Söz
konusu edeceğimiz olayın üstünden 30 yılı aşkın bir zaman
geçti. O zamanlar yazları izci kampları Karadeniz
kıyıları boyunca
kuruluyordu, izciler çalıştırılıyorlardı. Biz de, değişik
okullardan gelmiş öğretmen ve öğrenciler olarak, yılda bir ya
da iki ay uygulamalara katılmakla görevlendiriliyorduk. Tuapse’den çıkınca, çok uzak olmayan bir yerde Agoy ve Aguy
köyleri bulunur. İlkinde bir dinlenme kampı vardı. Henüz 18
yaşıma basmamış iken, ilk öğretmen eğitimi uygulamamı/stajımı
burada yapmıştım. O yıl yaz mevsiminde Sovyetler Birliği’nin
değişik yörelerinden 500-600 kadar çocuk buraya, kampa
getirilmişti. İzci rehberleri, çocuk bakıcıları, yönetici,
sağlık personeli, hizmetliler ve diğer gruplar da
buradaydılar.
O dönemde her bir işin bir ölçüsü, bir ayarı ve bir örneği
bulunurdu. Küçük öğrenciler yaş sıralamasına göre 12 gruba
ayrılıyorlardı. Bana 12. grup verilmişti, grupta 9-10
yaşlarında 42 öğrenci bulunuyordu. Kavurucu uzun yaz günlerine
karşın, gün ağarırken kalkar, gün batana değin durup
dinlenmeden çalışırdık. Sabah olur olmaz, bütün bir kamp
hummalı bir biçimde çalışmaya başlardı. Öncelikle bahçeyi ve
etrafı tek bir kir, bir çöp bırakmayacak biçimde temizlerdik.
Sabahleyin, öğleyin, öğleyin sonrası ve akşam yemekleri
vaktinde yenirdi. Yemek aralarında çocukları iki kez denize
sokardık. Sabahları ve akşamları izci şarkıları, konuşmalar ve
dans müzikleri kampı çınlatırdı, eski Shapsugh anayurdu bir
sevgi ve neşe pınarına dönüşürdü. Biz de, aralarında
bulunduğumuz küçük öğrencilerden farksız olarak, öğrencilikten
kız arkadaşlarım Ase, Nuse ve Mira ile birlikte, elimizden
geldiğince çalışır ve işleri asla savsaklamazdık.
Böylece, tatil günleri birbirini izlerdi. İlk grubun çalışma
günlerinin sonu yaklaşmaktaydı, biz de tüm
grupların/müfrezelerin katıldığı ulusların kutlama gününe,
festival yarışmasına hazırlanmaya başlardık. Belirlenen her
bir ulusal topluluğun gösterileri keni gruplarınca
hazırlanırdı.
Aramızda Baltık Denizi kıyılarıdan gelmiş öğrenciler vardı,
Rusça’yı bizim kadar olsun bilmeyenler, saçlarını yıkamaları
gerektiğinde, “надо волосы постирать”
(saçımı oğuşturmam gerekiyor) diyenler vardı, biz de onlara
biraz olsun gülmeden edemezdik;Moskova’daki öğretmen
enstitüsünden gelen öğrenciler de, dikkatli çalışmamızı
sağlamak için, rehber olarak kampta bulunuyorlardı. Burada
Adige okulları (педучилищ)
öğrencilerinin tüm kampta en düzenli çalışan grup olarak
seçilmiş olduğunu da belirtmem gerekir. Adige okullarının
eğitim-öğretim işlerinde verimli, istekli ve kendini işe
vererek çalışmakta olduğunun bir göstergesiydi bütün bunlar.
Benim müfrezemde 42 izci (пионер)
bulunuyordu. Grupta Moskova’dan gelmiş on kişi vardı, bunların
6’sı oğlan çocuğu, 4’ü de kız çocuğu idi. Diğerleri Adigey,
Krasnodar Kray ve başka yerlerden gelmişlerdi. Festivalde
Adigey’i seçersek, yanılmayacağımızı anlattım ama bulunduğumuz
Tuapse rayonunda, toprağın kendisi dile gelmeyecekse, tek bir
Adigece sesini bile duymak olanaksızdı. Üzücü de olsa,
ortalıkta tek bir Adige sesi olsun, izi olsun yoktu. Oysa,
yemekhanemizde çalışan iki üç Shapsugh kadını vardı, kamp
bekçimiz de Shapsugh’dı. Biz rehberler olarak Adigece
konuşuyor olsak da, bizi duymuyor, görmüyor, ruh gibi
davranıyorlardı. Öylesine bir dönem yaşanıyordu, Rus’un
yoğun/çoğunlukta olduğu yerlerde, Adigeler soluk alamaz
durumdaydı, Rusça herşeyi bastırıyordu.
Festival konusuna dönelim. Kitap, giysi gibi gereksenen
şeylerin önemli olmadığını sanıyordum, ama iş sanmadığımdan
farklı çıktı. Adige yazar ve şairlerine ait tek bir kitabımız
bile yoktu, Adige şarkı kitabı da yoktu. Ancak, ne olursa
olsun verdiğim sözden yan çizmek de istemiyordum, Adigey’i,
Adigeleri/Çerkesleri tanıtma göreviyle yükümlüydüm!Kendi
kendime köy okulunda öğrendiğim şarkıları- “У
адыгов обычай такой»
(“Adige Geleneği/Xabzesi”,
Къ.
Жанэ),
«Адыгея
родная моя»
(“Benim Yurdum, Adigey’im”,
С.
ЯхъулI),
İshak Meşbaş’ın «Моя
Россия»
(Benim Rusya’m), «Родина»
(Vatan) şarkılarını ele aldım.
Müfrezemde/grubumda Adige yoktu. Yine de birkaç şarkı, şiir ve
“Zefak’o”, “İslamıy” ve “Vıg” gibi birkaç Adige dansını bir
başıma öğrettim; işleri oldukça yoluna koydum, sıra Adige
giysileri bulmaya gelmişti. Adigey adına bizi görmeye gelen B.
A’nın Maykop’a gidip döneceğini duyunca gerçekten sevindim,
yanına gidip kız ve erkek Adige giysileri getirmesini, bu
konuda yardımcı olmasını istedim. Söylediği gibi ertesi akşam
döndü, soğan renginde ve gece elbisesini andıran iki küçük
Ukrayna kadın elbisesi getirdi. Bu görüntü karşısında
irkildim, bu eğitimli genç Adige giysilerinin ne olduğunu
bilmiyor mu diyerek?! Şaşırdım ve üzüldüm. “Sen şimdiye kadar
Adige ulusal giysilerinin neye benzediğini görmemiş olmalısın”
demem karşısında kendine geldi, kızdı, getirdiklerini toplayıp
“Ben bunları zar zor bulabildim” diyerek ayrıldı.
Festivale iki gün kalmıştı, izci giysileri ile Adigey’i
anlatmak olmaz ki, diyerek üzülüyordum. Gece kız arkadaşımla
görüşüp komşu Kuybışevsk-Aguy köyüne gitmeye karar verdik.
Bize söylendiğine göre, orası bir Shapsugh köyüydü, köy kulübü
başkanı da bir Adige idi.
Ertesi sabah çocukları bakıcılara bırakıp biz ikimiz yaya
olarak köyün yolunu tuttuk. Bu yerleri ilk kez görüyorduk.
Kampın bulunduğu Agoy köyü yanından geçen kara yolu doğruca
köye gidiyordu, yani köye ulaşabilecektik. Gençlik yüreği pek
olur ya, biz de durmadan ilerliyorduk, tek bir kişi ve bir
araba ile olsun karşılaşmıyorduk. Serinlik sona erdi, yerini
kızgın güneş aldı, aç ve uykusuzduk, sonunda yorulduk. Sağ
tarafımızda üzüm bağları ve ceviz ağaçları vardı, ortalık
sessizdi ve korku nedir bilmiyorduk.
Derken, Tanrı’nın yardımıyla olmalı, nereden çıktığının
farkında olmadan küçücük bir arabanın geriden bize
yetiştiğini gördük: “Aguy’a gidiyor olmalısınız, daha hayli
yolunuz var, yorulmadınız mı” diye sordu duraklayarak.
“Yorulmamış olsaydık, işaret edip sizi durdurur muyduk?”
diyerek gülümsedik. Pek istekli görünmese de adamın küçücük
arabasına çömelip oturduk. Ay boyunca kimseyle
Adigece/Çerkesçe konuşmamıştık, artık köy kulübün buğday
tenli başkanı bizi kendine özgü Shapsughca’sıyla karşılamıştı.
Çok sevinmiştik. Beklediğimiz gibi, geri vermemiz kaydıyla,
kiraz renkli iki kız çocuğu giysisi ile siyah Çerkes erkek
çocuk giysilerini (tsıye) bize verdi. Dünyalar bizim olmuştu,
“Buyurun, gösteriye gelin” demeyi bile akıl edemeden kampa
geri dönmüştük. Yaya yürümek canımıza tak etmiş, güneş de bizi
iyice kavurmuştu. Ancak, Adigey’imizi festivalde doğru dürüst
temsil etmek, bizim için her zorluğa değerdi.
Gösteri günü geldi:Güneşli güzel bir gündü. Kampın bahçesi
renkli kurdelelerle çevrilmişti, yazılı bez panolar ve çiçek
demetleriyle süslenmişti ortalık. İzci takımları kırmızı
kepleri güneşe karşı parıldayarak, sıra sıra gelip bahçeye
dizilmişlerdi. Bahçe şarkı ve şiirlerle çınlıyordu. Her bir
takımın özel bir köşesi vardı. Sevinçli bir kutlama günüydü!
Büyük ülkemizin -Sovyetler Birliği’nin- her bir -15- birlik
cumhuriyetini aramızda paylaşmıştık ve herkes elinden geleni
yapmıştı. Kutlama başladı… Zaman ilerlemiş, sıra benim
grubuma gelmişti. Benim küçücük izcilerim şarkı, şiir ve
danslarıyla Adigey’i çok güzel bir biçimde sunup tanıtmayı
başardılar. Jürinin oybirliği ile “Adigey, benim en değerli
varlığım” (Си
Адыгееу силъапI)
adını verdiğimiz dinletimiz festival birincisi seçildi.
Başarı grubumu ve beni sevince boğdu ve tüm yorgunluğumuzu
unutmamızı sağladı. Ciddi eğilir, dayanışır ve elbirliği
edersen üstesinden gelemeyeceğin bir güçlük olamaz. Bu olayın
üzerinden neredeyse bir insan ömrü gibi uzun bir zaman geçti,
ancak Adige yaşayan bir yerde, o zamanlar bile anadilinin
-Adigece’nin- bir kenara atıldığını görmüştüm.
Bugün Adigey Cumhuriyeti adına çözümü başta gelen sorunlar
arasında Adigece’nin öğrenilmesi, korunması ve bir yolu varsa
yeniden canlandırılması, ayakta tutulması sorunu bulunuyor.
Bu sorun 1960-1970 yıllarından beri kendini göstermeye
başladı (*). Bu yazımda ana amacım, Adigece’nin savsaklanmakta
olduğuna dikkatleri çekmektir. Kendi başına -Adigeler olarak-
dilini ve geleneğini korumaya çalışmaz, kendi ulusal
karakterini geliştirmeyi ele almazsan, kimsecikler gelip de
senin için bu işi yapmaz. Vaktinde yapılan işin insanı mutlu
edeceğini ve onurlandıracağını unutmamalıyız.
Bügün sık sık Adigece’den söz edildiğini görüyoruz ama
ciddi/radikal bir önlem alınıyor da değil, soruna değinme ve
sızıldanma ötesi bir yere varabiliyor da değiliz. Önde gelen
yöneticilerimizin çoğunun evlerinden ve ailelerinden Adigece
tamamen dışlanmış durumda. Ayrıca o evlere Adige kitapları,
Adigece dergi ve gazeteler sokulmuyor, bilmedikleri dilin
kendi ulusal dilleri olduğunu çoktan unutmuş halde ortalıkta
dolanıp duruyorlar. Kitaplık raflarında herkesin bildiği
-Rusça- kitaplar dizili (**).
Kadim -çok eski- dillerden biri olan Adigece bugün acınacak
bir durumda (Adigece bugün için reddedilmiş, sokağa bırakılmış
kimsesiz çocuk durumunda):Adigece’nin güzelliğine ve
mükemmelliğine diyecek yok ama bir cumhuriyet kurmuş olsak
bile, Adigece layık olduğu onurlu yere oturtulmuş olmaktan
uzaktır, korunmuyor ve layık olması gereken yere getirilmiyor.
Bundan hepimiz sorumluyuz. Başlanmayan iş dağ gibi önde
durur, işi vaktinde yapar ve başarırsan, ileriye adım atarsın
(МышIэгъэ
Iофыр зэтырихьэ-мэ
- Iуашъхь,
зигъор игъом пшIэмэ
–
улъыкIотэщт).
Anadilimizi ayağa kaldırmak için, temizlememiz gereken yığınla
kir çöp önümüzde birikmiş duruyor.
Bilgi Notu:
(*)
1960-1970’li yıllar, Kruşçev ve Brejnev dönemleri olup
Ruslaştırmanın yoğunlaştırıldığı, küçük dillerin Rusça içinde
eritilmek istendiği ve iletişimin de geliştiği yıllardır.
Diasporada da o yıllarda Adigece yoğun konuşulur olmaktan
çıkmıştı. Sovyetlerde o yıllarda, kademeli olarak
Adigece’nin/Kabardeyce’nin ve diğer küçük Sovyet dillerinin
birer eğitim dili olma statüleri kaldırıldı. Rusça eğitim
dili uygulamaları başlatıldı. Adigece, bazı köy okullarında
haftada bir ya da iki saat olmak üzere Rusça üzerinden
okutulan ve Rusça öğretmede yararlanılan seçimlik bir ders
diline dönüştürüldü. Artık okullarda tek bir Adigece şarkı
olsun öğretilemiyordu.
1985’te Gorbaçov’un başa geçmesi ve demokratikleşme ile
birlikte, Adigece, Adigey/ Çerkesya/ Kabardey okullarında
1-4 sınıflar kapsamında bir eğitim dili düzeyine yükseltildi.
Artık müzik ve matematik dersleri bile Adigece olarak
okutuluyor, sınıfta Rusça dersler bile Adigece aracılığıyla
işleniyordu. Şimdi tam tersi bir durum var.
1991 yılı sonunda Boris Yeltsin’in RF Devlet Başkanı olmasıyla
birlikte, geri adım atılarak, 1960-1985 arası dönemdeki gibi
bir Ruslaştırma politikasına yeniden dönüldü. Birçokları bu
gerçeği örtbas etmeye ve dikkatleri başka yerlere çekmeye
çalışıyorlar. Bu da bilinmelidir.
Adigece’nin yaşaması, demokratikleşme ve Adige halkının kendi
diline özgürce sahip çıkmasıyla sağlanabilir. -HCY
(**)
Şairin
dediği gibi, ihanetin nerelerden geldiği görülüyor. Adige
halkının başında bir sürü bit toplanmış durumda. Yapılması
gereken iş, bir biçimde bu bitleri temizleyerek işe başlamak
olmalıdır diye düşünüyorum. -HCY |