|
|
................... |
|
................... |
TALİHSİZ ÇERKESLERE İNGİLİZ PEKSİMETİ -2
İNGİLİZ ARŞİV BELGELERİNDE BÜYÜK ÇERKES GÖÇÜ
(ŞUBAT 1864-MAYIS 1865) |
Dr. Nazan Çiçek
Ankara
Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi |
|
|
................... |
|
................... |
İstanbul ve Batı Anadolu bölgesine
yerleştirilen bu göçmenlerden başka Edirne, Silistre, Vidin,
Niş, Sofya, Dobruca ve Priştina gibi çeşitli Rumeli
vilayetlerine de yaklaşık 42 bin ailelik bir göçmen nüfusunun
gönderildiği çeşitli kaynaklarca Osmanlı resmi belgelerine
dayanılarak ileri sürülmektedir. (36)
Sonuç Yerine
Çerkeslerin Osmanlı ülkesindeki nihai yerleşim
bölgelerinde neler
yaşadıkları, takip eden entegrasyon sürecinde bölgenin yerli
halkı ile yeni gelen göçmenler arasında ortaya çıkan çatışma
ya da dayanışma pratiklerinin neler olduğu, Osmanlı
hükümetinin yerleştirme sonrası göçmenlere yönelik nasıl bir
siyaset izlediği gibi konular ayrı bir tartışmanın konusu olup
bu çalışmanın sınırlarını aşmaktadır. (37) Ancak, göç ve
yerleştirme sürecinde yaşanan kargaşanın uzun dönemli
sonuçlarının olduğu ve entegrasyon aşaması üzerinde de olumsuz
etkileri bulunduğu aşikardır. Çerkes göçünü Osmanlı ve Rus
kaynaklarına dayanarak incelemiş olan Pinson’ın da ifade
ettiği gibi “bütünkanıtlar [Bab-ı Ali cephesinde göçe ilişkin
olarak] geniş ölçekli bir planın ve hazırlığın olmadığını ve
bütün göç sürecinin kötü yönetildiğini” (Pinson, 1972:
84) göstermektedir. Aynı dönemi İngiliz arşiv belgelerine
dayanarak analiz
eden bu çalışma da söz konusu iddiayı destekler yöndedir.
1860’da patlak veren Lübnan krizi, aynı yıl başlayan
Bosna-Hersek isyanı ve 1864’de gerçekleşen Memleketeyn
meseleleriyle yıpranmış olan ve halen Kırım Savaşı’nın
izlerini silmeye çalışan Bab-ı Ali bir yandan da giderek
büyüyen bütçe açıkları, borç yükü ve nakit ihtiyacı
sorunlarıyla boğuşmaktan yorgun düşmüştü. Memur maaşlarını
bile ödeyecek para bulamayan ve altyapısal iktidar bakımından
son derece zayıf bir profil çizen Osmanlı devleti’nin yüz
binlerce Çerkes'in bu kadar kısa sürede ve acil yardım
ihtiyacı içinde Osmanlı ülkesine göçünü iyi yönetebilecek ne
gücü ne de kapasitesi vardı.
Bu türden bir göç dalgasının İngiltere gibi dönemin altyapısal
iktidarı oldukça güçlü modern devletleri için bile yönetilmesi
zor bir durum arz edeceği bellidir ve göç ve yerleştirme
süreçlerinde ortaya çıkan aksaklıkların sadece Bab-ı Ali’ye
özgü bir yetersizliğe bağlanması kanımca doğru değildir. Yine
de modern bir devletin, Osmanlı devletinin yaptığının aksine,
gelecek göçmen sayısı, her bir göçmenin devlet eve ülke
nüfusuna kısa ve uzun dönemli maliyeti, transfer ve iskan
süreçlerinde kullanılacak araç ve personelin sayısı,
göçmenlerin ilk durağı olacak liman şehirlerinin iaşe ve su
kaynakları vs. gibi konulara ilişkin verileri
değerlendirmeksizin göçmen kabul etme kararı almayacağı
ortadadır. Zaten böyle bir modern devletin Rusya’nın Osmanlı
İmparatorluğu’nu karşı karşıya bıraktığı türden bir göç emr-i
vakisiyle karşılaşmak durumunda kalmayacağını,kendisine
yöneltilen dayatmalar karşısında daha güçlü direnme ve
pazarlık mekanizmaları geliştirebileceğini ve bir başka
devletin elçiliğinden göçün koordinasyon işlerini yürütmesini
istemeyeceğini düşünmek de mümkündür.
Daha açık bir deyişle Osmanlı devletinin Çerkes göçü
dolayımıyla ifadesini
bulan finansal, yönetsel ve hatta diplomatik yetersizlikleri
aslında imparatorluğun 19. yüzyıl boyunca Batılı Büyük
Devletlerin nüfuz
mücadelesine konu olmasına yani “Şark Meselesi”nin nesnesi ve
eylem alanı haline gelmesine neden olan yapısal problemlerinin
de bir ifadesidir.
İngiliz İmparatorluğu’nun Çerkes göçüne başka koşullar altında
ortaya
çıkması mümkün görünmeyen ilgisi de bu bağlamda
anlaşılmalıdır. Yakın
Doğu’daki ticari ve siyasi çıkarlarının korunması ile Osmanlı
İmparatorluğu'nun Rusya’nın yayılmacı girişimlerine etkin
şekilde karşı koyabilmesi arasında bir rezonans bulunduğuna
inanan İngiltere için, Osmanlı İmparatorluğu içinde ya da
Osmanlı İmparatorluğu’na dair gerçekleşen herhangi bir olay
mutlaka bölgedeki İngiliz ve Rus çıkar dengelerini ne yönde
etkileyeceği ve Rusya karşısında Osmanlının elini zayıflatıp
zayıflatmayacağı perspektifinden değerlendirilmekteydi. Bu
çerçevede Osmanlı ülkesine göç eden Çerkeslerin İngiliz-Rus
çıkar mücadelesinde ne türden bir rol oynayabileceğinin
İngiliz diplomatik çevrelerinde tartışılmasında ve Çerkeslerin
iskanında izlenecek
yönteme dair öneriler geliştirilmesinde bir gariplik yoktur.
İstanbul’daki İngiliz elçisi Bulwer, Çerkeslerin
imparatorluğun dört bir yanındaki Müslüman köylerine
dağıtılmasının yaratacağı sakıncalara işaret ederken
devletinin geleneksel Palmerstoncu politikasının rehberliğinde
konuşmaktadır.
Rusya’nın Osmanlı ülkesine yönelik saldırgan girişimlerinin
bölgedeki İngiliz çıkarlarını olumsuz etkileyeceği ön kabulüne
dayanan Bulwer, Çerkeslerin “savaşçı ruhlarını öldürecek olan”
bu dağıtma esaslı iskan politikasının son derece zararlı
olduğunu savunmakta, hem Osmanlı devleti hem de onun Avrupalı
müttefikleri için yapılması gerekenin Çerkesleri bir tür
askeri koloni halinde yerleştirmek olduğunu ileri sürmektedir.
“Coğrafi ve kültürel açılardan kendi anayurtlarıyla
benzerlikler taşıyan ve Karadeniz sahillerinden başlayıp
Erzurum’a doğru uzanan bölgede yerleştirilmeleri halinde
Çerkesler hem geçmişin yaralarını sarabilecek hem de
kendilerine [Ruslar tarafından] yapılan kötülükleri unutmayıp
hafızalarını taze tutabileceklerdir. Üstelik en çok
gereksinilen yerde yani muhtemel bir Rus ilerleyişi karşısında
savaşmaya hazır dinç bir kuvvet oluşturacaklardır.” (38)
Benzer şekilde İngiltere’nin Kerç konsolosu Chisserton da
geniş bir Çerkes nüfusunun Bab-ı Ali tarafından Varna’ya
gönderilmesini eleştiren raporunda “göçmenlerin imparatorluğun
uzak mevkilerine dağıtılmasının Rus hükümetini son derece
memnun ettiğini, Osmanlı devletinin Çerkesleri dağıtmanın ve
Rus sınır bölgesi yerine Balkanlara yerleştirmenin kendi
çıkarlarına ters düştüğünü anlayamadığını” ileri sürmektedir.
Chisserton’a göre Çerkesler Karadeniz sahilinden başlayıp Doğu
Anadolu’ya doğru uzanan bölgeye yerleştirilmeleri halinde
Rusya’ya karşı son derece etkin ve sağlam bir savunma şeridi
oluşturacaklardı ve Rusya kendisinden nefret eden bu Çerkes
gücünü kolay kolay bertaraf edip Osmanlı ülkesine
giremeyecekti. (39) Görüldüğü gibi İngiliz diplomatları
giderek daha güçlü bir olasılık haline gelen Rusya’nın Doğu
Anadolu üzerinden Doğu Akdeniz’e inme girişimini 93 Harbi’nden
yıllar önce öngörmekte ve bölgede kurulacak bir Çerkes
kolonisinin bu girişimin başarısızlığa uğratılması için
bulunmaz bir fırsat olduğunu düşünmektedirler. (40) Bununla
birlikte İngilizlerin bu yöndeki düşüncelerinin Osmanlı
hükümetinin iskan planları üzerinde pek de etkili olmadığı
görülmektedir. Berje’ye göre Çerkesler Karadeniz kıyılarına
vardığında Osmanlılar henüz göçmenleri imparatorluğun yerel
nüfusu içine dağıtmak mı yoksa Rusya sınırında özel askeri
kolonilere dönüştürmek mi gerektiği konusunda karar
vermemişlerdi. Bunların ikisi de aynı derecede mümkündü. Çünkü
göçün çok büyük boyutlara ulaşmasından önce Bab-ı Ali
tarafından iskan konusunda neredeyse hiç bir plan yapılmamış
ya da yapılamamıştı. (41)
Büyük Çerkes göçüne ilişkin İngiliz arşiv belgelerinin genel
bir incelemesi bu belgelere “Şark Meselesi” bağlamında İngiliz
ve Rus imparatorluklarının antagonist çıkarları gereği doğal
sayılması gereken Rus karşıtı ve Çerkes sempatizanı bir ruhun
egemen olduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak dönemin reel politik gereklerinin bir sonucu olarak
ifadesini bulan bu
söylemi aşındırıcı nitelikteki daha derinden işleyen bir başka
söylemin varlığını da gözden kaçırmamak gerekmektedir. İngiliz
diplomatları her ne kadar Çerkes göçünün Osmanlı ülkesi
üzerinde yarattığı kaotik ortamdan, göçün kısa ve uzun vadeli
maliyetinden, Rusların Kafkasya’da kurduğu egemenliğin “Şark
Meselesi”ne muhtemel etkilerinden endişelenmekte ve yüz
binlerce insanın göç nedeniyle yaşadığı travmayı insani
nedenlerle eleştirmekte iseler de, incelenen belgelerde
sorunun aslında “güçlü bir devletin ve uygar bir ulusun fetih
ve kolonizasyon süreçleri sırasında karşı karşıya geldiği yarı
barbar, vahşi, pastoralya da tarımsal kabilelerin haklarını
mecburen gasp etmek durumunda kalması” olarak görüldüğünü
düşündürtecek ifadelere de rastlanmaktadır. İngiltere’nin
Moskova elçisi Napier’in Lord John Russell’a yazdığı bir
raporda kristalize olan bu söyleme göre “Ingiliz
İmparatorluğu'nun kendi tarihi ve eylemleri İngilizleri Çerkes
meselesinde Ruslara nutuk çekmekten alıkoyacak niteliktedir.
Kuzey Amerika yerlilerinin avlanma sahalarının ya da
Maorilerin ekili tarım alanlarının İngiliz kolonicileri
tarafından ele geçirilmesi, Hindistan
sömürgesinde kargaşa yarattıkları için güvenlik gerekçesiyle
pek çok Hint
kabilesinin yerlerinden sürülmesi Rusların Çerkesya’da
yaptıklarından çok
da farklı değildir.” (42) Kısacası Napier Çerkeslerle
savaşanın İngiltere ya da Fransa olması halinde de durumun pek
fazla değişmeyeceğine inanmaktadır.
Yani meseleye Rus-Çerkes çatışması olarak değil uygar bir
devletin barbar ve kontrolsüz bir kabile karşısındaki
zorunlulukları temelinde yaklaşmak
gerekmektedir ve tarih boyunca uygar olanın barbar olanla başa
çıkmak için izleyeceği yol konusunda fazla seçeneği
olmamıştır. (43) Gerçekten de dünyaya uygarlığı yayma
misyonuyla hareket eden İngiliz emperyalizminin benzer
koşullar altında Ruslardan farklı davranacağını düşünmek için
bir neden yoktur ve zaten İngiliz belgelerinde Ruslar esas
olarak Çerkesya'yı işgal edip^Çerkesleri sürgüne zorladıkları
için değil göç sürecini iyi yönetemedikleri ve “Hıristiyan bir
devletten bekleneceği şekilde göç edenlere gerekli insani
yardımı ve şefkati göstermedikleri” için eleştirilmektedirler.
Çerkes meselesi,aralarındaki tüm çıkar çatışmalarına rağmen
“Batılı, uygar ve Hıristiyan” iki imparatorluğun “Müslüman ve
barbar” bir öteki karşısında kendilerini ortaklaştıran temel
değerleri “yeniden keşfetmelerine” aracılık etmekte ve Batı
dünyası tarafından yüzyıllar boyu ikinci kategoride
değerlendirilen Osmanlı İmparatorluğu’nun “Şark Meselesi”
sürecinde sıklıkla karşılaşacağı üzere Osmanlı’nın en büyük
Batılı düşmanı Rusya ile en büyük Batılı müttefiki İngiltere
pek çok konuda olduğu gibi Çerkes meselesinde de birbirlerine
gizleme gereği duyulmayan bir empati ile yaklaşmaktadırlar.
(44) Bilindiği gibi bu empati 1860’larda Çerkesleri
yurtlarından süren Rusya ile onlara peksimet yollayan
İngiltere’nin Çerkeslerin yeni ev sahibi Osmanlıların yurduna
ilişkin projelerinin yüzyılın devamında giderek çatışmacı
değil uzlaşmacı zeminlere doğru kaymasında da ifadesini
bulacaktır.
EK 1: “ÇERKES MUHACİRLERİ”, İMZASIZ, HÜRRİYET,
2 RECEB 1285, 19 EKİM 1868, No: 17.
Trabzon ve Samsun ve Amasya ve Sivas havalisinde Çerkes
muhacirleri
fırka fırka toplanıp isyana yüz tuttukları ve katl ve gaspa
cüret ettikleri ve Bab-ı Ali’nin buna karşı şimdiye kadar
ittihaz ettiği tedbir, mahalli valilere hakimane suretle def-i
gaileye himmet olunması ve sayasından ibaret olduğundan zikir
olunan fırkalar müdahale yokluğundan bir kat daha cüretlenip
altı yedi bin kadar müsellah Çerkes üç koldan ahali-i
mukaddemanın köylerini basarakmallarını yağma ve arazilerini
pamal ve ziraatlerini harab ettikleri ve bunların def-i
mazarratlarına yüz otuz Kuruş maaşlı çürük çarık beş on
zabtiye kifayet etmeyeceğinden bu hareketler mahalli
hükümetlerin gözleri önünde vukua geldiği halde müsamahadan
başka bir şey yapamadığı ve binaberin ahali bu belaya takat
getirmeyerek binlerce haneler Rusya hududundan içeri girip
terk-ivatan etmekte oldukları bu defa Trabzon ve Sivas ve
Samsun caniblerinde bulunan muhabirlerimiz tarafından varid
olan iş’arattan anlaşılmıştır.
Bab-ı Ali’nin tuttuğu tarik icabınca şifa deyu ittihaz olunan
bir tedbir
neticede zehr-i katl tesiri vermek adet olduğundan şu
muhacirler hakkında
Devlet-i Aliyyenin ihtiyar ettiği bunca fütüvvetler ve
fedakarlıklar akıbet işte
bu hali müstelzim oldu. Maslahatın zahirine bakılırsa Devlet-i
Aliyyeye nevale,sefine ve harcırah ve yevmiye ve hane ve tarla
ve tohum ve edavat-ı ziraiye için şu darlık zamanda iki yüz
bin keseden mütecaviz akçe ile memleketi yağma ve ahalisini
Moskof toprağına mecbur-i iltica edecek ve belki ileride bir
çok masraflar dökerek def-i mazarratlarına ihtiyaç hasıl
olacak bir kaç yüz bin haydudu yine o ahalinin malıyla satın
aldı zannolunur. Hakikati düşünülür sevatan ve emlakını din ve
hamiyyet uğruna feda ve merkuz-u hilafet-i İslamiyyeolmak
itikadiyle zir-i cinnah saltanat-ı seniyyeye iltica etmiş
bunca muhacirin-iİslam, Bab-ı Ali’nin sekamet tedbiri ile
şöyle bir vasia mülke birleştirilemeyip açlıktan ve sefaletten
ve anasız babasız kalan öksüzler cariye gibi
satılarak,kalanlar dahi hüsn-ü iskan olunamamağla bu
hakaretlere dayanamayıp nihayet silaha müracaat ettiler demek
olur. Cünkü bu muhacirler apansız gelmedi. Daha
memleketlerinden harekete başlamazdan evvel gerek kendilerinin
gönderdikleri vekiller -ki aylarca Bab-ı Ali odalarında
süründüler, onlar vasıtasıyla- ve gerek Rusya devletinin
sefareti tarafından resmen tebliğ olunan takrirler ile kaç
kabile ve ne kadar nüfus ne zamanlarda hareket edecekler hepsi
Bab-ı Ali’ye bildirilmiş idi. Bab-ı Ali evvel emirde Anadolu
ve Rumeli taraflarında bazı valilere talimat gönderip
muhacirlerin yevmiyeleri ve harcırahları ve nevalelerive emr-i
iskan ve iaşeleri hakkında nasıl muamele edileceğini bildirdi
ve hatta geçici olarak iskan memurları bile tayin olundu.
Lakin talimat ömründe İstanbul haricini görmemiş bir takım
hüsn-ü selika ashabının kaleminden çıkma olduğundan havi
olduğu evamir muktezeyat-ı mahalliyeye asla tevafuk etmedi.
Bir çoğu bittabi icrasız kaldı ve mümkün-ü icra olanlar dahi
mahalli
memurların ya irtikab veyahud ehliyetsizlikleri cihetiyle bin
türlü nekais ve suiistimalat içinde fiile getirildi. Hatta
nakil ve iskana memur olan mahallerde vali ve mutasarrıf ve
meclis azasından tayin olunan memurlar bu hidmeti bir daha
tövbe yoksulluğa diyecek surette istiamel ettiler. Biçare
ahali çiftlerini çubuklarını tarlalarda bırakıp öküz ve araba
ve beygirlerle beş gün on gün muhacir naklinde bulundular.
Saat başına mesarif-i nakliyenin itası muktezay-ıtalimattan
iken köylülere makbuz senedi ve muhtarlardan alınan
elmuhabirler üzerine sandıkça muamelat-ı kalemiye yürütülüp
tekmil masraf hazineden çıktı.
Fakat ahalinin eline en küçük bir para geçmedi. Mahsus olan
talimat
yevmiyeden dirhemce verilen noksanlar ve vefayatin hesabı
muntazam
tutulmadığı cihetle kalan mahlulattan teraküm edenler bunlara
memur olan
zevata bais-i servet oldu. Hatta ölen muhacirlerin kefenlerine
ve mezarlıklarına kullanılacak olan tahtalardan dahi akıl
almaz akçeler çalındı. Bu hareketler kefen soymaktan daha
aşağı olduğundan bunları yapanlara layık bir isim bulunamaz.
Bu işlere memur olanlar şu menfaatlerden başka şey
düşünmediklerinden hastaları ve hatunları yollara tek ve tenha
bırakıp savuşmak ve hastalar dağlar başında yalnızca inleyerek
can vermek gibi şeylerde kesret üzere vukua geldi. Bunlardan
Samsun cihetini numune alarak beyan edelim. Görenlerin
malumudur ki Samsun sahil-i şarkıyesi kumluk olup teftiş
memuriyetinin tedbiriyle hükümet konağı ve karantina orada ve
şehre bir çeyrek ve yarım saat uzak hali mahallerde
yapılmıştır. Muhacirler gelmeğe başlayınca sefinelerde
çektikleri açlık ve susuzluk ve hastalık cihetleriyle denizde
telef olanlarından maadası bu sahile geldiklerinde koyun
sürüsü gibi işbu kumluğa çıkarıldılar ve orada vefat edenler
hemen bir arşın kadar kum eşilerek defin edilmekle hasıl olan
tufandan nice insanlar telef oldu.
Muhacirlerin kimisi baba ve anasını ve kimi zevc ve zevcesini
ve evladını
kaybederek canları acısıyla mecnunlar gibi ne yapacaklarını
bilmezlerken
hükümet konağı nezdinde başka bir türlü temaşa olurdu. Yani
orada bir esir pazarı kurulup öksüz ve kimsesiz kalmış kız ve
oğlanlar ve kocasız kalmış avratlar kah hısım ve akrabası ve
kah başkaları tarafından müzayedeye verilip ve cariyeler iki
yüz Kuruş'tan üç bin Kuruş'a kadar satılırdı. Bu hal
İstanbul’da duyuldu. Hükümet dairelerine cariyeler köleler
iştirasına mahsus memurları esircilere refik olarak Samsun’a
yığıldı. Üseranın kıymeti hayli tezyid etti.
Muhacirlerden yalnız Çarşamba kazasına kırk bin kadar nüfus
kondurulup
ahaliy-i kadime ise yirmi beş bin nüfustan ibaret olduğundan
bu kadar
muhacirin orada icray-ı iskanı gayr-i kabil olduğu halde
gariptir ki muhacirin
tamamen yerleştirilmiş ve bunlar ziraat ve ticarete başlayıp
memleketçe
menfaatleri görülmüş olduğundan mümkün olursa bir miktar daha
muhacir
gönderilmesini isteyen kaza meclisinden kaleme aldırılan
mazbata evvel vakit teftiş memuriyetiyle Samsun’da bulunan
Rıza Efendi tarafından Bab-ı Ali’yetakdim olundu ve bu
hidmetlerde sebkat eden imkana mukabil mutasarrıf bulunan Ata
Bey’in rütbesi terfi edildi. Halbuki muhacirler
gönderildikleri mahallerde ne hane, ne yiyecek hiç bir şey
bulamayıp kırlara dağılmış olduklarından oralarda dahi telef
olmağa ve o cihetle hıfz-ı hayat için çaresiz hırsızlığa
başladılar. Yalnız bir sene zarfında Çarsamba kazası
ahalisinin yimi beş bin kadar öküzü ve inek ve beygirleri zayi
oldu. Harmanları yağma etmek, hanelere girip eşya çalmak ve
kış gününde yakacak odun bulamadıkça meyve fidanlarını kesmek
gibi zayiat ise hesaptan hariçtir. Hasılı muhacirler Rusya’nın
teklif ettiği itaati kabule tenezzül etmeyip Devlet-i Aliyye
toprağında ve din karındaşlarının memleketlerinde
bulacaklarını tasavvur ettikleri huzur ve asayişe bedel şu
muamelatı görünce neye uğradıklarını bilemeyerek artık can
cana baş başa tahlis-i nefsin çaresini bulmağa teşebbüs
ettiler ve her nereye sevk olunmak istenirse yüz, iki yüz, üç
yüz hane birden takımca iskan olunmak
ve bu veçhile toplu bulunup zulmün elinden yakalarını
kurtarmak tasavvurunda bulundular. Memalikde ise o miktar
nüfus-u müctemanın iskanına kabil arazi bulmak müşkül
olduğundan hükümet-i mahalliyeden bu surete bittabi muvafakat
gösterilmek istenilmedi ise de muhacirler oralara
bakmadılar,kendiliklerinden bazı dağ ve ormanlar içinde yerler
buldular oturdular ve bu mahaller ziraate gayr-ı kabil
olduğundan hayatta kalmanın çaresini haydutluktan başka şeyde
bulamadılar ve mahalli hükümetleri çetesiz idare ile memur
olduklarından bazı mahallerde bu veçhile müctena-ı iskana
muvafakat ettiler. Sonraki mahzuru düşünmediler. Bu suretle
yerleştikten sonra yevmiyeve öküz ve tohum ve tarla ve edavat
itasına başlandı, bunda dahi nice fenalıklar zuhura geldi.
Mesela her kabilede bir temata yani bey tayin edip
yevmiyelervesaire onun senedi üzerine ita olundu. Bey ise
mehuzatını muhacire vereceği yerde faizle ahali-i kadimeye
ikraz etti. Muhacirin kızlarını akrabasıyla ortakolup satarak
o yüzden dahi ticaret etti. Bunlardan sirkat ve belki katl-i
nefsedenlere dahi hükümetlerin aczi cihetiyle mücazat
olunamadı. Binaanaleyhahaliy-i kadime can ve malca bunların
tasallutundan emin olamayıp takım takım Rusya’ya muhacerete
başladılar. Ahaliy-i İslam'ın din ve millet ve vatan ve
devletine muhabbeti ve Rusya’dan nefreti onun bir muhacemesine
karşıcümlesini feday-ı can meydanına çıkaracak derecede iken
üzerlerine ölümden beter bir takım belalar musallat olmuş ki
mecburen vatanlarını bırakıp Rusya gibi bir düşmanın toprağına
iltica ediyorlar. Bu esnada bir de İstanbul’da muhacir
komisyonu yapılmış ve her tarafa iskan memurları
gönderilmiştir ama güya Bab-ı Ali’de dahi bir esir pazarı
açılmış ve vükela haremlerine lazım olan cariyeleri ehven baha
ile veyahud hediye suretiyle almak için mübaşirler
irsalolunmuş, bunlardan birisi Sivas ve Samsun cihetlerine
memur olan yaver efendidir ki memur olduğu mahaller
muhacirinin iskani yerine takım takım İstanbul’a cariyeler
gönderdi ve muhacirlerden fiil-i katl ile müttehim olan Osman
namında bir habisi tercüman olarak maiyetinde taşıyıp alet-i
temettuetti. Rumeli tarafına dahi bu memuriyetle Mirliva
Nusret Paşa gönderildi. Buzat muhacirin nakil ve iskanı için
yedindeki ruhsatname mucibince mahalle sandıklarından yirmi
bir bin kese akçe kabzetti ve çünkü kendisi asker zabiti
olduğundan ve Çerkeslerin Tuna boyunda Rusya’ya sed olabilecek
bir halde iskan olunması arzu edildiğinden paşa yalnız bu
arzuya ittiba ederek ve muhacirinin taayyüş cihetini bütün
bütün unutarak her birini yemez içmez bir istihkam taşı
itibariyle kendi zannınca bir kale yapılmak lazım gelen
mevkilere birer Çerkes köyü inşasına kalkıştı. Bu biçareler
biz burada ne yeriz ve nerede ekin ekeriz gibi feryada
başladılar. Bu hallere tafsili lazım olmayan bir çok şeyler
daha manzum oldu. Nihayet Midhat Paşa kendisini oradan def
etti.
Aldığı paranın senedatı muvahiren maliye hazinesine gelip
mahsub-u icra
olunmak istenilince çünkü hazinenin muktezay-ı nizamı üzere
akçenin sarf
olunduğu mahallere dair bir defter-i mesarif ile mahallerinden
ahz olunacak
senedat-ı makbuzanın birleştirilmesi lazım geleceğinden ve bu
suretle kabz vesarf olunmak yedindeki talimatta dahi münderiç
bulunduğundan kendinden böyle bir defter ile senedat
istenildi. Nusret Paşa cevabında Tuna valisi MidhatPaşa
kendisini tard ettiği vakit o evrakını cebren zaptettiğini ve
bundan dolayı müşarileyhe muhakeme olmasını talep etti.
Halbuki kendinin hin-imemuriyetinde maiyetinde bulunan
memurlar Nusret Paşa öyle bir defter vesened tutmağa tenezzül
eder zevattan olmadığından İstanbul’a hin-i azimetinde evrak
arasında öyle şey bulunmadığını beyan ettiler. Onun üzerine
maslahat-ı maliyeden Bab-ı Ali’ye ve Bab-ı Ali’den Tuna
vilayetine yazılıp ve cevaplar gelip ona müteferri bir torba
dolusu evrak Meclis-i Vala kalemlerinde kaldı ve bunların
arasında Nusret Paşa’nın Rusçuk’ta ve Varna’da yaptırdığı
kagir bina ve akarın ve aldığı çiftliklerin miktarıyla kimseye
bir para verilmemiş olduğunun tahakkuk eylediği Tuna
vilayetinden yazıldı. Bunların üzerine yalnız Nusret Paşa’nın
bazı zevata olan mensubiyeti maslahatı daha ileri götürmeye
müsait olmayıp yirmi bin bu kadar kese hazinenin malı açıkta
durmaktadır.
Vakkas aleyh-el baki. Şimdi Bab-ı Ali buna ne yapsın? İşte
elinden geleni
yapmış, muhacirlere tahsisat vermiş, mahallerine memurlar
göndermiş, eğeronlar suiistimal etmişler ise Bab-ı Ali’nin
bundan kabahati nedir deyu bir sualvarid olursa onun cevabında
denir ki Bab-ı Ali memur intihab ederken taraf ve mensubiyet
ve hatır arayacağına insan arasın ve böyle bir vazda bulunan
memuru mensubiyeti hatırı için cezay-ı kanuniyeden muhafaza
etmesin, işte ozaman bu fenalıkların hiç biri olmaz ve şimdi
devletin başına bela olan muhacirler gailesi çıkmaz idi. Söz
mahûd kocakarının Harun El Reşid’esöylediği sözdür. Ta Sivas
köylerinin birinde bir acuzenin ineğini bir muhacir sirkat
etse o kabahat tamamiyle Bab-ı Ali’nin üzerine mesuliyet
olarak yazılır.
DİPNOTLAR
1)
On dokuzuncu yüzyıl İngiliz Radikalizminin “dış politikayı
yönetici elitlerin büyük
komploları” olarak gören nosyonları ve entelelektüel
çevrelerde bu nosyonların “Şark
Meselesi”nin dinamiklerinin ve Rusya’nın Osmanlı ve İngiltere
karşısındaki
pozisyonunun açıklanması için kullanılmasına ilişkin bkz. (Newsome,
1997: 104-
105).
2) Burada “sorunsallaştırma” kavramını Foucault’cu
anlamda yani bir davranış ya da
varoluş biçiminin belli bir söylemle eklemlendirilmesi, o
söylem tarafından üretilen
kavramlar evreni içinde kavramsallaştırılması ve doğru ve
yanlış oyununa sokularak
bir düşünce nesnesi olarak kurulması anlamında kullanıyorum.
Elbette Edward
Said’in Foucault’nun “sorunsallaştırma” kavramından beslenen
Oryantalizm tezleri de
bu bağlamda akılda tutulmalıdır.
3) 1850’de yayınlanan ve “Şark Meselesi”nin dönemin
Batı dünyasında kurgulanışına ve
algılanışına ayna tutan anonim bir eser “What to do with the
Turk?” (Bu Türkleri Ne
Yapmalı?) sorusuyla açılmaktaydı. Bkz. (Anonymous, 1850).
4) Burada sözü geçen “altyapısal iktidar” ve “modern
devlet” kavramları Michael
Mann’in “The Autonomous Power of the State, Its Origins,
Mechanisms and
Results”, Archives Européennes de Sociologie, 25 (1984), s.
185-213’te kullandığı
anlamda anlaşılmalıdır. En özet ifadeyle Mann modern devleti
altyapısal iktidarı olan
devlet olarak tanımlamakta ve altyapısal iktidarın devletin
sivil topluma nüfuz
edebilme kapasitesi anlamına geldiğini ileri sürmektedir.
5) Palmerston’dan Beauvale’ye (Private-Özel Yazışma),
25 Ağustos 1839, F. S. Rodkey,
“Lord Palmerston and the Rejuvenation of Turkey 1830-41, Part
II”, The Journal of
Modern History, II(2), 1930 içinde, s. 202.
6) Çerkeslere göre Osmanlı İmparatorluğu bu antlaşmayla
aslında hiç bir zaman kendi
egemenliği altında olmamış yani kendisine ait olmayan
toprakları Rusya’ya vermişti
ve böyle bir düzenlemenin hiç bir meşruiyeti olamayacağı
açıktı.
7) Burada Çerkes sözcüğü Kuzey Kafkasya’nın yerli
halkını oluşturan kabilelerin ve
klanların çoğunu içine alan bir insan grubunu tanımlamak için
bir tür şemsiye terim
olarak kullanılmaktadır.
8) Aslında Osmanlı ülkesine Çerkes göçü 1829 Edirne
Antlaşması’ndan sonra başlamış
ve 1860’larda ivme kazanmıştır. Fakat sayıları yüzbinlerle
ifade edilen Çerkes
kafilelerinin toplu göçünün başlaması 1864 yılına denk
düşmektedir.
9) Public Record Office (Bundan sonra PRO) [İngiliz
Devlet Arşivleri], Foreign Office
(Bundan sonra FO) [Dışişleri Bakanlığı] 97/ 424, Stevens’dan
Russell’a, Şubat 19,
1864.
10) PRO, FO 97/424, Bulwer’den Russell’a, Nisan 12,
1864.
11) Her ne kadar dilekçenin sahipleri belirtilmemişse
de bunun 1830’lardan başlayıp
Rus-Çerkes savaşı sona erinceye değin Osmanlı ve İngiliz
makamlarına
mütemadiyen dilekçeler yazmış olan Çerkes delegasyonlarının ve
İstanbul’da
Çerkesler lehine lobicilik yapmakta olan Polonyalı ve Çerkes
sürgünlerin işi
olduğunu düşünmek mümkün görünüyor. Bu delegasyonlar ve
lobicilik
faaliyetlerine ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz: İbrahim
Köremezli, The Place of
the Ottoman Empire in the Russo-Circassian War
(1830-1864),Yayınlanmamış
Yükseklisans Tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara, 2004, s.
21-22.
12) PRO, FO 97/424, Stevens’dan Bulwer’e, Nisan 15,
1864.
13) PRO, FO 97/424, Bulwer’den Russell’a, Mayıs 3,
1864.
14) David Urquhart hakkında biyografik bilgi için bkz.
Gertrude Robinson, David
Urquhart. Some Chapters in the Life of a Victorian Knight-Errant
of Justice and
Liberty (Oxford: Basil Blackwell, 1920) ve “Biographic Sketch
of Mr. Urquhart
from the Conversations-Lexicon”, The Portfolio, II, VI,
(1844.) Urquhart’ın Çerkes
meselesi de dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu ve
Rusya’ya dair faaliyetleri
için bkz. (Taylor, 1969) ve (Gleason, 1950.)
15) Bu ilkenin terkedilmesi icin uğraşan ve İngiliz
elçisi Stratford Canning’in de
desteğiyle biri 1840’da diğeri de 1851’de olmak üzere iki kez
dış borçlanma
yapmak için girişimde bulunan Mustafa Reşid Paşa’nın
başarısızlığa uğrayan bu
faaliyetleri için bkz: (Anderson, 1964: 47-63, burada s.47 ve
(Raccagni, 1980: 339-
376), burada s. 343. Bu ilkenin sürdürülmesinde ısrar eden
“gelenekçi” Paşaların
tavrına ilişkin bir anekdot icin bkz: Ahmed Cevdet Paşa,
Tezakir, Yayına Hazrlayan
C. Baysun, Cilt I, Ankara, TTK Basımevi, 1986, s. 22-23.
16) 1854 tarihli ilk dış borcun tahsil edilme ve geri
ödenme koşullarına ilişkin belge için
bkz: Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA) HR. MKT 77/78, 28
Şevval 1270/26
Mayıs 1854.
17) Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz: (Thornton,
1965): 99 ve (Raccagni, 1980:
340).
18) Osmanlı Devleti’nin borçlanma serüvenine ilişkin
ayrıntılı bilgi için bkz: (Clay,
2000.)
19) PRO, FO 881/2703, Memorandum by Valmisley (Valmisley
Raporu), s. 23.
20) PRO, FO 881/956, Papers Relating to the Financial
Condition of the Turkish
Empire, Printed for the Use of the Foreign Office, April 20,
1861, Document No: 4,
Russell’dan Bulwer’e, Eylül 11, 1860. [Osmanlı
İmparatorluğu’nun Mali Durumuna
İlişkin Belgeler, Dışişleri Bakanlığı’nın Kullanımı için
Basılmıştır, 20 Nisan 1861,
Belge No: 4, Russell’dan Bulwer’e, 11 Eylül 1860.]
21) PRO, FO 97/424, Napier’den Russell’a, Mayıs 17,
1864 ve Napier’den Russell’a,
Haziran 1, 1864. Bkz. Ek II.
22) PRO, FO 97/424, Napier’den Russell’a, Haziran 1,
1864.
23) PRO, FO 97/424 Stevens’dan Russell’a, Mayıs 19,
1864.
24) PRO, FO 97/424 Bulwer’den Russell’a, Mayıs 25,
1864.
25) PRO, FO 97/424 Foreign Office [Dışişleri
Bakanlığı]’ndan Treasury [Hazine]’ye,
Haziran 3, 1864.
26) PRO, FO 97/424 Treasury Chambers [Hazine]’den
Foreign Office [Dışişleri
Bakanlığı]’na, Haziran 4, 1864.
27) PRO, FO 97/424, Admiralty [Donanma Bakanlığı]’ndan
Undersecretary of State for
Foreign Affairs [Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı]’na, Haziran
11, 1864.
28) PRO, FO 97/424, Bulwer’den Russell’a, Haziran 8,
1864.
29) PRO, FO 97/424 Letter by the Sanitary Inspector on
Service to the Board of Health
of the Ottoman Empire, Samsoon, to Lord Kinnaird [ Osmanlı
İmparatorluğu’nun
Samsun’daki Sağlık Kurulunda Görevli Sağlık Müfettişinin
Mektubu], Mayıs 20,
1864. Bkz. Ek III.
30) PRO, FO 97/424 Foreign Office [Dışişleri
Bakanlığı]’ ndan Bulwer’e, Haziran 15,
1864.
31) PRO, FO 97/424 Treasury Chambers [Hazine]’den
Bulwer’e, Haziran 16, 1864.
32) PRO, FO 97/424 Smart (Vice Admiral)’ın Marlborough
off Malta [Malta
Yakınlarındaki Marlborough’da Görevli Amiral Smart]’dan the
Secretary of the
Admiralty [Donanma Bakanlığı Sekreterliği]’ne, Haziran 21,
1864 ve Admiralty
[Donanma Bakanlığı]’ndan Under Secretary of State Foreign
Affairs [Dışişleri
Bakanlığı Müsteşarlığı]’na, Haziran 22, 1864.
33) PRO, FO 97/424 Bulwer’den Russell’a, Haziran 28,
1864.
34) PRO, FO 97/424 Admiralty [Donanma Bakanlığı]’ndan
the Under Secretary of State
for Foreign Affairs [Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı]’na,
Ağustos 8, 1864.
35) PRO, FO 97/424 Admiralty [Donanma Bakanlığı]’ndan
the Under Secretary of State
for Foreign Affairs [Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı]’na,
Ağustos 13, 1864, PRO,
FO 97/424 Foreign Office [Dışişleri Bakanlığı]’ndan Treasury
[Hazine]’ye, Ağustos
18, 1864 ve PRO, FO 97/424 Stuart’dan Russell’a, Mayıs 1,
1865.
36) (Pinson, 1972: 71-85), burada s. 85 (N. Mikhoff,
Bulgarien und die Bulgaren im
Urteil des Auslandes, II, Sofya, 1929 ve N. V. Mikhov,
Naselenieto na Turtsiaa prez
XVIII I XIX, v. I, Sofya, 1915’den aktararak.)
37) Çerkes göçünün gerek Osmanlı arşiv belgelerine
gerekse de dönemin Osmanlı
basınına nasıl yansıdığı ayrıntılarıyla ele alınması gereken
bir konudur ve İngiliz arşiv belgelerinin analizine dayanan bu
calışmanın ilgi alanı dışındadır. Yine de
dönemin ünlü muhalefet grubu Genç Osmanlılar’ın yayın organı
olan Hürriyet
gazetesinde çıkan imzasız bir makalenin transkripsiyonunu Bab-ı
Ali’nin göç
sürecindeki yetersizliklerini ve iskan sonrası yaşanan
sorunları muhtemelen biraz
abartılı ama ayrıntılı ve inandırıcı şekilde tasvir etmesi
nedeniyle ekte sunuyorum.
Makalenin üslubundan yazarının Namık Kemal olması ihtimalinin
yüksek olduğu
söylenebilir. Orijinal metinden transkripsiyon tarafımdan
yapılmıştır.Bkz. Ek 1.
38) PRO, FO 97/424 Bulwer’den Russell’a, Mayıs 3, 1864.
39) PRO, FO 97/424 Chisserton’dan Russell’a, Mayıs 10,
1864.
40) Bilindiği gibi İngilizler 93 Harbi ile
belirginleşen Rusya’nın Doğu Anadolu
üzerindeki nüfuz faaliyetlerini frenlemek için Berlin
Antlaşması’na bölgede yaşayan
Ermenilerin koşullarının iyileştirilmesi yönünde bir madde
koydurtacak ve böylece
bir zamanlar kurulmasını arzu ettikleri Çerkes kolonisinin
üstleneceğini
düşündükleri işlevi Ermeniler’in hamiliği rolüne talip olarak
Ermeniler’e havale
etmeye çalışacaklardır.
41) (Pinson, 1972: 71-85), burada s. 84 (A. P. Berje,
Viselenie Gortsev s Kavkaza,
Russkaya Starina, PC, Subat 1882, s. 360-361’den aktararak).
42) PRO, FO 97/424 Napier’den Russell’a, Mayıs 19,
1864.
43) PRO, FO 97/424 Napier’den Russell’a, Haziran 6,
1864.
44) Bkz. Ek IV.
KAYNAKÇA:
AHMED CEVDET PAŞA (1986), Tezakir Cilt I (Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları) (Yayına
Hazırlayan: C. Baysun).
ANDERSON, O. (1964), “Great Britain and the Beginnings of the
Ottoman Public Debt, 1854-55,”
The Historical Journal, 7/I: 47-63.
ANONYMOUS (1850) What is to be Done with Turkey?, or Turkey,
Its Present and Future ( London:
Henry Colburn)
BRIGGS, A. (1955), Victorian People Reassesment of Persons and
Themes 1851-1867 (Londra:
Penguin Boks).
BROCK, P. (1950), “The Fall of Circassia: A Study in Private
Diplomacy,” The English Historical
Review, 71/280: 401-427.
CLAY, C. (2000), Gold For the Sultan. Western Bankers and
Ottoman Finances 1856-1881 (New
York: I. B. Tauris).
GAMMER, M. (2005), Muslim Resistance to the Tsar: Shamil and
the Conquest of Chechnia and
Daghestan (Abingdon: Frank Cass).
GLEASON, J. H. (1950), The Genesis of Russophobia in Great
Britain: A Study of the Interaction
of Policy and Opinion (Cambridge: Harvard University Press).
İMZASIZ (1844), “Biographic Sketch of Mr. Urquhart from the
Conversations-Lexicon,” The
Portfolio, 2/6: 75-98.
KAYA, A. (2004), “Political Participation Strategies of the
Circassian Diaspora in Turkey,”
Mediterranean Politics, 9/2: 221-239.
KOHN, H. (1955) The Mind of Modern Russia: Historical and
Political Thought of Russia’s Great
Age (New Brunswick: Rutgers University Press).
MANN, M. (1984), “The Autonomous Power of the State, Its
Origins, Mechanisms and Results,”
Archives Européennes de Sociologie, 25: 185-213.
NEWSOME, D. (1997), The Victorian World Picture: Perceptions
and Introspections in an Age of
Change (London: John Murray).
PINSON, M. (1972), “Ottoman Colonisation of the Circassians in
Rumili After the Crimean War,”
Etudes Balkaniques, 3: 71-85.
RACCAGNI, M. (1980), “The French Interests in the Ottoman
Empire,” International Journal of
Middle East Studies, 2: 339-376.
RAUTSI, I. (1993), The Eastern Question Revisited. Case
Studies in Ottoman Balance of Power
(Helsinki:Helsinki University Printing House)
ROBINSON, G. (1920), David Urquhart. Some Chapters in the Life
of a Victorian Knight-Errant of
Justice and Liberty (Oxford: Basil Blackwell).
SHAMI, S. (1998), “Circassian Encounters: The Self as Other
and the Production of the Homeland
in the North Caucasus,” Development and Change, 29: 617-646.
TAYLOR, A. J. P. (1969), The Trouble Makers. Dissent Over
Foreign Policy 1792-1939 (London:
Panther).
THONTON, A.P. (1965), Doctrines of Imperialism (London: John
Wiley & Sons).
VAKANÜVİS AHMET LÜTFİ EFENDİ (1988), Vakanüvis Ahmet Lütfi
Efendi Tarihi (Cilt X, Der. Münir
Aktepe) (Ankara: TTK Yayınları).
Yayınlanmamış Kaynaklar:
KÖREMEZLİ, İ. (2004), The Place of the Ottoman Empire in the
Russo-Circassian War (1830-1864),
Yayınlanmamış Yükseklisans Tezi (Ankara: Bilkent
Üniversitesi).
İNGİLİZ DEVLET ARŞİVLERİ (PUBLIC RECORD OFFICE) DOSYALARI:
FO 97/424
FO 881/2703
FO 881/956
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVLERİ (BOA) DOSYASI:
HR. MKT 77/78, 28 Şevval 1270/26 Mayıs 1854. |
|
|
|
|
|
|
|