Shenfield
bir araştırmacı ve Rusça’dan bilimsel yazılar çevirmeni. Bir
Britanyalı. Birmingham’da doktorasını yapmış, 1990’larda Brown
Üniversitesi’nde araştırmacı ve hoca olarak ders vermiş biri.
2000 yılından beri Rusya’nın sorunlarına ilişkin bir e-posta
dizini olan ‘Johnson’s Russia List’ için ‘Araştırma
ve Analiz Desteği’ hazırlıyor. Yazarla yapılan sözkonusu söyleşi, Serap Canbek
tarafından duru bir dille Türkçe’ye çevrilmiş, “Jıneps”
gazetesi Aralık-2009 sayısında yayınlanmış bulunuyor.
Bu
yazımızda biz, sözkonusu söyleşiyi kısaca tanıtmaya ve bazı
görüşlerimizi de sunmaya çalışacağız.
Kayıp Ülke: Çerkesya
Stefen D. Shenfield
söyleşisine şöyle başlıyor: Çerkes tarihine olan ilgimi
haritalara duyduğum sevgiye borçluyum… Bir arkadaşımdan
aldığım bazı “haritaları incelerken Kafkaslarda bir
zamanlar oldukça büyükken gitgide küçülerek ortadan tamamen
kaybolan, Rusya tarafından yutulan Çerkesya denilen bir
ülkenin varlığını keşfettim”. Ardından araştırmalara
başladım.
Yazar, bu arada Wilis Brooks tarafından yazılmış ve
1995’te Papers gazetesinde yayınlanmış olan Çerkes
soykırımı üzerine ayrıntılı bir makaleden de
yararlandığını söylüyor. Ayrıca Çerkes soykırımı konusunda
çalışan birkaç yeni insanın daha bulunduğunu bildirmiş oluyor.
Gerçekten sevindirici bir durum, örnek olarak da, Haziran
2009’da “Journal of Genoside Research”/Soykırım Araştırması
Dergisi’nde Southampton Üniversitesi’nden Irma Kreiten’in
önemli bir çalışmasını belirtiyor.
Şimdi söyleşide söylenenlere kısa kısa değinmek istiyorum.
Ş’açe (Soçi) tarihi ve Çerkesler
Rusya, genel kriz ve petrol fiyatlarının düşmüş olması
nedeniyle ekonomik sıkıntı içinde. Birkaç yıl önceki bol para
akışı şimdilerde yok. Sıkıntı birçok politik sorunu da
beraberinde getirmiş bulunuyor. Ş’açe (Soçi) 2014 Kış
Olimpiyatları için büyük bir yatırım/para gerekiyor. Zor
ama Rusya bu işin altından kalkmaya çalışacak gibi.
Ruslar Ş’açe tarihi konusunda ise son derece utanç verici bir
tutum içindeler. Bütün bir dünya, özellikle de Çerkesler bu
yakışıksız tutuma ortak olacaklar mı?
Örneğin Ruslar Ş’açe tarihinden Çerkesleri silmiş
bulunuyorlar. Putin’e göre Ş’açe’de Kolhid, Grek,
Osmanlılar, vd yaşamışlar ama Çerkes adı yok, Çerkesler sanki
Ş’açe’de hiç yaşamamışlar. Oysa Ş’açe 7 Nisan 1864 (Rumi 25
Mart 1864) tarihine kadar Çerkeslere aitti, o tarihte ikinci
kez Rusların eline geçti (ilki 1838’de Rusların eline
geçmiş,1840’da Çerkeslerce geri alınmıştı). Ayrıca Ş’açe 1922’de Rusya’ya bağlı
olarak kuruluşu ilan edilen özerk “Shapsugh Cumhuriyeti”
sınırları içindeydi. Şimdilerde bir Ş’açe kentsel ilçesi (rayon)
olan Lazarevsk (Psışşuape) rayonu toprakları, 1924’te kurulan
ve 1945 yılına değin resmen yaşayan “Shapsugh Ulusal
Rayonu” sınırları içindeydi. Ayrıca şimdiki ‘Shapsugh
Toplumu Parlamentosu Adige Xase’de Ş’açe’nin Lazarevsk
beldesinde halen faaliyette olan ve dernek ötesi olan resmi
bir toplumsal kuruluştur, bir ‘'Ulusal Parlamento’'dur.
Bütün bunlar tarihsel birer olgu, halen de varolan bir olgu,
nasıl olur da yok sayılabilirler? RF Başbakanı Vladimir
Putin’e, herhalde birileri yanlış bilgiler vermiş olmalı.
Bu değerlendirme Shenfield’e değil tamamen bana aittir.
O, söyleşide, bu duruma, zaman kısıtlılığı nedeniyle,
yeterince değinememiş de olabilir.
Ş’açe konusunda Shenfield ne diyor?
Ş’açe oyunları boyunca ilgililer hiçbir aleyhte gösteriye izin
vermeyeceklerdir. Yoğun gözaltılar, muazzam sayıda bir polis
eşliği, eylemci bilinen ve diasporadan gelecek olan Çerkeslerin Rusya’ya
girişine izin vermeme gibi önlemler alınabilir diyor ve
ekliyor: Olsa olsa “Birkaç kişi içeri -stada- sızabilir ve
yaka paça götürülmeden önce kısa bir protesto başlatabilir.
Olay medyanın dikkatini çekerse Çerkes davası için küçük çaplı
bir tanınma söz konusu olabilir” diyor.
Yazarın bu dediklerine aynen katılıyorum. Bu bakımdan konuya
akılcı yaklaşılmalı. Kış Olimpiyatı'na Adigeler de ev
sahipliği yapmalıdırlar. Olimpiyatta Adige Cumhuriyeti
ile Shapsugh Toplum Parlamentosu da RF ile
birlikte görev almalıdır. Aleyhte gösteri ve taşkınlıklardan
kaçınılması da yerinde olur. Olimpiyat’a daha dört yıl var.
Makul insanlar olan RF yöneticileri Adigeleri herhalde
dışlamazlar, programdan Adigey’i çıkarmaları için de bir neden
göremiyorum. Ş’açe Ekonomik Forumları süresince Vladimir
Putin Adige Cumhuriyeti reyonunu ziyaret ederek ve
takdirlerini belirterek gelmiştir. Şimdi niye engel yaratılsın
ki?
Rusya’daki iktidar paylaşımı durumu
Yazara göre, Rusya’da Medvedev ile Putin
arasında bir yetki paylaşımı var imiş. Polis, silahlı güçler
ve güvenlik kuruluşları Putin’e bağlı görünüyor. Anayasaya
göre ise, bu kurumlar direkt devlet başkanına, Medvedev’e
bağlı olmalı. Bu nedenle Medvedev “gerçek” bir devlet başkanı
değil. Putin ve Medvedev’in politik yaklaşımları da oldukça
farklı, diyor. “Medvedev daha liberal, açık görüşlü ve
yatıştırıcı”. Stalin’e itibarını iade etmedi, bir
kanıt da bu. Geçmiş konusunda tutumu dürüst olan biri.
Medvedev ve yakınları ile verimli bir diyalog olanaklıdır,
diyor Shenfield.
Soykırım, dönüş, cumhuriyetlerin birleştirilmesi konuları
Çar hükümetinin Çerkeslere ilişkin uygulamalarını soykırım
olarak nitelendirebilecek bir sonuca varamadım. “Çar
hükümeti Çerkesleri (...) anavatanlarından mümkün olduğunca
çabuk çıkartma kararı almıştı ama son erkek, son kadın ve son
çocuk kalıncaya dek silip süpürmeye değil”. Böyle diyor
özetle sayın yazar.
Burada anlayamadığım, ikili bir nokta var. O da şu. Sürgün
kararı, 1860-1861’de, sınırları çizilmiş bir alandaki
Çerkesleri, o alandan çıkartmak, çıkartılanları, o alanın
dışında ve Rus yönetiminde olan belirli yerlere
sürüp yerleştirmek ya da Türkiye’ye göndermek gibi bir amaçla sınırlıydı
ve aynen de uygulandı: Natukuay, Shapsugh, Wubıh ve Abzegh
yöreleri son bireyine varıncaya değin boşaltıldı, bu
insanların evleri ateşe verilip yakıldı.
Sürgün mıntıkalarından çıkarılan Çerkeslerin çok küçücük bir
bölümü, belki 40 bin kadarı, iç sürgün yoluyla Rus yönetiminde
olan belirlenmiş yerlere yerleştirildiler. Bu kadar küçük bir
nüfus Çar hükümetini -soykırımdan- aklamaya yeter mi?
1864’te Kuban oblastında 80
bin Adige bulunduğunu, bunun yarısının da sürgün
mıntıkalarından getirilenler olduğunu kabul ettiğimizde,
Kuban’a sürülenler konusunda 40 bin sayısını elde ederiz. Daha
sonraları bu 80 bin nüfusun çoğu, özellikle Kuban yöresine
sürülenlerin çok büyük bir çoğunluğu 1880’lerde yeniden
Türkiye’ye göç ettirilmiştir (Örneğin Kafkasya’da tek bir
Abzegh köyü kalmıştı-Hakurınehabl).
Shenfield, soykırım diye takılıp kalmanın Çerkesleri “sonsuza
dek çözümsüz kalabilecek amaçsız tartışmalara
götürebileceğini” vurguluyor. Soykırımı değil de “Çar
hükümetinin Çerkeslere zalim, merhametsiz ve adaletsiz
davrandığı gerçeğinin tanınmasının” istenmesi daha doğru olur,
diyor.
Çok fazla Rus’un idealize edilmiş imparatorluk imgesine bağlı
kaldığını -Büyük Rusya milliyetçileri olduklarını-
düşündüğümüzde, bu kadarını
bile -Ruslara- kabul ettirmek kolay olmayacaktır, diyor.
Üzerinde düşünülmelidir, diyorum.
“Diasporanın dönüşü ve Çerkes topraklarının birleştirilmesi
-işi ise- daha da zor” olan bir sorundur, diyor.
“Lağvetme amaçlı yürütülen resmi kampanya karşısında otonom
etnik bölgeleri -yöresel cumhuriyetleri- muhafaza etmek bile
oldukça büyük bir başarıdır” diyor ve bir üzücü örnek de
veriyor:
Sibirya’da Baykal Gölü çevresinde üç Buryat yöresi
(region) vardı, birleşmek istediler, bu üçünden ikisi ‘Aga’
ve ‘Ust Orda Buryat’ özerk okrugları lağvedildi, geride
sadece ‘Buryat Cumhuriyeti’ kaldı.
Yani ‘Dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olma’
durumu da yaşanabilir demek istiyor. Biz de öteden beri
benzeri şeyleri söylüyoruz.
“Bir başka sorun da, oldukça
liberal görüşlü Rusların bile etnik bölgeleri arkaik (eskil)
ve özünde ayrımcı görme eğiliminde olmalarıdır -Yani böyle
etnik bölgeleri ve küçük ulusları gereksiz ve fazlalık olarak
görüyorlar-. Etnik grupları “uyduruk” ya da “hayali”
topluluklar olarak nitelendiren batılı düşünce, bu tutumu daha
da meşrulaştırmıştır”. Örneğin Rus Bilimler Akademisi
yöneticisi Valery Tishkov, son dönem yazılarında “ulusu
unutun” diyor, “etnik azınlık üyelerine yönelik insan hakları
ihlallerine karşı şiddetle savaşıyor ancak etnik toplulukların
belirli ortak hakları olan politik aktörler –ulusal hakları
bulunması gereken uluslar- olduğunu kabul etmiyor”, diyor.
Yazar, Kafkasya’nın diğer halkları ile ortak amaçlar
doğrultusunda ve birlikte çalışılmadığı sürece, bir başarı
elde edilebileceği görüşünde de değil. Çerkeslerin Karaçay
ve Balkarlar gibi etnik komşularıyla sürtüşmelerini ise
kaygıyla karşılıyor. Komşularla tam bir uzlaşma sağlanmadığı
sürece, dönen Çerkes sayısı arttıkça uzlaşmazlık daha da kötü
bir boyuta ulaşacak. Yani dönüş için de çok yönlü anlaşmalar
-Çerkes olmayanların rızası da- gerekir, diyor.
“Bu nedenle tüm diğer etnik grupları temsil eden kuruluşlarla
diyalog, en az Rus yetkililerle kurulacak diyalog kadar
önemlidir”
diyor.
Yazar, eğer isterse, RF Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in
Kuzeybatı Kafkasya konularında bilgi alabileceği ve
danışabileceği uzman kadroların Rusya’da bulunduğunu da
sözlerine ekliyor.
Çerkes milliyetçiliğinin yükselmesi durumunda ise, Rus
politikasının daha sert bir tavır takınabileceğini de
vurguluyor.
Kazaklar
Stenfield’in
Kazaklara ilişkin görüşleri Rus tarihçi Kutsenko’nun
görüşleriyle de birebir örtüşüyor gibi. Kutsenko’nun “Doğru
ile Eğri” kitabını (Ankara, 2009) daha sonra ele almayı
düşünüyorum. Ancak, kısaca değinmem gerekirse, Kutsenko,
sınıfsal Kazak yapılanışını “yeniden kurmak için monarşi
sistemine geri dönülmesi, toprağın ağaların –Kazak şeflerin-
kayıtsız şartsız himayesine geri verilmesi gerekir” diyor
(Doğru ile Eğri, s. 30). Böyle bir geriye dönüşe ise, olanak
yok.
Folklorik Kazak dans ve şarkı gösterileri, şölenler
düzenlenmesi gibi etkinlikler, güzel ve desteklenmesi gerekli
şeylerden. “Ancak beyni yıkanmış, örgütlenmiş ve
silahlanmış paramiliter bir güç olarak Kazak hareketi Slav
olmayan bütün azınlıklar için bir tehdittir”. Ahıska
Türklerine yapılan Kazak saldırıları bu tehdidin açık
örneğidir, diyor Stenfield.
Abhazya konusu
“Eğer –Bağımsız- Abhazya Rusya’nın etki alanı içinde kalırsa,
Çerkesler RF çatısı altında hedeflerini gerçekleştirmeye daha
çok yönelebilirler, sonucunda bu Rusya politikasının
Çerkeslere bakışında olumlu bir değişime yardımcı olur. Abhaz
yetkililer bu süreçte yardım bile edebilirler ve Rusya ile
Çerkesler arasında arabuluculuk görevi yapabilirler” diyor
Stenfield.
“Rusya-Abhazya-Çerkesler üçgeni içindeki etkileşim olumlu
sonuçlar verebilir. Yeterli özerklik olacağına inanıp Abhazya
RF’ye katılabilseydi akıllıca olurdu. Ancak son yıllardaki
–Rusya’daki-merkezileştirme –regionları sayıca azaltma ve regionların
yetkilerini budama politikaları- bunun aksini işaret ediyor. Abhazya’nın kaynak girişine ihtiyacı var. Turizm, tropik
tarım gibi Sovyetler dönemindeki durum, dış yatırımla yeniden canlandırılacak olursa, bu kadarı bile Abhazya için yeterli
olacaktır, diyor.
Yazar daha sonra Gürcistan ile ilgili konulara değiniyor.
Not: Tire içindekiler HCY’a aittir. |