|
|
................... |
|
................... |
AYDIN İNSAN KİME
DENİR? |
Prof. Dr. Ali Demirsoy |
|
|
................... |
|
................... |
Tarihte ve bugün, hakarete ve
soruşturmaya uğrayan, ceza ve işkence gören, idam edilen ya da
eller üstünde taşınan ve baştacı edilen birçok insan "aydın"
sınıfı içerisinde değerlendirildi. Toplumun bir kısmı bunların
aydın olduğunu savundu, diğer bir kısmı ise onları toplum ve
sistem düşmanı olarak gördü. Tartışmanın ardı arkası kesilmedi.
Bugün birçok ülkede aydın, uluslararası adlandırılması ile
"entelektüel" terimi hâlâ tartışmalıdır. Hatta bir ülkedeki
bir aydın, diğer bir ülkedeki insanların önemli bir kısmı için
bozguncudur.
Bu yazıyı yazarken ve değişik zamanlarda, bilim adamı
statüsünden maaş alan, önemli bir kısmı yabancı ülkelerde
eğitim görmüş ve doktora yapmış onlarca, hatta yüzlerce dosta,
arkadaşa, meslektaşa "aydın kelimesinden ne anlıyorsunuz?
"sorusunu yönelttim. Aldığım yanıtlardan, doğrusu, ortak bir
öz ya da fikir çıkaramadım. Son zamanlarda basında, üniversite
hocalarını kast ederek “aydınlar da türbanın serbest
bırakılmasına destek sağladılar” diyerek, sanki üniversite
hocalarının hepsi aydınmış gibi bir görüntü yaratmış
buluyorlar. Kural olarak hepsi, bilgili olmayla aydın olmayı
özdeşleştiriyordu. Bilgili olmanın aydın olmanın temel koşulu
olduğuna inanıyorlardı. Daha sonra, halk arasında zaman zaman
duyduğumuz, "çoban; ama aydın bir kişi, tahsili yok; ama aydın
bir kişi" gibi tanımlamaların ne anlama geldiğini sorunca,
ayrıcasız hepsinin afalladığını gözledim... Bu soruları
kendime sorduğumda, bu sefer şaşkınlık sırası bana gelmişti.
Çünkü aydın kelimesini ağzından bırakmayan ben ve benim gibi
insanlar, gerçekte aydın konusunda ortak bir fikre sahip
değildik. Ayaküstü hemen açıklamaya çalışanlar da ciddi
değildi...
Aydın nedir diye? Tartışmayı çok severiz. Ama fikrini
söyleyene de hemen itiraz ederiz. Aydının bir özelliğinin,
belki de ilk olması gereken özelliğinin, düşünceyi ciddiye
almak olduğunu düşünmeyiz. İkinci özelliğinin ise, düşüncesi
ve varsayımları ile tutarlı olması, düşüncesinin kendini
götürdüğü yere korkmadan gidebilmesi, çelişkilerden
sakınabilmesi, yanılgılarını çekinmeden açıklayabilmesi
olmalıdır. Bir anlamda "düşünce namusu ve dürüstlüğü" aydın
olma niteliğinin ilk belirleyici unsurudur.
"Şu anda ülkenizde aydın olarak gördüğünüz ilk 10 insanın
adını verebilir misiniz?" şeklindeki bir sorunun yanıtlarında,
ortak bir isim çıkmadığı gibi, 10 rakamına da hiç bir zaman
ulaşıldığını görmedim. En ilginci de, son 40 yıldır bizi
yöneten politikacıların hiçbirinin bu sıralamaya
sokulmamasıydı... Ailenizde aydın var mı? Sorusunu ise
çoğunluk "hayır" diye yanıtladı. Acaba gerçekten bu toplum
aydının ne olup olmadığını mı bilmiyor, yoksa, toplumda
özlenen ya da hayal edilen aydın sayısı sayılamayacak kadar mı
az? Lütfen bu soruları bir de kendinize sorun!
Pekâlâ, tanımlayamadığımız; fakat baş tacı ettiğimiz ya da
eziyet ettiğimiz "aydın"ın gerçekte niteliği nedir? Bir kısmı
için bilgili olma, bir kısmı için uyumlu olma, bir kısmı için
yaratıcı olma, bir kısmı için akıllı olma, bir kısmı için
paylaşımcı olma, bir kısmı için dünyadaki gelişmelerden
haberdar olma; bir kısmı için aksayan düzene korkusuzca karşı
çıkma, bir kısmı için düzeni değiştirme, birçoğu için de bu
niteliklerin değişik şekillerdeki kombinasyonuna sahip
olmadır.
Fakat bilgi birikimi olmayan dağdaki çobanın, sadece motordan
anlayan bir ustanın, ticaretle uğraşan bir tüccarın, vs.nin de
aydın olarak tanımlandığı bilinmektedir. Buna karşılık, kendi
konusunda becerikli ve ilgili bir cerrahın, iyi bir
mühendisin, çok iyi şarkı söyleyen bir ses sanatkârının ya da
çok iyi yüzen bir sporcunun, kendi konusunda bilgi sahibi bir
öğretim üyesinin, her zaman aydın olamayacağı da
bilinmektedir. Demek ki bilgi sahibi olma ya da yetenekli
olma, aydın olma için zorunlu bir koşul değildir. Eğer öyle
olmuş olsaydı, atomu parçalayan Openheimer, Rusya'yı Rusya
yapan Petro, müzik dünyasının ilahı Mozart, peygamberlerin
tümü, matematikte ünlü eşitlikleri bulanlar, DNA'nın yapısını
açıklayan Watson ve Crick, İstiklal marşımızı yazan eşsiz şiir
dehası Mehmet Akif, tartışmasız aydın olarak kabul edilecekti.
Oysa edilmiyorlar... edilseler de bu fikir; ancak bazıları
tarafından benimseniyor...
O zaman aydın kavramının, ait olduğu toplumun yapısına
bırakılmaksızın, ayrı bir nitelik olarak incelenmesi gerekir.
Belki de bunları, bir ormanda yücelmiş dev bir ağaç ya da
çıplak bir dağın başında tutunmuş bir ardıç, bir çölde vaha
olarak görmek gerekir. Aydındaki meziyetler sayılabilir; fakat
ölçülemez. Bu nedenle de aydını bilim adamından, bilgili
adamdan farklı olarak ele almak gerekir. Bilgi az olabilir;
fakat niteliklerin kombinasyonu onu aydın yapar. Bu bir alan
bilgisiyle ya da meslek grubuyla sınırlı olmadığı için tanımı
zordur. Bir ormanda göze çarpan bazı ağaçlar vardır, bir
stepte göze çarpan güzel bitkiler vardır, bir çölde farklı bir
geven vardır. Her biri kendi ortamında diğerlerinden farklı ve
güzel bir görünüme sahiptir. İşte aydın da farklı
kategorilerde yer almış değerli insanların tanımı için
kullanılır. Eğer bu nitelikler bilgiyle de desteklenirse,
aydının etkinliği ve dolayısıyla göreceli olarak değeri artar.
Aydını, bugün yaşadığımız çok ilginç tartışmalar bağlamında,
özellikle üniversitelerdeki bir kısım öğretim üyelerinin
turbanı tehlike, bir kısmının da özgürlüğe atılmış bir adım
olarak görme bağlamında yeniden tanımlamaya kalkışırsak:
Dogmatik (koşullanmış) duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal
olarak bu yapıda olmayan, kendisi uygulasa da uygulamasa da
yeniliklere açık olan, bir sorunun nedenini araştıran, bilgi
toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve
onlarla paylaşan, düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve
çıkarcı idari sistemlere karşı uygarca ve cesurca karşı
koyabilen, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün
verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen
ve yargıya ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış
olduğu eski ya da yanlış düşünce ve tavrını değiştirebilen,
başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü olabilen, ... kişi
aydın olarak nitelendirilebilir.
Bilgisini sadece kendisine saklayan bir hekimin, bilgisini
üstünlük kurmak için kullanan bir politikacının, çıkar
sağlamak için çağdışı öğretileri devam ettirenlerin, kendini
doğrudan ilgilendirmeyen konularda fikir ve bilgi edinmeye
çaba göstermeyenlerin ve insan soyunun geleceğini ve
çeşitliliğini tehlikeye düşürecek her türlü eyleme destek
verenlerin, kazanılmış kültürel aydınlığı karanlığa
çevirenlerin aydın olarak nitelenmesi düşünülemez.
Türban ile ilgili tartışmalarda, üniversitelerdeki öğretim
üyelerinin taraf olması doğaldır; ister yanılmış olsunlar
isterse doğruyu savunsunlar. Ancak, öğretim üyelerinin destek
sağlaması, başak bir kesimin destek sağlamasından farklı bir
olgudur. Çünkü öğretim üyesi, eğer üç kağıtçılık yaparak ya da
siyasi görüşü nedeniyle yandaş bulup o unvanları kazanmamış
ise, analistik düşünen insan demektir. Her kesim, öğretim
üyelerinin açıklamalarına kulak vermek zorundadır. Acaba, bu
son gelişmelerde, böyle bir analistik yargı olmuş mudur? İlk
bakışta birileri, ister körü körüne olsun ister masum bir
inanç nedeniyle olsun, başlarını örtmek isteyenlere destek
vermeyi aydın olmanın bir unsuru olarak düşünebilir; bu
düşüncesinde de haklı görülmelidir. Ancak, aydının toplumu ve
geleceği düşünmesi gibi bir sorumluluğu da vardır. Diyelim ki
imza toplayarak, mecliste çoğunluğu sağlayan ve dediğim dedik
diyen bir zihniyete, içtenlikle ya da körü körüne destek
sağlıyorlar. O zaman, bilim adamı kadrosundan maaş alan bu
kesimin şu evrensel hesabı da yapması gerekiyordu. En azından
bir matematik profesörü olan aydın bir düşünürün oğlu, bu
hesabı yapabilmeliydi. Diğerlerinin hesabı yetmiyor olsa dahi,
bu matematik profesörünün hesapta hata yapacağını düşünemeyiz.
Basit bir mantık, 2 X 2 = 4; bu gerçekten böylemidir? Olabilir
de olmayabilir de… Yani türbanın serbest bırakılması bir
özgürlük simgesi olabilir de olmayabilir de… O zaman işlemin
tersini yaparak bunun doğruluğunu sınamaya girişiriz, yani 4’ü
2’ye böleriz. 4/2 = 2 çıkınca da doğruluğu onaylanmış olur.
Aynı mantıkla, turban bir özgürlük simgesi ya da aracı ise,
bunun tersi de doğrudur; yani başörtüsü ya da türbanın
toplumsal simge ya da zorunlu giyim aracı olduğu toplumlarda
özgürlükçü düşünce yaygındır. Şimdi imza toplayan
meslektaşlarım özellikle bu matematik profesörümüze soruyorum.
Başını örtüp, turban takıp da özgür düşünceye ulaşmış bir ülke
ya da topluluk tanıyor musunuz? Yaklaşık 58 Müslüman ülkede –
ki bunların hemen hepsinde türban ya da benzeri örtü
zorunludur- özgür düşünce yaygın mıdır? Irkı, coğrafik yapısı,
geçirmiş olduğu tarihi süreci, dili farklı olan bu kadar
ülkede nasıl oluyor da, her defasında turban cahillik,
despotizm, anti-özgürlük, bilimdışlılık, yalancılık,
dolandırıcılık yaygındır. Sayın matematik profesörümüz bu
eşitliğin bir rastlantı olduğunu ileri sürebilir mi?
Süremiyorsa ya da kendine göre –dogmalarını değil, aklını
kullanabilen insanları- ikna edecek bir açıklama yapamaz ise,
bu bulunduğu toplumu bile bile uçurama sürüklemek demektir. Bu
tip insanların tanımını da benim yapmama gerek yok, bir
vatanperver ve bir düşünür olan babası zaten yapmıştı…
Türbanperest bu öğretim üyeleri aklını kullananlara ve
olaylara analistik gözle bakanlara –ötekilere- olmasa dahi
kendilerine şu hususları da açıklamak zorundalar. Eğer,
gerçekten dini inançları nedeniyle bir kesim giyim, kuşam ve
diğer hususları, inançlarının gereği gibi yaşamak istiyorlarsa
ve bunda da ısrarlı olmak hakları ise, önümüzdeki günlerde
bunların şu isteklerine de, bu –özgürlükçü öğretim üyesi
kardeşlerimiz- bir çözüm bulmuş olmalıdırlar. Bunu bir öğretim
üyesi olarak örenmek isterim.
Dini kitabın (bu Kuran da olabilir, Tevrat da olabilir, İncil
de olabilir) içeriği tanrı kelamı olduğuna göre, hiç bir
insanı kural bu kitabın ilkelerinin üzerine çıkamaz. Eğer bir
insanın üniversitede dini inancını aynen koruyarak eğitilmesi
isteniyorsa, bu kesimin bize eğitim ve öğretim sırasında şu
hususları yönetmesi ve talep etmesi de kesinlikle hakları
olacaktır.
Kuran’da miras hukuku vardır. Bayanlar gayrimenkulden pay
alamazlar. O halde miras hukukunu ben Kabul etmiyorum ve
okumak istemiyorum diyebilir
Kuran’da 40 miskal altın ya da gümüş karşılığı kazancın yıllık
ödenmesi gereken zekâtı, bir miskaldir; yani %2,5’luk bir
çeşit ödenti. O zaman, bu öğrenciler de bize şu soruyu
yönetebilirler; bir tanrı oranı varken, siz ne hakla, %18 KDV
ya da bilmem ne oranlarında vergi hukukunu bana okutup ya da
talep ediyorsunuz?
Kuran’da insanlar kaderi-alın yazıları ile birlikte
yaratıldıklarına göre, siz hangi hakla bir ceni üzerinde
iyileştirme operasyonunu giriyorsunuz? Bunu şiddetle ret
ediyor, genetik ıslahı ve biyoteknolojik uygulamaları öğrenmek
istemiyoruz derlerse ne diyeceksiniz?
Bugün dünyanın gelişmiş üniversitelerinin hemen hepsinde
öğretilmesi zorunlu evrim konusu, yaratılış inancımız
nedeniyle yasaklanmalıdır derse ne diyeceksiniz? Antropoloji
bölümlerinin bu nedenle kapatılmasını talep ederlerse siz
hangi gerekçe ile karşı koyacaksınız?
Zina yapanlar recm (taşlanarak öldürme) edilmelidir derlerse (AKP,
inancımıza aykırı olarak zinayı serbest bırakan yasal
düzenlemeyi yapmış olmasına karşın) edilmeli, hırsızlık
yapanların kolu kesilmeli der ve ben sizin ceza hukukunuzu
kabul etmiyorum ve öğrenmek de istemiyorum, benim inançlarım,
sizin kurallarınızdan daha evrenseldir ve tanrısaldır derse ne
diyeceksiniz?
Bizatihi Hz. Muhammed tarafından, Kâbe’deki tarihi günümüze
bağlayacak heykeller, puta tapmayı teşvik ediyor diye
kırılmış, yaklaşık son 1.500 yıl boyunca hiçbir Müslüman
ülkede heykel ve keza aynı şekilde insan figürü içeren bire
bir resim yapılmamıştır; yaptırılmamıştır. Son 1.500 hatta
6.000 yıl önceki giyim kuşamda ısrar eden ve bunu dini bir
vecibe olduğunu ileri sürerek bir adım geri atmayan bu kesim,
karşınıza geçip, bir Müslüman ülkede heykel ve resim eğitimi
niye yapılıyor derse ne cevap vereceksiniz? Hayır, öyle değil
derseniz, örnek olarak hangi devre ait bir heykel ya da tablo
göstereceksiniz? Elinizde ileri süreceğiniz ve
kanıtlayabileceğiniz bir belgeniz olacak mıdır?
Örtüsüne evet dediğiniz bu çocuklarımızın, kutsal kitapta
yazılı buyruklara hayır demesini mi öğütleyeceksiniz? Birileri
hayal görüyor… Aydın hayal görmez, geleceğini de hayallere
oturtmaz. Aydın, geleceği görerek önlemini alan insanın
tanımıdır… Üniversiteler de bilgili, eğitilmiş, aydın
insanların bulunduğu kurumlardır… Çağdışların değil…
Önümüzdeki yüzyıl, dogmatik kalıpların batağında yüzen değil,
bilgi birikimi sağlanmış, yeterince beceri kazandırılmış,
kendi kısa vadeli çıkarlarını toplumun çıkarından önde
görmeyen, tarihten gelen tortulardan arınmış "aydın"
insanların dünyası ve egemenliği olacaktır. Bunun dışında
kalanların ise yaşama şansı olmayacaktır. Dünya olanak
bakımından, sayısız insana değil, nitelikli insanlara yuva
olacak kadar küçülmüştür. Bunu, bugüne kadar doğal seçilim
yürütmüştür; önümüzdeki yüzyıldan sonra ise yapay seçilim
yürütecektir. Hazırlıklı olmayan toplumların ve bireylerin
alacakları yaraları bir uyarı olarak bildirmek, benim bilimsel
görevimdir. Dilerim, bu uyarıları birileri yeterince algılar
ve bu toplumun gerçek bilim toplumuna dönüşmesi için gerekli
ilk adımları attırır... Bu gücün lokomotifi de üniversitelerin
aydın insanları olmalıdır. Yoksa bin bir emekle bugüne kadar
getirdiğimiz, uygarlaşma yolunda önemli aşama kaydetmiş,
canımızdan daha çok sevdiğimiz –modern model -Türkiye
Cumhuriyeti ile birlikte, tüm Müslüman ülkelerin acı sonunu
hazırlamış olabiliriz… Omzunuzdaki yük çok büyüktür derim…
Mitolojiye göre, bir gün, Tanrı, yakın zamanlarda bulunan
Sümer yazıtlarına göre Mezopotamya'da yaşadığı bilinen bir
topluluğa, tufan olacağını bildirmiş. Bu uyarıyı ciddiye alan
tek insan (Sümer yarı tanrısı Zisudra) Nuh Peygamber olmuş ve
yaptığı büyük bir gemiye, her hayvandan birer çift alarak,
tufanda kendi ailesinin ve bu hayvanların dölünün korunmasını
sağlamış. Uyarıyı ciddiye almayanlar da sulara gark olmuş...
Bir bilim adamı olarak bir tufanın yaklaşmakta olduğunu
düşünüyorum. |
|
|
|
|
|
|
|