...................
...................
“ADİGEY, BENİM EN DEĞERLİ VARLIĞIM”

N. Dzevkojıko
Adige Mak, 18 Haziran 2009
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız

                         
...................
 
...................

Söz konusu edeceğimiz olayın üstünden 30 yılı aşkın bir zaman geçti. O zamanlar yazları izci kampları Karadeniz kıyıları boyunca kuruluyordu, izciler çalıştırılıyorlardı. Biz de, değişik okullardan gelmiş öğretmen ve  öğrenciler olarak, yılda bir ya da iki ay  uygulamalara katılmakla görevlendiriliyorduk.  Tuapse’den çıkınca, çok uzak olmayan bir yerde Agoy ve Aguy köyleri bulunur.  İlkinde bir dinlenme kampı vardı. Henüz 18 yaşıma basmamış iken, ilk öğretmen eğitimi uygulamamı/stajımı burada yapmıştım. O yıl yaz mevsiminde Sovyetler Birliği’nin değişik yörelerinden 500-600 kadar çocuk buraya, kampa getirilmişti.  İzci rehberleri, çocuk bakıcıları, yönetici, sağlık personeli, hizmetliler ve diğer gruplar da buradaydılar.  

 

O dönemde her bir işin bir ölçüsü, bir ayarı ve bir örneği bulunurdu.  Küçük öğrenciler yaş sıralamasına göre 12 gruba ayrılıyorlardı. Bana 12. grup verilmişti, grupta 9-10 yaşlarında 42 öğrenci bulunuyordu. Kavurucu uzun yaz günlerine karşın, gün ağarırken kalkar, gün batana değin durup dinlenmeden çalışırdık. Sabah olur olmaz, bütün bir kamp hummalı bir biçimde çalışmaya başlardı. Öncelikle bahçeyi ve etrafı tek bir kir, bir çöp bırakmayacak biçimde temizlerdik. Sabahleyin, öğleyin, öğleyin sonrası ve akşam yemekleri vaktinde yenirdi. Yemek aralarında çocukları iki kez denize sokardık. Sabahları ve akşamları izci şarkıları, konuşmalar ve dans müzikleri kampı çınlatırdı, eski Shapsugh anayurdu bir sevgi ve neşe pınarına dönüşürdü. Biz de, aralarında bulunduğumuz küçük öğrencilerden farksız olarak, öğrencilikten kız arkadaşlarım Ase, Nuse ve Mira ile birlikte, elimizden geldiğince çalışır ve işleri asla savsaklamazdık.  

Böylece, tatil günleri birbirini izlerdi. İlk grubun çalışma günlerinin sonu yaklaşmaktaydı, biz de tüm grupların/müfrezelerin katıldığı ulusların kutlama gününe, festival yarışmasına hazırlanmaya başlardık. Belirlenen her bir ulusal topluluğun gösterileri keni gruplarınca hazırlanırdı.  

 

Aramızda Baltık Denizi kıyılarıdan gelmiş öğrenciler vardı, Rusça’yı bizim kadar olsun bilmeyenler, saçlarını yıkamaları gerektiğinde, “надо волосы постирать” (saçımı oğuşturmam gerekiyor) diyenler vardı, biz de onlara biraz olsun gülmeden edemezdik;Moskova’daki öğretmen enstitüsünden gelen öğrenciler de, dikkatli çalışmamızı sağlamak için, rehber olarak  kampta bulunuyorlardı. Burada Adige okulları (педучилищ) öğrencilerinin tüm kampta en düzenli çalışan grup olarak seçilmiş olduğunu da belirtmem gerekir. Adige okullarının eğitim-öğretim işlerinde verimli, istekli ve kendini işe vererek çalışmakta olduğunun bir göstergesiydi bütün bunlar. Benim müfrezemde 42 izci (пионер) bulunuyordu. Grupta Moskova’dan gelmiş on kişi vardı, bunların 6’sı oğlan çocuğu, 4’ü de kız çocuğu  idi. Diğerleri Adigey, Krasnodar Kray ve başka yerlerden gelmişlerdi. Festivalde Adigey’i seçersek, yanılmayacağımızı anlattım ama bulunduğumuz Tuapse rayonunda, toprağın kendisi dile gelmeyecekse,  tek bir Adigece sesini bile duymak olanaksızdı.  Üzücü de olsa, ortalıkta  tek bir Adige sesi olsun, izi olsun yoktu. Oysa, yemekhanemizde çalışan iki üç Shapsugh kadını vardı, kamp bekçimiz de Shapsugh’dı. Biz rehberler olarak Adigece konuşuyor olsak da, bizi duymuyor,  görmüyor, ruh  gibi davranıyorlardı. Öylesine bir dönem yaşanıyordu, Rus’un yoğun/çoğunlukta olduğu yerlerde, Adigeler soluk alamaz durumdaydı, Rusça herşeyi bastırıyordu.  

 

Festival konusuna dönelim. Kitap, giysi gibi gereksenen şeylerin önemli olmadığını sanıyordum, ama iş sanmadığımdan farklı çıktı.  Adige yazar ve şairlerine ait tek bir kitabımız bile yoktu, Adige şarkı kitabı da yoktu. Ancak, ne olursa olsun verdiğim sözden yan çizmek de istemiyordum, Adigey’i, Adigeleri/Çerkesleri tanıtma göreviyle yükümlüydüm!Kendi kendime köy okulunda öğrendiğim şarkıları- “У ­адыгов обычай такой» (“Adige Geleneği/Xabzesi”, Къ. Жанэ), «Адыгея родная моя» (“Benim Yurdum,  Adigey’im”, С. ЯхъулI),  İshak Meşbaş’ın  «Моя Россия» (Benim Rusya’m), «Родина» (Vatan) şarkılarını ele aldım.   

 

Müfrezemde/grubumda Adige yoktu. Yine de birkaç şarkı, şiir ve “Zefak’o”, “İslamıy” ve “Vıg” gibi birkaç Adige dansını bir başıma öğrettim; işleri oldukça yoluna koydum, sıra Adige giysileri bulmaya gelmişti. Adigey adına bizi görmeye gelen B. A’nın Maykop’a gidip döneceğini duyunca gerçekten sevindim, yanına gidip kız ve erkek Adige giysileri getirmesini, bu konuda yardımcı olmasını istedim. Söylediği gibi ertesi akşam döndü, soğan renginde ve gece elbisesini andıran  iki küçük Ukrayna kadın elbisesi getirdi. Bu görüntü karşısında irkildim, bu eğitimli genç Adige giysilerinin ne olduğunu bilmiyor mu diyerek?! Şaşırdım ve üzüldüm. “Sen şimdiye kadar Adige ulusal giysilerinin neye benzediğini görmemiş olmalısın” demem karşısında kendine geldi, kızdı, getirdiklerini toplayıp “Ben bunları zar zor bulabildim” diyerek ayrıldı.  

 

Festivale iki gün kalmıştı, izci giysileri ile Adigey’i anlatmak olmaz ki, diyerek üzülüyordum. Gece kız arkadaşımla görüşüp komşu Kuybışevsk-Aguy köyüne gitmeye karar verdik.  

 

Bize söylendiğine göre, orası bir Shapsugh köyüydü, köy kulübü başkanı da bir Adige idi.  

 

Ertesi sabah çocukları bakıcılara  bırakıp biz ikimiz yaya olarak köyün yolunu tuttuk. Bu yerleri ilk kez görüyorduk. Kampın bulunduğu Agoy köyü yanından geçen kara yolu doğruca köye gidiyordu, yani köye ulaşabilecektik. Gençlik yüreği pek olur ya, biz de durmadan ilerliyorduk, tek bir kişi ve bir araba ile olsun karşılaşmıyorduk. Serinlik sona erdi, yerini kızgın güneş aldı, aç ve uykusuzduk, sonunda yorulduk. Sağ tarafımızda üzüm bağları ve ceviz ağaçları vardı, ortalık sessizdi ve korku nedir bilmiyorduk.  

 

Derken, Tanrı’nın yardımıyla olmalı, nereden çıktığının farkında olmadan küçücük bir arabanın  geriden bize yetiştiğini gördük: “Aguy’a gidiyor olmalısınız, daha hayli yolunuz var, yorulmadınız mı” diye sordu duraklayarak.  

 

“Yorulmamış olsaydık, işaret edip sizi durdurur muyduk?” diyerek gülümsedik.  Pek istekli görünmese de adamın küçücük arabasına çömelip oturduk. Ay boyunca kimseyle Adigece/Çerkesçe konuşmamıştık, artık  köy kulübün buğday tenli başkanı bizi kendine özgü Shapsughca’sıyla karşılamıştı.  Çok sevinmiştik.  Beklediğimiz gibi, geri vermemiz kaydıyla, kiraz renkli iki kız çocuğu giysisi ile siyah Çerkes erkek çocuk giysilerini (tsıye) bize verdi.  Dünyalar bizim olmuştu, “Buyurun, gösteriye gelin” demeyi bile akıl edemeden kampa geri dönmüştük. Yaya yürümek canımıza tak etmiş, güneş de bizi iyice kavurmuştu. Ancak, Adigey’imizi festivalde doğru dürüst temsil etmek, bizim için her zorluğa değerdi.  

 

Gösteri günü geldi:Güneşli güzel bir gündü. Kampın bahçesi renkli kurdelelerle çevrilmişti, yazılı bez panolar ve çiçek demetleriyle süslenmişti ortalık. İzci takımları kırmızı kepleri güneşe karşı parıldayarak, sıra sıra gelip bahçeye dizilmişlerdi. Bahçe şarkı ve şiirlerle çınlıyordu.  Her bir takımın özel bir köşesi vardı. Sevinçli bir kutlama günüydü!

 

Büyük ülkemizin -Sovyetler Birliği’nin- her bir -15- birlik cumhuriyetini aramızda paylaşmıştık ve herkes elinden geleni yapmıştı.  Kutlama başladı… Zaman ilerlemiş, sıra benim grubuma gelmişti.  Benim küçücük izcilerim şarkı, şiir ve danslarıyla Adigey’i çok güzel bir biçimde sunup tanıtmayı başardılar. Jürinin oybirliği ile “Adigey, benim en değerli varlığım” (Си Адыгееу силъапI) adını verdiğimiz dinletimiz festival birincisi seçildi.  Başarı grubumu ve beni sevince boğdu ve tüm yorgunluğumuzu unutmamızı sağladı. Ciddi eğilir, dayanışır ve elbirliği edersen üstesinden gelemeyeceğin bir güçlük olamaz. Bu olayın üzerinden neredeyse  bir insan ömrü gibi uzun bir zaman geçti, ancak Adige yaşayan bir yerde, o zamanlar bile anadilinin -Adigece’nin- bir kenara atıldığını görmüştüm.  

 

Bugün Adigey Cumhuriyeti adına çözümü başta gelen sorunlar arasında Adigece’nin öğrenilmesi, korunması ve bir yolu varsa yeniden  canlandırılması, ayakta tutulması sorunu bulunuyor.  Bu sorun 1960-1970 yıllarından beri kendini göstermeye başladı (*). Bu yazımda ana amacım, Adigece’nin savsaklanmakta olduğuna dikkatleri çekmektir.  Kendi başına -Adigeler olarak- dilini ve geleneğini korumaya çalışmaz, kendi ulusal karakterini geliştirmeyi ele almazsan, kimsecikler gelip de senin için bu işi yapmaz. Vaktinde yapılan işin insanı mutlu edeceğini ve onurlandıracağını unutmamalıyız.  

 

Bügün sık sık Adigece’den söz edildiğini görüyoruz ama ciddi/radikal bir önlem alınıyor da değil, soruna değinme  ve sızıldanma ötesi bir yere varabiliyor da değiliz. Önde gelen yöneticilerimizin çoğunun evlerinden ve ailelerinden Adigece tamamen dışlanmış durumda.  Ayrıca o evlere Adige kitapları, Adigece dergi ve gazeteler sokulmuyor, bilmedikleri dilin kendi ulusal dilleri olduğunu çoktan unutmuş halde ortalıkta dolanıp duruyorlar.  Kitaplık raflarında herkesin bildiği -Rusça- kitaplar dizili (**).  

 

Kadim -çok eski- dillerden biri olan Adigece bugün acınacak bir durumda (Adigece bugün için reddedilmiş, sokağa bırakılmış kimsesiz çocuk  durumunda):Adigece’nin güzelliğine ve mükemmelliğine diyecek yok ama bir cumhuriyet kurmuş  olsak bile, Adigece layık olduğu onurlu yere oturtulmuş  olmaktan uzaktır, korunmuyor ve layık olması gereken yere getirilmiyor.  Bundan   hepimiz sorumluyuz. Başlanmayan iş dağ gibi önde durur, işi vaktinde yapar ve başarırsan, ileriye adım atarsın (МышIэгъэ Iофыр зэтырихьэ-мэ - Iуашъхь, зигъор игъом пшIэмэ улъыкIотэщт). Anadilimizi ayağa kaldırmak için, temizlememiz gereken yığınla kir çöp önümüzde birikmiş duruyor.  
 

Bilgi Notu:

(*) 1960-1970’li yıllar, Kruşçev ve Brejnev dönemleri olup Ruslaştırmanın yoğunlaştırıldığı, küçük dillerin Rusça içinde eritilmek istendiği  ve iletişimin de geliştiği yıllardır.  Diasporada da o yıllarda Adigece yoğun konuşulur olmaktan çıkmıştı.  Sovyetlerde o yıllarda,  kademeli olarak Adigece’nin/Kabardeyce’nin ve diğer küçük Sovyet dillerinin birer eğitim dili olma statüleri kaldırıldı.  Rusça eğitim dili uygulamaları başlatıldı.  Adigece, bazı köy okullarında haftada bir ya da iki saat olmak üzere Rusça üzerinden okutulan ve Rusça öğretmede yararlanılan seçimlik bir ders diline dönüştürüldü.  Artık okullarda tek bir Adigece şarkı olsun öğretilemiyordu.  

1985’te Gorbaçov’un başa geçmesi ve demokratikleşme ile birlikte, Adigece,  Adigey/ Çerkesya/ Kabardey  okullarında 1-4 sınıflar kapsamında bir eğitim dili düzeyine yükseltildi.  Artık  müzik ve matematik dersleri bile Adigece olarak okutuluyor, sınıfta Rusça dersler bile Adigece aracılığıyla işleniyordu.  Şimdi tam tersi bir durum var.  

1991 yılı sonunda Boris Yeltsin’in RF Devlet Başkanı olmasıyla birlikte, geri adım atılarak, 1960-1985 arası dönemdeki gibi bir Ruslaştırma politikasına yeniden dönüldü.  Birçokları bu gerçeği örtbas etmeye ve dikkatleri başka yerlere çekmeye çalışıyorlar.  Bu da bilinmelidir.  

Adigece’nin yaşaması, demokratikleşme ve Adige halkının  kendi diline özgürce sahip çıkmasıyla sağlanabilir. -HCY

(**) Şairin dediği gibi, ihanetin nerelerden geldiği görülüyor.  Adige halkının başında bir sürü bit toplanmış durumda. Yapılması gereken iş, bir biçimde bu bitleri temizleyerek işe başlamak  olmalıdır diye düşünüyorum. -HCY