...................
...................
“NEF” İN TÜRKİYE GEZİSİ ARDINDAN:
BİRLİĞE DOĞRU UZANAN YOL   -3

DERBE Timur
Adige Mak, 29 Ağustos 2009
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız

                         
...................
 
...................

III


Ç’ERMIT MUHDİN İLE SÖYLEŞİ

Grubumuzun sponsoru,  “NEF” çocuk topluluğu kurucusu, Adigey Parlamentosu-Xase milletvekili ve işadamı Ç’ERMIT Mudin, Türkiye’deki gezilerimiz boyunca çocuklarla aralıksız ilgilenmişti. Sadece çocuklarla değil, bizimle de ilgileniyordu. Akşam toplantılarında yaptığı konuşmalarda, bıkıp usanmadan bütün Adigelerin yeniden bir araya gelmeleri gereğini, altını çizerek savunuyordu. “En güzel geleneği olan ulusun Adige/Çerkes ulusu olduğu gerçeği Japonya’da kavranmış durumda, Adige geleneklerini kendi gelenek ve kültürleriyle karşılaştırıyor/kıyaslıyorlar. Bizim geleneklerimizden etkilenmeyen tek bir dünya ülkesinin bile bulunabileceğini düşünmüyoruz. Bu denli iyi/örnek özellikleri yaratmış ve bu özellikleriyle tanınmış olan ulusumuzun günbegün erimekte olması beni son derece üzüyor ve kaygılandırıyor. Altmış yaşındaki yetişkin bir Adige bile, artık Adigece’yi konuşmuyorsa ya da konuşmaya gereksinim duymuyorsa, bunun nedeni ne olabilir, buna ne denebilir ki? Kendimizi sorgulayalım, Adigeler olarak ne yapabiliriz diye düşünelim diyorum. Ne yapalım da ayakta kalalım, nasıl bir çözüm yolu bulabiliriz diye birbirimize soralım diyorum”. Bu sözler Ç’ermıt’ın Muhdin’in söylediği sözlerden bir alıntı. İnsanın içine oturan konuşmalar yapıyor, çünkü gerçekçi biri, içindeki duyguları aktarıyor sadece, ulusunun geleceği adına kaygılanıyor, çözüm yolları arıyor. Ben de, Reyhanlı’da iken, “Adige Mak” (Адыгэ макъ) Gazetesi adına kendisiyle bir söyleşide bulundum.

 

- Muhdin, bu tanıtma gezisi uğruna vaktini, sağlığını ve paranı ortaya koydun, ulusun için elinden geleni yapıyorsun, böyle yapmakla amaca ulaşacağımıza gerçekten  inanıyor musun?

 

- Kafkas Savaşı sürerken ve daha sonra ülke dışına, Balkanlara sürülenleri, bu olayların  ardından Türkiye nüfusunun dört kat üzeri (1) artmış olduğunu düşündüğümüzde, sekiz milyondan az olmamak üzere Adige kökenli bir nüfusun Türkiye’de yaşamakta olduğunu tahmin ediyoruz. Ancak bu insanlar, günbegün hızlanan bir süreç içinde eriyip bitiyorlar. Böyle söylemekle bu insanların ölmekte olduklarını ya da kötü koşullarda yaşamakta olduklarını söylüyor değilim. Türkiye’deki Adigelerin oldukça iyi bir yaşam düzeyleri var, bunu görüyoruz ve algılıyoruz, ancak dillerini yitiriyorlar, aralarında soyunu/sülale adını (l’ako) bile bilmeyenler var, belli bir süre sonra da ulusal kökenlerini de unuturlar bu gidişle. Biz, Kafkasya’daki üç Adige cumhuriyetinde yaşayanlar, diasporadaki soydaşlarımıza yardım edecek, destek çıkacak ciddi olanaklardan yoksunuz. Şimdilik yapabildiğimiz tek şey böylesine bir araya gelmeleri gerçekleştirmek ve sıklaştırmakla sınırlı kalıyor. Çocuklarımız buluşup görüşürlerse, ister istemez Adigece konuşacaklar, çocukları yılda ya da iki yılda bir böyle buluşturursak, çocuklar Adige/Çerkes olduklarını unutmayacaklar, böylesine olanaklar yaratmazsak, işlerin başka mecralara kaymaları da olası. Soruna omuz vermiş olmam da bu gibi nedenlere dayanıyor. Ulusuma/halkıma bir yararım olsun istiyorum. Gerçeği söylemem gerekirse, çocuklarımızın geleceği  adına kaygılanıyorum, içim yanıyor.

 

- Muhdin, Türkiyeli Adigelerin de Adige geleneğine dönüş yapmaya başladıklarını görüyoruz, birliğe doğru uzanan yol buradan/Türkiye’den başlayabilir mi?

 

- Tarihi incelediğimizde sorunların bazen zorlaştığı, bazen de hafiflediği dönemeçler bulunduğunu görebiliyoruz. Türkiyeli genç Çerkesler, eskisine göre bize daha kolay gelip gitmeye başladılar, Rusya kapılarını onlara açtı, bir araya gelişlerimiz çoğaldı. İnternet, sanatçı topluluklarımız ve diğer iletişim araçları gençlerin bilinçlenmelerine katkılar sağlıyor. Ancak çalışmalarımız çok sınırlı ve çok cılız bir düzeyde, beklediğimiz düzeylere ulaşmış olduğumuzu söyleyemeyiz. Dilimizin, kültürümüzün ve geleneksel özelliklerimizin güzelliği, içinde yaşadığımız uluslar tarafından da fark edilmeye, böylesine örnek bir ulusun/toplumun yok edilmesinin iyi bir şey olmayacağı ve korunmamız gerektiği yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı. Bu gibi sözlerin başka uluslardan bireylerce söylenmekte olduğuna tanık oldum, bu nedenle büsbütün umutsuz da değilim. Türkiye’deki Kaf-Der/Kafkas Dernekleri Federasyonu, Türkiye’de gün boyu uydudan Adigece yayın yapacak bir televizyon kanalı kurma uğraşıları içinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Çerkeslerin isteklerini bildirmiş bulunuyorlar. Türkiye’deki ulusal ayrımcılığa/bölücü politikaya son verilmesi istek ve koşulu, ek olarak AB’nden de geliyor. Gelişmeler olumlu sonuçlanırsa, birkaç yıl içinde Türkiye’de Adigece dersini okutan okulların da açılacağına, o gelişme oranında da dönüş yapmak isteyenlerin çoğalacağına inanıyorum. Adigeler olarak çoğalmayacak olursak Kafkasya dahil hiçbir yerde yaşayamayacak ve başka uluslar içinde eriyip biteceğiz. Bu gerçeği asla unutmamalıyız.

 

- “Nef” topluluğunun 200’den çok çocuk dansçısı var, bu çocukların 51 kadarını seçtiniz, çok azını Türkiye’ye götürdünüz. Bu çocukları hangi ölçütlere göre belirlediniz?

 

“Nef” çocukları Enem beldesindeki Kültür Evi’nde eğitiliyorlar. Üç yıldan beri bu işi yürütüyorum, orada binin üzerinde çocuğa danslar öğretildi. Dansın yararı Tahtamukay rayonu köylüleri tarafından iyi kavrandı. Danslarımız daha da güzelleştiler, çocuklarımız yarışırcasına dans ediyorlar, Adige geleneksel özelliklerini benimsiyor, davranış biçimlerini iyi yönde geliştiriyorlar. Bunların ulusal anlamda bilinçlenerek büyümekte olduklarını görmek benim için doyumsuz bir  sevinç kaynağı oluyor ve işi daha da ilerletmem için  bana güç veriyor. Soydaşlarımızın yaşadıkları ülkelere gitmemiz gerektiğinde, Adige danslarını benimseyerek öğrenenleri, çalışkan öğrencileri ve kendi kendisine şiirler yazan ve besteler yapan öğrencileri öncelikle seçiyorum. Aynı çocukları götürüp durursak, aynı çocuklarla sınırlı kalırsak, diğerlerinin hevesleri kırılır, umutları yok olmuş, bir ilgisizlik sorunuyla karşılaşmış olabilir, bu noktaya da önem veriyorum.
 

Bu nedenle, dış ülkelere götürülmek üzere, ilk elemede, öğrencilerin yüzde 70 kadarını seçiyoruz. Dans hocalarından çok memnunum. Söylemem gerekirse, önceleri çocukları eğitecek dans hocaları bulamıyordum, birine rica edip diğerine yalvarıp üç yılımı öyle zar zor tamamladım, zor diye başladığım işi yarıda kesmedim, sonunda dans hocalarını buldum. İşte St’aşu Safiyet ilk günden bu yana, yaz kış demeden, haftada üç kez Tahtamukay beldesinden Enem beldesine gelip çocukları çalıştırdı, yine çalıştırıyor. Kendisinden son derece memnunum. Tığuj Nurbıy da Safiyet ile aynı sıralarda çalışmaya başladı. Bu iki usta hoca “Nef”in temelini atan, biçimlendiren ve eğiten kişiler oldular. İşin ilerlemekte olduğunu gören başkaları da bize katılmaya, destek vermeye başladılar. Çocuklara şarkı söyletmek üzere besteci ve yönetmen L’ıuj Kaleş’ave, dans öğretmeni Yınuh İnver, şarkıcı Kuş’eko Sime (Къушъэкъо Симэ), onların ardından Jajıye Svete (Жъажъые Светэ), Kıtıj Azemat, Kıtıj Anzavır, bu yakınlarda da Kalekuteko İnver çalışmalarımıza katıldılar. Toplam on kişi şu sıralar “Nef” topluluğunda öğretici olarak çalışıyor, hepsinden son derece memnunum, işlerini son derece iyi yapıyorlar.

 

- Türkiye’ye gitmemiz, çalışmamız, yeterince gözlemlerde bulunmamız, ilginç kişilerle görüşmemiz ve bu arada festivallere katılmamız için, ne gibi ön bağlantılar yaptınız, her şeyi saat saat bir programa bağlamış bulunduğunuzu anladık, bu programı nasıl başardınız ve gerçekleştirdiniz? Bu konularda size yardım edenler  oldu mu?

 

- Altı yıl önce arkadaşlarımla birlikte bütün bunları planlamaya başladık. Doğrusunu söylemek gerekirse, işin başında hayli güçlük çektik. Bir haftalığına Suriye’ye gittiğimizde, haftayı zor tamamlayabilmiştik, çünkü belirli bir programımız yoku, o nedenle çok şeyi yerine getiremedik. Ancak şimdi durum farklı. En azından bir ada/üne kavuştuk, bu önemli. İsrail’e giderken Adige televizyonu çalışanlarını da beraberimizde götürdük, ardından Ürdün ve Almanya’ya gittik. Gezimiz haberleri internet sitelerinde ve televizyon yayınlarında yer aldı, çocuklarımız birbirlerinden adres alıp yazışmaya ve karşılıklı telefonlaşmaya başladılar. Türkiye gezisi için bir yıl öncesinden hazırlıklara başladık. Görüşlerimi Kafkas Dernekleri Federasyonu Başkanı GUĞEJ Cihan Candemir’e anlattım, o da desteğini esirgemedi, Türkiye’deki dernek başkanlarını bir araya getirerek program hazırlıklarını başlattı. Önce on günlük bir gezi programı düşünüyorduk, derken on dört gün dedik, ardından köylere çağrılar olduğundan, süreyi 21 güne çıkardık. Türkiye’de, 500’den az olmayan kişi bize yardımcı oldu, ellerinden gelen destekleri esirgemediler, hiçbir üzücü durumla da karşılaşmadık, sen de bunları gördün ve yaşadın.

 

- Muhdin, anladığım kadarıyla, siz tarlaya tohum serptiniz, tohumlar da filizlenmeye başladı, daha bereketli ürün alınması için, galiba  beş-on yıllık bir süreç gerekiyor. Çocuklar büyür, senin onlara kattığın ulusal bilinç de, dilerim yaşamlarında onlara kılavuz olur…

 

- Bu çocuklarla ilgilenişim, onların Adige ulusunun çekirdeği olarak büyüyeceklerine olan inancım ve onlara güven duymam nedeniyledir. Geleneği (xabzeyi) izleyen, dilimizi konuşan ve ulusal bilinçle donanmış kişiler olarak yetiştirmekte/eğitmekte olduğumuz bu küçükler, büyüdüklerinde başarılarını kuşkusuz daha da yoğunlaştıracaklardır. Bunu umuyorum ve buna inanıyorum. Kendi kendilerine Adigece şiirler yazmaya ve şarkılar bestelemeye başladıklarını görmekle sevincimden adeta uçacak gibi oluyor, moral buluyorum. Enem gibi Adigelerin küçük bir azınlık olduğu bir beldede Adigece şiirler yazmak ne de güzel bir şey, her çabaya ve yorulmaya değmez mi? Çalışmalarımızın boşuna olmadığının bir göstergesi olarak görüyorum bütün bu oluşumları.

 

- Büyüdüklerinde Türkiye’de iken tanışıkları arkadaşlarını buraya davet edebilirler belki…

 

- Sadece Türkiye’den değil, başka ülkelerden de davet edecek, buralara getireceklerdir arkadaşlarını. Rusya’yı ele alırsak, Nalçik’e gitmiştik. Dönüşümüz sonrasında beş oğlan çocuğu birleşip kendi başlarına Nalçik’e, orada tanıştıkları arkadaşlarının yanına gittiler ve bir süre de orada kaldılar. Bunu anlamsız bir davranış olarak görebilir miyiz?

 

- Ben de görüşlerine katılıyor ve bu gibi şeylerin önemli olduğuna inanıyorum. Ancak bu kadarlık bir çalışmayı yeterli buluyor musunuz? Adigece dilimizi ve Adige ulusal varlığını ayakta tutmak için daha ne gibi çalışmalar yapmamızı gerekli görüyorsunuz?

 

- Yapılacak çok şey var. İşe ilk ve ortaöğretim (гурыт) okullarından başlamalıyız, bu okulların eğitim programında Adigece dili, çoğunluk derslerinin dili/temel eğitim dili olarak kabul edilmelidir ve çoğunluk dersleri Adigece olarak okutulmalıdır. En azından, bir başlangıç olarak, Yablonovski ve Enem beldeleri ile Adigekale (3) kentindeki çocuk yuvalarından birer tanesinde Adigece öğretimine geçilmelidir. Maykop’ta ise,  en az on çocuk yuvasına Adigece öğretimi konmalıdır. Bunları istemekle bir ulusal ayrımcılık yapmış olmuyoruz, anne ve babalar istemezlerse, çocuklarını başka -Rusça eğitim veren- yuvalara verebilirler. Gerçekleştiğinde Adigece’nin öğretileceği bu yuvalar, tıpkı komşu Krasnodar Kray’daki gibi bize örnek olmalıdırlar. Krasnodar Kray’da Kazak okulları, liseleri açılıyor, dini eğitim veriliyor ve dini uygulamalar/ayinler yapılıyor, okullarda Kazak geleneği öğretiliyor ve Kazak giysileri kuşanılıyor. Ne diye bizler de benzeri şeyler yapamayacak mışız? Kazaklar yaparsa yurtseverlik (патриотизм), biz yaparsak ayrımcılık/milliyetçilik (национализм) oluyor, algılama öyle. Biz, bu algılamada Rusya Federasyonu devletine kusur kesmiyoruz, engel oradan gelmiyor, engeli biz kendimiz yaratıyor, durumu kabullenmiş oluyoruz (тыгу рехьы). Rus ulusu gibi geçinebileceğimiz ve bizi anlayacak başka bir yeryüzü ulusu bulunacağını da sanmıyorum. Rus ulusu ile birlikte yaşamak ve anlaşmak olanaklı. Peki bu durumda dilimizi öğrenmemiz için kim engel yaratıyormuş, kimden çekiniyor ve ne diye korkuyoruz? Hükümetimiz bu konuda çalışmalar yaptı, programlar kabul etti ve dış ülkelerdeki soydaşlarla ilişkiler kurdu. Umutlarımızı yitirecek konumda değiliz, ancak daha iyiye doğru gitmek için de çalışmalarımızı büyütmemiz gerekiyor. Örneğin, çocuklarımızın gün boyu izleyecekleri bir telekanal (tv kanalı) ve radyo yayınımız (радиоканал) olmalı. Bu kanallar dili yaşatacaktır, bunlar bizim için yaşamsal önemde olan gereksinmelerdir. Bunların dışında yapacak daha çok şeyimiz var.

 

- Tanrı tüm isteklerinizde yardımcınız olsun.

 

- Teşekkür ederim.

 

«ПшIагъэр кIодыщтэп,

УмышIагъэри

ЦIыфмэ пшIагъэ аIощтэп.

Щытыщт чъыгэу бгъэтIысыгъэр,

Псы зыкIэбгъэхъуагъэр,

О ппсэ зыхэплъхьагъэр

Тыгъэм пэгъокIыщт».

 

“Başardığın şey yok olmaz,

Yapmadığın şeyi de

Kimse başardın demez.

Yerinde durur diktiğin ağaç,

Suladığın fidan,

Ruhunu kattığın her şey

Güneşe karşı ışıldar durur”
 

NEH’EYE Ruslan (Нэхэе Руслъан), Adige şairi.

 

 

BİLGİ NOTU:

1) 1927 nüfus sayımına göre, 13 milyon 648 bin, 2000 yılı sayımına göre 67 milyon 803 bin, 2007 yılı sayı m sonuçlarına göre, 70 milyon 500 bindir. Şimdilerdeki Türkiye nüfusu 71 milyon 500 bin olarak düşünülmektedir. Bu durumda Türkiye nüfusu 1927’deb bu yana 5 katın üzerinde artmıştır. -HCY

2) Yablonovski (2002’de 25 bin nüfus) ve Enem (17 bin 654 nüfus), Krasnodar kenti yakınında, nüfus çoğunluğu Rusça konuşan iki beldedir, Adigekale (2002’de 12 bin 209 nüfus) ise, daha doğuda olan ve tamamına yakını Adigece konuşan küçük bir kenttir. Sayın Ç’ermıt Muhdin’in yapmış olduğu açıklamadan her üç yerdeki çocuk yuvalarında sadece Rusça öğretildiği, Adigece’nin yok sayıldığı anlaşılıyor. Adigey Cumhuriyeti’nde Adigece’nin öğretildiği bir çocuk yuvası ya da anaokulu var mıdır, onu bilemiyorum. Yönetimden ve oraya yerleşmiş kardeşlerimizden şimdilik bir bilgi alabilmiş değiliz. -HCY