III
Ç’ERMIT
MUHDİN İLE SÖYLEŞİ
Grubumuzun
sponsoru, “NEF” çocuk topluluğu kurucusu, Adigey
Parlamentosu-Xase milletvekili ve işadamı Ç’ERMIT Mudin,
Türkiye’deki gezilerimiz boyunca çocuklarla aralıksız
ilgilenmişti. Sadece
çocuklarla değil, bizimle de ilgileniyordu. Akşam
toplantılarında yaptığı konuşmalarda, bıkıp usanmadan bütün
Adigelerin yeniden bir araya gelmeleri gereğini, altını
çizerek savunuyordu. “En güzel geleneği olan ulusun
Adige/Çerkes ulusu olduğu gerçeği Japonya’da kavranmış
durumda, Adige geleneklerini kendi gelenek ve kültürleriyle
karşılaştırıyor/kıyaslıyorlar. Bizim geleneklerimizden
etkilenmeyen tek bir dünya ülkesinin bile bulunabileceğini
düşünmüyoruz. Bu denli iyi/örnek özellikleri yaratmış ve bu
özellikleriyle tanınmış olan ulusumuzun günbegün erimekte
olması beni son derece üzüyor ve kaygılandırıyor. Altmış
yaşındaki yetişkin bir Adige bile, artık Adigece’yi
konuşmuyorsa ya da konuşmaya gereksinim duymuyorsa, bunun
nedeni ne olabilir, buna ne denebilir ki? Kendimizi
sorgulayalım, Adigeler olarak ne yapabiliriz diye düşünelim
diyorum. Ne yapalım da ayakta kalalım, nasıl bir çözüm yolu
bulabiliriz diye birbirimize soralım diyorum”. Bu sözler
Ç’ermıt’ın Muhdin’in söylediği sözlerden bir alıntı. İnsanın
içine oturan konuşmalar yapıyor, çünkü gerçekçi biri, içindeki
duyguları aktarıyor sadece, ulusunun geleceği adına
kaygılanıyor, çözüm yolları arıyor. Ben de, Reyhanlı’da iken,
“Adige Mak” (Адыгэ макъ) Gazetesi adına kendisiyle bir
söyleşide bulundum.
- Muhdin,
bu tanıtma gezisi uğruna vaktini, sağlığını ve paranı ortaya
koydun, ulusun için elinden geleni yapıyorsun, böyle yapmakla
amaca ulaşacağımıza gerçekten inanıyor musun?
- Kafkas
Savaşı sürerken ve daha sonra ülke dışına, Balkanlara
sürülenleri, bu olayların ardından Türkiye nüfusunun dört kat
üzeri (1) artmış olduğunu düşündüğümüzde, sekiz milyondan az
olmamak üzere Adige kökenli bir nüfusun Türkiye’de yaşamakta
olduğunu tahmin ediyoruz. Ancak bu insanlar, günbegün hızlanan
bir süreç içinde eriyip bitiyorlar. Böyle söylemekle bu
insanların ölmekte olduklarını ya da kötü koşullarda yaşamakta
olduklarını söylüyor değilim. Türkiye’deki Adigelerin oldukça
iyi bir yaşam düzeyleri var, bunu görüyoruz ve algılıyoruz,
ancak dillerini yitiriyorlar, aralarında soyunu/sülale adını (l’ako)
bile bilmeyenler var, belli bir süre sonra da ulusal
kökenlerini de unuturlar bu gidişle. Biz, Kafkasya’daki üç
Adige cumhuriyetinde yaşayanlar, diasporadaki soydaşlarımıza
yardım edecek, destek çıkacak ciddi olanaklardan yoksunuz.
Şimdilik yapabildiğimiz tek şey böylesine bir araya gelmeleri
gerçekleştirmek ve sıklaştırmakla sınırlı kalıyor.
Çocuklarımız buluşup görüşürlerse, ister istemez Adigece
konuşacaklar, çocukları yılda ya da iki yılda bir böyle
buluşturursak, çocuklar Adige/Çerkes olduklarını
unutmayacaklar, böylesine olanaklar yaratmazsak, işlerin başka
mecralara kaymaları da olası. Soruna omuz vermiş olmam da bu
gibi nedenlere dayanıyor. Ulusuma/halkıma bir yararım olsun
istiyorum. Gerçeği söylemem gerekirse, çocuklarımızın
geleceği adına kaygılanıyorum, içim yanıyor.
- Muhdin,
Türkiyeli Adigelerin de Adige geleneğine dönüş yapmaya
başladıklarını görüyoruz, birliğe doğru uzanan yol
buradan/Türkiye’den başlayabilir mi?
- Tarihi
incelediğimizde sorunların bazen zorlaştığı, bazen de
hafiflediği dönemeçler bulunduğunu görebiliyoruz. Türkiyeli
genç Çerkesler, eskisine göre bize daha kolay gelip gitmeye
başladılar, Rusya kapılarını onlara açtı, bir araya
gelişlerimiz çoğaldı. İnternet, sanatçı topluluklarımız ve
diğer iletişim araçları gençlerin bilinçlenmelerine katkılar
sağlıyor. Ancak çalışmalarımız çok sınırlı ve çok cılız bir
düzeyde, beklediğimiz düzeylere ulaşmış olduğumuzu
söyleyemeyiz. Dilimizin, kültürümüzün ve geleneksel
özelliklerimizin güzelliği, içinde yaşadığımız uluslar
tarafından da fark edilmeye, böylesine örnek bir
ulusun/toplumun yok edilmesinin iyi bir şey olmayacağı ve
korunmamız gerektiği yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı. Bu gibi
sözlerin başka uluslardan bireylerce söylenmekte olduğuna
tanık oldum, bu nedenle büsbütün umutsuz da değilim.
Türkiye’deki Kaf-Der/Kafkas Dernekleri Federasyonu, Türkiye’de
gün boyu uydudan Adigece yayın yapacak bir televizyon kanalı
kurma uğraşıları içinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e
Çerkeslerin isteklerini bildirmiş bulunuyorlar. Türkiye’deki
ulusal ayrımcılığa/bölücü politikaya son verilmesi istek ve
koşulu, ek olarak AB’nden de geliyor. Gelişmeler olumlu
sonuçlanırsa, birkaç yıl içinde Türkiye’de Adigece dersini
okutan okulların da açılacağına, o gelişme oranında da dönüş
yapmak isteyenlerin çoğalacağına inanıyorum. Adigeler olarak
çoğalmayacak olursak Kafkasya dahil hiçbir yerde yaşayamayacak
ve başka uluslar içinde eriyip biteceğiz. Bu gerçeği asla
unutmamalıyız.
- “Nef”
topluluğunun 200’den çok çocuk dansçısı var, bu çocukların 51
kadarını seçtiniz, çok azını Türkiye’ye götürdünüz. Bu
çocukları hangi ölçütlere göre belirlediniz?
“Nef”
çocukları Enem beldesindeki Kültür Evi’nde eğitiliyorlar. Üç
yıldan beri bu işi yürütüyorum, orada binin üzerinde çocuğa
danslar öğretildi. Dansın yararı Tahtamukay rayonu köylüleri
tarafından iyi kavrandı. Danslarımız daha da güzelleştiler,
çocuklarımız yarışırcasına dans ediyorlar, Adige geleneksel
özelliklerini benimsiyor, davranış biçimlerini iyi yönde
geliştiriyorlar. Bunların ulusal anlamda bilinçlenerek
büyümekte olduklarını görmek benim için doyumsuz bir sevinç
kaynağı oluyor ve işi daha da ilerletmem için bana güç
veriyor. Soydaşlarımızın yaşadıkları ülkelere gitmemiz
gerektiğinde, Adige danslarını benimseyerek öğrenenleri,
çalışkan öğrencileri ve kendi kendisine şiirler yazan ve
besteler yapan öğrencileri öncelikle seçiyorum. Aynı çocukları
götürüp durursak, aynı çocuklarla sınırlı kalırsak,
diğerlerinin hevesleri kırılır, umutları yok olmuş, bir
ilgisizlik sorunuyla karşılaşmış olabilir, bu noktaya da önem
veriyorum.
Bu
nedenle, dış ülkelere götürülmek üzere, ilk elemede,
öğrencilerin yüzde 70 kadarını seçiyoruz. Dans hocalarından
çok memnunum. Söylemem gerekirse, önceleri çocukları eğitecek
dans hocaları bulamıyordum, birine rica edip diğerine yalvarıp
üç yılımı öyle zar zor tamamladım, zor diye başladığım işi
yarıda kesmedim, sonunda dans hocalarını buldum. İşte
St’aşu Safiyet ilk günden bu yana, yaz kış demeden,
haftada üç kez Tahtamukay beldesinden Enem beldesine gelip
çocukları çalıştırdı, yine çalıştırıyor. Kendisinden son
derece memnunum. Tığuj Nurbıy da Safiyet ile aynı
sıralarda çalışmaya başladı. Bu iki usta hoca “Nef”in temelini
atan, biçimlendiren ve eğiten kişiler oldular. İşin
ilerlemekte olduğunu gören başkaları da bize katılmaya, destek
vermeye başladılar. Çocuklara şarkı söyletmek üzere besteci ve
yönetmen L’ıuj Kaleş’ave, dans öğretmeni Yınuh İnver,
şarkıcı Kuş’eko Sime (Къушъэкъо Симэ), onların ardından
Jajıye Svete (Жъажъые Светэ), Kıtıj Azemat, Kıtıj
Anzavır, bu yakınlarda da Kalekuteko İnver
çalışmalarımıza katıldılar. Toplam on kişi şu sıralar “Nef”
topluluğunda öğretici olarak çalışıyor, hepsinden son derece
memnunum, işlerini son derece iyi yapıyorlar.
-
Türkiye’ye gitmemiz, çalışmamız, yeterince gözlemlerde
bulunmamız, ilginç kişilerle görüşmemiz ve bu arada
festivallere katılmamız için, ne gibi ön bağlantılar yaptınız,
her şeyi saat saat bir programa bağlamış bulunduğunuzu
anladık, bu programı nasıl başardınız ve gerçekleştirdiniz? Bu
konularda size yardım edenler oldu mu?
- Altı yıl
önce arkadaşlarımla birlikte bütün bunları planlamaya
başladık. Doğrusunu söylemek gerekirse, işin başında hayli
güçlük çektik. Bir haftalığına Suriye’ye gittiğimizde, haftayı
zor tamamlayabilmiştik, çünkü belirli bir programımız yoku, o
nedenle çok şeyi yerine getiremedik. Ancak şimdi durum farklı.
En azından bir ada/üne kavuştuk, bu önemli. İsrail’e giderken
Adige televizyonu çalışanlarını da beraberimizde götürdük,
ardından Ürdün ve Almanya’ya gittik. Gezimiz haberleri
internet sitelerinde ve televizyon yayınlarında yer aldı,
çocuklarımız birbirlerinden adres alıp yazışmaya ve karşılıklı
telefonlaşmaya başladılar. Türkiye gezisi için bir yıl
öncesinden hazırlıklara başladık. Görüşlerimi Kafkas
Dernekleri Federasyonu Başkanı GUĞEJ Cihan Candemir’e
anlattım, o da desteğini esirgemedi, Türkiye’deki dernek
başkanlarını bir araya getirerek program hazırlıklarını
başlattı. Önce on günlük bir gezi programı düşünüyorduk,
derken on dört gün dedik, ardından köylere çağrılar
olduğundan, süreyi 21 güne çıkardık. Türkiye’de, 500’den az
olmayan kişi bize yardımcı oldu, ellerinden gelen destekleri
esirgemediler, hiçbir üzücü durumla da karşılaşmadık, sen de
bunları gördün ve yaşadın.
- Muhdin,
anladığım kadarıyla, siz tarlaya tohum serptiniz, tohumlar da
filizlenmeye başladı, daha bereketli ürün alınması için,
galiba beş-on yıllık bir süreç gerekiyor. Çocuklar büyür,
senin onlara kattığın ulusal bilinç de, dilerim yaşamlarında
onlara kılavuz olur…
- Bu
çocuklarla ilgilenişim, onların Adige ulusunun çekirdeği
olarak büyüyeceklerine olan inancım ve onlara güven duymam
nedeniyledir. Geleneği (xabzeyi) izleyen, dilimizi konuşan ve
ulusal bilinçle donanmış kişiler olarak
yetiştirmekte/eğitmekte olduğumuz bu küçükler, büyüdüklerinde
başarılarını kuşkusuz daha da yoğunlaştıracaklardır. Bunu
umuyorum ve buna inanıyorum. Kendi kendilerine Adigece şiirler
yazmaya ve şarkılar bestelemeye başladıklarını görmekle
sevincimden adeta uçacak gibi oluyor, moral buluyorum. Enem
gibi Adigelerin küçük bir azınlık olduğu bir beldede Adigece
şiirler yazmak ne de güzel bir şey, her çabaya ve yorulmaya
değmez mi? Çalışmalarımızın boşuna olmadığının bir göstergesi
olarak görüyorum bütün bu oluşumları.
-
Büyüdüklerinde Türkiye’de iken tanışıkları arkadaşlarını
buraya davet edebilirler belki…
- Sadece
Türkiye’den değil, başka ülkelerden de davet edecek, buralara
getireceklerdir arkadaşlarını. Rusya’yı ele alırsak, Nalçik’e
gitmiştik. Dönüşümüz sonrasında beş oğlan çocuğu birleşip
kendi başlarına Nalçik’e, orada tanıştıkları arkadaşlarının
yanına gittiler ve bir süre de orada kaldılar. Bunu anlamsız
bir davranış olarak görebilir miyiz?
- Ben de
görüşlerine katılıyor ve bu gibi şeylerin önemli olduğuna
inanıyorum. Ancak bu kadarlık bir çalışmayı yeterli buluyor
musunuz? Adigece dilimizi ve Adige ulusal varlığını ayakta
tutmak için daha ne gibi çalışmalar yapmamızı gerekli
görüyorsunuz?
-
Yapılacak çok şey var. İşe ilk ve ortaöğretim (гурыт)
okullarından başlamalıyız, bu okulların eğitim programında
Adigece dili, çoğunluk derslerinin dili/temel eğitim dili
olarak kabul edilmelidir ve çoğunluk dersleri Adigece olarak
okutulmalıdır. En azından, bir başlangıç olarak, Yablonovski
ve Enem beldeleri ile Adigekale (3) kentindeki çocuk
yuvalarından birer tanesinde Adigece öğretimine geçilmelidir.
Maykop’ta ise, en az on çocuk yuvasına Adigece öğretimi
konmalıdır. Bunları istemekle bir ulusal ayrımcılık yapmış
olmuyoruz, anne ve babalar istemezlerse, çocuklarını başka
-Rusça eğitim veren- yuvalara verebilirler. Gerçekleştiğinde
Adigece’nin öğretileceği bu yuvalar, tıpkı komşu Krasnodar
Kray’daki gibi bize örnek olmalıdırlar. Krasnodar Kray’da
Kazak okulları, liseleri açılıyor, dini eğitim veriliyor ve
dini uygulamalar/ayinler yapılıyor, okullarda Kazak geleneği
öğretiliyor ve Kazak giysileri kuşanılıyor. Ne diye bizler de
benzeri şeyler yapamayacak mışız? Kazaklar yaparsa
yurtseverlik (патриотизм), biz yaparsak
ayrımcılık/milliyetçilik (национализм) oluyor, algılama öyle.
Biz, bu algılamada Rusya Federasyonu devletine kusur
kesmiyoruz, engel oradan gelmiyor, engeli biz kendimiz
yaratıyor, durumu kabullenmiş oluyoruz (тыгу рехьы). Rus ulusu
gibi geçinebileceğimiz ve bizi anlayacak başka bir yeryüzü
ulusu bulunacağını da sanmıyorum. Rus ulusu ile birlikte
yaşamak ve anlaşmak olanaklı. Peki bu durumda dilimizi
öğrenmemiz için kim engel yaratıyormuş, kimden çekiniyor ve ne
diye korkuyoruz? Hükümetimiz bu konuda çalışmalar yaptı,
programlar kabul etti ve dış ülkelerdeki soydaşlarla ilişkiler
kurdu. Umutlarımızı yitirecek konumda değiliz, ancak daha
iyiye doğru gitmek için de çalışmalarımızı büyütmemiz
gerekiyor. Örneğin, çocuklarımızın gün boyu izleyecekleri bir
telekanal (tv kanalı) ve radyo yayınımız (радиоканал) olmalı.
Bu kanallar dili yaşatacaktır, bunlar bizim için yaşamsal
önemde olan gereksinmelerdir. Bunların dışında yapacak daha
çok şeyimiz var.
- Tanrı
tüm isteklerinizde yardımcınız olsun.
- Teşekkür
ederim.
«ПшIагъэр
кIодыщтэп,
УмышIагъэри
ЦIыфмэ
пшIагъэ аIощтэп.
Щытыщт
чъыгэу бгъэтIысыгъэр,
Псы
зыкIэбгъэхъуагъэр,
О ппсэ
зыхэплъхьагъэр
Тыгъэм
пэгъокIыщт».
“Başardığın şey yok olmaz,
Yapmadığın
şeyi de
Kimse
başardın demez.
Yerinde
durur diktiğin ağaç,
Suladığın
fidan,
Ruhunu
kattığın her şey
Güneşe
karşı ışıldar durur”
NEH’EYE
Ruslan (Нэхэе
Руслъан), Adige şairi.
BİLGİ NOTU:
1)
1927 nüfus sayımına göre, 13 milyon 648 bin, 2000 yılı
sayımına göre 67 milyon 803 bin, 2007 yılı sayı m sonuçlarına
göre, 70 milyon 500 bindir. Şimdilerdeki Türkiye nüfusu 71
milyon 500 bin olarak düşünülmektedir. Bu durumda Türkiye
nüfusu 1927’deb bu yana 5 katın üzerinde artmıştır. -HCY
2)
Yablonovski (2002’de 25 bin nüfus) ve Enem (17 bin 654 nüfus),
Krasnodar kenti yakınında, nüfus çoğunluğu Rusça konuşan iki
beldedir, Adigekale (2002’de 12 bin 209 nüfus) ise, daha
doğuda olan ve tamamına yakını Adigece konuşan küçük bir
kenttir. Sayın Ç’ermıt Muhdin’in yapmış olduğu açıklamadan her
üç yerdeki çocuk yuvalarında sadece Rusça öğretildiği,
Adigece’nin yok sayıldığı anlaşılıyor. Adigey Cumhuriyeti’nde
Adigece’nin öğretildiği bir çocuk yuvası ya da anaokulu var
mıdır, onu bilemiyorum. Yönetimden ve oraya yerleşmiş
kardeşlerimizden şimdilik bir bilgi alabilmiş değiliz. -HCY |