|
|
................... |
|
................... |
RUSYA’DA İNSAN
HAKLARI SORUNLARI |
Aydın Sevinç |
|
|
................... |
|
................... |
Rusya’nın son dönemde Ortadoğu
coğrafyasında stratejik hamlelerinin bir sebebi olarak AB ile
Rusya’nın Ortadoğu politikalarındaki birlikteliği
gösterilebilir. Günümüz dünyası tek kutuplu bir yapıdan çıkar
birlikteliklerine yönelik bölgesel işbirliklerine yönelmekte
ve bu bağlamda bölgesel kutuplar ortaya çıkmaktadır. Rusya ile AB arasındaki çıkar
birlikteliğinin temel sebebi ise Rusya’nın askeri üstünlüğü ve
enerji rezervlerinin geniş olması ile AB’nin de Rusya’ya karşı
görece mali ve teknolojik üstünlüğüdür.
AB ülkelerinin kendi toplumları nezdinde Rusya’yı bir ortak
olarak görememelerindeki en büyük sebeplerden biri Rusya’ya
olan Sovyet döneminden kalma güvensizlik ve Rusya’nın Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en çok ceza alan ülkelerin
başında gelmesi yani Rusya’daki insan hakları ihlalleridir.
Günümüz siyasi mücadelesi içerisinde önemli bir yer edinen
insan hak ve özgürlüklerine ilişkin uygulamalar sadece
ülkelerin kendi iç siyasi meseleleri olmaktan çıkmıştır.
Uluslararası ilişkiler bağlamında çıkar ilişkileri olan
ülkeler arasında da bir koz veya kart olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Her ne kadar Rusya’nın AB’ye üye olabilirliği
gündeme geldiğinde “biz Türkiye gibi sürekli aday konumuna
düşmek istemeyiz” dese de Rusya ve AB orta vadede birbirine
bağımlı olacaktır. AB için bir değer olan özellikle de kaynağı
kendisi olarak gördüğü ve dışarıya pazarladığı bir değer olan
‘insan hak ve özgürlükleri’ AB toplumu genelinde vazgeçilemez
ve taviz verilemez olarak görülmektedir. Bu nedenle otoriter
bir devlet anlayışından henüz kurtulamamış olan Rusya’nın
insan hakları ve basın hürriyeti gibi konularda baskıcı ve
sansürcü politikaları AB toplumu nezdinde hoş
karşılanmamaktadır. Son yıllarda gözle görülür bir artış
kaydeden bu baskı ve sansür uygulamaları ile birlikte
Rusya’daki insan hakları sorunu iki başlık altında
incelenebilir.
Bunlardan ilki ve ön önemlisi, Rusya için fiilen savaş sahası
olan Kuzey Kafkasya müdahaleleridir. Uluslararası Azınlık
Hakları Grubu (MRG) tarafından yayınlanan son raporda,
Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya'da son dönemde artan
çatışmalar ve Moskova metrosunda 40 kişiyi öldüren bombalı
saldırının ardından, Rusya'nın saldırının sorumlusu ve kaynağı
ilan ettiği Kafkas halklarına karşı büyük bir askeri saldırı
başlatma ihtimali öngörülmektedir. Sivillerin baskı, soykırım,
kitlesel cinayetler ya da şiddet görme tehdidi altında olduğu
ülkeleri listeleyen yıllık indeks raporuna dayandırılan
değerlendirmeye göre, Rusya 70 ülke arasında 16. sıraya
yükselmiştir.
Tüm bunlara rağmen Rusya’nın Kafkasya müdahaleleri Batı’da bir
iç sorunmuş gibi algılanmaktadır. Rus ordusu ve yetkilileri
tarafından gerçekleştirilen her türlü ihlal, İnsan Hakları
İzleme Komitesi ve Uluslararası Af Örgütü (Amnesty
International) gibi önde gelen insan hakları örgütleri
tarafından tespit edilmesine ve rapor olarak yayınlanmasına
rağmen, ABD ve Avrupa hükümetlerinden beklenilen tepkinin
gelmemesinin nedeni ise Rusya’nın ‘sınırları içerisinde
terörle mücadele’ söyleminin halen kabul görüyor olmasıdır.
Uluslararası kamuoyunun bu ihlallere karşı sessiz kalması,
sınırları içerisinde ya da dışında ‘terörle mücadele’ adı
altında operasyon gerçekleştiren güçlü ülkelerin nasıl bir
strateji izleyecekleri ve uluslararası toplumun bunu nasıl
denetleyeceği konusunda zihinlerde yeni soru işaretleri
bırakmıştır. Özellikle Batı, 11 Eylül sonrası ‘terörle
mücadele’ adı altında gerçekleşen operasyonlarda ortaya çıkan
insan hakları ihlallerine ve özelde ise Kafkasya’da
yaşananlara çözüm getirme konusunda ısrarlı ve istekli bir
tavır sergilememektedir.
İnsan haklarına biraz daha duyarlı olan AB ülkeleri,
başlangıçta Rusya’da demokratikleşme yönündeki reformları
desteklerken aynı zamanda Rusya’nın insan hakları normlarına
uyup uymadığının da denetlenmesinin gerektiğini ifade etmekten
çekinmemiştir. Örneğin, Çeçenistan’da sivil halkın
katledilmesi, sadece Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
tarafından savaş suçu olarak kabul edilirken Uluslararası
Mülteci Haklarını Koruma Örgütü (International Refugees) ise
Çeçenistan’da insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarını
anormal bir durum değil, ‘savaş taktiği’ olarak görmesi,
kısmen de olsa ABD ve Avrupa ülkelerinin yaklaşımlarındaki
farklılığı yansıtmaktadır. Bunun temel sebebi yukarıda
belirttiğimiz gibi AB’nin bazı değerlerin savunucusu ve
pazarlayıcısı olmasından kaynaklanmakla birlikte ABD için
durum ABD’nin hegemonik bir süper güç olması ve eski rakibi
Rusya ile çıkar ilişkisine dayalı olarak yürüttüğü
politikasıdır. Bununla birlikte, hiçbir AB ülkesi Çeçenistan
sorununun Rusya’nın iç meselesi olduğu ön kabulünü
sorgulamamakta ve eleştirilerde de Çeçenistan’daki hak
ihlallerinden duyulan endişe ile sınırlı kalınmaktadır.
2004 yılında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Alvaro Gil-Robles’in
Kafkaslarda 25 günlüğüne yaptığı gezi, bölge halkının durumunu
ortaya çıkartmakta oldukça önemli bir veriler sağlamıştır. Gil-Robles’a
göre en acı olan ise “Çeçenistan’da demokrasi, insan hakları
ve sivil toplumun oluşturulması konulu bir konferansa
katıldığı Grozni ziyareti olduğunu anlatmıştır. Politikacı,
kentin hala Stalingrad’ı andırdığını, insanların harabeler
içinde yaşamak zorunda kaldığını ve askerler eşlik etmedikçe
ziyaretçilerin kentte hareket edemediğini belirtmiştir.
Çeçenistan’da hala insanların kayboluyor olmasının korkunç
olduğunu da sözlerine ekleyen Robles, resmi rakamlara göre son
üç yılda 2 bin 300 resmi kovuşturma başlatıldığını ama
bunların sadece 50’sinin mahkeme aşamasına kadar gelebildiğini
bildirmiştir.” Robles, “Bu bence bir skandal. Bu duruma bir
son verilmeli. Aileler, yakınlarının başına ne geldiği
hakkında bilgilendirilmeli” diye konuşmuştur. Bu Kafkas
cumhuriyetinde olumlu bir şey görüp görmediği sorulduğunda Gil-Robles,
yıkılan konutlar için tazminat ödenmeye başlandığını, fakat
bunu alabilmek için paranın yarısını rüşvet olarak vermek
gerektiğini anlatmıştır. Buna rağmen, insanların hakları olan
bu paranın tümünü alabilmeleri hedefinden vazgeçilemeyeceğini
ifade etmiştir.[1]
Aradan geçen 6 sene zarfında ise Rusya devleti bölgeye
gözlemci girişini engellemeye devam etmekle birlikte Kadirov
hükümetini destekleyerek Mücahitleri suçlu konuma düşürmüş
böylece Çeçenler arasında ayrılık çıkarmaya çalışmıştır.
“Çeçenistan’da artık resmi bir hükümet ve ona isyan eden
isyancılar var, bu onların mücadelesidir” demeye getirerek
sorunun artık kendi inisiyatifi dışında gerçekleştiğini
söyleyerek sorundan kurtulmaya çalışmaktadır. Ancak alınan
haberlere göre hiçbir şey değişmemiş, insanların kaybolması
öldürülmesi sürgün edilmesi ve rüşvet gibi ihlaller aynen
devam etmektedir. AB toplumunun basının üzerinde daha çok
durduğu Rusya’nın insan hak ve ihlalleri bağlamındaki bir
diğer sorunlu olduğu konu ise basın hürriyetleri ile sansür ve
baskıdır.
Rusya devleti özellikle iç ve dış politikalarının
eleştirilmesine müsaade etmemektedir. Bu bağlam da en çok zara
görenler yine Rus vatandaşı olan siviller, özellikle de basın
mensupları ve insan hakları sözcüleri olmaktadır. Hiç şüphesiz
bu konuda en belirgin örnek Rusya’nın muhalif gazetecilerinden
Anna Politkovskaya’nın faili meçhul bir cinayete kurban
gitmesidir. Rusya’nın insan hakları savunucusu ve bağımsız
gazetecisi Anna Politkovskaya’nın, ordu ve polis içerisindeki
şiddet, devlet içindeki pek çok yolsuzluk gibi konulara
eğilmesi bazı devlet kurumlarca hoş karşılanmamıştır. Muhalif
gazeteci, idealist haberciliğini yaşatırken 2001'de ‘insan
hakları haberciliği’ ödülünü kazanmıştır. Böyle bir
gazetecinin öldürülmesi özellikle Avrupa basınında geniş yankı
bulmuştur. Üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen faillerin halen
bulunamaması ve başka aktivist ve gazetecilerin ölmesi ya da
fiziksel saldırılara maruz kalması Rusya’nın insan ve basın
haklarının ihlali konusunda ilk sıralarda kalmasını
sağlamaktadır.
Rus halkı günlük olaylara ilişkin haberlerin çoğunu
televizyondan almasına rağmen, yayıncılık alanında çoğulculuk
gözetilmemektedir. Hükümeti eleştiren muhalefetin temsilcileri
ya da tanınmış figürler resmi devlet televizyonunu kara
listesine alınmakta ve ekranlara çıkarılmamaktadır. 2008
Başkanlık seçimlerinde gazetecilerin görev yapmasını
engelleyen olaylar da dahil olmak üzere yetkililerin gergin
tavırları bağımsız basına gölge düşürmektedir.
İnsan hak ve özgürlüklerinin siyasi bir meta haline
getirilmeye çalışıldığı günümüzde bazı gelişmiş ülkeler ise
insan hak ve özgürlüklerini hiçbir şekilde önemsememekte ve
dikkate almamaktadırlar. Bunların başında gelen ülkelerden
biri Putin’in ‘demir yumruğu’ ile yönetilen Rusya’dır. Rusya
bugün her ne kadar G-7 ülkelerinin +1’i hükmündeyse de halkın
sosyal refah düzeyi ve insan hak ve özgürlükleri konusunda
oldukça yetersiz bir konumdadır. Özellikle son aylarda
gazeteci ve insan hakları savunucusu aktivistlerin öldürülmesi
baskı ve şiddete maruz kalması ve Kafkaslardaki savaş hali
Rusya’nın insan hakları karnesini oldukça zayıflatmaktadır.
Tüm bunlar göstermekteki fiziksel güç olarak yükselen bir ülke
olmakla birlikte Rusya kendi iç sorunları ile acımasızca
mücadele etmekte ve muhalefeti susturmaya yönelik girişimlerde
bulunmaktadır. Bu durum insan hakları konusunda ve özellikle
basın hürriyetleri konusunda fazlasıyla hissedilmekte ve
koşulların değişmesi için Rusya Devleti’nin kağıt üzerinde
yapılan göstermelik birkaç değişiklik dışında fazla bir şey
yapmadığını ortaya koymaktadır. |
|
|
|
|
|
|
|