|
|
................... |
|
................... |
KUNTA KİNTE ÇERKES
MİYDİ? |
Tolga Kaya |
|
|
................... |
|
................... |
Aksaray
metroya doğru giderken sağlı sollu bir çok seyyar satıcıyla
karşılaşıyorum. Herkes bir şeyler satmaya çalışıyor. Bu ‘’Konstantinniyye’’
denilen şehirde satılmayan şey yok galiba. Her şey satılık. En
çok ilgimi çekenler ise Afrikalı kardeşlerimiz. Hani şu
dünyanın en altındakiler.
Türkiye’de bile kendini
azınlıkta gören haklarının gasp edildiğini düşünen herkes ”biz
bu ülkenin zencileriyiz“ diyerek durumu özetlemeye çalışır. Bu
zavallılarda Konstantinniyye’de dünyanın her yerinde olduğu
gibi yaşama güçlükle tutunmaya çalışıyorlar.
Köyde yaşlı bir amca var. Hiç evlenmemiş. Son derece şahsına
münhasır bir zattır. Kulübemsi evinde tek başına yaşar ve Nuh
Nebi’den kalma radyosunu dinler. Zaman zaman köye gittiğimde
kendisiyle sohbet etme şansı yaratırım kendime. Her zaman BBC
gibi Amerika’nın Sesi ya da Rusya’dan yayın yapan Türkçe
radyoları dinler. Tam bir Çerkes milliyetçisidir ama bazen
kendi kendine bazı faraziyeler üreterek köyün gençlerini
kendine güldürür. Örneğin Jackie Chan’in (Ceki Çen) Çerkes
olduğunu iddia eder. Her ne kadar bende bir arkadaşımı ona
benzetiyor olsam da bu iddiaya biraz şüpheyle yaklaşıyor
insan. “Bill Gates”in Çerkes olduğunu bizzat radyoda söylediği
gibi iddialar da bulunur.
Herkes Çerkes olmak zorunda değil. Ancak aslında herkes biraz
Çerkes olabilir.
Neden mi?
Çerkesler son derece gelenekçi ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı
bir toplumdur. Yüzyıllardan beri adet ve geleneklerini özenle
bu güne kadar belli erozyonlara rağmen ayakta tutmayı
başarmışlardır. Çerkesler aynı zamanda toprak köleliğine
dayalı feodal bir toplumdur. Maalesef yüzyıllarca belki de çok
daha öncelerinden bu zamana kadar var olagelen bir köle
ticaretinin içinde bulunmuşlardır. Bu utanç verici durum
birçok dramı da beraberinde getirmiştir. Aileler parçalanmış,
birçok insan köklerinden koparılmış, dünyanın birçok yerine
dağılmışlardır. Birçok insan köklerini anne babalarını
aramalarına rağmen bulamamışlardır. Osmanlı’da üst seviyelere
gelen Tunuslu Hayrettin Paşa bile önce İstanbul’a sonra
Tunus’a köle olarak satıldıktan sonra, bütün o parasına ve
sosyal statüsüne, anne babasını bütün aramalarına rağmen
bulamamıştır.
Osmanlı’ya göçten sonra birden fazla sahibe bağlı olan köleler
sahipleri tarafından paylaşılmış, bu paylaşım sırasında
babalar, anneler ve çocuklar birbirinden yarılmış bu duruma
Çerkeslerin göçünden sorumlu olan “Muhacirun Komisyonu”
müdahale etmek zorunda kalmıştı.
Bir çok Çerkes kızının da kah esirciler (ki, bunların arasında
Çerkesler de vardı) kah kendi aileleri tarafından saraya ve
konaklara satıldıkları bilinen bir gerçektir. İngilizler
Osmanlı’ya Afrikalı kardeşlerimizin köle olarak getirilmesini
önlemede başarı sağladılarsa da maalesef Çerkeslerin ve
Gürcülerin köle olarak alınıp satılmasına engel olamadıklarını
itiraf etmişlerdi. Osmanlı devleti köleliği önlemeye
çalışırken Çerkeslerin “kendi çocuklarını ve akrabalarını
satmak” gibi garip bir adetleri olduğundan dem vurmuş, bu
adetin hem bu dünyada hem öbür dünyada lanete neden olacağını
belirtmişlerdi.
Çerkes köleliği ve ticareti Osmanlı’nın Batılılaşma gayreti ve
köleliliği engellemeye çalışması ile onurlu Çerkes kölelerin
artık köle olarak alınıp satılmalarına karşı çıkmaya
başlamalarıyla (ki, bu daha öncede Kafkasya’da yaşanmış bir
hadiseydi) çok yavaşta seyretse ve oldukça sancılıda geçse
ortadan kalkmıştır. Osmanlı’ya kitlesel göç zamanında ve daha
önceki göçler zamanında Çerkeslerin resmi makamlara köle
olmadıklarını ispat etmeye çalışmaları bize Amerikan filmlerin
de gördüğümüz zenci köle hikayelerini andırıyordu.
Yakalanan bir esircinin yanında bulunan yaşları on, on ikiyi
geçmeyen çocukların mahkemede köle değil de hür olduklarını
ispata çalışmaları ve memleketlerinde (ki, akrabalarını şahit
göstermeye çalışmaları ama bu isteklerinin reddi gibi
gerçekten yaşanmış ve belgelenmiş) bu gibi durumlarda her
insaf sahibi Çerkes’in gözyaşı dökmemesi mümkün müdür?
Kahramanlık menkıbeleriyle haklı olarak öğünen Çerkeslerin bu
tarihi gerçek olarak ispatlanmış kölelik olgusu hakkında da
kendilerine dürüst olmaları gerekmektedir. Köle olarak satılan
Çerkesler gerçeği çok uzun zamandan beri yaşanmış bir
gerçektir ve o kadarda geniş bir alana yayılmıştı. Ki, eğer bu
feodal yapı çok daha öncelere dayanıyorsa bugün Çerkes kökenli
olanların sayısı ve götürüldükleri yerler sanılandan da çok ve
çeşitli olabilir. İtalya’da bile Cenevizliler ve Romalılardan
dolayı Çerkes kökenli insan olabilir, kim bilir belki de “Bill
Gates’in” de “Jackie Chan”inde bir taraflarının Çerkes olma
ihtimali aslında o kadar da gülünecek deli saçmaları
olmayabilir.
Yıllar önce bir Çerkes arkadaşın yazdığı bir makale vardı.
Hala aklımdadır: Yıllar önce “Bonanza” dizisini dayısıyla
seyreden arkadaş, dizi kahramanı kovboy “Kartrayt” ailesinin
ata bindikleri sırada dayısının heyecanla “Vallahi bu
Kartraytlar Çerkes” dediğini, kendisinin ise buna güldüğünü
ama yıllar sonra” Bonanza” dizisinin yönetmeni ünlü Ürdünlü
Çerkes Yönetmen “ Muittin Kandur” adını duyduğunda nasıl
şaşkınlığa uğradığını okuduğumu hala büyük bir keyifle
hatırlarım.
Aksaray metroya az kaldı ama birden hamam böcekleri gibi
aniden dönüp ters istikamete geldiğim yere doğru yürüyorum.
Çerkeslerin en büyük ve en yakın kader ortakları, kader
arkadaşlarımız, belki de coğrafya olarak uzağız ama
yaşanmışlıklar olarak yakınız. Ne onlar bizi tanıyor ne de biz
onları. İhtimal ki, bu düşüncelerimi onlara söylesem o büyük
beyaz dişleriyle gülerek beni elleriyle itip ”ne kullanıyorsan
kafa yapmak için git bize de getir, iyice uçmuşsun“ diyecek
olan Afrikalı kardeşlerimize doğru gidiyorum. Yere tezgah açıp
bir hafta sonra bozulacak olan saatlerden satıyorlar. Köle
olarak alınıp satılmış iki ayrı ırktan iki ayrı insanız,
insanlığın şimdiki gibi medeni olmadığı bir dünyada acılarla,
diş gıcırtılarıyla, gemi mahzenlerinde, kan ve kusmuk içinde,
taşınan her otuz yolcuya karşılık bir küçük köle çocuk ücret
alan (Çerkeslerin Osmanlı’ya taşınma bedeli buydu ve köle
olarak verilecek çocuk kura ile belirleniyordu) soysuz, kan ve
göz yaşı emici köle taşıyan gemicilerin kırbaçları altında,
ayrı ayrı yerlerde ama aynı şartlar altında ezildik, sürüldük,
satıldık. Vatanlarından ve sevdiklerinden koparıldık.
“Kaça bu saat, kardeşim” diyorum. Şöyle bir bakıyor, kardeşine
benzetemiyor.
”Bu saat bozulmaz değil mi?” diyorum saf saf.
Gülüyor enayiliğime.
”Garantili bunlar. Bizde onlardan kullanıyoruz“ diyerek,
yıllar önce atalarının bileklerine köle zincirlerinin iz
yaptığı kolunu gösteriyor. Ben de atalarımın bileklerine köle
zincirlerinin iz yaptığı koluma takıyorum saati.
”Kunta Kinte’yi tanıyor musun?” diye soruyorum.
Gülerek başını iki yana sallıyor: ”Hayır” diyor.
Bende ”boş ver. Ben de tanımıyorum zaten” diyorum. |
|
|
|
|
|
|
|