...................
...................
İSP EVLERİ

HOTKO Samir ve AGRBA Bella
kawkaznews. net
CC - Literature and History Department
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız

STEFEN D. SHENFİELD İLE YAPILAN BİR SÖYLEŞİ

HAPİ Cevdet Yıldız

                         
...................
 
...................

Shenfield bir araştırmacı ve Rusça’dan bilimsel yazılar çevirmeni. Bir Britanyalı. Birmingham’da doktorasını yapmış, 1990’larda Brown Üniversitesi’nde araştırmacı ve hoca olarak ders vermiş biri. 2000 yılından beri Rusya’nın sorunlarına ilişkin bir e-posta dizini olan ‘Johnson’s Russia List’ için ‘Araştırma ve Analiz Desteği’ hazırlıyor. Yazarla yapılan sözkonusu söyleşi, Serap Canbek tarafından duru bir dille Türkçe’ye çevrilmiş, “Jıneps” gazetesi Aralık-2009 sayısında yayınlanmış bulunuyor.

 

Bu yazımızda biz, sözkonusu söyleşiyi kısaca tanıtmaya ve bazı görüşlerimizi de sunmaya çalışacağız.


Kayıp Ülke: Çerkesya

 

Stefen D. Shenfield söyleşisine şöyle başlıyor: Çerkes tarihine olan ilgimi haritalara duyduğum sevgiye borçluyum… Bir arkadaşımdan aldığım bazı “haritaları incelerken Kafkaslarda bir zamanlar oldukça büyükken gitgide küçülerek ortadan tamamen kaybolan, Rusya tarafından yutulan Çerkesya denilen bir ülkenin varlığını keşfettim”. Ardından araştırmalara başladım.

 

Yazar, bu arada Wilis Brooks tarafından yazılmış ve 1995’te Papers gazetesinde yayınlanmış olan Çerkes soykırımı üzerine ayrıntılı bir makaleden de yararlandığını söylüyor. Ayrıca Çerkes soykırımı konusunda çalışan birkaç yeni insanın daha bulunduğunu bildirmiş oluyor. Gerçekten sevindirici bir durum, örnek olarak da, Haziran 2009’da “Journal of Genoside Research”/Soykırım Araştırması Dergisi’nde Southampton Üniversitesi’nden Irma Kreiten’in önemli bir çalışmasını belirtiyor.

 

Şimdi söyleşide söylenenlere kısa kısa değinmek istiyorum.

 

 

Ş’açe (Soçi) tarihi ve Çerkesler

 

Rusya, genel kriz ve petrol fiyatlarının düşmüş olması nedeniyle ekonomik sıkıntı içinde. Birkaç yıl önceki bol para akışı şimdilerde yok. Sıkıntı birçok politik sorunu da beraberinde getirmiş bulunuyor. Ş’açe (Soçi) 2014 Kış Olimpiyatları için büyük bir yatırım/para gerekiyor. Zor ama Rusya bu işin altından kalkmaya çalışacak gibi.

 

Ruslar Ş’açe tarihi konusunda ise son derece utanç verici bir tutum içindeler. Bütün bir dünya, özellikle de Çerkesler bu yakışıksız tutuma ortak olacaklar mı?

 

Örneğin Ruslar Ş’açe tarihinden Çerkesleri silmiş bulunuyorlar. Putin’e göre Ş’açe’de Kolhid, Grek, Osmanlılar, vd yaşamışlar ama Çerkes adı yok, Çerkesler sanki Ş’açe’de hiç yaşamamışlar. Oysa Ş’açe 7 Nisan 1864 (Rumi 25 Mart 1864) tarihine kadar Çerkeslere aitti, o tarihte ikinci kez Rusların eline geçti (ilki 1838’de Rusların eline geçmiş,1840’da Çerkeslerce geri alınmıştı). Ayrıca Ş’açe 1922’de Rusya’ya bağlı olarak kuruluşu ilan edilen özerk “Shapsugh Cumhuriyeti” sınırları içindeydi. Şimdilerde bir  Ş’açe kentsel ilçesi (rayon) olan Lazarevsk (Psışşuape) rayonu toprakları, 1924’te kurulan ve 1945 yılına değin resmen  yaşayan “Shapsugh Ulusal Rayonu” sınırları içindeydi. Ayrıca şimdiki ‘Shapsugh Toplumu Parlamentosu Adige Xase’de Ş’açe’nin Lazarevsk beldesinde halen faaliyette olan ve dernek ötesi olan resmi bir toplumsal kuruluştur, bir ‘'Ulusal Parlamento’'dur.

 

Bütün bunlar tarihsel birer olgu, halen de varolan bir olgu, nasıl olur da yok sayılabilirler? RF Başbakanı Vladimir Putin’e, herhalde birileri yanlış bilgiler vermiş olmalı.

 

Bu değerlendirme Shenfield’e değil tamamen bana aittir. O, söyleşide, bu duruma, zaman kısıtlılığı nedeniyle, yeterince değinememiş de olabilir.

 

 

Ş’açe konusunda Shenfield ne diyor?

 

Ş’açe oyunları boyunca ilgililer hiçbir aleyhte gösteriye izin vermeyeceklerdir. Yoğun gözaltılar, muazzam sayıda bir polis eşliği, eylemci bilinen ve diasporadan gelecek olan Çerkeslerin Rusya’ya girişine izin vermeme gibi önlemler alınabilir diyor ve ekliyor: Olsa olsa “Birkaç kişi  içeri -stada- sızabilir ve yaka paça götürülmeden önce kısa bir protesto başlatabilir. Olay medyanın dikkatini çekerse Çerkes davası için küçük çaplı bir tanınma söz konusu olabilir” diyor.

 

Yazarın bu dediklerine aynen katılıyorum. Bu bakımdan konuya akılcı yaklaşılmalı. Kış Olimpiyatı'na Adigeler de ev sahipliği yapmalıdırlar. Olimpiyatta Adige Cumhuriyeti ile Shapsugh Toplum Parlamentosu da RF ile birlikte görev almalıdır. Aleyhte gösteri ve taşkınlıklardan kaçınılması da yerinde olur. Olimpiyat’a daha dört yıl var. Makul insanlar olan RF yöneticileri Adigeleri herhalde dışlamazlar, programdan Adigey’i çıkarmaları için de bir neden göremiyorum. Ş’açe Ekonomik Forumları süresince Vladimir Putin Adige Cumhuriyeti reyonunu ziyaret ederek ve takdirlerini belirterek gelmiştir. Şimdi niye engel yaratılsın ki?

 

 

Rusya’daki iktidar paylaşımı durumu

 

Yazara göre, Rusya’da Medvedev ile Putin arasında bir yetki paylaşımı var imiş. Polis, silahlı güçler ve güvenlik kuruluşları Putin’e bağlı görünüyor. Anayasaya göre ise, bu kurumlar direkt devlet başkanına, Medvedev’e bağlı olmalı. Bu nedenle Medvedev “gerçek” bir devlet başkanı değil. Putin ve Medvedev’in politik yaklaşımları da oldukça farklı, diyor. “Medvedev daha liberal, açık görüşlü ve yatıştırıcı”. Stalin’e itibarını iade etmedi, bir kanıt da bu. Geçmiş konusunda tutumu dürüst olan biri. Medvedev ve yakınları ile verimli bir diyalog olanaklıdır, diyor Shenfield.

 

 

Soykırım, dönüş, cumhuriyetlerin birleştirilmesi konuları

 

Çar hükümetinin Çerkeslere ilişkin uygulamalarını soykırım olarak nitelendirebilecek bir sonuca varamadım. “Çar hükümeti Çerkesleri (...) anavatanlarından mümkün olduğunca çabuk çıkartma kararı almıştı ama son erkek, son kadın ve son çocuk kalıncaya dek silip süpürmeye değil”. Böyle diyor özetle sayın yazar.
 

Burada anlayamadığım, ikili  bir nokta var. O da şu. Sürgün kararı, 1860-1861’de, sınırları çizilmiş bir alandaki Çerkesleri, o alandan çıkartmak, çıkartılanları, o alanın dışında ve Rus yönetiminde olan belirli yerlere sürüp yerleştirmek ya da Türkiye’ye göndermek gibi bir amaçla sınırlıydı ve aynen de uygulandı: Natukuay, Shapsugh, Wubıh ve Abzegh yöreleri son bireyine varıncaya değin boşaltıldı, bu insanların evleri ateşe verilip yakıldı.

 

Sürgün mıntıkalarından çıkarılan Çerkeslerin çok küçücük bir bölümü, belki 40 bin kadarı, iç sürgün yoluyla Rus yönetiminde olan belirlenmiş yerlere yerleştirildiler. Bu kadar küçük bir nüfus Çar hükümetini -soykırımdan- aklamaya yeter mi?

 

1864’te Kuban oblastında 80 bin Adige bulunduğunu, bunun yarısının da sürgün mıntıkalarından getirilenler olduğunu kabul ettiğimizde, Kuban’a sürülenler konusunda 40 bin sayısını elde ederiz. Daha sonraları bu 80 bin nüfusun çoğu, özellikle Kuban yöresine sürülenlerin çok büyük bir çoğunluğu 1880’lerde yeniden Türkiye’ye göç ettirilmiştir (Örneğin Kafkasya’da tek bir Abzegh köyü kalmıştı-Hakurınehabl).

 

Shenfield, soykırım diye takılıp kalmanın Çerkesleri “sonsuza dek çözümsüz kalabilecek amaçsız tartışmalara götürebileceğini”  vurguluyor. Soykırımı değil de “Çar hükümetinin Çerkeslere zalim, merhametsiz ve adaletsiz davrandığı gerçeğinin tanınmasının” istenmesi daha doğru olur, diyor.

 

Çok fazla Rus’un idealize edilmiş imparatorluk imgesine bağlı kaldığını -Büyük Rusya milliyetçileri olduklarını- düşündüğümüzde, bu kadarını
bile -Ruslara- kabul ettirmek kolay olmayacaktır, diyor.

 

Üzerinde düşünülmelidir, diyorum.

 

“Diasporanın dönüşü ve Çerkes topraklarının birleştirilmesi -işi ise- daha da zor” olan bir sorundur, diyor.

 

“Lağvetme amaçlı yürütülen resmi kampanya karşısında otonom etnik bölgeleri -yöresel cumhuriyetleri- muhafaza etmek bile oldukça büyük bir başarıdır” diyor ve bir üzücü örnek de veriyor:

 

Sibirya’da Baykal Gölü çevresinde üç Buryat yöresi (region) vardı, birleşmek istediler, bu üçünden  ikisi ‘Aga’ ve ‘Ust Orda Buryat’ özerk okrugları lağvedildi, geride sadece ‘Buryat Cumhuriyeti’ kaldı.

 

Yani ‘Dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olma’ durumu da yaşanabilir demek istiyor. Biz de öteden beri benzeri şeyleri söylüyoruz.

 

“Bir başka sorun da, oldukça liberal görüşlü Rusların bile etnik bölgeleri arkaik (eskil) ve özünde ayrımcı görme eğiliminde olmalarıdır -Yani böyle etnik bölgeleri ve küçük ulusları gereksiz ve fazlalık olarak görüyorlar-. Etnik grupları “uyduruk” ya da “hayali” topluluklar olarak nitelendiren batılı düşünce, bu tutumu daha da meşrulaştırmıştır”. Örneğin Rus Bilimler Akademisi yöneticisi Valery Tishkov, son dönem yazılarında “ulusu unutun” diyor, “etnik azınlık üyelerine yönelik insan hakları ihlallerine karşı şiddetle savaşıyor ancak etnik toplulukların belirli ortak hakları olan politik aktörler –ulusal hakları bulunması gereken uluslar- olduğunu kabul etmiyor”, diyor.

 

Yazar, Kafkasya’nın diğer halkları ile ortak amaçlar doğrultusunda ve birlikte çalışılmadığı sürece, bir başarı elde edilebileceği görüşünde de değil. Çerkeslerin Karaçay ve Balkarlar gibi etnik komşularıyla sürtüşmelerini ise kaygıyla karşılıyor. Komşularla tam bir uzlaşma sağlanmadığı sürece, dönen Çerkes sayısı arttıkça uzlaşmazlık daha da kötü bir boyuta ulaşacak. Yani dönüş için de çok yönlü anlaşmalar 
-Çerkes olmayanların rızası da- gerekir, diyor.

 

“Bu nedenle tüm diğer etnik grupları temsil eden kuruluşlarla diyalog, en az Rus yetkililerle kurulacak diyalog kadar önemlidir” diyor.

 

Yazar, eğer isterse, RF Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in Kuzeybatı Kafkasya konularında bilgi alabileceği ve  danışabileceği uzman kadroların Rusya’da bulunduğunu da sözlerine ekliyor.
 

Çerkes milliyetçiliğinin yükselmesi durumunda ise, Rus politikasının  daha sert bir tavır takınabileceğini de vurguluyor.

 

 

Kazaklar

 

Stenfield’in Kazaklara ilişkin görüşleri Rus tarihçi Kutsenko’nun görüşleriyle de birebir örtüşüyor gibi. Kutsenko’nun “Doğru ile Eğri” kitabını (Ankara, 2009) daha sonra ele almayı düşünüyorum. Ancak, kısaca değinmem gerekirse, Kutsenko, sınıfsal Kazak yapılanışını “yeniden kurmak için monarşi sistemine geri dönülmesi, toprağın ağaların –Kazak şeflerin- kayıtsız şartsız himayesine geri verilmesi gerekir” diyor (Doğru ile Eğri, s. 30). Böyle bir geriye dönüşe ise, olanak yok.

 

Folklorik Kazak dans ve şarkı gösterileri, şölenler düzenlenmesi gibi etkinlikler, güzel ve desteklenmesi gerekli şeylerden.  “Ancak beyni yıkanmış, örgütlenmiş ve silahlanmış paramiliter bir güç olarak Kazak hareketi Slav olmayan bütün azınlıklar için bir tehdittir”. Ahıska Türklerine yapılan Kazak saldırıları bu tehdidin  açık  örneğidir, diyor Stenfield.

 


 

Abhazya konusu

 

“Eğer –Bağımsız- Abhazya Rusya’nın etki alanı içinde kalırsa, Çerkesler RF çatısı altında hedeflerini gerçekleştirmeye daha çok yönelebilirler, sonucunda bu Rusya politikasının Çerkeslere bakışında olumlu bir değişime yardımcı olur. Abhaz  yetkililer bu süreçte yardım bile edebilirler ve Rusya ile Çerkesler arasında arabuluculuk görevi yapabilirler” diyor Stenfield.

 

“Rusya-Abhazya-Çerkesler üçgeni içindeki etkileşim olumlu sonuçlar verebilir. Yeterli özerklik olacağına inanıp Abhazya RF’ye katılabilseydi akıllıca olurdu. Ancak son yıllardaki –Rusya’daki-merkezileştirme –regionları sayıca azaltma ve regionların yetkilerini budama politikaları- bunun aksini işaret ediyor. Abhazya’nın kaynak girişine ihtiyacı var. Turizm, tropik tarım gibi Sovyetler dönemindeki durum, dış yatırımla  yeniden canlandırılacak olursa, bu kadarı bile Abhazya için  yeterli olacaktır, diyor.

 

Yazar daha sonra Gürcistan ile ilgili konulara değiniyor.
 

 

Not: Tire içindekiler HCY’a aittir.