Son üç gün içinde, Cumhurbaşkanı Gül, Rusya Devlet Başkanı
Medvedev, Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan ve Ermenistan
Dışişleri Bakanı Nalbantyan’la görüşürken, Başbakan Erdoğan
ise Rusya Başbakanı Putin’le görüştü.
Görüşme takvimine bakıldığında bunun geleneksel 24 Nisan
telaşı ve Obama’ya verilen “Ermenistan’la ilişkileri düzeltme”
sözüyle ilgili bir telaş olduğu söylenebilirse de bu sefer
durumun çok daha karışık; büyük Kafkasya oyununda Türkiye’nin
ayağının Kafkasya’dan kesilmesinde hayli ileri bir aşamaya
gelindiğiyle ilgili olduğu görülür.
Çünkü, “Bir millet iki devlet” hamaseti üstüne kurulu
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin “hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağı” bir döneme girdiğini artık herkes kabul ediyor.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbantyan ile Türkiye’nin
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın İsviçre’deki görüşmelerinin
“tutanaklarını”, Rus istihbaratının, sanki başka daha önemli
işi yokmuş gibi Bakü’de İlham Aliyev’in önüne koymasından
beri, Aliyev; “Karabağ sorununda bir adım atılmadan
Ermenistan’la sınırı açmayız” diyen Tayyip Erdoğan’a değil,
“Ekimde Türkiye’ye açılmış sınırdan geçerek gideceğini”
söyleyen Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a inanıyor.
Hükümet yandaşı basın ise bütün bu karışıklığı kabul ediyor;
ancak onlar bu durumun, Türkiye’nin, Rusya-Gürcistan savaşı
sırasında bölgede inisiyatif alması sonucu ortaya çıkan bir
“diplomasi zaferi” olduğunu iddia ediyorlar.
Ancak burada sorun yaklaşımdadır. Çünkü bu kişiler,
Kafkasya’yı, ülkeler arasındaki anlık dostluk ve düşmanlıklara
bakarak değerlendiriyorlar olanları.
Oysa Kafkasya’da 19. yüzyıldan beri, yaprak kımıldasa,
yaprağın kımıldamasında birinci derecede etken Rusya ile
Batılı ülkeler arasındaki çatışmanın rüzgarı olmuştur. (SB
dönemi dışında...)
Bugün de Kafkasya’da her türden savaş ve barış girişimlerinin
arkasında (ve önünde) ABD’nin başını çektiği Batı emperyalizmi
ile Rusya’nın egemenlik çatışması vardır.
Ve bugün somutta ABD; Türkiye, Gürcistan ve Ermenistan
üçlüsüne Azerbaycan’ı da katarak, Rusya’yla hesaplaşmak
istemektedir.
Rusya ise bölgeye yakın olan Azerbaycan’la ekonomik
(Azerbaycan’la Rusya arasında gümrük yoktur), Ermenistan’la
askeri ve ekonomik (Ermenistan sınırlarını Rus ordusu
korumaktadır ve ekonomik giriş çıkışlar tümüyle serbesttir)
yakınlığını kullanarak, ABD’nin bölgeye müdahalesini
zayıflatmak; bunu da, ABD’nin “Truva atı” olarak hareket eden
Türkiye’nin ayaklarını Kafkasya’dan keserek yapmak
istemektedir. Gürcistan müdahalesiyle küçük Kafkas halklarını
(Abhazlar, Çerkezler, Dağıstanlılar, İnguşlar vb.) arkasına
alan ve Türkiye’deki Kafkas kökenli halkların sempatisini
kazanarak Türkiye-Gürcistan (arkada ABD vardı) ittifakını
önemli ölçüde etkisizleştiren Rusya, Türkiye’nin Ermenistan
hamlesine de Azerbaycan’da yanıt vermektedir. Onun için de
Rusya’nın Türkiye-Azerbaycan yakınlığını bozarken,
Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını da sabote etmesi normaldir!
Bu durum, ABD’yi ve AB’yi giderek Türkiye-Gürcistan ittifakına
sıkıştırmaktadır. Ama Gürcistan’da Amerikan uşağı yönetimin
ömrünün uzun olması da beklenmiyor. Kısacası Türkiye’yi, (AKP
Hükümeti’nin diplomasisini) bir “zafer” daha bekliyor
Kafkasya’da!
ABD ve AB, öyle kolayca Kafkasya’dan vazgeçmeyeceğine göre;
iki dayanağı kalacaktır:
1) Bu ülkelerdeki Batı yanlısı muhalefet.
2) Türkiye! Ki, bu durumda ABD’nin ve NATO’nun
Karadeniz’e yerleştirilmesi, onun için Trabzon’a bir ABD (ya
da NATO) deniz üssü, Doğu Anadolu’da yeni üsler gibi
seçenekler!
Elbette Türkiye’nin emperyalizmin böyle bir üssü olmasını ABD
istemektedir. Bunun için “model ortaklık”, “bölgesel liderlik
rolü”nden söz ediyor. Türkiye’nin “aktif dış politika”
yönelimi de buna çok uygun.
Ancak Türkiye’nin bölgede barışçıl seçenekleri de var. Ne var
ki bunun birinci koşulu, Türkiye’nin ABD’nin “Truva atı” ya da
açık ortağı olmaktan vazgeçmesidir. İkincisi ise ABD ve AB’yi
Kafkasya sorunlarının dışında tutarak, sorunu bölge ülkeleri
arasında görüşerek çözülecek bir soruna dönüştürmektir.
Bunun da imkanları son derece fazlalaşmıştır. |