|
|
................... |
|
................... |
ATATÜRK |
Enis Berberoğlu
Öbür Türkler
“Büyük Oyunun”un Milliyetçi Süvarileri. Giriş Bölümü. |
|
|
................... |
|
................... |
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümü...
1933 yılının 29 Ekim gecesi. Gazi Mustafa kemal kordiplomatik
için verdiği resmi yemek erken bitince Ziraat Bankası’nın
giriş holünde düzenlenen Cumhuriyet Balosu’na uğradı. Orkestra
Gazi’nin gelişiyle birlikte çaldığı parçayı yarıda keserek
“Dağ Başını Duman Almış” marşına döndü... Gazi’nin keyfi yerindeydi, holün
orta yerine masa konuldu... Atatürk baloya katılanlarla
sohbete koyuldu.
Gazi’nin söz verdiği Tıbbiye’den yeni mezun Doktor Zeki sordu:
“(*) Gazi Paşam: saltanatı kaldırdık. Hilafeti meclisin manevi
şahsiyeti içine aldık. Bunlar yapılana kadar bir milletin
ideali olabilirler. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen
kurulur ve işler. Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi ideal
değildir. Yaptığımız öteki devrimler de yapıldıkları an ideal
olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz yaşadığımız gerçekler
haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi, bizim
sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler. Ama bir de milletlerin
babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz, bize
böyle bir ideal aşılamadınız. Yahut bundan haberim yok. Bunu
bize açıklar mısınız Gazi hazretleri...
Gazi genç doktoru yanıtlamadan önce bir kadeh şampanya istedi.
- Elbette bu milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülküler
devletler tarafından açıklanmaz: millet tarafından yaşanır.
Nasıl bakarken gözlerimizi görmüyor ama onlarla her şeyi
görüyorsak, ülkü de onun gibi farkında olmadan vicdanlarımızda
yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım.
Sorumluluklarım vardır. Bu sorumluluklarım altında konuşamam.
Bu konuda genç arkadaşımla ayrıca konuşacağım.
Bu kısa açıklamanın ardından Gazi, Doktor Zeki’yi yanına
alarak Ziraat bankası’nın genel müdür odasına geçti.
Atatürk’ün oturduğu koltuğun arkasındaki duvarda Türkiye
haritası vardı. Gazi karşısında oturan Doktor Zeki’ye sordu:
- Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?
- Evet paşam.
- O haitada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var. Onu da
görüyor musun?
- Evet görüyorum Paşa Hazretleri.
- Hah işte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın
üstünde olduğu için, ben konuşamam. Düşün bir kere Osmanlı
İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne
oldu? Daha dün bunlar vardılar. Dünya’ya hükmediyorlardı.
Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı?..Demek hiçbir
şey sürgit değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice
güçlerden, ilerde belki pek az şey kalacaktır. Devletler ve
milletler bu idrakin içinde olmalıdırlar.
Gazi’nin Doktor Zeki’ye verdiği ders, 50 yıl sonrasını
görebildiğinin kanıtıydı.
Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.
Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne
olacağını kimse bilemez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi,
tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir.
Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından
sıyrılabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.
İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu
dostumuzun (Sovyetler) yönetiminde dil bir, inanç bir, öz bir
kardeşlerimiz vardır. Onları arkamıza almaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak
lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi
köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir
köprüdür, tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan cil
bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz
yer mi doğru, onların mı? Bunun hesabını yapmakta fayda
yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara
yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı
kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım.
Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte
görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor.
Dilimizi onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda
haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece birbirimizi daha kolay
anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda: tıpkı bir
vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve
arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih
öğretimiz olması gerekli. Ortak bir mazimiz var. Bu maziyi
bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okulda okuttuğumuz
tarihi Orta Asya’dan başlattık. Bizim çocuklarımız orada
yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli.
İşte bunu sağlamak için de Türkiyat Enstitüsü kurduk.
Kültürlerimizi bütünleştirmeye çalışıyoruz. Ama bunlar açıktan
yapılmaz. Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış
anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar
devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.
İşitiyorum, benim dil ve tarihle uğraştığımı gören kısa
düşünceli bazı vatandaşlarımız: ‘Paşa’nın işi yok dil ile
tarihle uğraşmaya başladı’ diyorlarmış. Yağma yok. Benim işim
başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar
çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o
kadar dikkat ediyorum. Bu yaptıklarımız hiçbir millete
düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız.
Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için
hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için
söylüyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye
söylemeden böyle davran: çevrenin de böyle davranması için
gerekeni yap. İdealler konuşulmaz yaşanır. İşte senin sorunun
karşılığını da böylece vermiş oldum.
Alıntı:
İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Avrasya Devleti. Tekin Yayınevi
İstanbul 1998 s .20 |
|
|
|
|
|
|
|