|
|
................... |
|
................... |
TÜRKİYE VE MAVERÂ-YI
KAFKASYA İLİŞKİLERİ İÇERİSİNDE TRABZON VE BATUM KONFERANSLARI
VE ANTLAŞMALARI |
Dr. Şenol Kantarcı
Ermeni
Araştırmaları, Sayı 10, Yaz 2003 |
|
|
................... |
|
................... |
Kafkasya tarih boyunca birçok
millet ve devlet tarafından elde edilmeye çalışılmış çok
stratejik bir bölge olmasının yanı sıra, dünyadaki en önemli
geçiş noktalarından birisi olma özelliğini taşımaktadır.
Kafkasya tarihinin 1917 Rus ihtilâllerine kadar devam eden
yaklaşık olarak son 400 yılı, çoğu zaman Türk ve Rus
mücadelelerine sahne olmuştur. Türk ve Rus taraflarının en önemli
temas noktası olan bu bölge, tamamen farklı amaçlar uğruna
elde bulundurulmak istenmiştir. Ruslar Kafkasya’yı, fütûhatçı
emellerine ulaşmada bir araç ve geçiş noktası olarak kullanmak
isterlerken, Türkler bölgeyi elde bulundurmak suretiyle, hem
Kafkasya’da Rusya’ya karşı güçlü bir otorite ve savunma
sistemi kurmak, hem de Rusya’nın yayılmacı politikalarına
engel olmak politikasını gütmüşlerdi. Yüzünü Batıya dönmüş
olan Türkiye, arkasını sağlama almak için, Kafkasya’da güçlü
bir otorite kurarak bölgeden kaynaklanabilecek herhangi bir
tehdit unsurunun ortaya çıkmaması için çaba sarf etmiştir.
Özellikle Enver Paşa liderliğinde hayata geçirilmek istenen
Turancı politikalar açısından da Kafkasya’nın yine büyük bir
ehemmiyete sahip olduğu biliniyordu.
Kafkasya’nın Türkiye açısından taşıdığı ehemmiyet sadece Rusya
ile de sınırlı olmadığı halde, Rusya’daki gelişmeler ve bu
ülkenin takip etmiş olduğu dış politikalar, Türkiye’nin
Kafkasya ile olan ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Zira
Balkanlardan ziyade Kafkasya, taraflar arasında tarih boyunca
en önemli temas noktası olmuştur. Bu nedenledir ki, Türk – Rus
ilişkilerinin ağırlık noktasını Kafkasya oluşturmuştur.
Üstelik 1990’lı yıllardan itibaren Rusya’da meydana gelen
köklü değişiklikler ve Sovyet Rusya’nın parçalanması gibi
bölge açısından önemli gelişmeler de göstermiştir ki, Kafkasya
geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de Türkiye için önemli
bir konumda bulunmaktadır. Söz konusu önemi yüzünden,
Türkiye’de Kafkasya ile ilgili çalışmalar ayrı bir yer
taşımaktadır. Buna, bölgenin Ermeni Meselesi ile ilgisi de
ilave edildiğinde, Kafkasya çalışmalarının Türk ilim alemi
için taşıdığı ehemmiyet çok daha önemli bir boyuta
yükselmektedir.
‘Türkiye ve Maverâ-yı Kafkasya İlişkileri İçerisinde Trabzon
ve Batum Konferansları ve Antlaşmaları (1917 – 1918)’ adlı
çalışma, Kafkasya coğrafyasındaki politik yapılanmadan ilgi
çekici bir tarihi kesit sunması bakımından dikkate değer bir
çalışma olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma, Sakarya
Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalı öğretim üyelerinden Yard. Doç.
Dr. Enis Şahin tarafından hazırlanmıştır. Eser ilk olarak
Nisan 1996’da Atatürk Üniversitesi’nde doktora tezi olarak
kabul edilmiş ve müteakiben Eylül 2002’de Türk Tarih Kurumu
tarafından yayımlanmıştır. Yazar halen Sakarya
Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine devam etmektedir ve Türk
Millî Mücadelesi, Kafkasya Tarihi ve Ermeni Meselesi ile
ilgili çalışmalarıyla tanınmaktadır.
Batı dillerindeki ifadesiyle Trans-Kafkasya olan Maverâ-yı
Kafkasya deyimi, bilindiği gibi Kafkas dağlarının güneyini
nitelemekte, genel olarak bugün Azerbaycan, Gürcistan ve
Ermenistan devletlerinin kapladığı alan için kullanılmaktadır.
Çalışmanın ana konusu, 1917 Rus İhtilâllerinden sonra Türkiye
ile Maverâ-yı Kafkasya arasındaki ilişkilerin ayrıntılı bir
incelenmesinden ibarettir. Eser, giriş kısmına ilave olarak üç
ana bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında Maverâ-yı Kafkasya
hakkında coğrafî ve genel bilgiler verildikten sonra, bölgenin
başlangıcından 1917 Şubat İhtilâli’ne kadar geçirdiği tarihî
evreler ana hatlarıyla kronolojik bir tarzda ifade edilmiştir.
Bu kısmı, mevcut haliyle, bölgenin tarihî coğrafyası olarak
nitelendirmek yerinde olacaktır.
Çalışmanın üç ana bölümünden birincisini teşkil eden ilk bölüm
‘İhtilâller Döneminde Maverâ-yı Kafkasya ve Türkiye’ adını
taşımaktadır. Bölümde ana hatlarıyla Şubat İhtilâli ile
başlayan gelişmeler, Ekim İhtilâli ile birlikte Türkiye –
Maverâ-yı Kafkasya ilişkilerinin başlamasına kadar
ayrıntılarıyla ele alınmaktadır. Özellikle Şubat ve Ekim
İhtilâlleri adeta gün gün ele alınmış ve bu önemli hadiselerin
Maverâ-yı Kafkasya için ehemmiyeti titizlikle incelenmiştir.
Bu yapılırken de Şubat İhtilâlinden sonra kurulan ve kısaca
Ozakom denilen Özel Maverâ-yı Kafkasya Komitesi ile Ekim
İhtilâlinden sonra kurulan ve kısaca Zakavkom denilen Maverâ-yı
Kafkasya Komiserliği ve Maverâ-yı Kafkasya Seymi ilk kez bu
denli geniş bir şekilde işlenmiştir. Ozakom, Çarlığı deviren
Geçici Rus hükümetinin Maverâ-yı Kafkasya’ya gönderdiği idarî
bir organdı. Zakavkom, Ekim (Bolşevik) İhtilâlinin tanımayan
Maverâ-yı Kafkasya’nın üç aslî milleti olan Azerî, Gürcü ve
Ermenilerin oluşturduğu bir teşkilattı ve Bolşeviklere olan
muhalefet yüzünden teşkil edilmişti. Seym ise, adı geçen bu
milletlerin mümessillerinden oluşan bir meclisti ve Rusya
Müessisler Meclisi’nin Bolşevikler tarafından zorla
dağıtılmasından sonra, bölgenin kaderine el koymak amacıyla
teşkil edilen bir yasama ve yürütme özelliğine sahipti. Bu
haliyle Seym ve Zakavkom, Maverâ-yı Kafkasya’nın Rusya’dan
ayrılmasındaki ilk adımı teşkil etmesi açısından son derece
önemlidir.
Bu ilk bölümde Geçici Hükümet ve Bolşevikler dönemindeki Türk
– Rus ve özellikle Türk – Ermeni ilişkileriyle birlikte, Rus
hükümetlerinin Türkiye’ye karşı takip etmiş olduğu Ermeni
politikaları da ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Hususiyle Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin önemli bir
dönüm noktası olan 1918’in başındaki 13 Nolu Dekret ve
Rusların Türk Doğu Anadolusu konusunda takip ettikleri
politikalar titizlikle irdelenmiş ve dönemin Rus
politikalarının tutarsızlığı ve Ermenileri nasıl
kışkırttıkları belgeleriyle birlikte aydınlatılmıştır. Eserin
geri kalan kısmında da Ermeniler ile ilgili gelişmeler oldukça
ayrıntılı bir şekilde ele alınmış ve bu hassas konu, yerli ve
yabancı arşiv, gazete ve araştırma eserleriyle birlikte ortaya
konulmaya çalışılmıştır.
Yine birinci bölümde, Rus ihtilâlleri döneminde Kuzey
Kafkasya’da meydana gelen gelişmeler de yer yer ele
alınmıştır. Bu bölümün son kısmında ise, Brest – Litovsk ve
Erzincan Mütarekeleri üzerinde durulmuş ve aynı dönemde Doğu
cephesinde başlayan Türklere yönelik Ermeni mezaliminin
engellenmesi için, Türk tarafının girişimiyle, Rus ve Maverâ-yı
Kafkasya tarafları nezdindeki yazışmalar ayrıntılı olarak
incelenmiştir. Özellikle bu kısımda, Rusların ihtilaller
dolayısıyla Türk Doğu Anadolu’sunu terk etmek zorunda
kalmalarından sonra, Ermenileri kendi menfaatleri
doğrultusunda nasıl kullandıkları ve onları bölgenin Türk
ahalisi aleyhine nasıl kışkırttıkları belgeleriyle birlikte
açığa çıkarılmıştır.
İkinci bölüm ‘Trabzon Konferansı’ adını taşımaktadır. Yazar,
bu bölümü, o dönem Osmanlı Devleti’nin Kafkasya politikalarını
izah ederek başlatmıştır. Bu politikayla bağlantılı olarak,
Türkiye’nin Kafkasya’daki gelişmelerle ilgilenmesi ve
özellikle Maverâ-yı Kafkasya Komiserliği’ne yakınlaşma
gayretleri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Bu yakınlaşma
aşamasında Ermeni meselesi de yoğun bir şekilde gündeme
girmiştir. Zira, Rusların ihtilâller yüzünden Kafkas cephesini
terk etmesiyle birlikte, Ermenilerin Ruslar tarafından
kullanılması söz konusu olmuştur. Nitekim Ermenilerin de
öteden beri ‘Büyük Ermenistan’ hayali ile davrandıkları ve
Rusların böyle bir girişimine hazır olmaları nedeniyle, Kafkas
cephesinde özellikle Türkiye açısından önemli problemler
ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla
birlikte yer yer görülen, ancak 1918 yılının girmesiyle
birlikte yoğunluk arz eden Ermenilerin bölgedeki Türk
vatandaşlarına karşı giriştikleri katliam ve mezalimler, bu
tarihten itibaren Türkiye’nin tüm dikkatlerini Kafkas
cephesine yöneltmesine neden olmuştur. Bu dönem Türk dış
politikasını yönlendiren kişiler olarak Sadrazam Talat Paşa ve
özellikle Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa
dikkatleri çekmektedir. Eserden anlaşıldığına göre, Enver Paşa
Kafkas cephesi ve Ermeni meselesi konusundaki direktif ve
talimatlarını, bu cephedeki tüm Türk kuvvetlerinin komutasını
da elinde bulunduran III. Türk Ordusu Kumandanı Ferik Vehib
Mehmed Paşa vasıtasıyla uygulama alanına koymuştur.
İkinci bölümün devamında, Türkiye ile Maverâ-yı Kafkasya
arasındaki ilişkilerin başlamasıyla birlikte, taraflar
arasında Trabzon’da bir ay süreyle gerçekleştirilen konferans
görüşmeleri ele alınmıştır. 14 Mart – 14 Nisan 1918
tarihlerinde tam bir ay devam eden Trabzon Konferansı’nda
taraflar arasında 6 genel ve birçok da özel oturum
yapılmıştır. Trabzon Konferansı’nda Türk tarafını Hüseyin Rauf
(Orbay) Bey, Azerî, Gürcü ve Ermeni delegelerinden oluşan
Maverâ-yı Kafkasya tarafını da Gürcü asıllı Akakiy İvanoviç
Çhenkeli temsil etmiştir. Tarafların Trabzon’a gelişiyle
birlikte, orada başlayan resmî ve gayr-ı resmî görüşmeler,
resmî görüşmeler sırasında taraflar arasında alıp-verilen
notalar çok ayrıntılı bir şekilde işlenmiş ve izah edilmiştir.
Hususiyle Trabzon görüşmelerinin resmî ve gayr-ı resmî
oturumları günü gününe, hatta bazen saati saatine tespit
edilerek, ilim alemine kazandırılmıştır. Görüşmeler sırasında
taraflar arasındaki en önemli problemler, 3 Mart 1918 tarihli
Brest-Litovsk Barışı’nın Maverâ-yı Kafkasya tarafınca kabul
edilmemesi ve Türk tarafına bu antlaşmayla verilen hakların
iade edilmemesinden kaynaklanmaktaydı. Türk tarafı Rusya ile
imza ettiği bu antlaşmayı yürürlüğe koyarak Kafkasya’daki
durumunu kuvvetlendirmeye çalışıyor, henüz bağımsızlığını dahi
ilân etmemiş olan Kafkas tarafı ise, Bolşeviklere muhalefet ve
bölgede yalnız kalmanın da verdiği endişelerle mezkûr
antlaşmayı kabul etmeye yaklaşmıyor, Türk heyetine karşı
gayr-i mantıkî bir surette direnmeye çalışıyordu. Bu yetmezmiş
gibi, Türk Doğu Anadolu’sunun hukukî varlığını zaman zaman
tartışmaya açmaktan da geri durmuyordu. Türk tarafı ise, bu
durum karşısında, Kafkas cephesindeki askerî harekâtını zaman
zaman sürdürerek, Maverâ-yı Kafkasya’ya Brest-Litovsk
Barışı’nı kabul ettirmeye gayret göstermiştir. İşte tüm bu
girift meseleler, eserde büyük bir itina ile ele alınmış,
detaylar en ince ayrıntısına kadar ortaya konulmuştur. Bunlar
yapılırken de arşiv ve yayımlanmış vesikalar yanında, dönemin
gerçek ruhunu ifade etmekte çok iyi bir tarihî materyal olan
gazete ve dergilerden de büyük oranda istifade edilmiş,
hatırat ve araştırma eserleri de görülmüştür.
İkinci bölümün son kısmında ise, Trabzon Konferansı’na ara
verilen dönemde Trabzon ve Tiflis’te meydana gelen
gelişmelerle birlikte, konferansın son oturumu ele alınmıştır.
Bu kısımda özellikle talimat almak için Tiflis’e giden Maverâ-yı
Kafkas heyetinin Seym’deki faaliyetleri, Seym’in tutanakları
kullanılarak ayrıntılarıyla ortaya konulmuştur. Yine bu dönem,
Trabzon’da bulunan Türk heyetinin, konuk heyette bulunan
Azerî, Gürcü ve Ermeni delegeleriyle önemli gizli ve açık
görüşmeler yaptığı bir evredir ki, bu görüşmelerden sonra Türk
tarafı, Kafkasya hakkında gerçekten çok önemli bilgilere
ulaşabilmiştir. Konferansın son oturumu da taraflar arasındaki
problemleri çözmeye yetmemiş, karşılıklı ve özellikle konuk
heyetin anlamsız ve mantıkî olmayan ısrarları, konferansın bir
aylık bir çalışmadan sonra sonuçsuz bir şekilde sona ermesine
neden olmuştur. Oysa Maverâ-yı Kafkasya için durum, son derece
ümitsiz görünüyordu. Hem ihtilâlin ortaya çıkardığı
olumsuzluklar, bölgenin büyük bir asayişsizlik içerisinde
bulunması, otorite boşluğuna neden olan dahilî karışıklıklar,
hem de askerî ve ekonomik sorunlar nedeniyle, Maverâ-yı
Kafkasya’nın dahilî ve haricî durumu büyük problemlerle karşı
karşıyaydı. Öyle ki, Üç Sancak’tan birisi olan Batum şehri
dahi, konferansın sona erdiği gün, Türkiye tarafından ele
geçirilmişti. Bu ve benzeri durumlar, Tiflis’teki federatif
yapıyı hiç de iyi günlerin beklemediğini gösteriyordu.
Dr. Şahin’e ait çalışmanın üçüncü ve son bölümü ‘Batum
Konferansı’ adını taşımaktadır. Yazar, konferans
müzakerelerine geçmeden önce, Türk ileri harekâtının 1914 ve
1878 sınırlarına kadar devam eden safhası hakkında,
Genelkurmay Harp Tarihi Arşivi’ne dayanarak, bu harekâtı ana
hatlarıyla birlikte ortaya koymuştur. Müteakiben de konferans
öncesi gelişmeleri aktarmıştır. Bu gelişmeler arasında,
Trabzon Konferansı’nın sona ermesiyle birlikte Tiflis’teki ilk
gelişmeler, Türkiye aleyhine gerçekleşen faaliyetler ve
Maverâ-yı Kafkasya’nın bağımsızlığı konuları sayılabilir.
Özellikle bu son konu gerçekten büyük önem arz etmektedir.
Zira Türkiye’nin Kafkasya politikaları arasında, Türkiye ile
Rusya arasına tampon bir devletin girmesi öncelikli olarak
istenmiştir. İşte 22 Nisan 1918 tarihinde Türkiye’nin isteği
ve dayatması ile de Maverâ-yı Kafkasya Rusya’dan ayrıldığını
bildirerek, bağımsızlık ilanında bulunmuştur. Bu gelişme aynı
zamanda, Türkiye’nin bölgeye karşı takip etmiş olduğu
politikaların bir zaferi olarak da değerlendirilebilir. Zaten
yeni kurulan bu hükümet, Osmanlı hükümeti tarafından hemen
tanınmıştır. Bu devlet Azerî, Gürcü ve Ermenilerin katılımıyla
oluşuyordu.
Bu konferansa Almanlar ve Ruslar da, bölgeye karşı takip etmiş
oldukları politikalar sebebiyle katılmak istemişlerdir.
Almanlar konferansa iştirak edeceklerse de, konumları
itibariyle söz söyleme veya müzakerelere müdahale hakları
olmayacaktır. Rusların konferansa katılma talepleri ise,
Türkiye ve bilhassa Maverâ-yı Kafkasya Cumhuriyeti tarafından
reddedilecektir. Maverâ-yı Kafkasya’nın Batum müzakerelerinden
beklentileri, ilerleyen Türk askerî harekâtını durdurmak ve
bölgede istikrarlı bir devlet olma yönünde çalışmak, Türkiye
ile aralarındaki toprak problemlerini halletmektir. Türkiye
ise böyle bir konferansı tertip ederek, Rusya’nın da
yokluğunda Kafkasya’da mümkün olduğunca avantajlı duruma
gelmek, Kafkasya ile olan sınır problemlerini halletmek ve
bölgede istikrarı sağlamak istemiştir.
Batum Konferansı’na Türkiye ve Maverâ-yı Kafkasya
Cumhuriyeti’nin yanısıra, Kafkasya’nın kuzeyinde yeni
bağımsızlık ilanında bulunmuş olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti
de katılmıştır. Bu durum, Türkiye’nin Kafkasya politikalarıyla
alakalıdır. Batum müzakereleri 11 Mayıs 1918’de başlamış ve
birtakım kesintilerle birlikte 8 Haziran’a kadar devam
etmiştir. Konferansta Türk heyetine Adliye Nazırı Halil
(Menteşe) Bey başkanlık etmiştir. Maverâ-yı Kafkas heyeti ise
Trabzon’daki müzakerelerde başkanlık yapan Gürcü Çhenkeli
riyasetindeydi. Konferansın tek genel oturumu 11 Mayıs 1918
tarihinde yapılmıştır. Bu oturumda Halil Bey, Osmanlı
devletinin Kafkasya’daki durumunu kuvvetlendirebilmek amacıyla
yeni taleplerde bulunmuştur. Bu, Maverâ-yı Kafkasya’nın
Türkiye’ye yeni tavizlerde bulunmasını gerektiren bir
teklifti. Bu nedenle ilk oturumdan başka, müzakerelerde genel
oturum bir daha yapılmamış, taraflar isteklerini, karşılıklı
olarak verdikleri notalarla birbirlerine bildirmişlerdir.
Ancak bunlarda da bir gelişme sağlanmamıştır. Öyle ki,
Almanya’nın arabuluculuk teklifleri de tarafların anlaşmasını
sağlayamayacak ve Alman heyeti çok geçmeden Batum’dan
ayrılacaktır.
26 Mayıs 1918 tarihinde Tiflis’te çok önemli gelişmeler oldu.
23 Şubat 1918’de kurulan Maverâ-yı Kafkasya Meclisi olan Seym
kendi kendisini feshetti. Aynı gün Almanların desteğini alan
Gürcüler de bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bundan iki gün
sonra 28 Mayıs’ta Azerbaycan Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir
devlet daha kuruldu. Ve son olarak Azerbaycan’ın
bağımsızlığından sonra yapacak fazla bir şey kalmadığını gören
Ermeniler, 30 Mayıs’ta bağımsızlık ilânında bulundular.
Böylece Maverâ-yı Kafkasya Cumhuriyeti bağımsız olarak sadece
35 gün yaşayabildikten sonra sona ermiş oldu. Bu tarihten
sonra Batum görüşmeleri ayrı ayrı heyetler halinde yapıldı.
Osmanlı heyetiyle Azerî, Şimâlî Kafkas, Gürcü ve Ermeni
heyetleri arasındaki görüşmeler 8 Haziran’a kadar devam etti.
4 ve 8 Haziran 1918 tarihlerinde Türkiye ile bu Kafkas
devletleri arasında toplam 20 adet antlaşma imzalandı. Osmanlı
devleti bu antlaşmalar sayesinde, Kafkasya’nın tamamında kendi
nüfuz ve otoritesini sağlam temeller üzerine oturtmuş oldu.
Yine bu antlaşmalar ile Rusya ve kendi müttefiki Almanya’ya
karşı, bölgede çok avantajlı bir duruma geçmiş oldu. Bilindiği
gibi, Türkiye 1918 yazında Batum Antlaşmalarına dayanarak
Azerbaycan ve Şimâlî Kafkasya devletlerinin yardım talebi
nedeniyle Kafkasya’ya yönelik bir askerî harekât düzenleyecek,
bölgeyi ve özellikle Bakû ve Dağıstan’ı Rus ve Ermeni
işgalinden temizleyecek, ancak tüm bu başarılar, 30 Ekim 1918
tarihli Mondros Mütarekesi ile son bulacaktır.
Batum’da Ermeni Meselesi ili ilgili olarak da önemli
gelişmeler oldu. Halil Bey başkanlığındaki Türk heyeti,
Ermenistan devletinin bölgede istikrarı tehlikeye düşürecek ve
civar devletler üzerinde bir tehdit oluşturacak şekilde ortaya
çıkmaması için önemli çabalar sarfetti. Böylece hem Batum
Konferansı’ndaki müzakerelerle ve hem de sonucunda Ermenilerle
imzalanan toplam 6 adet antlaşmayla, Osmanlı devleti
Ermenistan Cumhuriyeti üzerinde de önemli bir otorite kurmuş
oldu. Öyle ki, Ermenistan devleti, Türkiye ve Azerbaycan
arasında bir ada ülkesi olarak kaldığı gibi, yüzölçümü de
önemli miktarda azalarak, yaklaşık olarak 10 bin km2 inmiştir.
Ermenistan’dan bir talep olması halinde Türkiye’nin gerekirse
ona silahlı yardımda bulunacağı da antlaşma hükümleri arasında
bulunuyordu. Hatta Ermenistan, silahlı kuvvetlerini derhal
terhis etmeye başlayacaktı. Osmanlı devleti böylece, sadece
Kafkasya’nın tamamı üzerinde değil, bir ‘mesele’ haline gelmiş
olan Ermeniler ve Ermenistan üzerinde de ciddî bir kontrol ve
otorite sağlamış oluyordu.
Dr. Enis Şahin tarafından hazırlanan bu değerli çalışma birçok
yönlerden dikkat çekmektedir. Öncelikle bu eser, Kafkasya’nın
Türkiye için önemini okuyucuya iyi hissettirmektedir. Türkiye
için Kafkasya tarih boyunca gerçekten çok önemli olmuştur. Bu
durum bugün de devam etmektedir, tıpkı gelecekte edeceği gibi.
Kafkasya’nın bu ehemmiyetinden dolayı, yanı başımızdaki bu
kıta hakkında ülkemizdeki çalışma sayısının belli bir
olgunluğa ulaşması beklenirken, maalesef çalışma sayısının
azlığı dikkat çekici ve şaşkınlık verici bir boyuttadır. İşte
bu eser, bu konuda önemli bir boşluğu dolduracak niteliktedir.
Konu seçimi son derece yerindedir. Özellikle Rus
İhtilâllerinden sonraki Kafkasya ve özellikle Maverâ-yı
Kafkasya Tarihi, bölgenin dahilî durumu, Rusya’nın bölgeye
bakış açısı, Almanların yaklaşımları ve Türkiye’nin gerek
Rusya ve gerek bölgeye karşı takip etmiş olduğu politikalar
büyük bir ustalıkla izah edilmiştir. Bunun yanında eserin
hemen hemen başından sonuna kadar, farklı bakış açılarıyla
Ermeni meselesi de ele alınmıştır. Eser bütün bu
özellikleriyle önemli bir boşluğu dolduracak ve 1917–18 dönemi
için konuyla ilgili olarak ülkemizdeki en önemli müracaat
eserlerinden birisi olacaktır. Ve yine bu eserin, Kafkas
araştırmalarına ve Ermeni meselesine ışık tutacağı ve yeni bir
boyut getireceği de ortadadır.
Eserin dikkat çekici bir başka özelliği, bilimselliğidir.
Öncelikle bu çalışma hazırlanırken büyük bir literatür
taramasının yapıldığı, ilgili eserlerin özenle tespit edildiği
anlaşılmaktadır. Bu durumu eserin bibliyografyasından ve
dipnotlarından anlayabilmek mümkündür. Yerli, yabancı birçok
arşiv ve yayınlanmış arşiv malzemesi, resmî yayınlar ve
tutanaklar, yayınlanmış kaynaklar, dönemin süreli yayınlarını
oluşturan gazete ve dergiler, sözlükler, ansiklopediler ve
konuyla ilgili çok geniş bir yelpaze oluşturan kitap ve
makalelerden istifade edilmiştir. Türkçe’nin yanı sıra, Rusça,
Ermenice, Gürcüce, İngilizce, Fransızca ve Almanca birçok
kaynağın varlığı da eserin bilimsel değerini üst sıralara
yükseltmektedir.
Kaynakların ele alınış ve işlenişi de bilimsel metotlara göre
yapılmıştır. Konuların anlatımında zengin kaynaklar beceriyle
kullanılmış, ihtilaflı konular dipnotlarda tartışılarak, az
bilinen yan konulara da ışık tutulmuştur. Eserde geniş tutulan
dipnotların önemli bir kısmı bilgi ve tartışma dipnotları
olarak düzenlenmiştir. Eserde geçen her bilgi mutlaka bir
kaynağa dayandırılarak eserin orijinalliği ve bilimselliğine
önemli katkılarda bulunulmuştur.
Yazar, geniş kaynak kullanımında değişik lisanlarda yazılan
belge ve bilgileri bir bütün halinde ve akıcı bir üslupla
ortaya koymuştur. Özellikle Türkiye ve Maverâ-yı Kafkasya
heyetleri arasında Trabzon ve Batum’da yapılan müzakereler
sırasında alıp-verilen notalar ve yapılan resmî ve gayr-ı
resmî görüşmeler çok iyi tespit edilmiş ve tüm açıklığıyla
esere dahil edilmiştir. Ülkemizde çok fazla bilinmeyen ve
kullanılmayan Seym tutanakları da bilimsel bir tarzda metne
dahil edilmiştir ki, bu tutanaklar Türkiye’de böyle geniş bir
oranda ilk defa kullanılmıştır. Eser, yaklaşık bir buçuk
yıllık bir dönemi ele almış ve dönemle ilgili detaylı bilgiye
yer vermiştir. Öyle ki, adı geçen bu faaliyetler ele
alınırken, bazen gün gün, bazen de saat saat hadiselerin akışı
tüm ayrıntılarıyla ele alınmış ve izah edilmiştir. Bu haliyle
eserde o dönem Türkiye – Maverâ-yı Kafkasya ilişkilerine ait
bilgileri en ayrıntılı bir şekilde bulabilmek mümkündür.
Eserin sonuç kısmı da kitabın özetlenmesi bakımından
başarılıdır. Altı sayfalık sonuç kısmı, toplamda 848 sayfa
olan bu tafsilatlı eseri bir anda okuyamayacaklar için güzelce
kaleme alınmış bilgiler ve değerlendirmeler ihtiva etmektedir.
Ayrıca, kitabın iyi bir dizininin yapılmış olması, okuyucuya
büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Kitapta geçen bütün önemli
şahıs adı, yer adı veya kavramlar dizinde yer almıştır.
Kitabın en sonundaki belge ve fotoğrafları da burada zikretmek
gerekiyor. Konuyla ilgili olan en önemli materyaller, bu kısma
ilave edilmiştir. Burada çok geniş bir belge ve fotoğraf
koleksiyonu bulunmaktadır ve bunların önemli bir kısmı ilk
defa yayımlanmaktadır. Eserin en son sayfasındaki harita,
1914’den 1918’e kadar Türkiye’nin Kafkasya bölgesinde meydana
gelen sınır değişikliklerini göstermesi açısından önemlidir.
Sonuç olarak, incelenen eserin Türkiye’de az bilinen Türkiye –
Maverâ-yı Kafkasya ilişkilerini ve özellikle Trabzon ve Batum
Konferanslarını ele almış ve okuyucuya doyurucu bir bilgi
sağlamamıştır. Osmanlı hükümetlerinin ve özellikle Enver
Paşa’nın Kafkasya politikalarının bütün tafsilatıyla ele
alınması dönem araştırmaları için oldukça kıymetlidir. Eserin
bir diğer orijinal tarafı ise, Batum Antlaşmaları. Azerbaycan,
Gürcistan, Ermenistan ve Şimâlî Kafkasya devletleriyle
imzalanan ve toplamda 20 adet olan bu antlaşmaların
metinlerinin arşivlerden çıkartılarak, değerlendirilmesidir.
Eserde bu metinler değerlendirilmekle yetinilmemiş, bu
belgeler ekler kısmına da konularak araştırmacıların
incelemesine ve istifadesine sunulmuştur. Kaynak yeterliliği
ve orijinalliği, bilimsel kapasite ve konunun işlenmesindeki
başarılar sebebiyle, bu eser önemli bir çalışma olarak
literatürdeki yerini alacaktır. |
|
|
|
|
|
|
|