Çerkesler
gittikleri her yerde, ülkelerde "özgürlük" savaşçısı
olmuşlardır. Çünkü onlar için savaşmak kahramanlıktır,
kahraman gibi savaşmak ya da ölmek özgürlük için şarttır ve ne
için, kimin için olduğunun önemi yoktur. Mısır Çerkes
Memlukları dönemi, Çerkes karakterinin Mısır'da en belirgin
bir yansıması olmuştur. Sultan Berkuk, orada burada,
farklı ülkelerde, illaki o ülke için savaşacak olan Çerkesleri
bir araya getirip yalnız Mısır için savaşmalarını sağlamaktan
öte Çerkesler adına fazla bir şey yapamamıştı.
Bu dönem, anavatandan uzak Çerkeslerin diğer topraklardaki
özgürlük savaşlarının başlangıcı olmuş ve bu başlangıç
anavatanın Moğol istilasına denk geldiğinden Anavatan
Çerkeslerinin, vatanları için yaşamaktan öte "ölmek" zorunda
olmalarına neden olmuş ve buda Çerkeslerin zaten azalan
nüfusunu daha da azaltmakta önemli bir etken olmuştu. Bu
dönemde Çerkeslerin kurtarıcısı veya yardımcısı ne başka bir
millet, komşu nede silah güçleri ve düzenli ordularıydı.
Onları kısmen koruyan etkenler; dağlar, ormanlar, kişisel
özgürlük karakterleri, cesaretleri ve kahramanlıklarıydı.
Moğollar döneminde ellerinden giden topraklara ancak Moğollar
oraları terk ettiğinde geri dönebildiler ve bu yokluğun
verdiği kin ve gururla da dağlardan düz ovalara inmiş, eski
topraklarını da aşarak kuzeylere kadar ilerlemişler ve az
nüfuslarına oranla geniş topraklara yayılmışlardı.
Altınordu dönemi ve sonunda Kırım hanlığı tehlikesi ve kuzeyde
Rusların mevcudiyetine kadar bu şekilde birbirinden uzak
halde, dereler ve tepeler ardında akraba kabileler olarak
yaşadılar. Çünkü normal hayatta birisine muhtaç yaşamak onlara
göre değildi. Bu muhtaç olacakları kimse isterse akrabası
olsun ister yabancı onlar için fark etmiyordu. "Dayanışma
kültürü" bu nedenle hiç düşünülmemiş bir şeydi, çünkü
dayanışmaya neden olacak bir şey onlara göre yoktu. Savaşlara
dek bu toplumsal yaşayış Çerkeslere hakim olmuştu.
Kuzeyden gelen Kırım saldırıları, Çerkeslerin bir bölümünü
doğuya itmiş ve küçük-büyük Kabarda Çerkesleri oluşmuştu.
Terek’e kadar uzanan Kabarda ile batı Çerkesleri arasında
bulunan set halindeki dağlık alanlar bir daha geri dönülemez
bir ayrılışın habercisi gibiydi. Bu ayrım sadece kültürel,
sosyal değil politik açıdan da Çerkeslerin geleceğini
etkileyecek düzeyde olaylara neden oldu. Batı Çerkeslerinin
büyük kısmı Tatar saldırılarına mecburiyetten karşı koyarken,
doğu Çerkesleri Ruslarla ittifakı gerekli gördüler ve ilk
adımı Adigeler adına atmış bulundular.
Bu girişim geçici olarak çok önem arz eden stratejik bir
antlaşma idi ancak, ileriki dönemlerde durumun
değişebileceğini kavramak ve ona göre hareket etmek
Çerkeslerin düşünce yapısında yer edememişti.
Kabarda bu dönemlerde komşu Rus ve Kazaklar ile ilişkilerini
belli bir süre geliştirdiğinden batı Çerkeslerinden neredeyse
kopma aşamasına gelmişti. Ta ki, Çerkes feodal rejimin baskısı
artana ve Rusların savaş çanları çalana dek.
Çerkesler, başka milletlerin himayesinden önce kendi
insanlarının önderliğini ve baskısını dahi kabul etmeyecek ya
da bu konuda sorun çıkartacak bir özgürlük anlayışına
sahiplerdi. Zamanında Tatarlardan dolayı doğuya yönelmek
zorunda kalan büyük nüfuslu Çerkeslerin bir kısmı, şimdide
kendi feodal düzenlerinden kaçarak tekrar batıya yönelerek
diğer soydaşlarına katılıyorlardı. Çünkü demokrasi oradaydı,
baskı rejimi yoktu ve orada her birey kişisel özgürlüğe
sahipti.
Hapishanesi Olmayan Halk
Çerkesler, günümüzde bağımsız olan devletlerin yaşayış
tarzına, özgürlüğüne inat, zamanında, devlet olmadan da adet
ve gelenekleri ile toplumsal düzeni sağlam bir şekilde
sağlamış olduklarına inandıklarından; ne bir devlete ve
bayrağa, ne de bir hapishaneye ve düzenli orduya ihtiyaç
duymuşlardır. Çünkü, her aile savaşa hazır bireylerden
oluşmakta, sahip oldukları kültür bu bireylerin savaşçı ve
özgür yetişmesini teşvik etmekte, suç işlemek toplumdan
uzaklaştırılmak demekti. Bayrak denilen şey, her ailenin,
sülalenin damgasından ibaretti ya da her biri ayrı bir
garnizon olan kabilelerin flamasıydı. Feodal düzende de
pşilerin (prens) amblemlerinden ibaretti. İstilacı, göç eden
bir yapıları olmadığından ne komşularına saldırılarda bulunmuş
ne de onları asimile ederek nüfusunu arttırmayı denemişlerdi.
Yani, dönemin dünya düzeninden ve siyasetinden uzak kendi
hallerinde yaşamışlar ve dış dünyaya karşı ilgisiz
kalmışlardı.
Bu nedenle de ilerde kendilerini savunmak zorunda olacakları
milletler tek tip değil, birden fazla ırkların karışımı
olarak, sayıca fazla bir şekilde karşılarına çıkacak, tek ırk
özellikleri gösteren Çerkesler ise bu sayı ve fiziki
dezavantajdan dolayı yıkıma uğrayacaktı. Memluk Çerkesleri
gibi üzerlerine yöneltilen toplara, ağızlarından ateş saçan
canavarlar diyecek, barutlu silahlara karşı kılıçları, okları
ve kamalarıyla karşı koyacaklardı. Bu adaletsiz savaşlarda tek
avantajları taktikleri, kendilerine kardeş kadar yakın
gördükleri güçlü atları ve onlara yön veren cesaretleri idi.
Dezavantajları ise, düzensiz saldırılar, düzensiz birlikler,
hükmettikleri yabancı köle unsurları kullanmaktan ziyade daima
en önde, en savaşçı Çerkes askerlerini kullanmaları ve bu
anlamsız savaşlarda onları heba etmeleriydi (Örn: Çerkes
Memluklar). Bu durum diğer yabancı/yerli köle unsurlara geçici
cesaret vermekten başka hiçbir işe yaramayacaktı. Çünkü onlar
köleliği kabul etmişlerdi, bunun dışındakiler ise sonucu ne
olursa olsun "kahraman gibi ölmeyi", köle olarak anılmaya
tercih ediyorlardı.
Düzenli Ordusu Olmayan Bir Millet
Toplara karşı kılıç çekiliyordu, kılıçlarına kan bulaşmadan
ölen yiğitler ile kılıçları kınından çıkmadan zafer
kazananların dönemi.
Adigeler, ayrı önderlerin keyfiyetiyle müstakil partiler
halinde baskın ve ganimet için savaşıyor, plansız bir
örgütlenme ile Ruslara zayiat verdiriyorlardı. Özellikle
Wubıhların diğer unsurlara nazaran taktiksel anlamda
uyguladıkları metotlar düşmanı şaşırtmaktaydı. Ancak bu
sistemin tüm kabileler arasında uygulanabilirliğinin olmaması
da etkili bir direniş ve saldırının oluşmasına olanak
vermiyordu.
Bu durum Ruslarında dikkatini çekmiş, Amiral Serebkriakov:
"Kavimlerin dağınıklığı ve birbirleriyle bağlantısız küçük
savaşların olması ileriye dönük bizim avantajımız olacaktır"
demişti.
Muhammed Emin ile başlayan bir takım faaliyetler de haliyle
Rusları endişelendirmiş ve onları, tehlike arz etmeden önlem
almaya itmiştir. Zaten bu oluşumlar başlamadan bitmişti. Rus
kaynaklarından da gördüğümüz üzere, savaş planları her zaman
yeri yurdu belli, ismen belirli yerlerde mevcut kabileler
üzerineydi. Askeri faaliyetlerin ilkinin Natukuay ve
Shapsughlara karşı verilmesi gibi tarihi belgelerde rastlanan
kavimsel planlar bolca mevcuttu. Bu durum Adigelerin kendi
aralarında bilinçsiz bir şekilde garnizonlara bölündüğünü ve
birbirleri ile uzun zamana yayılan, planlı ve taktiksel fazla
bir ilişkinin olmadığını gösteriyordu.
Adige Birliği
1853’lerde durum biraz değişmişti. Naibin (M. Emin) ordusunda
10 bin kadar Adige bulunuyor ve bunlar Adige kabileleri
Abzeghler, Wubıhlar, Temirgoylar, Besleneyler ve Bjedughlardan
oluşuyor, eskiye nazaran sayıları az olsa da örgütlenmiş
askeri birlik görüntüsü veriyordu. Tabi ki bazı Adige
kabileleri de bu birliğe katılmayı reddediyorlardı. Bu nedenle
Muhammed Emin, Şamil'inkinden farklı yöntemler kullanmak
zorunda kalıyor, bu da kendi başına buyruk hareket etmesine
neden oluyordu. Çünkü Adigelerin toplumsal yapısı insanların
kendi başlarına buyruk hareket etmesine meyilli bir yapıydı ve
bunun üstüne de Naip’in yanlış ve keyfi uygulamaları eklenince
istenen gerçekleşememişti.
Gerek Adigeler arasında gerek diğer Kafkasyalı kabileler
arasında fikir ayrılıkları her zaman mevcuttu. Fikir
ayrılıkları olmazsa olmaz bir sorundu. Hatta bazı kabileler
bir dönem Rus düşmanı diğer dönem Rus yanlısı olabiliyordu. Bu
durum örgütlülüğe sekte vurmak bir yana kabileleri birbirine
düşürmekte, hatta tüm savaş planlarını da altüst etmekte idi.
Muhammed Emin'in yukarda sözünü ettiğimiz Adige kabileleri
arasında sağladığı kısmi birlik, o zaman Rus yanlısı olan
Karaçayların tavrı nedeniyle bozularak-plan değişikliğine
neden olmuş, sonraları da Şamil ile Batı Adigelerinin birliği
planı da Kabardey hakimiyetindeki Mozdok'un Ruslar tarafından
direnişsiz işgali ile gerçekleşememişti. Bunun yanında Doğu
Kafkasya'da Şamil'i Ruslardan daha çok uğraştıran da Dağıstan
hanlığının Rus yanlısı tutumu idi. Dağıstan anca 1850’lerde
Ruslara karşı tavır almış ve mücadeleye katılabilmişti.
1864 Sürgün'ü Kafkasya'ya Ders Olamadı
Daha ileriki yıllardan günümüze kadar da bu gibi durumlar
sürekli değişken bir çizgide seyretmiştir. Mesela II. Dünya
savaşı, Nazi Almalarına karşı tarafsız kalanlar, Rus yanlısı
olanlar, Alman tarafına çekingen de olsa destek veren ya da
tam destek verenler şeklinde birden fazla görüş ve hareketler
ve yaşanan ırksal göçler bu bölgenin geleceği için gözle
görülür ve de akıl ile idrak edilebilir bir durumun
ürünleriydi.
Adige (Çerkes) Birliği Son Umut
Tüm Kafkasya'nın ortak hareket etmesinin hayalden öteye
gidemeyeceği idrak edilmiş olacak ki, 1830 ve 1850 yılları
arasında yoğun olarak Çerkesya dahilinde sadece Çerkesler
(Adige-Abhaz-Wubıh) tarafından bir özgürlük hareketi
başlatılmaya çalışılmıştı. Müttefikliğin zararları, artık
kimseye güvenmemek halini almıştı. Adigeler, kendi kaderlerini
kendileri tayin etme düşüncesiyle tamamen kendilerini, olup
bitenlere karşı ilgisizleştirip yalnızlaştırdıkça, yani kendi
içlerine kapandıkça birlik olmak gerekliliğini anladılar ve
Adigeliğe de o oranda bağlı kaldılar. Ancak bu seferde eskiye
nazaran sahip oldukları "nüfus ve güç" artık kalmamıştı. O
zamana dek boş yere orda burada heba edilen insanlar, köle
ticareti ile tökezleyen sosyal yapı ve geçen zaman ne
Adigelere nede Kafkasya'ya bir fayda sağlamıştı. Yani Adigeler
birleşmeyi ve toplumsal tepkiyi sürgüne kadar tam anlamıyla
gerçekleştirememiş ve böylece toplumsal hareket gecikmişti.
|