...................
...................
ÇOK SANIKLI DAVALAR

Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
Ankara Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Usulü Hukuku Anabilim Dalı Başkanı

                         
...................
 
...................
Usul, esasın giriş kapısıdır. Yanlış kapıdan, yanlış odaya girilir. Yanlış ve keyfi usuller, yanlış ve keyfi sonuçlara ulaştırır. Bu yüzden ceza muhakemesi kuralları ve ilkeleri, bir davanın esasının doğru çözülebilmesi için uyulması zorunlu kurallar ve ilkelerdir. “Uygulanan usul hatalı olabilir ama biz esasa bakalım” şeklindeki bir yaklaşım, bırakınız 21. yüzyılda yaşayan bir ülkede, binlerce yıl önce, antikçağlarda Anadolu’da kurulmuş herhangi bir şehir devletinde dahi telaffuz edildiğinde eminiz tepkiyle karşılanırdı.

Ceza davası, bir kişinin ceza kanununu ihlal eden bir fiil işlediği iddiasının yargılama makamı huzuruna taşınmasıdır (TOROSLU Nevzat, FEYZİOĞLU Metin: Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2008, ss. 28-29).

Ceza davası, cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmek suretiyle açılır.

CMK md. 170 uyarınca iddianamenin:

1. İsnad edilen fiili bütün unsurlarıyla tanımlayacak şekilde hazırlanmış olması,

2. Sanığın işlediği iddia edilen fiili nerede ve ne zaman işlediğini açıklaması,

3. Olaylar ile delilleri birbirleriyle ilişkilendirmesi zorunludur.

Buna aykırı düzenlenmiş bir iddianame ile dava açılması durumunda sanık ne ile suçlandığını ve aleyhindeki delilleri bilemeyecektir. Ne ile suçlandığını bilmeyen biri kendini savunamaz. Aleyhindeki delilleri bilmeyen, hangi delille neyin ispatlanmak istendiğini anlamayan biri, bunları çürütemez.

Ceza davasında sanık kendini savunamaz hale getirilir ise ceza muhakemesi, önceden belirlenmiş bir sonuca ulaşılmak için başvurulan bir zulüm aygıtına dönüşür.

Savcı, suçun birden çok kişi tarafından işlendiği kanaatindeyse aynı iddianamede, bu kişilerin tamamına suçlamada bulunabilir. Bu durumda, aslında, suçlamanın yöneltildiği sanık sayısınca ceza davası vardır. Ancak söz konusu ceza davaları “bağlantı” nedeniyle birlikte açılmıştır (CMK md. 8, 9, 10, 11) ve mahkemece aksine karar verilmediği sürece sanıklar birlikte yargılanır.

Ceza sorumluluğu şahsidir. Yani herkes kendi fiilinden dolayı sorumlu tutulabilir; hiç kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz (TCK md. 20/1). Bu nedenle, aynı iddianameyle birden çok sanık hakkında dava açılması halinde, hangi delilin hangi sanığın hangi fiilini ispatladığının düşünüldüğü ayrıntılı olarak açıklanmalıdır.

Her sanık açısından isnad edilen suç fiilini hangi davranışla, nerede, ne zaman işlediği ayrı ayrı açıklanmadan, deliller ve olaylar her sanık açısından ayrı ayrı ilişkilendirilmeden, genel ve toptancı bir anlatımla suçlama konusu olayların anlatılması hukukun ağır şekilde ihlal edilmesi anlamına gelir.

Böyle bir ihlalin neden olacağı hukuksuzlukların bazılarını sıraladığımızda, anlatmak istediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır:

1. Ceza hukukunun en temel ilkesi olan “cezaların şahsiliği”, devletin iddia makamınca görmezden gelinmiş olunacaktır.

2. Sanıklar neyle suçlandıklarını bilemeyecekleri için savunma hakları ellerinden alınacaktır.

3. Neyle suçlandıklarını bilmeyen sanıklar “olsa olsa bununla suçlanıyorumdur” şeklinde varsayımlar yaparak suçsuzluklarını ispatlamaya çırpınacaklardır. Oysa çağdaş, demokratik, uygar bir devletin ceza muhakemesinde sanık, suçsuzluğunu ispatlamak zorunda değildir. İspat yükü savcıdadır (FEYZİOĞLU Metin: Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Ankara 2002, s.160; AİHM Kararı, Capeau/Belçika Kararı, 13 Ocak 2005, paragraf 25).

4. Mahkeme her bir sanığın neyle suçlandığını yargılamanın başında bilemeyeceğinden, suçlama, aslında savcı tarafından değil, mahkeme tarafından duruşma sürecinde belirlenecektir. Suçlamanın mahkeme tarafından belirginleştirilmek zorunda kalınması, davasız yargılama yapılamayacağı ilkesinin ihlal edilmesi anlamına gelir. Çünkü dava, bir kişinin, ceza kanununu ihlal eden bir fiil işlediği iddiasının, yani cezai uyuşmazlığın mahkeme önüne çözülmek üzere getirilmesidir. Kişinin hangi fiiliyle ceza kanununu ihlal ettiği iddianamede belirlenmez ise, şeklen bir iddianame olsa bile, cezai uyuşmazlık mahkemece belirleneceğinden “davasız yargılama olmaz” ilkesi hiçe sayılmış olur. Dava açılmadan yargılama yapılan sistemin adı tahkik sistemidir ve ortaçağda kilise iktidarının baskı mekanizması olarak işlev gören engizisyon mahkemelerinde uygulanmıştır (KUNTER Nurullah, YENİSEY Feridun, NUHOĞLU Ayşe: Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul 2006, s. 66; TOROSLU/FEYZİOĞLU, s. 41 vd.).

5. Aralarında nasıl bir bağlantı olduğu iddianamede açıklığa kavuşturulmadığı halde birlikte yargılanan sanıkların bir kısmı tutuklu ve sanık sayısı çok ise, mahkeme, sanıklara “isnad edilmek istenen” suç fiillerini kavrayana, bu sanıklar arasında nasıl bir bağlantı olduğunu veya olmadığını anlayana, sanıklar hakkında tutuklama kararı verilmesinin temel şartı olan “suçluluğu hakkında delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi”nin bulunup bulunmadığını tespit edene kadar uygulamada tutukluluk süreleri uzayabilecektir. Ek iddianamelerle davaya yeni sanıklar ilave edildikçe dava giderek karmaşıklaşacak, sanıklar arasındaki ilişkilerin ne olduğu içinden kolay kolay çıkılmaz bir hal alacak ve tutukluluk süreleri belki daha da uzayacaktır. Bu durumda, hem tutukluluğun makul süreden fazla devam etmemesini emreden AİHS’nin 5. maddesi hem de yargılamanın makul sürede bitirilmesini öngören adil yargılanma hakkı (AİHS md. 6 ve Anayasa md. 36) ihlal edilecektir.

6. Yargılama makul sürede sonuçlandırılamayacağı için, suçlu ve suçsuz birbirinden uzun süre ayrılamayacaktır. Hatta dava sağlıklı bir çözümü imkânsız kılacak şekilde karmaşık hale getirilirse, suçlunun beraat etmesi, buna karşın masumun mahkûm edilmesi ihtimali artacaktır. Masum kişilerin mahkûm edilmesi de, suçluların beraat etmesi de kamu düzenini ihlal edecek, devlete ve yargılama makamına duyulan güveni zedeleyecektir.

Bu ön açıklamalarımızla, her sanık açısından suçlamanın delillerle ve ayrı ayrı somutlaştırılmasının önemini ortaya koyduk.

Şimdi sanıkların suç örgütü kurucusu, yöneticisi veya üyesi oldukları iddiasının kovuşturulduğu bir ceza davası örneğini ele alacağız. Örneğin daha iyi anlaşılabilmesi için suç örgütünün varlığı için aranan unsurları sıralamak istiyoruz (TCK md. 220):

1. Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için en az üç kişinin somut olarak belirlenmesi gereklidir.

2. Bu kişiler, suç işlemek amacı doğrultusunda bir araya gelmiş olmalıdır. Başka bir anlatımla aralarında fiili bir amaç, eylem ve fikir birliği mevcut olmalıdır.

3. Yöneticisiz bir örgüt olamayacağından, örgüt yöneticileri ve üyeleri arasında hiyerarşik bir yapı, bir emir-komuta zinciri kurulmalıdır.

4. Bu şekilde oluşturulan örgütün, yapısı, üye sayısı ile araç gereç bakımından, amaçladığı suçları gerçekleştirmeye elverişli bir altyapısı bulunmalıdır. Başka bir anlatımla, basit bir birliktelik, bir fikir kulübü yapılanması, gerekli altyapıdan yoksun bir araya gelmeler suç örgütü kurmak, yönetmek, üye olmak suçlarına vücut vermez.

5. Örgüt kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmak fiilleri yalnızca düşünerek gerçekleşmez. Kişinin, mutlaka dış dünyaya yansıyan ve yukarıdaki unsurları ortaya koyan bir fiili olmalıdır. Çünkü kişiler, düşünceleri nedeniyle sorumlu tutulamazlar. Kişinin, düşünürken tuttuğu şahsi notları, dışa yansımış fiiller olarak kabul edilemez; not tutmak aydın insanın düşünce yöntemidir.

6. Failin, yukarıda unsurları ortaya konan fiile ilişkin davranışlarını, bir suç örgütünün kurucusu, yöneticisi, üyesi olduğunu bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi gereklidir. Çünkü çağdaş ceza hukukunda kişiler, kusurlu olmadıkları fiilleri nedeniyle sorumlu tutulamazlar (TCK md 21/1).

Unsurlarını kısaca açıkladığımız bu örnek üzerinden, ek iddianamelerle davaya yeni sanıklar ilave edilmesinin savunma hakkını nasıl ihlal edeceğini açıklayacağız.

1. Sanıklar hakkında suç örgütü kurmak, yönetmek, üye olmak suçlamasıyla yargılama başlamıştır. Duruşmada iddianame okunmuştur (CMK md. 191/3-b). Bu sanıklar, neyle suçlandıklarını -iddianamenin buna imkân tanıyacak hukukilikte yazılmış olması kaydıyla- öğrenmişlerdir. Ek iddianame ile davaya sonradan dahil edilen sanıklar, kendilerinden önce yargılanmaya başlanmış sanıklarla aynı örgütü kurmak, yönetmek veya üye olmakla suçlanmaktadır. Ancak bu yeni sanıklar, birlikte örgüt kurdukları, yönettikleri veya üye oldukları iddia edilen sanıklarla ilgili iddianame okunurken hazır bulunmadıkları için, kendilerini doğrudan ilgilendiren ilk iddianameyi dinleme imkânından yoksun kılınmışlardır.

2. Davaya ek iddianameyle sonradan dahil edilen sanıklar ve müdafileri, kendilerine en önce sorguları tamamlanmış olan sanıklara, sorgularının hemen sonrasında soru sorma hakkından (CMK md. 201/1) mahrum edilmişlerdir.

3. Davaya ek iddianameyle sonradan dahil edilen sanıklar ve müdafilerinin, kendilerinden önce dinlenmiş tanıklara, dinlenmelerinin hemen sonrasında soru sorma hakları ellerinden alınmıştır (CMK md. 201/1) (Tanıklara soru sormanın adil yargılanma hakkı açısından önemi konusunda bkz. FEYZİOĞLU Metin: Tanıklık ve Dürüst Muhakeme, Ankara 1998, s. 37 vd.).

4. Davaya ek iddianameyle sonradan dahil edilen sanıklar ve müdafileri, kendilerinden önce sorguları tamamlanmış olan sanıkların beyanlarıyla ilgili, bu beyanın hemen sonrasında kullanmaları gereken değerlendirme hakkını (CMK md. 215) kullanamamışlardır.

5. Davaya ek iddianameyle sonradan dahil edilen sanıklar ve müdafileri, kendilerinden önce dinlenmiş tanıkların beyanlarıyla ilgili, bu beyanların hemen sonrasında dile getirme hakları olan değerlendirmelerde (CMK md. 215) bulunamamışlardır.

6. Davaya ek iddianameyle sonradan dahil edilen sanıklar ve müdafileri, kendilerinden önce duruşmada tartışılmış belgelerle ilgili, bu belgeler tartışılırken değerlendirme yapma hakkından (CMK md. 215) yoksun kalmışlardır.

7. Ek iddianamelerden önce yargılanmaya başlanmış sanıklar da sorgu ve savunmalarında, daha sonra davaya dahil edileceği ihtimali duyurulan sanıkların kim olduğunu ve ne diyeceklerini bilmeden, bir bilinmez içerisinde savunma yapmak zorunda bırakılmışlardır.

Peki, bu haklardan mahrum edilmek önemli midir? Eksikliklerin sonradan telafisi mümkün değil midir?

Cevabımızı mümkün olduğunca matematiksel bir dizi içerisinde vermeye çalışacağız.

1. Yargılamayı yapan hâkim veya hâkimler, sanıklar hakkındaki suçlamaların ispatlanıp ispatlanmadığına vicdani kanaatlerine göre karar verirler (CMK md. 217/1).

2. Hâkimin vicdani kanaati, duruşmada huzurunda sunulmuş ve taraflarca tartışılmış delillere dayanmak zorundadır (CMK md. 217/1).

3. İddianamenin okunması ve dinlenmesi, iddia ve savunma makamındaki kişilerin (cumhuriyet savcısı, katılan, katılanın vekili avukat, sanık, sanığın müdafii) sanıklara ve tanıklara soru sorması, sanık ve tanıkların dinlenmesinden, belgelerin okunmasından sonra değerlendirmelerde bulunması, hâkimi, iddia veya savunmanın doğruluğu veya iddianın dayanaksızlığı konusunda ikna etmeye yöneliktir.

4. Başka bir anlatımla, ceza davasının tarafları, muhakeme hukuku kurallarının kendilerine verdiği hak ve yetkileri kullanarak hâkimin vicdani kanaatinin oluşumunda etkili olmaya çalışırlar. Çağdaş ceza muhakemesinin vazgeçilmez yöntemi olan çelişme yönteminin özü budur (FEYZİOĞLU, Vicdani Kanaat, s. 112 vd; KARAKEHYA Hakan: AİHS’nin 6. Maddesi Bağlamında Ceza Muhakemesinde Duruşma, Ankara 2008, s. 74 vd; ayrıca bkz. Ceza Muhakemesi Kanunu TBMM Adalet Komisyonu Raporu).

5. Şu halde hâkimin vicdani kanaati, duruşmanın sonunda yoktan var olmaz; duruşma sürecinde oluşmaya, şekillenmeye başlar ve duruşmanın sonunda kesinleşir (FEYZİOĞLU, Vicdani Kanaat, s. 110 vd.).

6. Ek iddianameyle davaya daha sonradan dahil edilmiş olan bir sanık, hâkimin oluşmaya başlamış, belki de büyük ölçüde şekillenmiş bu vicdani kanaatini nasıl etkileyecek, nasıl değiştirecektir? Davaya ek iddianameyle sonradan dahil olmuş bir sanığın müdafiin, önceden dinlenmiş bir tanığın beyanı hakkında yapacağı değerlendirme ne kadar etkili olabilecektir? Önceden dinlenmiş bir sanığın veya tanığın dinlenmesinin hemen ardından sorulacak bir soruyla, yapılacak bir değerlendirmeyle bu kişinin yalan söylediğini ortaya çıkarmak mümkün olabilecek iken, üzerinden aylar geçmiş bir beyanla ilgili sonradan yapılacak değerlendirme, hâkimin oluşmaya başlamış vicdani kanaatini etkileyebilecek midir?

7. Gerçekçi olalım: Hâkim, bir suç örgütünün varlığına ikna olmaya başlamış ise, üstelik bu örgütün kurucularından, yöneticilerinden, üyelerinden birinin henüz hakkında iddianame düzenlenmediği için yargılaması başlamamış misal (A) isimli şahıs olduğuna dair duruşmada beyanlarda bulunulmuş, belgeler tartışılmışsa, (A), davaya dahil olduğunda hâkimin oluşmaya başlayan bu kanaatini nasıl etkileyecek, nasıl değiştirecektir? (A) gıyabında gerçekleşen muhakeme işlemlerini uzaktan seyretmek zorunda bırakılmış, savunma hakkı, daha yargılanmaya başlanmadan kısıtlanmıştır. (A)’ya, davaya dahil olduktan sonra söz hakkının tanınması, daha önce tartışılmış belgelerle, dinlenmiş tanıklarla veya sanıklarla ilgili değerlendirme imkânı verilmesi, hatta tanıklara ve sanıklara soru sorma hakkının tanınması dahi, hasarı telafi etmeye yetmeyebilir. Çünkü hâkimin vicdani kanaati, (A) henüz sanık değilken, (A) henüz yargılanmaya başlamadan, (A) henüz söz söylemeden oluşmaya başlamıştır. Daha açık yazalım. Tabiri caizse (A), müsabakaya, kendisi kalede bile değilken gol yemiş, yenik düşürülmüş olarak başlatılmaktadır.