“Böyle bir şey de mi vardı? Bu da nereden çıktı? İlk defa
duyuyorum” diyebilirsiniz. Bende zaten ilk defa söylüyorum.
İlk söyleyen de benim herhalde. Böyle bir sendromun
varlığından neden bizim haberimiz yok? Ne zaman ortaya çıktı?”
gibi sorular da sorulabilir. Bu sendrom aslında resmi
ideolojinin sürekli hissettiği, son zamanlarda eski ağırlığını
artık pek de hissettirmeyen Çerkesafobya’nın bir parçasıdır. Aslında bu fobiyi Çerkes olan-olmayan herkes bilir. Adına
başka bir şey de denebilir belki ama Çerkes Kaymakam
Sendromu’nun bunun etkisiyle yıllar sonra ortaya çıktığını da
belirtmekte fayda var.
Bunun varlığını ilk kez üniversite yıllarımda fark etmiştim
ama bunun bir sendrom olduğunu ben de bilmiyordum doğrusu
çünkü o zaman daha bu kelimeyi duymamıştım bile. Ne zaman ki
öğrendim bu kelimeyi ve anlamını, o zaman fark ettim bunun bir
sendrom olduğunu. Daha önceleri bunu salaklık, aptallık,
faşistlik, puştluk gibi kelimelerle adlandırmaktaydım belki,
tek fark buydu işte.
Bilirsiniz; bu durumu sadece toplumlar yaşarsa adı “sendrom”
olur. Aksi taktirde adı psikoloji dilinde “patolojik sinir
bozukluğu” dur bildiğim kadarıyla. Burada durumun biraz farklı
olması işin doğası gereğidir. Bu da bu “duygu durum
bozukluğu”nu ne bir toplumun ne de bir topluluğun yaşıyor
olması, bu bozukluğu aslında insan psikolojisinden bağımsız,
kendini oluşturan unsurlara eşit uzaklıkta olması gereken bir
devletin yaşıyor olmasıdır. Şaşılacak tek şey de budur
aslında. İşte tam da bu nedenle bunun adına faşizm demek pek
de yanlış olmaz.
Pekiyi bu duygu durum bozukluğunu bir devlet nasıl
yaşayabilir? İnsan değil, canlı değil, böylesine bir varlığın
nasıl bir psikolojisi olabilir?
Yoksa olamaz mı?
Söz konusu olan her on yılda bir darbe her beş yılda bir
“demokrasiye balans ayarı” moda adıyla yürütme ve yasamayı
ortadan kaldıran, yargıyı da tamamen dumura uğratan bir orduya
sahip ülkeyse bal gibi de olabilir elbette. Eğer böyle
olmasaydı Atatürk’ten Abdullah Gül’e İsmet İnönü’den Recep
Tayyip Erdoğan’a kadar bu devleti yöneten bütün devlet
adamlarının Ulus Meydanı’nda ya da Taksim Meydanı’ndaki
heykellerden bir farkı kalır mıydı?
İtirazımız tabii ki içinde yaşadığımız devletin bir
psikolojisinin olmasına değildir. Bilgisi, deneyimiyle, olumlu
duygu durumu ve şefkatiyle değil de; demokrasi- den,
hoşgörüden uzak duygu ve inançlarıyla devlet yönetmeye kalkan
o insanların duygu durum bozuklukları da elbette demokratik
devlet geleneği olmayan bu devletin yönetim biçimine
yansıyacaktı.
Eğer böyle olmasaydı darbeyle gelen bir cunta lideri yaşı
tutmadığı halde asılan gençlere; “asmayalım da besleyelim mi?”
diyebilir miydi?
Demokratik talepleri için yürüyenlere bir başbakan; “yollar
yürümekle aşınmaz” diyebilir miydi?
Daha önce doğru bulmadığı bir şeyin o an doğru olduğunu
göstermek için yine aynı başbakan “dün dündür, bu gün bu
gündür” diyebilir miydi?
Yine aynı kişi şaibeli bombalamalar için “ terörle yaşamaya
alışacağız” diyebilir miydi?
Bir başka başbakan faili meçhul cinayetler işleyenler için
“devlet için kurşun sıkan da, kurşun yiyen de şereflidir”
diyebilir miydi?
Susurluk skandalına karıştıkları iddiası ortaya atılan
yardımcısı ve içişleri bakanı için bir başbakan “ bunlar fasa
fiso” diyebilir miydi?
Ürünü elinde kaldığı ve zarar ettiği için bir çiftçinin “
anamız ağladı sayın başbakanım” demesine bir başbakan; “ ananı
da al da git” diyebilir miydi?
Eğer böyle olmasaydı bütün bu insanlar kendi yanlış inanç ve
psikolojilerini bütün bir topluma dayatabilirler miydi?
Eğer böyle olmasaydı birçok kimlik ve etnik kökenden oluşan
T.C. vatandaşlarını bir potada eriterek yeni bir “ulus”
yaratma amacı güdülebilir miydi? Asimilasyon denen kavram
olabilir miydi?
Olamazdı elbette.
İşte tam da bu nedenle “Çerkes Kaymakam Sedromu” da olamazdı.
Herkes çok iyi bilir o dramatik Bodrum türküsünü.
Çökertme.
Bu türküde üç ana kahraman vardır: Biri Halil (şimdilerde
Cingen Halil!), diğeri paylaşılamayan, dünyalar güzeli Gülsüm,
bir de kötü adam Çerkes Kaymakam.
Nasıldı o türkü?
Çökertmeden çıktım da Halil’im
Aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im
Aman koptu kıyamet.
Arkideşim İbram Çavuş
Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası
Gidelim gidelim de Halil’im
Çökertme’ye varalım.
Kolcular gelince Halil’im
Nerelere kaçalım.
Teslim olmayalım Halil’im
Aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası.
Güvertede gezer iken
Aman kunduram kaydı
İpekli de mendilimi
Aman ö rüzger aldı.
Çakır da gözlü Gülsüm’ümü
Çerkes Gaymıkem aldı.
Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı
Yüreğime ateş saldı
Aman kurşun yarası
80’li yılların ilk yarısıydı. Neredeyse her köye elektrik
gitmiş, önceleri birkaç kişinin sahip olduğu televizyonlardan
insanlar Aşk Gemisi, Dallas, Zengin ve Yoksul gibi yabancı
dizlerin yanı sıra, her salı akşamı yayına konulan yerli
sinema örnekleriyle uyuşturulurken bir gece ansızın o dönemin
tek devlet kanalı olan TRT’nin akşam haberlerinde ilginç bir
habere yer verildi. Hatırlayanlar olacaktır bu habere göre;
Özal hükümeti yasa ile değil de yayınladığı bir genelgeyle ve
ya kanun namında kararnameyle 150’ye yakın kelimenin TRT
kurumlarında kullanılmasını yasaklıyordu. Spiker bu
kelimelerden birkaç tane de örnek de sıralamıştı aslında ama o
kelimelerin içinde Çerkes kelimesi yoktu.
O güne kadar türküye göre; türkü kahramanı ve “çakır gözlü
Gülsüm”ün maşukesi Halil’den Gülsüm’ü alan Çerkes Kaymakam
iken ve buna yıllardır tüm Türkiye’deki sanatçı ve
dinleyiciler tanık iken; o günden sonra 12 Eylül
cuntacılarının da içinde bulunduğu bir MGK “tavsiye kararı” ve
hükümetin yayınladığı genelgeyle Gülsüm’ü alanın Çerkes
Kaymakam değil “kolcular” olması gerektiğine karar verildiği
anlaşılıyor.
Bu tarihten sonra TRT veya daha sonraları kurulan özel
kanallarda Tolga Çandar ve Suavi dışındaki hiçbir sanatçı
(buna Çerkes kökenli olduğu söylenen ve her fırsatta demokrasi
havarisi kesilen Sümer Ezgü de dahil) bu türküyü doğru
şekliyle söylemeye cesaret edemedi.
2004 yılının yaz sonu yeni yayın döneminde atv kanalında
yapımcılığını Avşar Film’in yaptığı “Kurşun Yarası” adında
bir dizi yayına konuldu. O dönemden kısa bir süre önce kanalın
Dinç Bilgin’den çıkıp Ciner Grubu’a geçmesiyle bir ara Uzan
Grubu’na ait ve Türkiye’nin ilk özel kanalı olan StarTv’ye
geçen Ali Kırca, bu grubun AKP hükümeti tarafından
tasfiyesiyle tekrar atv’ye dönmüştü. Dizinin yayına gireceği
gün akşam haberlerinde Halil’i canlandıran baş rol
oyuncularından Berdan Mardini’yi canlı yayına çağırmış diziyle
ilgili sorular sormuştu. Dizi oyuncusu Berdan Mardini’nin
şunları söylediğini hatırlıyorum: “Dizi Çökertme Türküsü’nün
hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi anlattıktan sonra o türküyü
söyleyeceğim ve dizi böyle son bulacak”.
Canlı yayındaki bu röportajdan sonra diziyi ilgiyle ve umutla
takip ettim ancak dizide Halil’in Çökertme’yi söylenmesine
tanık olmadım. Anladığım kadarıyla dizi baştan tasarlandığı
gibi gitmiyordu. Bir şeyler olmuştu ve kaymakamın Çerkes
olduğuyla ilgili vurgu da çok zayıf kalmıştı.
2004 yılından sonra (nereden icap ettiyse!) Bodrum
Belediyesi türkünün hikayesini Bodrum Tanıtım Kataloğu’na
koymayı gerekli gördü. Aynı hikaye Bodrum Belediyesi’nin resmi
internet sitesinde de yer aldı. Buradaki hikayeye göre türküde
adı geçen Halil, “Çingen Halil” olarak anılıyordu. Belediye
bunu yaparken aslında: “Bir Çerkes bir Türkün elinden kız-mız
alamaz. Alsa alsa bir Çingene’in elinden alır” demeye
getiriyordu. Bunu yaparken bir Çingene’nin “Ege Ağzıyla“ değil
ancak ve ancak “Roman Ağzıyla” türkü söyleyebileceğini hesaba
katmayı unutuyordu nedense. Irkçı bir yaklaşımla hem
Çingeneleri hem de Çerkesleri aşağılamış oluyordu aslında.
İnsanlığın ikinci milenyumu yaşadığı şu günlerde, sağ girdiği
karakoldan ölü çıkan insanların varlığına tanık olduğumuz bu
ülkede negatif ayrımcılığın bu kadar fütursuzca
yapılabilmesinin tarafımızca şaşırtıcı bulunmadığını da
belirtmekte fayda görüyorum.
ÇÖKERTME
TÜRKÜSÜ'NÜN ÇAKIR GÖZLÜ GÜSSÜN'Ü
“Bilinen iki Çakır Güssünün'den biri Kocaaa Güssün (Gerişli ya
da Küdürlü Güssün) diğeri de esas olan Ali Gallem'in eşi Hevse
Alegöz'dür. Yıllarca gizledikten sonra kendisine "Çakır Güssün
dendiği açıklayıvermiştir. O, annesiyle birlikte Çerkes
Kaymakam'ın hizmetçiliğini yapmıştır. Halil Efen'nin ölümünden
sonra bir gün, Yeni Cami'nin batısındaki Rüştiye binasının
dibinde, başında kırmızısı fıtası, sol ayağı çemperisiyle
sarılı görülen bir kadının "Çakır Güssün" olduğu söylenir.
Datça'ya sürüleceği rivayet olmuşsa da, o kardeşi Şer Mehmet
Kapta'ın kayığıyla Marmaris'e geçmiş, birkaç yıl sonra da
Bodrum'a dönmüştür.
Dağlarda efelik yapan Çingen Halil’in bir düğünde karşılaştığı
güzeller güzeli Çakır Güssün ile kaçıp gizlenmekle geçen son
günlerinin hikayesidir.” (*)
Ancak bu negatif ayrımcılığı kınayacağına, buna çanak tutan
sözde demokrat köşe yazarlarının mevcudiyeti sadece resmi
kurumların değil sivil şahsiyetlerin ve basının da
sorgulanmasını gerektirdiğini ortaya koyuyor:
“Fakat şimdi öğrendim, o meşhur Halil’in meğerse armut taciri
olduğu söyleniyor yahu, armut taciri! 'Çingen Halil’de
diyorlar...
Halil’in
bildiğiniz serseri, katil, bitirim, itin teki... Kör Bayram'ı
öldürmüş, Rum kaçakçılarla ortak iş de yaparmış... Geriş
köyünden Çakır Gülsüm derler bir kız seviyor, fakat Çerkes
asıllı Bodrum kaymakamı da kıza hayran, askıntı oluyor...
Bunlar kaçıyorlar, kolcular da bunları Bitez'de kıstırıp
Halil’i vuruyorlar... Yıl 1318 falan, yani 1902...” (**)
Bir de türküyü şovenizmden uzak bir şekilde doğal haliyle
ortaya koyanlar var. Bunlara da teşekkür ederek yazılarına yer
vermeyi ihmal etmemek gerektiği düşüncesindeyim.
TÜRKÜNÜN HİKAYESİ
(...)
İşte o yıllarda Halil’in adlı yiğit bir delikanlı vardı.
Mertti. İyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdi.
Çam yarması gibi, kaşı gözü, eli yüzü düzgün, cesurdu.
Yiğitliği de dillerdeydi. Bir de “Bodrum kaymakamı” vardı.
Halk düşmanı, astığı astık, kestiği kestik. İstanbul‘un da
gözde adamı. Adına da “Çerkez Kaymakam “ derlerdi. Halk
arasında “Kalleş Kaymakam” Bir eli yağda bir eli balda. Sandal
sefaları, gece alemleri... Etrafında etek öpenler, fedailik
yapanlar... Milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı
yemeklerle donatılmış sofralar...
Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardı. Bitez
yalısında otururdu. Sahilde şipşirin bir köy. Köyün
yakınlığından adına “Bitez yalısı” demişler. Herkes güzel
Gülsüm ‘ü yiğit Halil‘e yakıştırıyordu. Gülsüm adı Halil’le
beraber anılırdı. Bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamı’nın
kulağına da ulaşmıştı. Etrafındaki dalkavuk çömezler
kaymakamın kulağını doldurmuşlar.”Gülsüm güzel kız. Saraylara
layık. Halil’in gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse
yazık olur. Sen evet de on Gülsüm getirelim sana. Zaten Halil
dağda, çetelerle dolaşıyor.” diyerek şişirmişler. Amaçları
kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil‘e zarar
vermek...
Kaynak :
www.sevginehri.net (***)
Halil’e bir de Van’dan sahip çıkan bir yazarın gözüyle
bakalım:
“Çökertme Türküsünün kahramanı olan Halil,
babası tarafından Van ili, Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir.
Ailenin büyükleri önce Van'dan İstanköy'e gelir ve daha sonra
da Bodrum Karabağ'da Bekiroğlu tepesine yerleşirler. Halil'in
babası, Demirci Ali usta burada bir Çingene kızı ile evlenir
ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı
kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık
İstanköy'e gitmektedir. Bu gidişlerden birinde düğüne davet
edilir. Düğünde iken Halil'i Rumlar ihbar ederler.
Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay
üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir.
Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır. Böylece Rumlarla
Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada Türküde
'Çakır Gülsüm' olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi
duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm' ü Kara kaya' da ki
bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde
Bodrum'un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen
Ömer Lütfi Bey'in evinde hizmetkarlık yapmaktadır.
Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır
Gülsüm' ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil'i
devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm' ü,
Dertlinin Ali'nin Karabağdaki evinden alarak dağa kaldırır.
Yalıkavak karşısındaki Güdür’de bir in bulur ve Gülsüm'le
burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi
Bey, Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir.
Selam oğlu Halil'i bulur fakat önceden tanıştıkları için
kaymakam konusunda Halil'i uyarır.” (****)
Neden, niçin, ne şekilde, ne zaman, kimler tarafından alınan
kararla böyle bir uygulamaya gidildiği konusunda net bir
bilgiye sahip olmanın birkaç yıl önce çıkan bir yasayla bir
yolu olması gerekirdi aslında. Bilgi Edinme Yasası gereğince
devletin ilgili kurumlarına başvurarak bu soruların cevabını
post modern postalaşma yöntemi, yani e-mail ile hemencecik
mail kutunuzda bulabilirdiniz. Ben de öyle yaptım ve gazeteci
deyimiyle yukarıdaki 5N 1K sorularını 2008 Mayıs ayında
TRT’nin
www.trt.net.tr internet
adresinin ilgili linkini tıklayarak sordum. Yaklaşık sekiz
aydır sorularımın cevaplarına ve yasa gereği tarafıma
ulaştırılması gereken bilgilere henüz ulaşabilmiş değilim.
Halil’in “çakır gözlü Gülsüm’ü” nü kimin aldığı o kadar da
umurumda değil aslında. Asıl aradığım ve amacım; devletin
sistematik asimilasyon yapmadığını savunan “eski tüfek” yeni
Ergenekoncuların önüne onları susturacak bir belge
koyabilmek. Konuyla ilgilenenlere tavsiye ederim.
DİPNOTLAR
(*)
www.oren-bld.gov.tr Milas
İlçesi, Ören Beldesi resmi internet sitesi
(**) Engin Ardıç’ın 17 Nisan 2006 Akşam
Gazetesi’ndeki köşe yazısından
(***) "Bodrum Türküleri, Manileri, Tekerlemeleri ve
Marşları” Yazar: Mehmet USLU
(****)
www.vanbolgegazetesi.com köşe
yazarı: Ümit Kayaçelebi’nin makalesinden |