...................
...................
ADİGE SÖZCÜLERİNİN DEDİKLERİ VE DEĞERLENDİRMELERİMİZ

HAPİ Cevdet Yıldız 

                         
...................
 
...................

"Jineps" gazetesinin Temmuz sayısında (s. 10), Ajans Kafkas’tan alıntı, “İki ‘sivil’in gözüyle Kafkasya’da gidişat” başlıklı bir çeviri yazısı yer aldı. Yazıyı, elden geldiğince, kendi anlatı tekniğime uydurarak, genişçe özetlemeye, yer yer de değerlendirmeye/eleştirmeye çalışmak istiyorum. Yazıda, özetle ‘Vehhabilik ile mücadele’ (1) adı altında Kabardey-Balkarya’da (KB) bir devlet terörünün estirildiği, terör uygulamak için de yapay gerekçeler yaratıldığı, böylece suç üretimine, gençlerin yeraltına itilmesine çalışıldığı, ünlü sporcu Murat Ristov’un da, böylesine yapay bir  ‘direnişçi’ suçlamasıyla katledildiği söyleniyor. Hafife alınamayacak iddialar.

 
Bizdeki uğursuz JİTEM cinayetlerini ve Ergenekon eylemlerini anımsatan iddialar. Bilindik ve şimdi mercek altına alınmış olan militarist taktiklerimiz, bilmiyoruz, Kabardey’de de tezgahlanmaya mı başlanmış? Araştırılması, açığa çıkarılması ve bir sonuca bağlanması gereken ciddi iddialar. Bunlar orta yerde bırakılmamalı… Demokratik bir devlet asla cinayet işleyemez, bu da bilinmeli.

 

KB başkenti Nalçik'te kısa bir süre önce  kurulan sivil toplum örgütü KHASE’nin (XASE) üst düzey yöneticileri, bu cinayete, Adigelerin mevcut sorunlarına ve Adige/Çerkes geleceğine ilişkin görüşlerini, Kavkaz-news. net’e açıklamış bulunuyorlar. Biz de, bu yazımızda, bu açıklama ve yanıtları, özet olarak sunmaya ve değerlendirmeye çalışacağız.

 

 

Kabardiya’da terör mü estiriliyor?

 

Terör iddiaları ile  ilgili bir soruya Xase Başkanı YAĞAN İbrahim şöyle bir yanıt veriyor: “Federal bütçede bir “anti-terör”  yasa maddesi var”,  ‘bu madde durdukça olayların önü alınamaz, yani bu madde kötüye kullanılıyor, gençler “yeraltına” inmeye zorlanıyor’, diyor ya da demeye getiriyor, temsil ettiği kuruluşun ise, yasallığı savunduğunu söylüyor. Yardımcısı ŞIHO Zamir ise, ”Murat Ristov, barışçı bilinen biriydi, yargısız bir infaza kurban gitti… Ortada, ulusal örgüt ve sivil girişim önderlerine karşı açılmış bir yıldırma kampanyası var. Bu kampanyanın bir amacı da suni bir ekstremist/uç/dinci hareket yaratmaktır” diyor.

 

Bilindik faşist taktik: Önce, destekle suçu yarat, bunu gerekçe yapıp saldır ve demokratik gelişimin kökünü kazı. Biz bunu 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahale ve darbeleri sırasında kanıtlarıyla birlikte çok yaşadık. Kabardey’i bilemeyiz ama bu taktik bize sökmez.

 

İddialar düşündürücü. Rus İmparatorluk yöneticileri ve askerler, geçmişte böylesine oyunlar tezgahlamış, dezenformasyon/sahte söylentiler yayarak, Rus halkını ve dünya kamuoyunu yanıltmış,  Adigeleri ‘kötü ve barbarlar’ olarak yansıtmış, sonunda Adigelerin defterini dürmüş, Adige anayurduna, Adige toprağına ve mal varlığına el koymuş, 2 milyonluk koca bir Adige ulusunu terk-i diyar ettirmişlerdi (1864’te ve sonrasında). Sıra şimdi barışçı Kabardeylere mi gelmiş? İddiaların doğru olmadığına inanmak istiyoruz ama öylesine oyunlar oynanabileceğini bilmeli ve temkinli olmalıyız, diyorum. ”Delinin ne yapacağı belli olmaz” derler. Bu bakımdan Kabardey-Balkarya yöneticileri ve sivil toplum kuruluşları, gençleri, Arap çıkışlı ekstremist akımlardan, karıştırıcılardan uzak tutmalıdırlar. ’Kelin merhemi olsa önce başına çalar’ derler. Arap’ın, en başta kendine hayrı yoktur, onca petrol yağmalanıyor, o ‘yalelli’ peşinde. Çeçenlerin başına gelen felaket de unutulmamalıdır. Ancak ekstremizm diyerek de mütedeyyin/dindar insanlar rahatsız edilmemeli, camilere yapılan baskınlara artık bir son verilmelidir. Adigey’de olduğu gibi gençlerle demokratik diyaloglar kurulmalı, akılcı yöntemler izlenmelidir. Kabardey/Balkar makamlarının din ile bir alıp veremedikleri olabilir mi? Sanmıyoruz. Bakın Adigey’de Müslüman din görevlileri ile Ortodoks din adamları el ele, gençleri ekstremizmden, uyuşturucu, alkol ve kumar gibi belalardan ve kötü alışkanlıklardan uzak tutmaya çalışıyorlar. Hayli de başarılılar, örnek gösteriliyorlar. Kabardey yönetimi niçin öyle yapmaz?

 

 

Nalçik’te rüşvetçi bir Müftülük mü var?

 

Hele şu sözlere ne demeli?  “Kabardey-Balkarya yönetimi, rüşvete bulanmış kişileri Müftülükte/Dini Merkez’de görevlendirmiş bulunuyor, gençler böylesine kirli kişilerden nefret ediyorlar ama bu kişiler hala işin başındalar” diyor Yağan. Burada Yunanistan’da, Batı Trakya’da Müslüman cemaatin isteği dışında, Yunan hükümetince atanmış olan ama halkın benimsemediği müftüler örneği gibi bir durum mu var? Şıho da yakınıyor, ”Yönetim karşıtı sivil bir eylem/bir gösteri olmasın tek, yönetim ayağa kalkıyor, hemen panikliyor… Sivil toplum örgütü, elbette demokrasiyi ve kişi haklarını savunacaktır… Biz, KB yönetiminin, halkın sesine kulak vermesini istiyoruz” diyor.  

 
Biz de bu görüşleri aynen paylaşıyor ve soruyoruz: Öne sürülen bu görüş ve iddialar karşısında Kabardey-Balkar yönetimi ne diyor? DÇB/Dünya Çerkes Birliği örgütü ne yapıyor? Bunu sormaya hakkımız olmalıdır, diyoruz…

 

Kabardey /Xase örgütü ne istiyor?

 

“Xase’nin ana hedefleri nelerdir? ” konulu bir soruya da Yağan, “Toprağın özelleştirilmesi, yerel yönetimler yasasının çıkarılması, otlakların kullanılmasında tarihsel/geleneksel özellikleri esas alan bir düzenlenmeye gidilmesi, yeni bir yasa çıkarılarak, atçılık, at sporları ve at yetiştirilmesi gibi ulusal geleneklerimizin koruma altına alınması ve bu geleneklerin canlandırılmalarıdır” diyor ve şöyle devam ediyor: “Geleneğimizin, kültürümüzün ve dilimizin koruma altına alınmasını istiyoruz, ana isteklerimiz bunlardır” diyor. Zıho da ekliyor: Ülke içine ya da  Kabardey yöresi içine  kapanmış  kişiler  değiliz, dışa yönelik taleplerimiz de var. Diasporadaki soydaşlarımızla ilişkilerimizi geliştirmek, onların ata yurduna dönüş yolunu açmak ve  dönüşü hızlandırmak istiyoruz”.

 

Bu görüşlere katılmayacak aklı başında bir Adige olabilir mi?

 


 

Partiler halka yabancılaşmış mı, üç ‘Çerkes cumhuriyeti’  birleşecek mi?

 

“Bir Adige partisi kurulması” konusunda da İ. Yağan, “RF yasaları etnik parti kurulmasına izin vermiyor… Diasporada kurulacak bir etnik parti ise etkili olamaz. Ulusumuzun dirilişi/ yeniden yaşama iadesi düşüncesi/ideali, sadece tarihsel/ulusal topraklarımız üzerinde gerçekleşebilecek olan bir olgudur. Sadece Adigelerin değil, Rusya’daki bütün azınlıkların çıkarı,  demokratik partiler eliyle savunulabilecektir düşüncesindeyim. Şimdiki partiler, halktan kopuk” diyor. Z. Şıho da ”Sivil toplum örgütleri halkı ve onun haklarını savunmayacaksa, neyi savunacaklar? Yasalar bize halkın çıkarlarından yana olma ve bu çıkarları savunma hakkını veriyor” diyor.  

 
“Adigelerin yaşadığı üç cumhuriyetin birleştirilmesi” konulu bir soruya da, İ. Yağan,  “Bu cumhuriyetlerin, RF içinde, tek bir devlet çatısı atında birleştirilmeleri görüşü, kuşkusuz olumlu olan, ancak uzun vadeli olarak düşünülmesi gereken bir görüştür. Birleşmek için önce,

değişik bölgelerde yaşayan Adigelerin tek bir ulus, tek bir ortak ad, tek bir edebiyat dili ve tek bir amaç/ülkü etrafında toplanmaları gerekir” diye karşılık veriyor. Z. Şıho da ”Çerkeslerin tarihsel yurtlarında birleşmeleri/bir araya gelmeleri, kuşkusuz her bir Adige’nin rüyasıdır” diyor ve ekliyor: Ancak bu gibi konularda, örneğin ‘Denizden denize Büyük Çerkesya’ (2) gibi uç görüşlerden de kaçınmak gerekir.   

 

Emekliler Kafkasya’ya yerleşmeye başlamışlar mı? Sözcüler ne gibi başka demokratik isteklerde bulunuyorlar?


“Kafkasya’ya dönen insan sayısında bir azalma olduğu söyleniyor. Dahası dönüş işinin geri plana alınmasını/ertelenmesini öneren görüşler de var. Bu gibi konularda ne düşünüyorsunuz” doğrultulu bir soruya da İ. Yağan, “Bu tür görüşlere katılmıyorum… Sözgelişi emeklilerin dönüşünde bir artış var (3). Gençler arasında da dönüş düşüncesi hala canlılığını koruyor. Ancak tutarlı bir devlet politikamız yok, bu da bir sorun. Diasporayı en iyi biçimde temsil edecek kişilerin dönüşünü sağlamalıyız, uygun ortam ve zeminler oluşturmamız gerekiyor. Birçok kez, isteyene OTURMA İZNİ VERİLMESİ  (4) için üst makamlara başvurularda bulunduk. Dönmek isteyenler maddi değil, sadece yasal destek verilmesini ve bürokratik engellerin aşılmasını bekliyorlar…”  yanıtını verdi.

 
Z. Şıho
ise, aynı konuda, ”Dönüş yapacak soydaşlarımıza yardımcı olacak bir devlet kuruluşumuz yok ama olması gerekiyor. Çerkeslerin yaşadığı Türkiye ve Suriye gibi ülkelerin de benzeri organlar oluşturmaları, iki tarafın, RF ve diaspora ülkelerinin birlikte dönüşe öncülük etmeleri gerekiyor. Sivil kuruluşların görevi,  sorunu gündeme getirmek, devletin görevi ise sorunu çözmektir” diyor.

 

 

Bizden de fazladan bir eleştiri…

 

Burada, Şıho’nun sözlerinde, 30-40 yıl önceki Türkiyeli dönüşçülerin savunduklarına benzeyen, bayatlamış bir görüşle karşılaşıyoruz. Sözgelişi, 30 yıl önce, dönüşçüler, ”Anavatan kollarını açmış bizleri bekliyor” gibi şeyler söylüyorlar, Türkiye ile Sovyetler Birliği anlaşsın, biz de Kafkasya’ya yerleşelim, olsun bitsin bu iş demeye getiriyorlardı. Ama kazın ayağı öyle çıkmadı. Bugün Türkiye açısından bir sorun kaldığını sanmam. Türkiye, gitmek isteyen herkese kapılarını açık tutuyor, yasalar öyle, çifte vatandaşlığı da tanıyor. Çifte vatandaşlığı tanımayan ve vizesiz girişe izin vermeyen ülke ise RF. Bunu durumun ne olup olmadığını doğru olarak ortaya koymak anlamında söylüyoruz. Dünya Çerkes Birliği (DÇB), Kafkasya’yı ve RF’nu iyi yönleriyle tanıtma kararı almış, öyle söylüyorlar. Ben bu tür sansürcü ya da tek yanlı görüş yansıtmayı yararsız/zararlı buluyorum. Rusya’yı ya da başka bir ülkeyi kötülemek gibi bir amacımız olamaz, hiçbir zaman da olmadı. Biz halkların kardeşliğinden ve ülkeler arası barıştan yanayız. Ancak, bu böyledir diyerek, faşizmi ve hiçbir şeyi eleştiri dışı tutamayız, kimseyi de Tanrı yerine koyamayız.

   
Tabii Türkiye göçmen kabul etmiyor, ederse ülke göçmenden geçilmez gelir. Daha önceleri, Balkanlar’dan gelenlere, bazı özel durumlarda kapılar açık tutuluyordu, bunun bir sonucu olarak Kosovalı Çerkeslerin ana kitlesi, 1950’lerin sonlarında ve sonrasında İstanbul’a göç etmiş (5), çok sonraları da Türkiye, özel izinler dışında kapılarını göçmenlere hep kapalı tutmuştu.

  
Sanırım en son, 1989’da Turgut Özal, kapıyı Bulgaristan’dan, Todor Jivkov’un zulmünden kaçan Müslümanlara açtı, bu insanlar Hıristiyan/Bulgar adları almaya zorlanıyorlardı, daha önce Türk makamlarının bize, Türk olmayan Müslümanlara uyguladığı yöntemlerin benzerini uygulamaya kalkışmışlardı. Bulgarlar, benzersiz ‘Türk icatlarından’ öykünmüş olabilirler mi? Bilemem. Bulgaristan’dan kaçanların sayısı, birkaç günde 300 bine ulaştı, Cehennem’den kaçışın sonu gelmiyordu. Rahmetli Özal, herkesi, Jivkov’u bile Türkiye’ye alacağı vaadinde bulunmuştu, ama çaresiz sözünü çiğnedi, MGK’dan itiraz gelmiş olmalı,  kapıları kapattı ve girişleri durdurdu. Türkiye, 1864’te Çerkes girişini durdursaydı ne olurdu? Konumuz bu değil.

  
Kaçış asıl Bulgarları vurdu. Tarım emekçisi Müslüman nüfusun kaçmasıyla, Bulgar tarımı ve ekonomisi çöktü. Jivkov ve zorba ekibi de sonunda belasını bulmuş oldu.

  
1860’larda karınca misali insan kaynayan Karadeniz kıyılarını insansızlaştırmakla, tarihe leke sürmek dışında,  Rusya’nın eline ne geçmiş olabilir ki? Çalı ve dikenle kaplanıp cangıllaşmış, ucu başı kaybolmuş ıssız bir toprak parçası. Bunun için onca Adige ve Rus kanını akıtmaya değer miydi? Eğer General Filipson’un barışçı çözüm önerisi kabul edilseydi, o yerler şimdi bir Cennet köşesi olabilirdi. Adigeler, milliyetçi/ayırımcı insanlar değil, ırk ayırımı gütmeyen demokrat insanlar. Bunun için her yerde kabul görüyorlar. Gördüğüm kadarıyla, din farkına karşın Adige ve Rus yaşam biçimleri birbirine ters değil. Rus da, bizim gibi ‘’yok’’u bilen, alçak gönüllü, adil ve merhametli, sevecen bir insan. Diasporada hala Rus’a ilişkin söylenen bazı Adige deyimleri vardır: “Шъофым укъинэмэ урысым хьак1эу ек1ужь, ащ уигъэгъунэщт” (Zorda/kırda bayırda kalırsan Rus’a konuk ol, o sana kol kanat gerer/seni korur); “Шъофым укъинэмэ урысым ыч1ыб дахь, янэ бысмэн” (Kırda/bayırda çaresiz kalırsan Rus’a sığın, annesi Müslüman’dır) gibi. Bu deyimler Rusların aslında iyi insanlar olduklarını belirtir. Halihazırda Türkiye’de on binlerce Rus gelini var. Alman ile evlenip boşanmayan Türkiyeli çok azdır, ama Rus’tan boşananı yok gibidir. Bu da Rus kadınlarının geçimli, sadık ve ailesine bağlı olduklarını gösteriyor. Ayrıca Rus delikanlıları içinde Adige delikanlısı gibi yakışıklı, Rus kızları içinde de son derece güzel olanları az değildir. Krasnodar’a gitmedim ama Maykop ve Tuapse kızları neredeyse birbirinden güzeller. Bu arada şunu da unutmamalıyız: Adigelere zulmedenler ve onları ülkelerinden kovanlar sivil Ruslar değil, Rus Mutlakıyet İmparatorluğu hükümeti ve askerlerdir. Rus’un bizden olumsuz farkı, çoğu erkeklerinin belki kahırdan olmalı, tıpkı birçok Tatar, Macir/Göçmen ve Manav gibi içkici olmasıdır. Bu da bizi değil kendilerini ilgilendirir.

 

 

Kosova örneği

 

Türkiye göçmen kabul etmediğinden,  Arnavut milliyetçilerinin ölüm tehdidi altındaki Kosova Çerkesleri Türkiye’ye göç edemediler, zorunlu olarak, 1998’de RF Hükümeti’nin koruma ve desteğinde Rusya’ya/Adigey’e göç ettiler, Adigey zaten o Adigelerin de çıkış yeri, anayurdu idi.

 

Adige-Arnavut çekişmesinin bir geçmişi vardır:

 

Kosova’daki Adige köyleri, Adigelerin topraklarını, dahası ev ve bağ/bahçelerini Arnavutlara satıp Türkiye’ye göç etmeleri, kısmen de kentlere yerleşmeleri sonucu, Arnavut köylerine dönüşmüşlerdir, çoğu eski Adige köylerinde 3-5 hane Çerkes kalmış durumdaydı. Adigeler, Müslüman Arnavutlarla evlenmeler ve karışmalar sonucu dillerini yitiriyor, Arnavutlaşıyorlardı. Ancak bir köyde, 25 hane Adige kalmıştı, bu Adigeler dillerini unutmamışlardı, zamanla da okumuş genç sayısı artmış, bir ulusal bilinçlenme oluşmuştu. Bu arada bilinçli Adigeler, çocuklarının tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, artık Adigece’yi konuşmadığını ve asimile olmakta olduğunu gördüler ve önlem alma gereğini duydular.


Yugoslavya yasaları, milliyetçi Türk yasalarının aksine, azınlıkların anadilinde öğrenim görmelerine olanak tanıyordu. Ancak Kosova’nın milliyetçi Arnavut makamları, yasaların izin vermesine karşın, Adigelerin, kendi öz köylerinde Adigece öğrenim görme isteklerini reddettiler. Özetle eski Adige köyü, artık Arnavut ağırlıklı bir köye dönüşmüştü, Arnavutlar başka bir kültüre yaşam hakkı tanımak istemiyorlardı. Bunun üzerine Adigeler aynı talebi Sırp makamlarına ilettiler. Sırplar Adigelerin anadilinde öğrenim talebini olumlu karşıladılar ve adres olarak en yakın Sırp köyünü gösterdiler. Bunun üzerine Arnavut okulunda okuyan Adige çocuklarının kayıtları 2 km mesafedeki komşu Sırp köyü okuluna nakledildi. Arnavutlar, şok oldular ve bir Osmanlı tokadı yemiş gibi oldular. Çocuklar her gün kendi köylerinden, Adigece dersini okutan kendi köylerinde yetenekli bayan/kız öğretmenleri ile birlikte yaya yürüyerek komşu Sırp köyü okuluna gitmeye ve Adigece okumaya başladılar. Adigece, kısa bir süre içinde yeniden dirildi, çocuklar Adigece konuşmaya başladılar, çocuklardan öykünen büyükler de Adigece’ye dönüş yaptılar.

   Bu güzel oluşum/diriliş, biz Türkiye Adigeleri için de bir örnek ve kulaklara küpe olmalı. Ancak bu gelişme, Türkler gibi okul kapatma erki olmayan ırkçı Arnavutların hiç hoşuna gitmedi, hiçbir şey yapamadılar, sadece Adigeleri sürüden ayrılan koyuna benzettiler ve ölüm tehditleri savurmaya, ilk fırsatta Adigeleri koyun boğazlar gibi keseceklerini söylemeye başladılar. Arnavutlar katliam yoluyla, Adigelerin toprağına, mal ve mülküne de konmak istiyorlardı.

 
Ne hazindir ki, Türkiye’deki birçok Adige köyünde olduğu gibi, Kosova’daki bu son Adige/Abzegh köyü köylüleri de geçmişte, 1950 sonlarında ve 1960’lı yılların başlarında, topraklarını, belki de yok pahasına Arnavutlara satıp İstanbul’a kapağı atmış, Adige köyü sahipsiz kalmış, kimlik değiştirip bir Arnavut köyüne dönüşmüştü. Artık 400 haneli koca köyde, sadece 25 hane Adige kalmıştı. Sonradan gelenler, bu bir avuç Adige’ye karşı, Balkan ırkçılığını tezgahlıyor, diş gösteriyor, eski Adige köyünde Adigece’ye yaşam hakkını bile çok görüyorlardı (6).

  
Türkiye’deki ırkçılık, Balkan/Rumeli kaynaklıdır. Anadolu halkları/toplulukları arasında, Balkanlı İttihatçılar öncesinde,  ırkçılık denen şeyler bilinmez, kimse kimseye de karışmazdı. Bu nedenle Balkanlar’daki gibi etnik çatışmalar, boğazlaşmalar yaşanmamıştı ve halen de yaşanmamaktadır. 1978’de ve bu son dönemde, Alevilere yönelik, Ergenekon/ülkücü kaynaklı bazı katliam girişimleri olmuşsa da bunlar yayılmadan bastırılmış, özellikle bir etnik çatışma, örneğin bir Türk-Kürt çatışması yaratılamamış, böylece tezgahlamalar boşa çıkarılmıştı. AKP iktidarı ile birlikte, böylesine girişimlerde ve darbe hazırlıklarında bulunma iddialarıyla tutuklanmış olanlar, şimdi yargı karşısında hesap vermektedirler. JİTEM ve Ergenekon örgütlerinin ve bütün kötülük yuvalarının kökünün kazınacağından kimsenin en ufak bir kuşkusu olmamalıdır. Türkiye hızla demokratikleşmeye doğru gitmektedir (7)

 

 

Rusya Çerkes dönüşüne yeşil ışık mı yakıyor? Peki, Adige sorunu nasıl çözülecek?

 

RF, Abhazya’yı tanıyarak, kanayan Abhaz sorununa merhem sürdü ve sorunun çözümüne yaşamsal düzeyde bir katkı sağladı. Böylece Rusya, geçmişin bir bölüm günahlarından arınmış oldu. Abhazya artık bağımsız ve egemen bir ülke.

 

Adige sorunu ise, hala çözümsüz, milyonlarca insan 145 yıldır anayurdundan dışlanmış bir yaşam sürdürüyor. Peki, sorunun çözümü nasıl olabilir, kuşkusuz Adigelerin kendi ulusal topraklarına dönüşüyle, aynı zamanda Türkiye’nin de demokratikleşmesiyle. Biz bu bağlamda Rusya’daki duruma ve gelişmelere bir göz atmak istiyoruz.

 

Bir ülkeden başka bir ülkeye göç için, en başta bir ülkeden çıkış ve bir başka ülkeye giriş kapılarının açık tutulması, ardından ikinci ülkeye gidenlere bir statü verilmesi gerekir. Türkiye, yurttaşlarına dışarıya çıkış ve içeriye giriş iznini veriyor, sorun yok (Rusya da, aynısını kendi yurttaşlarına veriyor). Türkiye, RF yurttaşlarından vize istemiyor, bir süreliğine Türkiye’de bulunmalarına izin veriyor ama göçmen kabul etmiyor, BM’nin müdahil olduğu istisnai durumlar dışında. Rusya Federasyonu ise vizesiz hiçbir girişe izin vermiyor. Ancak şimdi Adigelere kısmi bir kolaylık/ayrıcalık sağlamış bulunuyor. Çok önemli, çok güzel, demokratik ve son derece de olumlu bir gelişmedir  söz konusu olanı. RF Hükümeti, 2009 yılında, Adigey Cumhuriyeti’nden geldiği anlaşılan bin 500 diasporalı Çerkes’e geçici oturma izni verilmesi talebini uygun bulup onayladı. Daha önce, 10 Kasım 2008 tarihli ve Putin imzalı bir kararname, Ruslar dışındaki Rusya halkları diasporalarını da Rusya’ya dönüş yolunu aralamıştı. Uygulanacağına pek inanamamıştık ama RF Başbakanı Vladimir Putin, attığı imzanın arkasında durdu.

  
Şimdilik bin 500 kişilik olan bu ilk önemli Adige kotası, kuşkusuz doldurulamayacaktır. Çünkü Adigeler henüz bir dönüş kararı vermiş ve dönüşe hazır hale gelmiş değiller. Ünlü Adige biliminsanı Porf. Batırbıy Bırsır’ın dediği gibi, aceleci olmamak ve sabırlı olmak gerekiyor (8). Bu gelişme, yani Adige diasporasına verilmiş olan bu kota, bize göre, diaspora-RF ilişkileri tarihinde bir dönüm noktası özelliğindedir, artık bir güven ortamı oluşmuştur, diyebiliriz. RF Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, RF Başbakanı Vladimir Putin, RF Dışişleri Bakanı Sergey İvanov ve AC Devlet Başkanı Aslan Thakuşın başta olmak üzere, bu olumlu gelişimde katkısı olan herkesi kutlamak gerekir, bu kişiler demokrasi ve insanlık tarihine olumlu ve kalıcı bir katkı sağlamış oldular. Bu oluşum, kuşkusuz demokrasi ve insanlık tarihi açısından da, bir ilktir, bu gelişim Adigelerin karşılaşmış oldukları  tarihsel haksızlığın  düzeltilmeye  başlanmış olduğunun  bir göstergesi olarak  da algılanabilir…

  
Ancak bütün bunlar Rusya’nın ekonomik ve politik sorunlarını çözdüğü, her şeyin güllük gülistanlık olduğu, zorlukların ortadan kalkmış olduğu anlamına da gelmez. Adige Cumhuriyeti sadece oturma izni veriyor, bu da kuşkusuz parası olanların yararlanacağı bir durum, paralı olan için o olanak zaten vardı. Fark, dönüş işinin kolaylaştırılmış ve etnik anlamda bir zemine oturtulmuş olmasıdır. Bu nokta da unutulmamalı/hatırda tutulmalıdır…

 

 

Adige sözcülerin son sözleri

 

“RF’nun/Kremlin’in Adigelerin sorunlarıyla ilgilenmeyişi, bazı kişilerin ABD ve Batı’dan destek arayışlarına kalkışmalarına yol açabilir. Sizce, Adige ulusal sorununun çözümü için anahtar kimin/hangi ülkenin elinde” sorusuna, YAĞAN İbrahim: “Çözümün adresi tarihsel anayurdumuzdur. Adige anayurdu Rusya Federasyonu toprakları içinde bulunduğuna göre, sorunu Kremlin’in çözmesi gerekir. Kuşkusuz Adigelerin bulundukları AB ülkeleri ile ABD’nin de desteği gerekir, ancak anahtar o ülkelerin elinde değil, Rusya’nın elindedir…”

    
ŞIHO Zamir: “Kremlin’in Adigelerin sorunlarını çözmek istemediğini söyleyemem. Çerkeslerin asıl kendileri henüz bir karara varmış ve ne istediklerini tam olarak ortaya koymuş değiller. Halkın ne diyeceğini öğrenmek ve ona göre hareket etmek gerekir. Olumlu yönde bir gelişme var, bunu algılıyor ve seviniyoruz. Diyalog başladı, olumlu bir sonuca ulaşacağımızı umuyorum”.
 

 
 

BİLGİ NOTLARI:

1) Vehhabilik-Suudi Arabistan’da geçerli olan dini mezhep. -HCY

2) Büyük Çerkesya-Buradaki anlamıyla,  Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Kuzey Kafkasya halklarını ve onların topraklarını içine alacak olan ülke ve böylesine bir amacı güden politik görüş. -HCY

3) Konut alabilecek Türkiyeli emekli Adige aileleri için Kafkasya ucuz ve çekici bir yerdir.  Ancak Kafkasya’ya gidecek ailelerin toplu olarak gitmelerinde ve ayrı siteler oluşturmalarında, uyum ve kendi rahatları bakımından yarar vardır. -HCY

4) 2009 yılı için Adige/Çerkes diasporasına RF Hükümeti tarafından 1. 500 kişilik bir kota/oturma izni sağlanmakla Xase’nin de talebi karşılanmış oldu. -HCY

5) Bu konuda Bkz. ”Geçmişin Labirentlerinde Bir Gezinti ve Kosovalı Adigeler” adlı yazımız, internet.

6) Daha çok bilgi için Bkz. Çemışo Ğazıy,  “Dönüşün İlk Adımları”.

7) Bu konuda daha çok bilgi için ‘CC Yazarlar bölümü’ndeki “Demokratik Açılım Süreci Başladı” başlıklı yazımıza bir göz atabilirsiniz. -HCY

8) Bkz. “Prof. Batırbıy Bırsır ile Söyleşi”, ’CC Yazarlar Bölümü’ndeki yazımız. -HCY