlayacak ve toplumsal yaşamda da ciddi karşı oluşumlara neden olacaktır.

Hele hele bu yapı içersindeki "bireysel özgürlük" anlayışı diaspora gibi baskın kültürlerin etkisi altında kalan birey için dönülmez bir yola yelken açacaktır.