Bugünün dünyası kullanım süresi dolmuş kavramları satmaya
çalışan bir bakkal dükkânına benziyor. Bakkal 19. yüzyılın
sömürgecileri. Bunlar Güvenlik Konseyi’nde, uluslararası
kurumlarda, kendileri dışında biraz palazlanmış devletleri
iktidar oyununa sınırlı ortak ederek, üç yüz yıllık bir
soygunun sağladığı zenginlik ve olanakları mümkün olduğu kadar
az bölüşerek, yaşamlarını sürdürüyorlar.
Bugün sömürge politikasının kıyafet değiştirerek sürdüğünü
anlamamak şaşılacak bir saflıktır ya da AB ve ABD yamağı olmak
demektir.
Bugünkü dünya düzenini Afrika ve Asya’daki sömürge
işletmelerine, Amerika’daki pamuk, Afrika’daki çay
plantasyonlarına benzetebiliriz. Dünyayı eski beyaz efendiler
idare etmeye devam ediyor. Eski sömürgeci şişko efendiler,
eski kölelere göre hiç olmazsa yirmi kat daha zengin olarak,
görece bir özgürlük ortamında, biraz da Güney Amerikalı,
Balkanlı fakir akrabalarını kollayarak, bu kez Viyana ya da
Paris merkezli değil, Atlantik merkezli bir post-modernist
(yani yozlaşmış modern) dünya egemenliği sürdürüyorlar.
Bu egemenliğin üç yüz yıllık temelleri var: Birincisi
dünya soygunundan kazandıkları para. Bunu anlamak için New
York ve Londra borsalarının dünyadaki paylarını, doların
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana taşıdığı avantajları,
dünyanın en zorba devletinin dünyadan zorla aldığı borçlarla
geçinmesini, dünya ekonomisini kontrol eden Dünya Bankası ve
IMF gibi kurumları, G-8 (ya da yumuşatılmış versiyonu G-20)
gibi dünyaya düzen veren uluslararası örgütleri anımsamak
yeter.
Atom bombalarını mahzenlerine depo etmiş eski sömürgecilerin
İran, K. Kore gibi devletlerin dünya barışına tehlike
oluşturduğuna ilişkin kararlar aldığına, bazen ötekilere, eski
sömürge Irak’ta olduğu gibi, ölesiye dayak attıklarına tanık
oluyoruz.
Oldum olası bu atom bombası bağlamında ‘non-proliferation’
kararının Batılılar ya da onların Yahudi yeğenleri için neden
işlemediğini hiçbir zaman anlamadığını söyleyebilirim.
Binlerce bombası olanlar, birkaç bombası olsa bile onu hedefe
göndermekte zorlanacaklardan neden korksunlar? İran ya da
Kuzey Kore’ye yapılan baskılar bu ülkelerin atom güçlerinin
korkutucu olmasından kaynaklanmıyor. Sömürülenler sürüsünden
aykırı ses çıkmasını istemiyorlar. Türkiye’yi sürüye katmak
istemeleri de bundandır.
Eski sömürgeciler kendi aralarında çekişir, hatta büyük
kavgalara girişirler. 20. yüzyılda iki kez yüz milyonlarca
insanın yaşamına mal olan kavgalar yaptılar. Birbirlerinin
elini kolunu bağladılar. Aç bile bıraktılar. Fakat bugün o
kavgaların başaktörlerinin halleri vakitleri yine yerinde.
Biraz acı çekip yine eski hallerine döndüler.
Eski sömürgecilerin bir Hıristiyan kulübü olduğu yadsınamaz.
Yahudiler de Ahdi Atik bayrağı taşıdığı için güçlü bir
yeğendir. Sömürgeci kampında Japonya gibi içgüveyleri de
vardır. Patronlara uzak bir yerde yaşayan bu güçlü yabancı,
1905’de bir güç gösterisinden sonra, önce içerdeki amcalarla
bir faşist ortaklığa katılarak terbiye edilmiş, sonra da
başlarına bela olmasın diye aileye içgüveysi olarak
alınmıştır.
Hepsi Hıristiyan eski plantasyon sahipleri, biraz zor da olsa
uluslararası egemenliklerini koruyorlar. Müslüman ve Budist
dünya dışarıda bırakılmış. Afrika parya konumunda.
İngiltere’yi Hindistan’la, Hollanda’yı Endonezya ile
karşılaştırabilir misiniz? Uygarlıklar çatışması
söylemi de Hıristiyan sömürüsünün devamını sağlamak bağlamında
bir anlam kazanır. Orada burada bomba patlatmak, ya da
korsanlık yapmak dışında Müslümanların Hıristiyanlar için
tehlike oluşturduğunu kabul edecek bir akıllı olabilir mi?
Zavallı Müslümanların kendilerini kurtaracak halleri yok.
Dünyanın insanlarına bir bakınca karnını doyurmaktan aciz
adamların nerede yoğunlaştığını görmüyor muyuz?
Fakat eski sömürgeler kontrol edilemeyecek kadar
kalabalıklaştıkları için sömürgeciler bazı tavizler vermek
zorundalar. Çin ve Hindistan’a baş eğdirmek artık
olanaksızlaşmış. Fakat yine de sömürge egemenliği düzeni
sayısız politik ve ekonomik manipülasyonla ayakta tutulmaya
çalışıyor. Irak savaşında Birleşmiş Milletlerin nasıl ve ne
anlamda çalıştığını iyi anımsamak gerek.
MODASI GEÇMİŞ KAVRAMLAR
İlginç olan eski sömürgecilerin egemenliklerini modası geçmiş
kavramlarla idare etmeye çalışmalarıdır: İnsanlık, uygarlık,
inanç ve düşünce özgürlüğü gibi görkemli fakat sadece
kendileri için geçerli, yüce kavramlar. Bunlar zenginler
arasındaki görgü kuralları olarak dünyaya sunuluyor.
Kasalarındaki paraları biraz gergin noktalara serperek
egemenliklerini sürdürüyorlar. Köleler arasında buna
uymayanları Birleşmiş Milletler örgütü, gücü yeterse
cezalandırıyor ya da yasal olmadığını düşündüğümüz bir şeyi
eski sömürgecilerin AİMH’ye yani patronlara şikâyet ediyoruz.
Kendimizden çok onlara güveniyoruz. Kendimize güvenimizi yok
etmemize de yardım ediyorlar.
Uygarlık kavramı, Batı uygarlığıyla eşanlamlı. ‘İnsanlık’
kavramının tanımını Amerikalı askerlerle, Avrupalı barış
birlikleri yapıyor. Dünyadaki silahlı operasyonlarında,
kendilerinden saymadıkları ve uygarlıklar çatışması
kavramlarında karşı kamplara yerleştirdikleri ülkelerden
seçilmiş barış birlikleri de kullanıyorlar. Böylece Kuzey
Kore’ye ya da Afganistan’a karşı Türkler insanlık için
sömürgecilere yardım ediyor.
Avrupa tarihine adapte edilmiş ‘uygarlık’ kavramı
Hıristiyanlar dünyayı sömürürken sömürge insanlarına dikte
ettirilmiştir. Oysa tarihin gösterdiği kadar öncelik Çin,
Hint, Mezopotamya ve Mısır’dadır. Fakat giderek uygarlık
Avrupalıların ‘exclusive’ malı olmuştur.
İnsanlar doğaya egemen olmak için binlerce yıl çalıştılar.
Fakat bugün bunun meyvesini yiyen Avrupalılardır. Avrupa’nın
son üç yüz yılda bilim ve teknolojinin gelişmesiyle insanlığa
kazandırdığı yaşam kalitesi günümüz uygarlığının temelidir
fakat Avrupalıların 18. ve 19. yüzyıllarda, bir yandan doğanın
sırlarını keşfederken, bir yandan da sömürge
imparatorluklarını kurduklarını anımsamak doğru olur. Bilimsel
ve teknolojik gelişme dünyanın sömürüsüne paralel bir
süreçtir. Bunu Avrupa’nın hakkını yemek için değil, kronolojik
eşzamanlılığı belirtmek için söylüyorum. Avrupa’nın üstünlüğünün
dünyaya pahalıya patladığını en iyi öğrenenlerden
biri biziz. 16. v e 17. yüzyıllarda Viyana kapılarında
olan dedelerimiz 20. yüzyılda Sevr’i imzalamışlardır.
Bilimsel başarı, Avrupa’nın şovenizmini ve kendini
beğenmişliğini tahammül edilmez boyutlara çıkarmış, bu arada
sömürü ve savaş, uygarlık gösterisi olarak dünya halklarına
yutturulmaya çalışılmıştır. Gerçi kendinden zayıf olana
zorbalık etmek bütün insanlar için ortaktır. Sömürgeciler daha
güçlü dolayısıyla daha haklı olduklarını düşünüyorlardı.
ÖZGÜRLÜK İÇİN ÇALIŞAN İNANÇ VAR MI
Burada farkına varılması gereken sömürgecilerin hepsinin
başlangıçta Hıristiyan olmasıdır. Kilise insanlık için kavga
etmez. Kilise ne insan ticaretine ne de faşizme karşı
çıkmıştır. Dünya tarihinde özgürlük için çalışan bir inanç
sistemi yoktur. İnanç odaklarının zenginlerle de bir sorunları
yoktur. Olmadığı fakirlerin çokluğundan anlaşılır.
Öyleyse Hıristiyan egemenle Müslüman ya da Budist arasındaki
çatışmaya uygarlıklar çatışması diyebilir miyiz? Bu bir
çatışma değildir. Bu, bilim ve teknoloji
sahibi zenginlerin bunlara sahip olmayan fakirleri
sömürüsüdür. Bu sömürünün nasıl gerçekleştiğini ise biraz
bilgi ve akıl sahibi herkes bilmektedir.
Sömürgeci Batı’nın çağdaş yüzü kapitalizmdir. Kapitalist
sömürü teknolojik üstünlüğe dayalıdır. Ne var ki, yakın
tarihin tanıklık ettiği gibi, fakir ve sömürülen halklar da
kapitalizmi seviyor. Fakat fakirlerin kapitalizminin kendi
kendini sömürmek olduğunu ve kapitalist çıraklığının ülke için
kölelik olduğunu anlamakta zorlanıyorlar.
Sömürgeci Batı’nın en büyük sahtekârlığı ‘özgürlük’
kavramı üzerinde yapılandır. Özgürlük ve demokrasi kavramları
sömürgecilerin kalp parasıdır. Dünyanın her yerinde afişleri
asılıdır. Fakat geçerli olduğu tek yer sömürgecilerin
evleridir. Fakir ülkelerin özgürlük ile kapitalizmi
birleştirdikleri henüz görülmedi. Avrupa’nın uygarlık tanımına
göre özgürlük paranın satın aldığı bir şeye benziyor. |