Giriş
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan
cumhuriyetlerdeki Türklerin etnik kimliğini isimlendirmede
yeni bir kelime ortaya çıktı: “Türki”. Aslında bu kelime yeni
olmayıp daha önce başka anlamlarda kullanılmakta idi. Osmanlı
Türkçesinde yaygın olarak görülen “i” eki, etnik topluluk
sonuna geldiğinde o milletin dili demektir. Fars-Farisi,
Arap-Arabi gibi “Türki” de Türkçe demekti.
Ancak 1990’lar ile
birlikte kullanılmaya başlayan “Türki” kelimesi ise, Anadolu
Türkleri dışındaki Türklere karşılık gelmekteydi. Mesela
Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve
Kazakistan için “Türki cumhuriyetler” denmeye başlandı.
Bu isimlendirmeye haklı olarak birçok çevreden itiraz gelmiş,
böyle bir ayırımın temeli olmadığı gibi bu isimlendirmenin
bilimsel bir tarafı olmadığı savunulmuştur. Buna karşılık
İngilizce’de “Turkish” ve “Turkic” diye iki farklı kelime
bulunduğu, Türkiye Türkleri için “Turkish”, Türkiye
dışındakiler için de “Turkic” dendiği” ileri sürülerek,
“Turkic” karşılığının “Türki” olması gerektiği savunulmuştur.
1990’lar boyunca “Türki” kelimesi yaygınlaştığı halde buna
karşın “Yeni Türk Cumhuriyetleri”, “Azeri Türkleri”,
“Türkistan Türkleri” gibi doğru isimlendirmeler de bilimsel
yayınlarda önemli bir yer tutmuştur. İngiltere ve Rusya’nın
Kafkaslar ve Orta Asya konusunda, asırlardır “büyük oyun”
olarak adlandırılan politikalarının bir parçası olarak,
Anadolu Türklerine ayrı, Anadolu dışındaki Türklere ayrı
kimlik ismi vermelerinin, kendi politikaları açısından tutarlı
bir izahı olabilir. Ancak bu politika sonucu kasıtlı olarak
yanlış üretilen bir ismi, hedef ülkenin olduğu gibi sahiplenip
kullanmasının doğru olmadığı açıktır.
Bu yazının temel konusu, “Türk” kimliğinden ayrı bir “Türki”
kimliğinin aslında olmadığına temas etmekle birlikte daha önce
kullanılan ve Sovyetler sonrasında “Türk’e yakın” gibi yeni
bir anlamla ortaya sürülen “Türki”nin gerek duyulduğu etnik
gruplardır. Mesela Azeriler için Türk’e yakın anlamında, sanki
Türk değilmiş gibi “Türki” kimliğinin yanlışlığı açıktır.
Ancak, Türk kökenli olmadığı halde Türkiye’ye siyasi,
kültürel, duygusal bakımdan yakın kavimlerin de, ki buna
“Türki”ler diyoruz, varlığı söz konusudur. Bu gerçekten
hareketle tartışma konuları şöyledir:
Türk cumhuriyetleri mi Türki cumhuriyetler mi?
Ulus-devletin kurucu ögesi olarak ortak etnik kimlik mi ortak
gelecek inancı mı?
Müslüman Kafkas halklarının Türkiye ilgisi.
“Türki” halklar olarak Çerkesler, Abhazlar, Çeçenler,
Dağıstanlılar ve diğerleri.
Kafkaslardan Basra Körfezi’ne Anti Türkizm stratejisine konu
Türkiler
Türk Cumhuriyetleri mi Türki Cumhuriyetle mi?
İngilizce’deki “Turkic” veya Türkçe’de son yıllarda kullanılan
“Türki” kelimesi, etnik köken bakımından Türk’e yakın bir
etnik grup olarak, “Türk” ile aynı milletten olmayan biçiminde
gerçeklerden uzak bir mesaj vermektedir. Sömürgeciliğin temel
ilkelerinden olan “böl-yönet”in önemli bir uygulama alanı
olarak Sovyet döneminde Kafkaslardaki ve Türkistan’daki Türk
hanlıklarından Rus yönetimine geçen Türkler için, Türk
kimliğini kullanmaları yasaklanarak Azeri, Özbek, Türkmen,
Kazak, Kırgız, Karakalpak gibi kimlikler ihdas edilmiştir.
Bunların her biri için ayrı alfabe düzenlenmiş ve her aşamada
Türk halklarını kendi ırkdaşlarından uzaklaştırmak için
çeşitli eğitim ve propaganda metotları ile gerçekler
saptırılmıştır. Öyle ki, Baltık Denizi’nden Bering Boğazı’na
kadar bütün Ruslar için tek alfabe kullanılırken asırlardır iç
içe yaşayan ve aynı dili konuşan farklı Türk boyları için 40
kadar farklı alfabe düzenlenmiştir.
Sovyet sisteminin, temelleri Çarlık Rusyası döneminde atılan,
Türk topluluklarını “ayrı milletler” haline getirerek
birbirinden bu arada Türkiye’den uzaklaştırma projesi, yetmiş
yıllık dönem sonunda önemli başarılar elde etmiştir. Bununla
beraber, Bennigsen’in ortaya koyduğu üzere bu proje, derin
sosyal ve psikolojik tepkilerin, yaygın ve köklü bir şekilde
gelişip sistemi tehdit etmesine neden olmuştur. Uygulamanın
görünen sonucu bir boya mensup olan Türk, bazen aynı devlet
çatısı altında yaşadığı halde, farklı sosyal bilimler ve genel
olarak dil ve alfabe eğitimi aldığından aralarında ancak Rusça
konuşarak anlaşabilir hale gelmiştir. Bu dönemde, örneğin
Almatı’daki Kazaklar Kazak müfredatının uygulandığı ilköğretim
okullarına giderken aynı şehirde yaşayan Uygurlar ise ayrı bir
programın, Uygurca’nın uygulandığı okullara gitmekte ve
bunların aynı okullara gitmesi mümkün olmamaktaydı. Öte yandan
söz konusu iki Türk boyuna ait okullar için dilbilgisi, sosyal
bilgiler gibi alanlardaki ders kitapları ve müfredat
programları Moskova’dan hazırlanmış olarak gelmekte ve bu
konuda o boya mensup öğretmen ve yöneticilere inisiyatif
bırakılmamakta, fakat matematik ve fen dersleri program ve
kitapları bölge yönetici ve idarecilerine bırakılmakta idi. Bu
eğitim sisteminin ilginç bir sonucu, Sovyetler sonrası,
belirli aralıklarla düzenlenen ve Türkiye ile birlikte
Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve
Kırgızistan devlet başkanlarının katıldığı “Türkçe Konuşan
Devletler Zirve Toplantıları”nda ortak dil Rusça olmuştur. Bu
durum, söz konusu toplulukların etnik köken bakımından
farklılıklarının değil, fakat emperyalist Rus eğitim
sisteminin “böl-yönet” konusundaki başarısının göstergesidir.
Halbuki, Sultan II. Abdülhamid’in danışmanı Buharalı Şeyh
Süleyman Efendi, hazırlamış olduğu Lügat-i Çağatayî ve Türkî-i
Osmanî adlı eserini sunarken, bir Türkün Çin seddinden
Balkanlar’a kadar aynı Türkçeyi konuşarak seyahat
edebileceğini söyler.
“Türki” kimliğini tanımlarken, yukarıdaki açıklamalardan ne
olmadığına dikkat çekilmektedir. Bu kimliği Azeriler,
Özbekler, Kırgızlar, Türkmenler veya Kazaklar için kullanmak
son derece yanlış olduğu gibi uzak dönemlerde Türklerden
ayrıldığı kabul edilen, Türk’e akraba kavimler Moğollar,
Finler gibi topluluklar için de Türki yerine akraba halk demek
gerekir. Bu durumda Türki, “etnik olarak uzak veya yakın
dönemde bir akrabalığı olmadığı halde, yakın yüzyıllarda
yaşananlar ve coğrafi yakınlıktan dolayı, siyasi, kültürel ve
duygusal bakımdan Türkiye’ye yakınlık duyan Müslüman halklar”
olarak tanımlanabilir.
Ulus-Devlet’in Kurucu Ögesi Olarak Ortak Etnik Köken – Ortak
Kader
Aynı etnik kökenden gelme, aynı dili konuşma, aynı kültürü,
dini, mezhebi veya coğrafyayı paylaşma millet olmanın
gereklerinden olduğu halde, özellikle ulus-devletlerin ortaya
çıkmasında bu unsurların temel belirleyici olmadığı
görülmüştür. Bugün dünyada aynı dili, dini, etnik kökeni
paylaşan insan toplulukları, Arap milleti örneğinde olduğu
gibi birçok farklı devlete bölünmüş olup, ayrı ulus-devletler
halinde bulunabilmektedir. Öte yandan farklı etnik köken,
inançtan gelen insanların aynı ulus-devleti paylaştıklarının
birçok örneği bulunmaktadır.
Bundan dolayı, ulus-devletin kurucu unsuru olarak millet için
geçmişte yaşanıldığına inanılan “ortak felaket”, bundan daha
da önemlisi “ortak kader” inancı temel belirleyici haline
gelmiştir. Gerçekten de modern çağların temel siyasi birimini
oluşturan ulus gerçeğinde etnik birlikten çok, gelecekle
ilgili ortak ümit ve kaygılara sahip olma duygusu etkilidir.
Böylece çağdaş devleti oluşturan ulus, ortak kökenden çok
ortak kaderi paylaşan, birliktelik ruhu içerisinde ülkenin
huzur, güven ve başarısının herkesin yararına olacağına
inanan, aynı devleti sahiplenen farklı etnik kökenlere sahip
insanlardan oluşabilmektedir. Geçmişte yaşanan ortak acı ve
güvenli gelecek için ortak inanç, farklı halkların güçlü bir
devlet ortaya çıkarmasının temelini oluşturduğu gibi bu
yöndeki inancın kaybolması da diğer etkenlerle birlikte söz
konusu devletin parçalanmasına yol açabilmektedir.
Türkiye dışındaki Türkleri farklı bir etnik kökene mensupmuş
gibi "Türki" kelimesi ile isimlendirmenin hatalı olduğuna
işaret edilirken, bu halkların aynı milletin mensubu olduğu
görülmektedir. Bununla beraber Türkiye ve Türkiye dışındaki
Türklerin aynı ulus-devlet çatısı altında toplanmadıklarını,
esasen böyle bir niyet ve iradenin de bulunmadığı bir
gerçektir. Sovyet sonrası Türkiye ve diğer Türk cumhuriyetleri
arasında önemli işbirliği ve yakınlaşma süreçleri yaşandığı
halde toplumlar arasında ortak gelecek kaygısı ve toplumsal
yakınlığın diğer unsurları pek görülmemiştir. Ancak,
Kafkaslarda ve Balkanlar'da Türk kökenli olmadığı halde
Müslüman olan birçok etnik grup gelecekteki güvencesini
Türkiye ile görmekte ve kendisini Türk kökenli diğer
halklardan daha çok Türkiye Türklerine yakın hissetmektedir.
Çerkesler, Abhazlar, Çeçenler, Arnavutlar ve Boşnaklarda
olduğu gibi bunun çok önemli tarihi ve toplumsal sebepleri
bulunmaktadır.
Osmanlı, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra,
Balkanlar ve Kafkaslardan çekilirken bu topraklarda Türk
olmadığı halde Müslüman olan birçok farklı etnik kökenden
insanlar bulunmaktaydı. Bunların önemli bir kısmı, kimliğini
korumak, dinini yaşamak, güvenliğini sağlamak üzere Anadolu'ya
göç ettiler. Öyle ki gerek Balkanlarda gerekse Kafkasya'daki
birçok Müslüman topluluğun bugünkü nüfusu, aynı etnik kökenden
Anadolu'da yaşayanlardan daha azdır. Balkanlar'da Yugoslavya,
Kafkaslarda ise Sovyet Rusya'nın yönetimi altındaki Müslüman
fakat Türk olmayan kavimlerin, Soğuk Savaş sonrası dönemde
Türkiye'ye ilgisi artmıştır. Çünkü her bir topluluk,
atalarından Anadolu'ya göç eden yakınları ilgili hikayelere
sahiptir.
Müslüman Kafkas Halklarının Türkiye İlgisi
Sovyetler sonrasında bölgesel bir güç olma konusunda önemli
potansiyele sahip olan Türkiye, Kafkaslardaki etnik
çatışmalara resmen taraf olmamış, sınırların değişmezliği ve
ülke bütünlüğü ilkesini her konuda temel alınmıştır. Bununla
beraber önemli bir gerçek var ki bugün bir kısmı zikredilen
Kafkas kavimlerinden, Kafkasya'dakinden daha çok Türkiye'de
bulunmaktadır. Kuzey Kafkaslarda Rus Çarlığı'na karşı
bağımsızlık mücadelesi veren Müslüman halkların lideri
Dağıstanlı Şeyh Şamil'in mağlubiyeti ve mücadelenin sona
ermesiyle birlikte burada halkların büyük bir kısmı Osmanlı'ya
göç etmek zorunda bırakılmıştır.
Halen Türkiye'nin birçok bölgesinde Kafkas, Çerkes,
Dağıstanlı, Çeçen gibi genel veya özel isimli vakıflar veya
dernekler halinde örgütlenmiş olan bu Kafkas kökenli Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları, etnik kökenleri ile ilgili
kimliklerini ve birçok geleneklerini muhafaza etmektedirler.
Bununla birlikte temel kimlik olarak "Türk" kimliğini de
bütünüyle benimsemişlerdir. Kafkaslarda kalan akrabalarını ise
hiçbir zaman unutmamışlar, Sovyet döneminde dahi değişik
kanallarla ilişkileri devam etmiştir. Rus yetkililerin
Kafkasya'daki Moskova karşıtı her gelişme üzerine Türkiye'yi
suçlamalarında bu gerçeğin payı vardır. Sovyetler Birliği daha
dağılmadan Kafkas halkları arasında dikkate değer
hareketlenmeler, kongreler ve toplantılar düzenlenmiştir.
Özellikle Çeçen lider Dudayev'in çıkışı diğer Kafkas kavimleri
için büyük bir motivasyon kaynağı olmuştur. Bu aşamadaki
kongrelerde öncelikle Türkiye'deki kuruluşlardan yardım
görülmüştür. Benzer örgütlenmelerin Suriye, Ürdün ve
Mısır'daki Kafkasyalılar arasında da vardır. Buradaki
Kafkasyalılar o zaman Osmanlı ülkesinin vilayetleri olan
topraklara göç etmiş, Osmanlı yıkılınca da Türkiye dışında
kalmışlardır.
“Türki” Halklar Olarak Çerkesler, Abhazlar, Çeçenler,
Dağıstanlılar ve Diğerleri.
Kafkas dilleri, dolayısıyla bu dilleri konuşan halklar genel
olarak üç kategoride ele alınmaktadır. Bunlar: Kafkas (eski
Kafkas) dilleri, Hint-Avrupa grubundan olanlar ve Türk kökenli
(Ural-Altay) dillerden gelenler. Genel toplam içerisinde Eski
Kafkas dil grupları (Çerkesce genel adıyla bilinen Adigece,
Kabardeyce, Abhazca, Abazaca, Wubıhce ile Gürcüce, Lazca,
Çeçence, İnguşça, Avarca, Lezgice ve diğerleri) % 35,
Ural-Altay (Azerice, Karaçayca, Balkarca, Kumıkça, Nogayca ve
diğer Türkçe kökenli diller) % 35 ve Hint-Avrupa (Ermenice,
Rusça, Ukraynaca, Osetçe, Tatice, Talişçe ve diğerleri) % 28’i
oluşturmaktadır. Eski Kafkas halkları iki kuzey bir güney kola
ayrılır. Güney kolu, Gürcüler ile onlara akraba kabul edilen
Megrelleri, Lazları ve Svanları içine alır (1979 nüfusu 3
milyon 571 bin). Bu gruptan olan halklar daha çok Güney
Kafkasların batı bölgelerinde yaşar. İki kuzey kolu oluşturan
halklar ise miktar olarak daha az olduğu halde daha çok sayıda
farklı etnik gruplardan oluşmaktadır. Bunlardan önde gelenleri
Kuban ve Yukarı Terek havzalarında yaşayan Kabardeylar (322
bin), Çeçenler, İnguşlar ve Batlardan oluşan Veynahlar (940
bin), Dağıstan’da yerleşmiş olan Avarlar (483 bin), Davgiler
(287 bin), Lezgiler (383 bin) ve Laklardan (100 bin)
ibarettir.
Kafkas halklarının % 55.9’u Müslüman ve %49.6’sı ise
Hıristiyan’dır. İslamiyet Kafkaslar’a sekizinci yüzyılda
girmeye başlamış, ancak 17. yüzyıla kadar etkin bir din haline
gelmemiştir. Başta farklı Çerkes kavimleri, Çeçenler ve
Lezgiler olmak üzere Türklerin dışında bölgede birçok Müslüman
etnik grup bulunduğu halde, Müslümanların yarısından çoğunu
Türkler oluşturmaktadır. Bununla birlikte gayr-i Türk diğer
Müslümanların da önemli ölçüde Türkleştiğini, daha doğrusu
Türkçe konuşmamakla birlikte birçok konuda Türkiye ile kader
birliği ettiğini, bunun tarihi kökenlerinin yanında
günümüzdeki siyasi gerçeklerin de olduğu yukarıda belirtildi.
Bununla beraber Müslüman Kafkasların “Türkileşmesi” bir
asimilasyon veya baskı politikası sonucu olmayıp, istila
döneminin ortak düşmanı Ruslara karşı dayanışma, yardımlaşma
ve destek arayışının sosyal ve kültürel boyutlarıyla
içselleştirilmesiyle gerçekleşmiştir.
"Türki" kelimesi ile Kafkaslardaki Karaçay, Balkar, Kumık,
Nogay gibi Türk kavimleri değil fakat, Türk kökenli olmadığı
halde, ulus olmanın temelini oluşturan bir takım kıstaslar
dikkate alındığında birçok Türk kavminden Türkiye'ye ve
Türklere daha yakın olan, kendilerini böyle hisseden Eski
Kafkas kavimleri Çerkesler, Adigeler, Abhazlar, Çeçenler,
İnguşlar, Dağıstanlılar, Lezgiler gibi topluluklar
kastedilmektedir. Bu kavimlerin Türkiye ve Türklerle ilgileri
dikkate alındığında, bu ilginin yüklediği önemli bir kimlik
olgusu görülmektedir ki netice itibariyle diğerlerinden
ayırdedici bir isimlendirmeye ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu kavimlerin, “Türki”leşmesi aslında, 19. yüzyılda yaşanan
felaketlerden daha önce başlamıştı. Asırlar boyu bölgeye hakim
olan Türk devletlerinin, Kafkas halklarının kültürü üzerinde
şüphesiz etkisi olmuştur. Ancak halen iki özerk cumhuriyete
ortak adını veren Karaçay-Balkarlar ile Dağıstan ve
Azerbaycan’daki Türklerin burada asırlardan beri yaşamakta
olan Eski Kafkas kavimleriyle kültürel bakımdan etkileşmiş
olması kaçınılmazdır. Atlı göçebe kültürü ve geleneklerini
Kıpçak bozkırlarından Kafkas dağlarına taşıyan eski savaşçı
kavimlerin torunları olan Karaçay-Balkar Türkleri bin yedi yüz
yıldan beri Kafkas kültürünün gelişmesinde önemli rol
oynamıştır. Bunun sonucu olarak Kuzey Kafkasya’daki söz konusu
kavimlerin Türkileşmesi İslam dinine girmelerinden önce
başlamıştır.
Asya ve Avrupa’nın önemli bir kesişme bölgesini oluşturan
Kafkaslar, ekonomik, siyasal ve kültürel bakımdan da kaynaşma
coğrafyası durumundadır. Geçiş alanı olması ve coğrafi
özellikleri yüzünden aynı zamanda etnik ve kültürel bakımdan
dünyanın en karmaşık (zengin) yapıya sahip olan bölgelerinden
biri veya birincisi olduğu kabul edilir. Soğuk savaş
yıllarında SSCB sınırları içerisinde yer alan bölge, etnik
özellikleri bakımından önemli bir dönüşüm-karışım sürecine
tabi olmuş ve bu yıllarda dış dünya ile irtibatı “demirperde”
şartlarından dolayı hemen hemen kopmuştur. Gelişmeler
Sovyetler Birliği’nin iç sorunu kabul edilip, dış dünyanın
müdahalesine kapalı tutulurken, Kafkas halkları önemli ölçüde
‘Sovyetleşme’ programına tabi tutulmuştur. Bununla beraber,
kendi etnik kimliğini derinden derine korumuş, belki bu
asimilasyon döneminde etnik kimliğini daha köklü bir şekilde
bilinçaltında sahiplenmiştir. Çarlık döneminde de farklı
uygulamalarla görülen bu asimilasyon yöntemi belki Türk
olmayan Kafkasyalıları daha da “Türki”leştirmiştir. Şeyh
Şamil’in yakalanmasından sonra bölgeye gelen II. Alexandr’a
Çerkesler, seçtikleri bir heyet vasıtasıyla başvurarak
bölgenin istilasından vazgeçilmesini ve savaşa nihayet
verilmesini istirham etmişlerdir. II. Alexandr “Ya
gösterilecek yerlere veya Türkiye’ye göçünüz” demiştir.
Çerkeslerin Ruslara karşı mücadele ettikleri yıllarda
Petersburg’da Çerkes muhaceretini organize eden bir komisyon
kurulmuş ve bu komisyon 1862’de askeri ve siyasi bir tedbir
olarak Çerkeslerin tehcirine karar vermiştir. Aslında Çar’ın
bu talimatı ve uygulamaları ile Kafkasyalı Müslümanlardan
sadece göç edeceklere değil kalanlara da “Türki” kimliği
verilmiştir.
Rusya Federasyonu’nun alt birimlerini oluşturup önemli ölçüde
“Türki”leri barındıran Kuzey Kafkasya özerk cumhuriyet ve
bölgeler şunlardır: Adige Özerk Cumhuriyeti, Kabardey-Balkarya
Özerk Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkesya Özerk Cumhuriyeti,
Çeçenistan Özerk Cumhuriyeti, İnguşetya Özerk Cumhuriyeti,
Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti ve Dağıstan Özerk Cumhuriyeti.
Kuzey Kafkasya’da olmadığı halde Gürcistan’a bağlı Abhazya
Özerk cumhuriyeti de Türkilerin vatanı sayılır. Öte yandan
Azerbaycan’da yaşayan ve Türk kökenli olmayan Lezgiler de
Türki gruba girmektedir.
Adige Özerk Bölgesi
Adige Özerk Bölgesi, Rusya Federasyonu’na bağlı olup, Sovyet
döneminin başından beri Krasnador bölgesinde idari bir birim,
‘kray’dır. Büyük Kafkasların kuzeybatısında, Kuban Nehri’nin
sağ ve sol sahillerinde yer alır. 7.600 km. karelik bir birim
olan Adige, tamamen Rusya Federasyonu toprakları ile çevrili
olup, kendisine en yakın olan Karaçay-Çerkes ile sınırdaş
değildir. Adige, özerk yönetimi 1922 yılında Kuzey Kafkasya
Birleşik Cumhuriyeti’nin parçalanması aşamasında, Rusya
SFSC’ne bağlı olarak kurulmuştur. Ülkeden geçen Kuban Nehri
kıyıları tarıma uygundur. Ayrıca, bölgede petrol ve doğal gaz
çıkarılmaktadır. 1989 sayımına göre nüfusu 417 bin olup,
yüzölçümü 7 bin 600 km kare, yönetim merkezi Maykop’tur.
Nüfusun % 68 Rus, % 23 Adige’dir.
Rakamlarda görüldüğü gibi, Adige Özerk Bölgesi’ne adını veren
Adigeler aslında bu birim halkının yaklaşık beşte birini
oluşturmaktadır. Çoğunluğu Ruslar oluşturduğu halde böyle bir
yapılanma ve isimlendirmede, tarihi gerçekler yanında,
Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya özerk bölgelerini
oluşturan halklarla olan aynı etnik kökenden gelme gerçeğine
karşı alınmış, bilinen Stalinist yöntemlerin izleri
görülmektedir. Adige ismi, muhtelif Çerkes kabilelerinin,
kendilerini sair halktan ayırmak maksadıyla birbirine ‘Adıge’
yani ‘hemşehri’ ve hem-millet, milletdaş, ırkdaş dedikleri, I.
Abdülhamid devrinde Çerkesistan ile kurulan ilişkiler ve
yapılan araştırmalarda neticesinde anlaşılmıştır.
Karaçay-Çerkesya Özerk Bölgesi
Rusya Federasyonu’na bağlı Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi.
Sovyet döneminde Stravpol bölgesindeki idari birim
‘oblast’tır. Buraya adını veren iki temel halk grubu
Karaçaylar ve Çerkeslerdir. Bu birimin komşuları, Kabardino-Balkar
Özerk Bölgesi, Kuzey Osetya, Gürcistan, Abhazya ve Rusya
Federasyonu’dur. Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi’nin yönetim
merkezi Çerkessk olup, nüfusu 1986’da 396 bin, yüzölçümü 14
bin 100 km. karedir. SSCB’nin dağılma aşamasında nüfusun
yaklaşık % 45’ini Ruslar, % 30’unu Karaçaylar, % 10’unu
Çerkesler, % 10’unu diğerleri oluşturur. Karaçaylar ve komşu
cumhuriyetin halkını oluşturan Balkarlar (Malkarlar) Türk
oldukları halde, Çerkesler, komşu Kabardey-Balkar bölgesini
oluşturan Kaberdeyler ile yine diğer komşular Abhazlar ve
Adigelerle birlikte aynı etnik kökene mensuptur. Bununla
beraber, gerek Rus istilasından önceki dönemde gerekse bundan
sonraki dönemde bu Türk toplulukları ile Çerkes kavimlerinin
tarihi ve kaderi önemli ölçüde birbiriyle ilgili ve biri
diğerinin parçası olarak yaşanmıştır. Adigeler için Batı
Çerkesler, Kaberdeyler için Doğu Çerkesler diyen kaynaklar da
bulunmaktadır.
Karaçay ve Balkarlar Almanlarla işbirliği yaptıkları iddiası
ile 1944 yılında Sibirya’ya sürülmüştür. Bir gün bir gece
içerisinde Kızılordu birlikleri tarafından uygulanan bu
zorunlu göçe karşı gelenler derhal öldürülmüştür. Diğer
sürgünlerde olduğu gibi kendileri ile birlikte hiçbir eşya
alamadan kamyonlara doldurulup istasyonlara nakledilen oradan
da vagonlarla yola çıkarılanların bir kısmı Sibirya’ya
varamadan yollarda ve Kuzey Kazakistan kamplarında
ölmüşlerdir. 1957 yılında Kruşçev yönetimi Karaçay-Balkar
halkının itibarının iade edildiğini bildirerek vatanlarına
dönmelerine izin verdi ve bu halkın büyük bölümü yurtlarına
döndü. Ancak sürgün esnasında halkın toplam nüfusunun yaklaşık
yarısı yolda ve kamplarda hayatını kaybetmişti. 1979 nüfus
sayımına göre toplam 131.000 Karaçay’ın % 60’tan fazlası (100
bin civarında) Karaçay-Çerkesya Muhtar Oblastı’nda
yaşamaktaydı.
Kafkasların Müslüman olduğu halde Türk olmayan en önemli etnik
grubunu oluşturan Çerkesler, Rus istilası başlamadan Müslüman
olmuş, siyasi olarak da her dönemde Osmanlı’ya yakın olmuştur.
Şeyh Şamil’im mücadelesinde Osmanlı’dan alınan yardımlarla
Çerkesler de Ruslara karşı savaşmış ve büyük başarılar
göstermiştir. Şeyh Şamil’in yakalanmasından sonra Çerkeslerin
Çar ile barış istemelerine karşın Çar bunları sürgüne mecbur
kılmıştır. Benzeri görülmeyen, yani henüz işgal edilmeyen bir
ülkenin halkına tehcir uygulaması, Rusların hedefinin bölgeyi
işgalle beraber Ruslaştırmak olduğunu göstermektedir. Bu
karardan sonra 100 bin civarında Çerkes dağlardan indirilerek
bölgeye getirilen Ruslarla birlikte iskan edilmiş ve
Kafkaslardan yaklaşık 1 milyon 500 bin Çerkes Osmanlı ülkesine
zorunlu olarak göç ettirilmiştir. 1864’de yoğunlaşan bu göçte
Rus kaynakları 400 bin Çerkes’in göç ettiğini söyleseler de bu
rakamın sağ salim Osmanlı ülkesine yerleşenlerin miktarı
olduğu, yollarda ve limanlarda büyük kısmı ölen Çerkesleri
kapsamadığı Çerkes kaynaklarında belirtilir. Farklı
kaynaklarda göçe tabi olan Çerkesleri 1 milyon 750 bine kadar
çıkar.
Karadeniz kıyısında Karaçay-Çerkes’in güneyinde, SSCB
dağılmadan önce Gürcistan’a bağlı bir özerk cumhuriyet olan
Abhazya ÖC’ni oluşturan Abhazlar, Çerkeslerle aynı kökenden
olup büyük kısmı Hristiyan’dır. Ülke nüfusu 537 bin olup
yüzölçümü 8 bin 700 km kare, yönetim merkezi Suhumi’dir.
Müslüman olanların çoğu Türkiye’ye göç etmiştir. Sovyet
sonrası bağımsızlığını ilan eden Abhazya, fiilen Gürcistan’dan
kopmuş olup, ancak bağımsızlığı tanınmamıştır. Abhazya’nın
nüfus yapısı son yıllarda oldukça değiştiği halde, SSCB’nin
dağılma aşamasında % 44’ünü Gürcüler, % 16’sını Ruslar, %
15’ini Abhazlar ve % 15’ini Ermeniler oluşturmaktaydı.
Bağımsızlık mücadelesinde birçok Kafkas kavimleri ile birlikte
hareket etmiştir. Bununla beraber aşağıda ele alacağımız
Osetler gibi, Abhazların da Türkilikleri verdiğimiz tanım
açsından tartışmalıdır.
Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti
Balkarlar, belirtildiği gibi, Karaçaylar ile birlikte ortak
bir dil kullanıp, aynı kökten gelmekte ve Kafkasların en
önemli Türk unsurunu oluşturmaktadırlar. Kaberdeyler ise (Kabardino,
Kabardey) Çerkes kökenlidir. Birçok eski kaynakta Malkar
olarak da geçen Balkarlar daha çok Kabardey-Balkar bölgesinin
Çerek, Çegem, Baksan, Mali ve Terek bölgelerinde yaşarlar ve
kendilerine “Tavlı” (Dağlı) derler. Bununla beraber “Kafkasya
Dağlıları” bölgede yaşayan diğer Türkler için kullanılan genel
bir isimlendirmedir. Bolşeviklerin Kafkasları kontrol altına
alması aşamasında 1921 yılında Kabardey Özerk Bölgesi
oluşturulmuştur. 1922’de, Kuzey Kafkasya Birleşik
Cumhuriyeti’nin parçalanma sürecinde Balkarlarla birleşerek
Kabardey-Balkar Özerk Bölgesi haline getirildi. 1936 Anayasası
ile Rusya SFSC’ne bağlı bir ÖSSC oldu. II. Dünya Savaşı
esnasında Almanlarla işbirliği yaptıkları iddiasıyla bölgenin
Müslüman unsurları Sibirya’ya sürüldü ve cumhuriyet
lağvedildi. Kruşçev döneminde sürgünlerin eski vatanlarına
dönme izni verilmesinden sonra 1957’de özerk cumhuriyet
yeniden kurularak Kabardey-Balkar ÖSSC adını aldı.
Kabardey-Balkar ÖC’nin merkezi Nalçik olup, nüfusu 724 bin 000
(1986) ve yüzölçümü 12 bin 500 km karedir. Nüfusunun % 45’ini
Kaberdeyler, % 35’ini Ruslar, % 9’unu Balkarlar oluşturur.
Balkarların nüfusu 1979 sayımına göre 66 bin olup bunun %
87’si (yaklaşık olarak 52 bin) Kabardey-Balkar bölgesinde
yaşamaktadır.
Kabardey-Balkar ÖC’ne sınır olan Kuzey Osetya Özerk
Cumhuriyeti’ne adını veren Osetlerin büyük çoğunluğu Müslüman
olmadıklarından “Türki” kategorisine de koyamadığımız,
Hint-Avrupa ırkından sayılan bir topluluktur. Rusya’nın
uyguladığı stratejiler açısından Kuzey Osetya son derece
önemli bir bölgedir. Kuzey Osetya’nın öneminin diğer bir
boyutu ise, Osetlerin bir bölümünün komşu Gürcistan’da özerk
bölge statüsüne sahip Güney Osetya Özerk Bölgesi’nde ve Kuzey
Osetya ile sınırdaş olarak yaşamalarıdır.
İnguşetya (İnguşistan, İnguşya) Özerk Cumhuriyeti
İnguşistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Rusya
Federasyonu’nda Sovyet döneminden miras kalan idari düzen ve
sınırların geçerli olmadığı tek ülkedir. İnuşetya, SSCB
döneminde Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti’nin parçası idi. SSCB
sonrasında Çeçenlerin bağımsızlık mücadelesine girmesinden
sonra İnguşlarla sakin olan batı bölümü, daha çok Çeçenlerin
sakin olduğu doğu kısmından ayrılarak 1992 yılında Rusya
Federasyonu’na bağlı bir özerk cumhuriyet haline gelmiş ve
İnguşistan ÖC adını almıştır. Komşuları, Kuzey Osetya ÖC,
Çeçenistan ÖC ve Gürcistan’dır. İnguşistan’ın nüfusu 280 bin
olup yönetim merkezi Nazran’dır. Yüzölçümü Çeçenistan ile
birlikte 19 bin km karedir. Bölgedeki çatışma ve
istikrarsızlık, sağlıklı verilere ulaşmayı zorlaştırmakla
birlikte İnguşetya’nın yüzölçümü 3.750 km kare olup, nüfusu
315 bindir. İnguşlar, Çeçenler gibi eski Kafkas kavimlerinden
olup, daha önce Hristiyan veya pagan oldukları halde 19.
yüzyılda Müslüman olmuşlardır. İnguşça Kafkaslarda Nah dil
topluluğundan sayılır. İnguşlar da Sünni Müslümanlardır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanlarla işbirliği yaptıkları
iddiasıyla İnguşlar, Çeçenlerle birlikte Sibirya’ya sürüldü ve
cumhuriyet lağvedildi. Daha sonra ülkelerine dönüş izni
verildi ve 1957’de Çeçen-İnguş ÖSSC cumhuriyeti yeniden
kuruldu. İnguşların 1957’de tespit edilen toplam nufusu 200
bin civarında olup bunun 178 bini Çeçen-İnguş ÖC’nde
yaşamaktaydı.
İnguşlar, Rus istilası yıllarında ve Bolşevik İhtilali
döneminde Ruslara karşı mücadele etmiştir. Sovyetlerin dağılma
aşamasında, önce Çeçenlerle birlikte hareket edip daha sonra
bağımsızlık hareketini onaylamayarak Çeçenistan’dan
ayrıldılar. Yoğun Rus baskı ve propagandaları sonucunda
İnguşetya, Ruya Federasyonu’na katılmak zorunda kaldı.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Mayıs 1992’de toplanan Çeçen-İnguş
Kongresi kararı gereği İnguşetya Meclisi toplanmış ve Çeçen-İnguş
Cumhuriyeti’nden ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlı
İnguşetya Cumhuriyeti’ni kurduğunu ilan etmiştir. Daha sonra
iki cumhuriyet arasında bir protokol imzalanarak, 1934 yılında
iki bölgenin birleştirilerek özerk cumhuriyet olmadan önceki
sınırları Çeçenistan ve İnguşetya cumhuriyetlerinin sınırları
olarak kabul edilmiştir.
Çeçenistan Özerk Cumhuriyeti
Çeçenistan, Rusya Federasyonu’nun güneybatı kesiminde, Büyük
Kafkas Dağları’nın kuzeyinde bir cumhuriyettir. Sınır
komşuları, Rusya Federasyonu, Kuzey Osetya ÖC, İnguşetya ÖC,
Gürcistan, Azerbaycan ve Dağıstan ÖC’dir. Başkenti Çaharkale (Grozni)
olup ülkenin Nüfusu 904 bin (1998) ve yüzölçümü İnguşetya ile
birlikte 19 bin km karedir. Çeçenistan’ın güneyini geçit
vermeyen Büyük Kafkas Dağları kaplamaktadır. Rakım Tebulos
Dağı’nda 4 bin 493 ve Şan Dağı’nda 4 bin 451 metreye ulaşır.
Terek ve Şunfa ırmaklarının oluşturduğu vadiler, ülkeyi
batıdan doğuya bir uçtan bir uca geçer ve burası tarıma
elverişlidir. Ülkenin kuzey kesimini Nogay bozkırları
oluşturur. Ekonomisi petrole dayanmakta olup, Grozni ve
Gudermes şehirlerinde Rus savaş uçakları için son derece
önemli, gravitesi yüksek petrol çıkar. Çeçenistan’ın bulunduğu
bölge petrolün dışında doğal gaz, kireçtaşı, alçıtaşı, kükürt
ve diğer madenler bakımından da zengindir. Maden su kaynakları
burayı bir kaplıca merkezi haline getirmiştir. Çeçenistan
halkının % 83’ü Çeçen, % 11’i İnguş, % 6’sı diğer olup,
Çeçenler Sünni Müslüman’dır. Çeçenler Kafkas dillerinden “Nah”
grubundan bir dil konuşurlar.
Kuzey Kafkasların yerli halkından (eski Kafkasyalı) olan
Çeçenler, SSCB dağılırken daha çok asıl yurtları olan Çeçen-İnguş
Özerk SSC’nde yaşamaktaydılar. Bu cumhuriyet Rusya SFSC’nin
parçası idi. 19. yüzyılda Çarlık istilasına karşı savaşlarda
yurtlarını terk eden birçok Çeçen Osmanlı ülkesine, Orta Doğu
bölgelerine ve özellikle Ürdün’e göç etti. Günümüz Çeçen
mücadelesine bu ülkelere daha önce göç etmiş olan Çeçenlerin
kurmuş olduğu vakıflar ve dernekler aracılığı ile, ve gönüllü
olarak katılmak suretiyle büyük bir destek ve ilgi vardır.
Daha önce Ortodoks rahiplerinin ilgi alanına girdiği halde 17.
yüzyıldan itibaren Çeçenler İslamiyet’i kabul ettiler.
Çeçenler ve İnguşların yaşadıkları bölge 1774 yılından
itibaren Rus saldırı ve işgallerine maruz kaldı ve buna karşı
19. yüzyılda Müridizm yolunu seçtiler. Önce Gazi Muhammed’in
önderliğinde daha sonra Şeyh Şamil ile yıllarca süren
bağımsızlık mücadelesi verdiler. Kırım Savaşı sonrasında
toplanan 1856 Paris Konferansı kararları gereği Osmanlı
bölgeden desteğini çekmek zorunda kalınca Şeyh Şamil’e bağlı
birlikler Ruslar karşısında daha fazla dayanamadılar ve Şeyh
Şamil 1859 yılında Ruslara esir düştü. Bu olayla birlikte
Kafkaslara bir döneme damgasını vuran bağımsızlık mücadelesi
sona erdi. Çeçenler bundan sonra da her fırsatta ve zeminde
mücadelesini sürdürdü ve 1917’de yaşanan olaylarda
Bolşeviklere karşı cephe aldılar. Yeni yönetimin Kafkaslara
hakim olmasından sonra bölgeye özerklik verildi. 1922 yılında
Özerk Çeçen Eyaleti, 1924'de ise Özerk İnguş Eyaleti kuruldu.
1934’de bu iki eyalet birleştirilerek Özerk Çeçen-İnguş
Eyaleti oldu; iki yıl sonra da 1936 Anayasası ile Çeçen-İnguş
Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne dönüştü. 1944 Şubat
ayında Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanarak bütün Çeçen-İnguş
halkı, Kabardin, Balkar, Kalmuklarla birlikte Sibirya'ya ve
Kazakistan'a sürüldü. 1957 yılında, Çeçenlerin gittikleri
bölgede bir bakıma Müridizm hareketini çok daha geniş
kitlelere yaymaları ve Moskova’ya gelen şiddetle taleplerin de
etkisiyle, Çeçenlerin yeniden ülkesine dönmelerine izin
verildi. Ancak sürgüne gidenlerin önemli bir kısmı sürgün
şartlarında hayatını kaybetmiştir. Hayatta kalanlar
topraklarına dönerek özerk Çeçen-İnguş SSC’ni yeniden
kurdular. 1992’de İnguşetya’nın ayrılmasından sonra resmi
sözleşmelerde kullanılan adı “Çeçenistan İçkeriya Cumhuriyeti”
veya “Çeçen-İçkeriya Cumhuriyeti”dir. Bazen de İngilizce
isminin tercümesi olarak “Çeçenistan Cumhuriyeti İçekerya”
şeklinde görmekteyiz.
Dağıstan Özerk Cumhuriyeti
Kuzey Kafkaslar’ın doğusunda, Hazar sahilinde yer alan
Dağıstan, Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir cumhuriyettir.
Yüzölçümü 50 bin 300 km kare olup, nüfusu 1 milyon 854 bindir.
Dağıstan ÖC’nin doğusunda Hazar Denizi, güneyinde Azerbaycan,
batısında Gürcistan ve Çeçenistan, kuzeyinde Rusya Federasyonu
bulunur. Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale iken, Sovyetlerin
dağılması aşamasında şehre Şeyh Şamil’in hatırasına
“Şamilkale” ismi verilmiştir. Dağıstan halkının büyük kısmı
sünni Müslümandır. 36 ayrı etnik gruptan oluşan nüfusunun %
28’ini Avarlar,
% 16’sını Dargılar (Dargin), % 13’ünü Kumuklar, % 12’sini
Lezgiler, % 7’sini Ruslar, % 5’ini Lazlar, % 5 Çeçenler, %
4’ünü Azeriler, % 2’sini Nogaylar, % 8 diğerleri oluşturur.
Dağıstan ÖC’ne adını veren ve cumhuriyetin en kalabalık etnik
grubunu oluşturan Dağıstanlılar, Doğu Kafkas halkları olan
Avarlar, Dargiler, Lezgiler gibi halkların genel adıdır.
Dağıstan dilleri Çeçenlerinki gibi eski Kafkas dili olan Nah
grubuna girmektedir. Bununla beraber, Dağıstanlıların aslında
Mahan’dan gelme Moğol Türkleri olduğu, dillerinin de Moğolcaya
yakın olduğu kabul edilir.
Rusya 1813 yılında Dağıstan’ı ülkesine ilhak etti, ancak halk
buna karşı bağımsızlık mücadelesine girişti. 19. yüzyıl
boyunca uzun süre Rus istilasına karşı direnen Dağıstanlılar
Şeyh Şamil’in esir düşmesinden sonra Rus hakimiyeti altına
girdi. Rus Çarlığı’nın çökmesi ve iç savaş esnasında diğer
Kafkas kavimleriyle birlikte Kuzey Kafkas Bağımsız
Cumhuriyeti’ni kurdu. 1920’de Bolşeviklerin ülkeye hakim
olmasından sonra bu cumhuriyet lağvedildi ve 1921’de Rusya
SFSC’ne bağlı Özerk SSC haline geldi.
Dağıstan ÖC, Mart 1992’de Federasyon Sözleşmesi’ne katılarak
Rusya Federasyonu’nun kurucu üyelerinden olmuştur. Bağımsızlık
yönünde ciddi bir harekete girişmediği halde, Dağıstan’da tam
bağımsızlığı sembolize eden önemli olaylar yaşanmıştır. 3
Kasım 1991’de Abhazya, Suhumi’de toplanan Kafkas Halkları
Konfederatif Birliği anlaşmasının imzalanıp Kafkas Dağlı
Halkları Konfederasyonu’na (K.D.H.K.) cumhuriyet statüsü
verildi ve 18-19 Ocak 1992’de K.D.H.K. 4. Parlamento
Toplantısı Şamilkale’de (Mahaçkale) yapıldı. Ekim 1997’de ise
başkent Şamilkale’de İmam Şamil’in 200. Doğum Yıldönümü
çeşitli etkinliklerle kutlandı.
Kafkaslardan Basra Körfezi’ne Anti Türkizm Stratejisi ve
Türkiler
Kafkasların etnik ve siyasi yapısındaki gelişmelerin en önemli
ve son asırlarda -sömürgecilik dönemi ve sonrasında- şaşmayan
bir boyutu söz konusudur: Gerek ulusal gerekse uluslararası
sistem hangi dönemde ve yönetimde olursa olsun, hemen bütün
karar ve uygulamaların ve olayların Kafkaslardan Basra
Körfezi’ne uzanan bölgede Türklere ve Türkilere karşı
uygulanan bir tür soykırım senaryosu üzerinde işlediğidir.
AGİT üyesi ve BM ile Avrupa’nın birçok liberal, demokratik,
insan haklarıyla ilgili kurumları ile işbirliği içinde olan
Azerbaycan’ın önemli bir bölümü yaklaşık on yıldır Ermenistan
işgali altındadır. İşgal altındaki bölgenin yüzölçümü
Kuveyt’inkine yakın olduğu halde, bu işgale son vermek için
uluslararası kuruluşların ve devletlerin ciddi bir talep ve
yaptırımı gündeme gelmemiştir. Dağlık Karabağ anlaşmazlığı
yüzünden çıkan çatışmada Azerbaycan Ermenistan’ın bir bölümünü
işgal etseydi uluslararası kuruluşların tutumu çok daha farklı
olurdu.
Ahıska Türkleri ile sürgün kararının uygulandığı diğer Kuzey
Kafkas Türkleri ve Çeçenlerin maruz kaldığı uygulama da benzer
sonuca götürmektedir. Yakın dönemlerde dünyanın gördüğü en
büyük asimilasyon uygulamasına Güney Azerbaycan’da şahit
olunduğu halde ne insan haklarına aykırı bu uygulamalar dünya
kamuoyuna ulaşabilmekte ne de birçok sebepten dolayı
uluslararası sistemce dışlanmış olan İran’dan böyle bir
politikadan dolayı hesap sorulmaktadır. Birinci Körfez
Savaşı’ndan günümüze, ABD’nin Irak’a müdahalesinin her
safhasında Irak Türkmenleri için de bu uygulamalar geçerlidir.
Sevr’de gündeme gelen Doğu Anadolu’da bir Ermenistan ve
Kürdistan oluşturma projesi de aslında uluslararası sistemin
aynı boyutunun bir uzantısıdır. Türkiye’nin yakın dönemde
yaşadığı iç ve dış terör (Asala ve bölücü örgüt destekli) ile
bu teröre karşı küresel güçler ve kurumların takındığı tavrın,
kıtaların, sistemlerin, halkların düğümlendiği bölge hesapları
ile ilgili önemli bağlantıları vardır.
Kafkaslardan Basra Körfezi’ne ister Stalin dönemi ister Sovyet
sonrası şartlar, ister Batının desteğindeki Şahlık rejimi
ister “Batı düşmanı” molla rejimi, ister Saddam ister ABD
yönetimi olsun değişmeyen tek politika Türk kökenli halkların
kimliklerini kaybetmeleri, yönetimden uzaklaştırılmaları,
hatta bölgeden uzaklaştırılmaları yönünde gerçekleşmektedir.
Türk ve Türki gruplar her fırsatta soykırımına maruz kalırken,
bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu cinayetlere karşı
uluslararası kamuoyonun sessiz kalması, değişik yöntemlerle
desteklendiğinin tespit edilmesi gözden uzak tutulmaması
gereken tespitlerdir.
Kafkaslardaki anti-Türkizm operasyonunun konusu Türkler kadar
diğer Müslüman kavimler yani “Türkiler”dir. Türk kökenli
olmadığı halde yakın dönemde Türklerle kader birliği yapmış
olan Çerkesler, Çeçenler, Adigeler ve diğer Kafkas kavimlerine
karşı asırlardan beri sistemli bir “eritme” politikası
uygulanmaktadır. Gerek Çarlık dönemi ile birlikte Rusya ve
gerekse diğer global güçlerin ara dönemler dahil her fırsatta
destek verdikleri gerektiğinde baskı ve şiddete başvurdukları
genel politika, bölgedeki Türkler gibi “Türki”lerin de
varlığının yok edilmesi, azaltılması, başka bölgelere
sürülmesi, hiç değilse asimile edilmesi üzerine kurulmuştur.
Belirtmek gerekir ki Çarlık döneminden günümüze uzanan bu
politikalar, bölgedeki Türk kökenli olmayan Müslümanların
“Türki”leşmesini hızlandırarak bu kimliklerini daha güçlü hale
getirmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın başında Sovyet yönetiminin Volga-Alman
Özerk Cumhuriyeti’ndeki Almanları Sibirya’ya sürmesinden sonra
savaşın sonuna doğru Almanlarla işbirliği yaptıkları
iddiasıyla Kırım Türkleri ile Kafkasların Türk ve Türki
kavimleri Kaberdeyler, Balkarlar, Kalmıklar, Çeçenler,
İnguşlar, Ahıskalılar.. da sürgüne tabi olmuştur. Büyük savaş
Moskova’daki yönetime oldukça sıkıntılı yıllar yaşatmasına
rağmen, bu dönemde de Komünist Partisi ülkenin çıkarlarından
çok Kafkaslardan Basra Körfezi’ne uzanan bölgedeki Türk ve
Türkileri bu stratejik bölgeden uzaklaştırma politikasını
ihmal etmemiştir. Buradaki azınlıkların itaatkar olmadığı ve
devlete karşı ihanet ettiği iddiaları genellikle gerçekle
ilgisi olmayıp, aslında Almanlarla işbirliği yapıp, Alman
ordusunda Ermeni ve Gürcü lejyonlarını oluşturan Ermeni ve
Gürcüler, Kafkaslardaki anti-Türkizm politikanın gereği olarak
affedilmiş ve ülkelerine gönderilmiştir. Öbür taraftan Alman
işgalcilere karşı milis kuvveti oluşturarak mücadele eden
Kırımlı Türklere bu kahramanlıklarından dolayı önce ödül
verilmiş, daha sonra Kırım’ın stratejik önemi dikkate alınarak
bu ödül verilenler dahil hepsi Sibirya’ya sürülmüştür. Öte
yandan Alman ordularıyla hiçbir teması olmayan Gürcistan’ın
Türkiye sınırındaki Ahıska Türkleri de yine aynı politikanın
parçası olarak sürgüne gönderilmiştir. Kendi topraklarına
dönmesi bugüne kadar engellenen Adigey’deki 10 bin Türk’ün
ABD’ye kabul edilmesi ise, Kafkasların stratejik bir
noktasında bulunan kendi vatanlarına dönmek üzere uluslararası
alanda önemli mesafeler kat etmiş olan bu Türklerin Mesket
Dağları üzerindeki Ahıska’ya gitmemeleri için ABD’nin yaptığı
cömertliği göstermektedir. Bu olay da Kafkaslardan Basra’ya
anti-Türkizm’in ilginç bir uygulamasıdır.
Kuzey Kafkaslarda Çeçenistan dışındaki diğer cumhuriyetlerin
Rusya Federasyonu’na karşı ciddi bir muhalefeti olmadığı,
gerek SSCB’nin dağılması aşamasında gerek daha sonra Rusya
Federasyonu’na bağlılık konusunda tereddüt göstermedikleri
kabul edilir. Bununla beraber bu özerk cumhuriyetlerin,
Moskova yönetimine karşı her dönemde köklü muhalefette
bulunduğu halde yaşanan olaylardan ders çıkararak gerçekçi
davrandıkları kabul edilir. Gerek Rusya dışındaki
Kafkasyalılar gerekse halen bölgede yaşayanlar etnik konusunda
Rusların uyguladığı haksızlıkları her fırsatta dile getirip,
yaşanan acıları unutmayıp gelecek nesillere de aktararak,
milli kimliğin temelini oluşturan “biz” ve “öteki” konusunda
sağlam temellere sahiptir. Öteki olarak baskıcı ve işgalci Rus
her dönemde varlığını hissettirirken, bunun karşısındaki
“biz”ler Osmanlı ve Türkiye ile aynı safta yer almış ve
böylece halkların anti-Türkizm uygulamalarına maruz kaldığı
her süreç belirttiğimiz gibi daha köklü bir şekilde
Türkileştirmiştir.
Sonuç
Modern çağların temel siyasi birimini oluşturan ulus
kavramında etnik, dini, kültürel, tarihi birliğin ötesinde,
gelecekle ilgili ortak ümit ve kaygılara sahip olma duygusu
etkilidir. Böylece çağdaş devleti oluşturan ulusun, ortak
kökenden çok ortak kaderi paylaşan insanlardan oluşan,
birliktelik ruhu içerisinde ülkenin huzur, güven ve
başarısının herkesin yararına olacağı, aynı devletin vatandaşı
farklı etnik kökene sahip insanlardan oluşabilmektedir. Kafkas
halklarının Türkiye'ye ilgisi, Çarlık döneminde çok yönlü
dayanışma ile kendisini göstermiş, vatanlarını kaybeden birçok
Kafkasyalı yeni vatan olarak Anadolu'yu seçmiştir. Anadolu'yu
göç edenler tam anlamıyla Türkleşirken, Kafkaslarda yaşayanlar
da "Türki"leşmiştir.
Kafkaslarda Karaçay, Balkar, Kumık, Nogay gibi Türk kavimleri
yaşamaktadır. Bunlar, batıya göç eden diğer Türk boyları gibi
farklı tarihlerde bölgeye gelerek yurt edinmiştir. Bunun
yanında Türk kökenli olmadığı halde, yakın yüzyıllara kadar
süren İslamlaşma sürecinde Müslüman olan ve birçok bakımdan
Türkiye’ye ilgi duyan, kendilerini Türklere yakın hisseden
Çerkesler, Abhazlar, Kaberdeyler, Adigeler, Çeçenler, İnguşlar,
Dağıstanlılar gibi etnik gruplar için “Türki” kimliğini
kullanmak, birçok bakımdan anlamlıdır. Aynı kimlik Balkanların
Türk kökenli olmayan fakat Türkiye’ye ilgi duyan Boşnaklar,
Arnavutlar ve Pomaklar gibi toplulukları için de geçerlidir.
19. yüzyılda kısaca “büyük oyun” olarak adlandırılan ve
başlangıçta İngiltere ve Rusya’nın Türk hanlıklarının
bağımsızlığına son veren işbirliği günümüzde Kuzey
Kafkasya’dan Basra Körfezi’ne “anti-Türkizm” konusunda küresel
ittifak halinde her fırsatta uygulanmaktadır. Söz konusu Türki
kavimler de bu anti-Türkizm uygulamalarının hedefi
durumundadır.
DİPNOTLAR
1) İstanbul, 1298.
2) Kafkaslar’ın Türk kökenli halkları ise güneyde daha
çok doğuda Hazar kıyısında, orta bölgelerde ve bir miktarda
batı yaşayan Azeriler (5.477.000) ile kuzeyde yaşayan
Kıpçaklardır. Kıpçak Türkleri’nin alt grupları ise Kumikler
(228.000), Nogaylar (60.000), Karaçaylar (131.000) ve
Balkarlardır (66.000). Bu rakamlarda Sovyet döneminde 1979
sayımlarında elde edilenlerdir.
3) Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür:
Karaçay-Malkar Türklerinde Sosyo-Ekonomik Yapı ve Değişme
Üzerine Bir İnceleme”, İstanbul, Ötüken, 1993; s.30.
4) Mustafa Öztürk, Kafkasya’nın Tarihi Coğrafyası ve
Stratejik Önemi”, s.16.
5) Mirza Bala, “Çerkesler”, İslam Ansiklopedisi, C.3,
İstanbul, MEB, 1993; s.375.
6) Orhan Tavkul, a.g.e., s.50.
7) Nadir Devlet, Çağdaş Türk Dünyası; s.133.
8) 14 Nisan 1864’ü Adem Tok, “Çerkeslerin en kötü günü
kabul eder”. Bu tarihte Prens Mikail ile Adige beyleri
arasında yapılan pakta göre Çerkeslere üç alternatif
surnulmuştur: 1. Dağları terkedecekler ve Rus kontrolü altında
yaşamak için tarım alanlarına yerleşecekler; 2. Esir olarak
yaşayacaklar; 3. Osmanlı ülkesine göç edecekler; http://www.circassianweb.com/kronoloj.htm
2004-07-16. Ayrıca bkz. Mirza Bala, “Çerkesler”; s.384.
9) Nadir Devlet, a.g.e., s.133
10) “Ingushetia” or “Ingush Republic”, The Columbia
Electronic Encyclopedia, 6th ed. Copyright © 2004, Columbia
University Press; http://www.infoplease.com/ce6/world/A0825222.html,
2004-07-27.
11) Mustafa Öztürk, “Kafkasya’nın Tarihi Coğrafyası ve
Stratejik Önemi”, s.14.
12) “Chechnya”, The Columbia Electronic Encyclopedia,
6th ed. Copyright © 2004, Columbia University Press;
http://www.infoplease.com/ce6/world/A0811595.html, 2004-07-27.
13) Fanny E. Bryan, Sovyetler Birliği'nin Çeçen İnguş
Cumhuriyeti'nde Din Aleyhtarı Faaliyetler ve İslamiyetin Var
Olma Mücadelesi, çev.: Yasin Ceylan (Ankara, ODTÜ, 1985); s.1.
14) “Chechen Republic Ichkeria”
15) Mustafa Öztürk, “Kafkasya’nın Tarihi Coğrafyası ve
Stratejik Önemi”, s.14. Alt etnik gruplara inildiğinde,
dünyanın en çok sayıda farklı etnik kökene sahip insanın bu
sınırlı bölgede yaşadığı görülür. Bir bakıma Kafkasları özeti
durumunda. 1959’da tespit edilebilen en kalabalık Kafkas
kökenli gruplar olarak Avarlar 270.394, Lezgiler 223.129,
Dargiler 158.149, Laklar 63.529, Tabassaranlar 34.700, Agullar
6.700, Tshurlar 7.321. En kalabalık Türk grupları olarak
Kumuklar 134.967, Nogoylar 38.582. İranlı gruplar arasında en
fazla Tatlar bulunmaktadır. Ruslar da daha çok şehirlerde
yaşamaktadırlar. Bunlardan başka Azerbaycanlılar, Ermeniler,
Yahudiler ve Ukraynalılar vardır. Buna göre Dağıstan’da 81
ayrı millete mensup insanların yaşadığı tespit edilmiştir.
“Dağıstan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”, Meydan
Larousse, C.3, İstanbul, 1970; s.334. |