...................
...................
NARTLAR ÜLKESİ

Mehmet Bozkurt

                         
...................
 
...................
“Tanrı bütün ulusları özgür ve mutlu kılsın ama Abhazya'yı da unutmasın!”

Ne kadar saf. Ne kadar temiz, temiz ve içten. Ne kadar da imkansız bir yakarış. Çok değer veriyor, çok değer verdiği için de zora koşmuyor.

Ne ki istediği? İlkin bütün uluslara bütün halklara iyilikler diledikten sonra Apsni (canlar ülkesi) diye adlandırdığı kendi ülkesi için de basit bir ricada bulunuyor. Biraz da müzipçe bir eda mı var ne, kendisini araya sıkıştırıvermesinde?

Tanrı'yla böyle senli benli olması eski alışkanlığından geliyor olsa gerek. Eskiden sayıları çok olan Tanrılarıyla kurduğu samimiyeti , tek Tanrı'ya kaldıktan sonra da sürdürmekten kendini alamamış olabilir. Abhazların bu samimi ve içten ricalarını yerine getirmeye kalkarsa eğer Tanrı, hani hazır eli değmişken diyorum, bütün Kafkasya için birşeyler yapsa ne kadar da hora geçerdi!

Zira şimdilerde Kafkasya’nın buna ihtiyacı var.

Ve Tanrı Kafkasya'yı unutmuşa benziyor!



Elbette canım bilmez miyim O’nun bunu yeni öğreniyor olmasının imkansızlığını. Ve biliyorum ki öfkelenecek hatırlattığım için ama, Kafkasya Karadeniz’in kuzeydoğusunda, Azak Denizi ile Hazer Denizi arasında uzanan coğrafyanın adıdır.

Coğrafyayı ikiye bölen Kafkas Dağları’nın ayaklarını Taman Yarımadası'na doğru uzatmış, Apşeron Yarımadası'nı da kendisine yastık yapmış; binlerce yıldır üstünden geçip gidenlere, konup göçenlere aldırmaksızın uzanmış yattığını söyleyenler ve eteklerinde dünyanın en güzel atlarının rüzgarla yarıştığını belirtmeden geçemeyenler bizimkilerin en eski Tanrılarıdır. Hani şu kadim dostlarımız: Mezıtha, Şıble, Psıtha; Türkçeleştirirsek, sırasıyla Orman, Fırtına, Yağmur...

Elbruz Kuzey Kafkas Dağlarının en yüksek noktasıdır, eli Kazbek Dağı'nın omzunda olması tevazu gösterdiğindendir. Herkes bilir ki ondan bir baş yüksektir.

Sizlerin Çerkes olarak adlandırdığı biz Adigeler, Elbruz Dağı’na “Oşhamafe” deriz: Aydınlık dağ... Çünkü tepesi yaz kış daima karlı olur ve güneş, ay ve yıldızlar, eksik olmasınlar hep ışık altında tutarlar bu ihtiyar dağı.

Ne ki ben Arap gezginlerinin Elbruz’a yaptıkları “Diller Dağı” yakıştırmasına da pek değer veririm. Anmadan geçemem. Hemen her seyyah gibi sözü sündürdükçe sündürüp ballı şerbete buladıktan sonra muhabbet sofrasına taşıyan, sonra da kaptırıp kendini “biraz tepeden atan ” Evliya Çelebi; ünlü “Seyehatname”sinde , Kafkas coğrafyasında 250 ayrı dilin konuşulduğunu yazarak Arapların bu şiirsel deyişine destek verir.

Fazla mı oldu? Peki o zaman kendisi de Çerkes olan seyyahımızın “yalandan kimsenin ölmediği”ne olan derin inancından ötürü kantarın topuzunu kaçırmış olduğunu varsayıp, 250’yi düzeltme yoluna gidelim. 250’ye biraz çeki düzen vermek için yazılmışları şöyle bir harmanlasak, çoğu yazarın ve pek çok gözlemcinin 60 ile 100 sayıları arasında dolandıklarını görürüz. Ben bile şu halimle bir çırpıda bunun 20’sini sayıverdiğime göre bu sayılardan herhangi birine inanmanızın ne sakıncası olabilir? O zaman “Diller Dağı” yakıştırmasındaki isabete de itirazın yersizliği elbette ki tabii olacaktır.

“Tanrıların Katı” adını takıp kutsallık atfedenler de yok değildir Elbruz Dağı’na. Kışı Olimpios’un kuytularında geçiren Yunan tanrılarının yaz gelipte sıcaklar bastırınca kendilerini Elbruz’a attıklarını bütün dünya bilir bilmesine de; olur da inanmayanlarla iddiaya tutuşursanız günün birinde, Heredot’u tanıklığa çağırabilirsiniz. Hani şu tarihin babası olduğu söylenen Heredot’u... Bütün Yunan tanrılarının yaz tatillerini orada geçirdiğinden sözeder Heredot ünlü kitabında... Onun da yalan söyleyecek hali yok ya!
Burası aynı zamanda Nartların yaşadığı ülkedir. Kafkasya’nın ilk yerleşimcileri olan Nartlar pek de öyle yüz vermeden, hani sadece başlarıyla vakurca selamlayıp, aynı yüksekliğe kurulmuş olan sofralarda ağırlarlar tanrıların tanrısı Zeus’u ve avenesini. Nartların kendilerini Zeus ile eş tutup aynı sofraya oturmalarına tahammül edemeyen Hera’nın öfkeden saçını başını yolmasını da şen ve hayli şakrak bir dille anlatır eski zaman öykücüleri.

Ve yine anlatırlar ki eski zaman öykücüleri ateşi çalıp insanlığa hediye eden Prometheus Diller Dağına zincirlenmiştir.

Ben eski zaman öykücülerinin aktarıcısıyım. Biliyorum “yalancısı” diyenleriniz de olacaktır ama, Promethus’un ateşi ilkin onlara sunduğu söylenir. Onlar ateşle ilk tanışanlardır ve bu tanışmayla birlikte çok sayıdaki Tanrılarına yeni bir Tanrı ilave etmekte sakınca görmemişlerdir: Biz “Lepş” diyoruz, siz “Ateş Tanrısı..”

Masallardaki Kaf Dağı tam da Promethus’un zincirlendiği dağdır. Doruklarında süzülen dev kuşlara kartal diyenler de vardır Zümrüd-ü Anka diyenler de... İnanıp inanmamak size kalmıştır.

Güzel atlar ülkesidir... Kadim kafkas halklarından Adigeler, Abhazlar, Osetler, Gürcüler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Lezgiler bu güzel atlar ülkesinde yaşarlar...



Tarih boyunca bütün halklar gibi başkalarıyla bitmez tükenmez savaşlar yaptılar. İstila ettiler başka yurtları, istila edildi kendi yurtları da...
Savaşacak kimse bulamayınca kendi aralarında savaştılar. Talan ettiler talan edildiler...

“Vork” lerine (Beyler), Pşı’lerine (Prensler) karşı yürüttükleri özgürlük mücadelesinde baş kaldırıp baş verdiler. Zalim feodallere karşı çıkartılan isyanlara çokça tanıklık etti o coğrafya...

Kendilerinden kat kat kalabalık ve fevkalade donanımlı Rus ordularına karşı gerilla savaşına girişmişlerken, aynı avuldan çıkanların ihanetlerine de uğradılar.

O kanlı boğuşmada Rus saldırganlarıyla anlaşma yapıp seyirci olan kabilelere de rastlarsınız tarihin sayfalarını geriye doğru çevirdiğinizde, bizzat Rusların yanında savaşanlara da...

Bütün halklar gibi kahraman, bütün halklar gibi korkak oldular.
Dağlarında ulu meşe ağaçları savaşçılarını sarıp sarmalayıp korudu, kolladı. Önce meşe ağaçlarını kesti istilacılar ve tarih onların “kılıca değil baltaya yenildiklerini” yazdı.

Bütün halklardan farklı olarak “yabze”onların anayasası oldu. “Yabze”ye uymamanın “yemuk” yani “ayıp olduğunu öğrenerek büyüdüler. Uymayanları dışladılar.

Bir de, bu da nerden çıktı diyeceksiniz ama; elbette müthiş bir at sevgileri var. Ve söylemeden geçemem; size yemin her hipodroma gidişimde bende de dayanılmaz bir at çalma isteği, olacak gibi değil, her neyse, bu tutku onlara atın fiyatının sorulmamasını öğretti. Bundan ötürü at çalmayı asla hırsızlıktan saymadılar ve at çalıp getirmeyen delikanlıya da kız vermediler.
 


Onlar, insanlığın başına gelmiş en büyük trajedilerden birini yaşamış sürgün çocukları: 1864.



Ve onlar, insanlığın başına gelebilecek en mükemmel “şeyle” sosyalizmle tanışmış Kafkas çocukları: 1917.



Kabardeyler, Abzeghler, Shapsughlar, Bjedughlar, Hatukuaylar, Wubıkhlar, Besleneyler... Sonra Osetler... Sonra Abhazlar... Lezgiler, Çeçenler... Ve diğerleri...



Şimdi bu ülkede şehirlerde, kasabalarda, köylerde; fabrikalarda, işliklerde, masa başlarında, okullarda birlikte soluyan; aynı yokuşları tırmanan hayatlar... Koca Çerkes Çetin Öner ağabeyimin değişiyle “Şu Bizim Çerkesler...”