Türkiye’de son dönemde sık
karşılaştığımız “moda” bir söylem var. Dinsel öğelere ağırlık
veren bu söylemin hedefinde laiklik var. Laikliği, -salt bize
özgüymüş gibi- Kemalist Devrim’in “icadı” gösteriyorlar! Ve
hep takdir ederek Japonya örneğini veriyorlar: “Geleneklerini
hiç değiştirmeden Batı medeniyetinin sadece kendilerine yarar
teknolojisini aldılar. Bizde türban yasak ama Japon
kadınları hâlâ kimono giyiyor.” Gerçekler öyle mi, yoksa
saptırma mı? Ya da bilgi yetersiz mi? Bakalım...
ÖNCE iki Japon olgusunu yazayım:
Bir, Japonya ulus-devlettir...
İki, Japonya laiktir...
İnsanoğlunun nesnel olguları değil, inanmak istediklerini
kabul ettiği bir gerçek. Bizim insanımızın Japonya üstüne
bilgileri büyük ölçüde “şehir efsanelerine” dayanıyor.
(Örneğin kimimiz Japonların merhum Barış Manço’ya hayran
olduklarını ve adını hiç unutmadıklarını sanıyor! Buna inanmak
hoşumuza gidiyor. Oysa Japonların tanıdıkları tek sanatçımız
Fazıl Say’dır. Tam 7 CD’si en çok satanlar listesine
girmiştir.)
Japonlar pek anlaşılmadıklarını şu cümleyle ifade ederler:
“Japonya, balinaya benzer; denizde yaşar ama balık değildir;
balığa benzer ama memelidir!”
Japonları “bu hale” getiren, “anlaşılmaz” kılan bir asırdır
sürdürdükleri hızlı uygarlaşma serüvenleridir.
Geliniz Japonya’nın bu süreçteki din-devlet ilişkilerine göz
atalım, laiklik toplumsal yaşamın nirengi noktası nasıl oldu,
laik hukuk düzeni nasıl kuruldu, Türkiye Cumhuriyeti’nden
bambaşka bir model miydi bu, hepsine bir bakalım.
Japon Anayasası’ndaki
laiklik maddeleri
En sonda yazacağımı başta belirtmek istiyorum:
Japon Anayasası’nın laiklikle ilgili bazı hükümlerini
aktaracağım:
Madde 20) Herkesin inanç özgürlüğü vardır. Hiçbir dinsel kurum
Devlet’ten ayrıcalıklı muamele göremez ve siyasi yetki
kullanamaz. Hiçbir kimse dinsel törenlerde, etkinliklerde ve
gösterilerde yer almaya zorlanamaz. Devlet ve organları,
dinsel eğitimin ya da diğer dinsel etkinliklerin dışında
kalacaktır.
Madde 89) Kamuya ait bulunan para ya da mülk, herhangi dinsel
kurum ya da örgütün çıkarı ya da desteklenmesi için ya da kamu
denetiminde olmayan hiçbir eğitim ya da yardım faaliyeti için
harcanamaz, tahsis edilemez.
Soru şudur: Her fırsatta Japonya örneğini veren “muhafazakâr
modernite” çevreleri, Japonların bu iki anayasa maddesini
kabul ediyorlar mı?
Yani...
Varlar mı; Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıracak bir
açılıma?
Varlar mı; zorunlu din derslerine son verecek bir açılıma?
Varlar mı; okul müfredatında hiçbir dinsel öğenin
bulunmamasını sağlayacak bir açılıma?
Varlar mı; dinin devlet çatısı altına sokulmasına karşı
çıkacak bir açılıma?
Madem sürekli Japonya’yı telaffuz ediyorlar, Japonya’yı örnek
gösteriyorlar, varlar mı Japon açılımı yapmaya?
Unutmadan yazayım, Japonlar, dinsel toplulukların özgürce
faaliyet göstermesine izin vermiyor değiller. Ama bunların
denetimini valiliklere ve Milli Eğitim Bakanlığı’na
bırakıyorlar. Devletin bir kuruşunu da bunlara vermiyorlar.
Evet, laiklik konusunda kimonoya kanıp Japonya örneğini
verenler keşke biraz araştırma yapsalardı. Keşke, bir dönem
Japonya’da futbol oynayan (futboluyla değil ama Japonlara
benzeyen yakışıklılığıyla bu ülkede hayli popüler olan) İlhan
Mansız’a sorsalardı!..
Attilâ İlhan’ın
yanılgısı
Peki...
“Gelenek ve göreneklerini bırakmadan Batı’dan sadece
teknolojiyi alarak çağdaş bir ülke olmayı başaran Japonya”
söylemi nasıl doğdu?
Soruyu yanıtlamadan önce iki parantez açmalıyım:
1) Bu görüş salt dincilere ait değildir. Rahmetli Attilâ İlhan
da “Hangi Batı” kitabında benzer bir iddiada bulundu: “(...)
Elin Japon’u çıkmış, hiçbir şeyini değiştirmeden, sadece
ekonomik ve teknolojik gelişme sürecini kendi yapısında
yaratarak Batı düzeyini yakalamış, dibini kurcalayan yok!
Adamlar Japon gibi yazıyor, Japon gibi yaşıyor, Japon gibi
ölüyorlar ama Batı’yı geçiyorlar. Japon’un yaptığını biz
yapamamışız.” (s. 19)
Bunları yazan Attilâ İlhan’ın da Japon modernleşmesini tam
bildiğini yani, “dibini kurcaladığını” sanmıyorum! Bu konuya
devam edeceğim.
2) Muhafazakâr söylemde sıklıkla tekrarlanan “gelenek-görenek”
vurgularına dikkatinizi çekerim. Kemalist Devrim çağdaşlaşmayı
hedeflerken, gelenek ve göreneklere düşmanlık mı yaptı? Ayrıca
gelenek ve görenekten ne kastediliyor? Eğer Japonya örneği
verilmek isteniyorsa, bu Japonya’nın hiç tanınmadığı anlamına
geliyor.
Mesele kimono giymekse bu yerel kıyafet artık sadece
düğünlerde-derneklerde giyiliyor. Tıpkı bizim Anadolu’daki
yerel kıyafetlerin düğünlerde giyilmesi gibi...
Ayrıca çağdaşlaşma kılık kıyafete indirgenebilir mi? Hep böyle
bir hata yapılıyor.
Diyelim ki öyle olsun, Japon gelenek ve göreneklerinin
değişmediğini kim iddia ediyor? 19’uncu yüzyılda feodal (“Han”
denen derebeyi sistemi) Tokugawa rejimini yıkan, Meiji
Devrimi’nin ne yaptığı biliniyor mu? Bu devrim neden kendine
“Uygarlık-Aydınlanma” (Bunmei Kaika) sloganını seçti?
Konunun iyi anlaşılması için örnekler sıralamalıyım:
Örneğin, 1871’de, sınıfsal bir simge olan giysi ve saç şekli
konusuna özgürlükler getirildi. Evli kadınların kaşlarını
tıraş etme ve dişlerini siyaha boyama zorunluluğu kaldırıldı.
Erkeklerin en katı kuralı olan samuray tipi saç biçimi
yasaklandı. Memurlara, askerlere Batılı giyim tarzı şart
koşuldu. Kimono reform geçirdi.
Japonlar balolarda, eğlence kulüplerinde dans etmeye başladı.
Batı usulü takvime geçildi. Harf devrimiyle Çin harfleri
Japonlaştırıldı. Hukuk, eğitim, mimarlık, ulaşım vb.
değişimlere girmeye gerek var mı?
Bakınız, konu konuyu açıyor, burada salt “üstyapı”dan
bahsediyoruz ama onu belirleyen iktisadi/“altyapı”dan hiç
bahsetmiyoruz. Geleneği göreneği belirleyenin ne olduğu belli
değil mi? Solcu Attilâ İlhan’ın Japonya değerlendirmesi bu
nedenle “yüzeysellikten” kurtulamıyor. Neyse, rahmetliyi
hayırla anıp, “geleneklerini bırakmadan Batı’dan sadece
teknolojiyi alarak çağdaşlaşan Japonya(!)” söyleminin nasıl
basit bir şekilde doğduğuna bakalım...
Japonya’da bir Türk
ajan
Abdurreşid İbrahim Efendi bir seyyah idi. Kimine göre ise
Teşkilat-ı Mahsusa ajanıydı. Rusya/Sibirya doğumluydu.
Rusların Müslümanlara yaptıklarını hiç affetmedi. Zaten bu
nedenle Osmanlı’ya sığınmıştı.
Japonların, 1905’te Rusya’yı yenmesine hayranlık duyup bu
ülkeye gitti.
Dönüşünde gözlemlerini Basiret Gazetesi’nde yazdı:
Müslümanlığın emrettiği ne kadar iyi huy varsa Japonlarda
hepsi vardı! “İslamlığın bütün feyzli ruhu Buda şekline
bürünmüş de orada kendini göstermiş.”
Japonlar ahlaklarını bozmadan “garp medeniyetini” almışlar ve
diğer “maskaralıkların” ülkelerine girmesine izin
vermemişlerdi!
Bu çocuksu değerlendirmeler İttihatçıları bile etkiledi.
Osmanlı münevverlerinde Japonya hayranlığı belirdi.
Tartışmalar yapıldı.
Ve bugün bile sürdürülen bu tartışmalar hâlâ Abdurreşid
İbrahim Efendi’nin söylediklerini temel alıyor. Kimse de “Bu
ne kadar doğrudur” demiyor.
Halbuki...
Japonya çağdaş medeniyete ulaşabilmek için tepeden inmeci
kamusal davranış kurallarını elzem görüp geleneğini ve
göreneğini yıktı. Realite budur.
Bugün bile Türkiye’de, Japonya’nın iktisadi, siyasi ve
toplumsal tarihi dönüşümünü ele alan kitap sayısı ne yazık ki
parmakla sayılacak kadar azdır. Prof. Bozkurt Güvenç, Prof.
Selçuk Esenbel gibi hocalarımızın çalışmaları olmasa, seyyah
Abdurreşid İbrahim Efendi’nin sözlerini bugün hâlâ doğru kabul
edeceğiz. Gerçi TV’de gözümüzün içine bakarak aynı nakaratı
tekrarlayanlar da yok değil ya...
Meiji devrimi Kemalist devrime benziyor mu
- 1868’de “Zengin Devlet-Güçlü Ordu” şiarıyla gerçekleştirilen
Meiji Devrimi Japon çağdaşlaşma hareketinin başlangıcıdır.
- Japonya ve Osmanlı hemen hemen aynı süreçte Batı’yı model
alan Batılılaşma atılımlarını yoğunlaştırdılar. Ancak Meiji
Devrimi, Osmanlı Tanzimat döneminin ıslahatından çok, Kemalist
Devrim’e benzemekteydi. İlginçtir, Meiji Devrimi Japonların
ilk medeniyet projesi olurken, Kemalist Devrim bizim
topraklarımızda çağdaşlaşma yolunda atılan son adım olarak
kaldı. Bir de yetmezmiş gibi, Kemalist Devrim yıllardır
gerileme sürecine sokuldu. İki ülke arasındaki bu fark,
bugünün iki ülkesi arasındaki gelişmişlik farkını
göstermektedir.
- Meiji Devrimi ve Kemalist Devrim’in hedefleri ortaktı:
Yabancı güçlerle savaşarak, iktisadi ve siyasi bağımsızlıktan
yana ulusal devleti kurmak.
- Her iki devrim de gücünü askerden aldı. Reformları tepeden
inmeydi.
- Eklektik bir kültür yaratıldı. Batılı kıyafet giymek zorunlu
hale getirildi.
- Her iki devrimden önce, köylüler için derebeyinin
kölesi/mensubu olmak önemliydi. Devrim sonrasında çağdaş birey
olma yolunda adımlar attı.
- Her iki devrim de eğitim reformlarına büyük önem verdi. Her
ikisi de eğitim sistemini Batı’dan aldı.
- Her iki devrim de kapitülasyonları kaldırdı.
- Homojen bir toplum yapısına sahip Japonya, etnik sorunlarla
hiç karşılaşmazken, Kemalist Devrim sürekli bunlara karşı
aydınlanma mücadelesi verdi.
- Keza benzer farklılık din alanında da vardı:
Budist din adamı Mokurai Shimachi 1872’de Batılı ülkelerdeki
din anlayışını araştırmak için geziye çıktı. Gördüğü
ülkelerdeki din özgürlüğü ve laiklik anlayışından etkilendi.
Japonya’ya döndüğünde bu konuda yazılar yazdı, görüşmeler
yaptı. Bu Japonya için milat oldu.
Laiklik, Japonya’da pek sorunla karşılaşmadı.
Çünkü:
Bildiğiniz gibi İslamiyet, hayatın her aşamasına nüfuz eden
kapsamlı güçlü, tektanrılı bir din. Japonya’da ise din,
çoktanrılı ve toplum üzerinde hiç etkili değil. Yani
“kutsallaştırılmış”, dokunulmaz bir gelenek yok... Din, sadece
ahlak öğretilerinden ibaret. Ülkedeki Budizm ve Konfüçyanizm
ile Japonya’nın en eski ve yerli inancı Şintoizm kaynaşmış
durumda. Buna zaten “halk dini” diyorlar.
Dinin Japonya’daki etkisini göstermek için örnek vermeliyim:
Japonya’da din örgütlerine üye Japon sayısı, ülke nüfusunun
iki katı. Yani bir Japon kendini iki-üç dine mensup
görebilmekte!
Zaten, düğün törenleri Şinto, cenaze törenleri Budist
geleneklere göre yapılıyor!
Japonların “Şinto doğar Budist ölürüz” sözleri ünlüdür.
Sonuçta Japonlar, Kemalist Devrim’in karşılaştığı sorunlarla
hiç yüz yüze gelmediler.
Bu nedenle laiklikle ilgili hiçbir tartışmaları yok. Bir
Japon’a “Laiklik nedir” diye sorarsanız, şaşırıp kalacağından
emin olabilirsiniz.
Nedense sadece bizim ülkemizde laiklik sürekli “modernite
sorunu” olarak gündeme getirilmektedir. Üstelik bunu dile
getirenler, Japonya’yı örnek verenler ne yazık ki konuyu
bilmemektedirler.
Neymiş Japon kadını hâlâ kimono giyiyormuş, bizde ise türban
yasakmış!
Tokyo ve Osaka’da bulundum. Japon kadınlarının Batılı
kadınları kıskandıracak biçimde tasarım kıyafet giymelerini
hayranlıkla seyrettim. Bir tek kimono giyen kadın görmedim.
Tartışmaya gerek yok, dünyanın en zengin ülkelerinden Japonya
“uygarlaşma sürecini” tamamladı. Ya biz? Biz hâlâ laikliği
tartışıyoruz.. |