|
|
................... |
|
................... |
TANZİMATTAN
CUMHURİYETE HABERLEŞME: MÜLTEZİMLERDEN KONSORSİYUMLARA |
Yrd. Doç. Dr. E. Elif Yücetürk
Abant İzzet
Baysal Üniversitesi, İ.İ.B.F., Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim
Üyesi |
|
|
................... |
|
................... |
GİRİŞ
Haberleşme, toplumların ekonomik, teknolojik ve sosyal
kalkınmasında önemli bir altyapıyı oluşturmaktadır. Tüm
toplumların gelişmişlik düzeyleri, oluşturdukları kurumlarla
ve bunların işleyişi ile belirlenir. Haberleşmeye yönelik
oluşturulan kurumlar da tarih boyunca bir gelişim göstererek
bugünkü düzeyine ulaşmıştır. Bu süreçte telekomünikasyon
hizmetleri, posta hizmetleriyle bütünleşmiş bir biçimde doğal
tekel olarak verilirken, günümüzde bu hizmetler posta
hizmetlerinden ayrılmıştır. Telekomünikasyon sektörü dört alt
grupta ele alınmaktadır:
a) Telekomünikasyon cihazları üretimi,
b) Temel telekomünikasyon hizmetleri,
c) Katma değerli hizmetler (1) (videoteks, on-line data
bankası hizmetleri, elektronik posta, çağrı cihazı, mobil
telefon gibi),
d) Radyo ve TV program yayım ve iletim hizmetleri bu
dört grubu oluşturmaktadır.
Bu çalışmada ülkemizdeki haberleşme kurumlarının, temel
amaçlar bağlamında tarihsel gelişimi ortaya konacaktır. Daha
sonra Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devlet tarafından
başlatılan ve ulusal çıkarların önceliklendirildiği
telekomünikasyon alanının, 1990’dan sonra katma değerli
hizmetler ve özellikle de mobil telefon hizmetlerinin
konsorsiyumlara bırakılmasının sonuçları üzerinde
durulacaktır.
İLETİŞİM KURUMLARININ TARİHSEL GELİŞİMİ
Geçmiş dönemlerde postalar, sadece devlet haberleşmesini
gerçekleştirirken idari ve askeri amaçlar üstlenmişlerdi. Her
tarafa yayılan haber iletimini sağlamak için gerekli at ve
adamı, parasal olanakları devlet sağlıyordu. Bu sistem,
Ahamenid soyunun egemen olduğu Persler’de M.Ö. 5. yüzyıldan
itibaren kurulup geliştirilmiştir. Persler’den sonra da bu
haberleşme geleneği Roma ve Bizans, öte yandan Müslüman
Devletler tarafından benimsenip geliştirildi (2). Eski
dönemlerdeki haberleşme kurumlarının örgüt yapıları ve düzenli
çalışmaları, devletlerin büyüklüğü ile de doğru orantılı
olmuştur. Bunun en önemli nedeni, haberleşmeye daha çok iyi
örgütlenmiş ve geniş topraklara sahip olan devletlerde
gereksinim duyulmuş olmasıdır. Diğer bir neden de, eski dönem
postalarının yalnız devlet haberleşmesini üstlenmiş olmasıdır.
Türk devletlerinde de haber iletim sistemi, devlet haberleşme
sistemi olarak kurulmuş ve işletilmiştir. Ortaçağ
devletlerinde de devlet haberleşmesini gerçekleştirmek için
eski Türk devletlerinde olduğu gibi ulaklar kullanılmıştır.
Türklerin atlı haberleşme görevlisi için kullandıkları “ulak”
sözcüğü Türk postacılığının en eski deyimidir. Osmanlı Devleti
de yeni toprakları egemenliği altına alarak genişlemeye
başladığında, haberleşme kurumuna gereksinim duymuş ve
ulakları kullanmıştır. Osmanlı haberleşme kurumu, Lütfi
Paşa’nın (1539-1541) sadaretine kadar düzenli bir örgütlemeden
uzak ve halk üzerinde bir zulüm sebebi, büyük bir yük halinde
varlığını koruduktan sonra Lütfi Paşa tarafından ülke çapında
menzilhaneler yapılarak “Ulak-Menzilhane” adıyla bir örgüt
oluşturulmuştur. Osmanlı haberleşme kurumunun ilk dönemini
oluşturan “ulak-menzilhane” kurumu, haberleşme hizmetlerinin
sadece devlet için yapıldığı dönemi yansıtır. Daha sonra genel
olarak ulak yanında Tatar ismiyle anılacak olan bu görevliler,
I. Abdülhamit (1774-1789) döneminde “Tataran Ocağı” adı
altında örgütlenmiş ve devlet haberleşmesini sağlamıştır.
Haberleşme hizmetlerinden halkın da devlet güvencesinde
yararlandırıldığı dönem ise 1840’da kurulan Posta Nezareti
(Posta İdaresi)’nin kuruluşuyla başlamış ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun sonuna kadar sürmüştür (3).
Tanzimat Dönemi: Posta Hizmetlerinde İltizam Yöntemi
Dünya postalarında değişik tarihlerden başlamak üzere
haberleşme örgütü, devletler tarafından ve tekel altında
işletilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Posta Nezareti
kurulana kadar haberleşme örgütü yalnızca devlet hizmetleri
için ve devlet tarafından çalıştırılmıştır. Posta Nezareti’nin
oluşturulmasında temel amaç, devlet haberleşmesi ile birlikte
halkın da haberleşmesinin sağlanması idi. Bu kurumun tekel
altında çalışmasını, hizmetin gereği ve dönemin postacılık
anlayışına uygunluğu açısından normal karşılamak gerekir.
Bununla birlikte bu tekel hemen gerçekleştirilememiştir (4).
1840’dan önceki dönemde “Ulak-Menzilhane” kurumu yalnızca
devlet hizmetlerini görüyordu. Halk bu kurumun hizmetlerinden
faydalanamıyordu. Halkın ve tüccarın haberleşme gereksinimini
düzensiz bir şekilde de olsa yerine getirmeye çalışan bir
meslek grubu vardı. Bunlar kiracı, katırcı, emanetçilerle eski
tatarlardı. Ücreti karşlığında mektup ve postanın çalışma
alanına giren posta maddelerinin taşınma işi, bunlar
tarafından görülüyordu.
Posta Nezaret’i kurulurken devletin çeşitli beklentileri
vardı. Bu örgüt ile haberleşme hizmetine fesatın karışması
önlenecek, ticaret geliştirilecek, devletin posta masrafı
düşecek ve gelir temin edilecekti. Bu beklentilerin
gerçekleşebilmesi için postaların tekel altında çalıştırılması
doğal sonuçtu. Fakat Birinci Posta Nizamnamesi’nde bu husus
gözden kaçmış ve tekelle ilgili bir hüküm getirilememişti. Bu
durumdan faydalanan kiracı, katırcı, emanetçi ve tatarlar da
posta hizmetlerini yapmaya devam ederek, bu hizmetleri kişisel
çıkarlarına yönlendirmeye başlamışlardır. Yasadaki bu açıklık
kısa sürede Posta İdaresi’nin dikkatini çekti. Gerekli idari
düzenleme yapılarak 24 Ocak 1841’de posta tekeli sağlama
yönünde bütün gruplarla mücadele başladı. Bu düzenlemenin
nedeni de posta taşıma hakkının Posta Nezareti’ne ait olması
ve başkalarının bu göreve talip olmaları, hem gelir kaybına
yol açacağı hem de yolsuzlukların olabileceği düşüncesi idi
(5). Yapılan bu düzenleme ile insan ve yük taşımacılığı
amacıyla kurulan, örneğin İstanbul-Edirne Posta Arabaları ya
da Osmanlı limanları arasında çalışan bazı vapur şirketlerinin
mektup ve emanet taşıma girişimleri de önlenmiştir.
Osmanlılar, telgraf haberleşmesi ile ilk kez 1839’da
tanışmışlardır. Ancak hatların kurulması uzun yıllar almış, bu
konuda Fransız mühendisler görevlendirilmiş ve 1855’te Telgraf
Nezareti kurulmuştur. 1871’de ise Posta ve Telgraf Nezaretleri
birleştirilerek Posta ve Telgraf Nezareti oluşturulmuştur.
Osmanlılar’da Tanzimat öncesi dönemde sıkça yapılan bir
uygulama olan iltizam yöntemi (6) Posta Nezareti’nin
idaresinde de söz konusu oldu. Bu dönemde posta hizmetleri
diğer ülkelerin çoğunda hükümetlerin tekelinde görülmekte idi.
Ancak bazı ülkelerde Osmanlılar’da olduğu gibi özel
yönetimlere de bırakılarak iltizam şeklinde işletilmekte idi.
Osmanlı Devleti de Posta Nezareti’ni diğer bazı işletmelerde
olduğu gibi toplu gelire kavuşmak amacıyla İsmail Paşa
adındaki şahısa 1852 yılında iltizama vermiştir. Bu dönem
1852-1856 yılları arasında yaklaşık 4,5 yıl sürmüştür. O
sıralar pek çok hizmet iltizam yolu ile yapılırken, bu
uygulama posta için verimli olmamış, hazine büyük kayıplara
uğramıştır. Mültezimler, daima ticari kaygıyla kendi
çıkarlarını düşünmüşler, az giderle çok gelir sağlamayı
arzulamışlardır. Özellikle devletin önemli işlerinin yabancı
ellere verilmesinin son derece güvenlikten yoksun olduğu
anlaşılmıştır. Mültezim yetkilerini kötüye kullanmış, uygunsuz
durumlar ortaya çıkmıştır (7). Posta mültezimi İsmail Paşa,
iltizam sonunda bazı uygunsuz davranışları dolayısıyla suçlu
görülmüş ve yapılan muhakemesi sonunda Bolu’ya sürülmüştür
(8).
Bütün bu sonuçlar Osmanlı yönetimince denenerek
anlaşıldığından, belgelerle birlikte bir raporda belirtilerek
iltizam idaresine son verilmiş ve posta alanında devlet
tekelinin varlığı korunmuştur.
Osmanlı Devleti, posta alanında devlet tekeline engel olan
yabancı postalarla mücadeleye Kırım Savaşı (1856) sırasında
başlamış ve Lozan Anlaşmasıyla da tamamen ortadan
kaldırmıştır.
Posta ve Telgraf Nezareti, 1909 yılına kadar sürmüştür. Bu
tarihte Genel Müdürlük haline getirilmiştir. 1911’de PTT
Bakanlığı, 1913 yılında da “Posta Telgraf ve Telefon İşletmesi
Umum Müdürlüğü” adını alarak İçişleri Bakanlığı’na
bağlanmıştır.
23 Mayıs 1909 yılında manuel telefon santralı İstanbul’da
hizmete girmiştir. 6 Mayıs 1911’de İstanbul ve çevresinin
telefon imtiyazı 30 yıl süreli Herbert Lows Webb’e
verilmiştir. Webb, İstanbul Telefon Anonim Şirketi adıyla bir
şirket kurmuştur. Hükümet, Birinci Dünya Savaşı sırasında 14
Mart 1915’de şirkete el koymuştur. Bundan sonra da şirkette
çalışan yabancı memurlar, İstanbul’u terketmişlerdir. Şirket,
1919’a kadar beş Türk mühendis ve 15-20 kadar fen memuru ile
faaliyetini sürdürmüştür. 28 Ağustos 1919’da adı geçen şirket,
tekrar eski sahiplerince yönetilmeye başlanmıştır (9).
Cumhuriyet Dönemi
16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ve işgalcilerin
telgrafhanelere girmesiyle Ankara Hükümeti haberleşme işini
almak zorunda kalmıştır. Önce doğrudan Mustafa Kemal’e bağlı
olarak kurulan Posta ve Telgraf Bürosu, TBMM açılınca İçişleri
Bakanlığı’na bağlanmıştır. Daha sonra telgraf ve posta
hizmetleri, bu büronun genel müdürlük şeklinde örgütlenmesiyle
Lozan Antlaşması’na kadar yürütülmüştür.
Osmanlı Devleti’nde haber iletme hizmeti, Reuter, Havas gibi
yabancı ajanslar tarafından yapılmaktaydı. 11 Mayıs 1911’de
hükümet tarafından yetkilendirilen Osmanlı Ajansı da aslında
yabancı bir ajansdı. Ülkeyle ilgisi sadece isminden ibaretti.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar çalışan bu ajansın yerini Milli
Ajans almış, Milli Ajans’ın çalışmaları da daha sonra
durdurulmuştur. Bu durumdan Havas ve Reuter yararlanmış ve
itilaf devletleri tarafından 27 Mayıs 1919 tarihinde
Türkiye-Havas-Reuter Ajansı kurulmuştur (10).
Anadolu’da yürütülen ulusal hareket ve Ankara yönetimi ile
ilgili haberlerin ülke içine ve dışına bir yabancı ajans
tarafından yayılması, gerçeklerin saptırılmasına yol açmıştır.
Üçüncü Ordu Müfettişi ve Padişah’ın Fahri Yaveri Mustafa
Kemal, Türkiye-Havas-Reuter Ajansı’nın yaydığı haber ile
gazetelerin yayını arasındaki çelişki üzerine Sadrazamlık
Makamı’na yazdığı yazısında “ajansın gerçeği saptırmak
konusunda kendini yetkili görme cüretini” soruşturulmaya değer
görmüş ve “milli vicdanı temsil etmeyen haberlerin endişe ve
tepkiye yol açabileceğini” belirtmiştir (11).
Mustafa Kemal, haberleşmenin ülke bağımsızlığını ve milli
birliği sağlamadaki önemi üzerinde durmuş, bu alanda
yabancıların çalışmasını sakıncalı görmüş, 20 Nisan 1920’de
Anadolu Ajansı’nın resmen kurulduğunu açıklamıştır. TBMM’den
üç gün önce kurulan ajans, Kurtuluş Savaşı’nın zor günlerinde
Anadolu’daki gelişmeleri ülke çapında ve uluslararası düzeyde
duyurmayı amaçlamıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal’in yayınladığı
kuruluş bildirgesinde, ajansın temel görevleri iç ve dış
haberlerin en doğru şekliyle toplanması ve bu haberlerin en
geniş kitleye aktarılması olarak belirlenmiştir (12). Bir
ulusun bağımsızlığının kazanılması ve korunması için o
ülkedeki haberleşme hizmetlerinin ne kadar stratejik olduğu ve
yabancılara terkedilemeyeceği gerçeğini de Anadolu Ajansı’nın
oluşturulma zorunluluğu ortaya koymaktadır.
Mustafa Kemal, tüm ülkede haberleşme hizmetlerinin eksiksiz
yerine getirilebilmesi için iyi bir haberleşme ağına gerek
duymuş ve bu konuda büyük gayret göstermiştir. TBMM’nin 1 Mart
1923’de üçüncü yasama yılını açış konuşmasında, telgraf
hizmetinde haberleşme şebekesinin onarımına başlanacağı, batı
illerinde 2000 km., doğu illerinde de ihtiyaca göre yeni
hatların yapılacağını belirtmiştir. Aynı şekilde il, ilçe ve
bucaklarda posta ve telgrafhanelerin kurulacağını, yeni sistem
makinalarla donatılacağını ve posta seferlerinin
arttırılacağını açıklamıştır. Teknik telgrafçılık öğrenimi
amacıyla Telgraf Yüksek Okulu’nun canlandırılacağını ve uygun
illerde dersaneler açılacağını belirtmiştir (13).
1926 yılında Ankara’da, 1928 yılında İzmir’de, 1931 yılında da
İstanbul’da otomatik telefon santralının kurulması ile
şehiriçi otomotik telefon görüşme imkanı başlatılmıştır. 1929
yılında da Ankara-İstanbul arasında şehirlerarası manuel
telefon görüşmesi sağlanmıştır.
1933 yılında Posta Telgraf ve Telefon (PTT) İşletmesi Genel
Müdürlüğü adıyla Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı olarak hizmet
vermiştir. 1 Haziran 1936’da ise haberleşme ile ilgili tüm
hizmetler PTT tekeline bırakılmıştır.
30 Ağustos 1935’de İstanbul Telefon Anonim Şirketi’nin elinde
bulunan bütün tesisatı devlet, Herbert Lows Webb’den satın
alarak işletmeye başlamıştır (14). Cumhuriyetin ilk yıllarında
haberleşme alanında yabancı uzmanlardan yararlanılmış ve
haberleşme sisteminin geliştirilmesine çalışılmıştır. 1936
yılında çıkartılan 2290 sayılı kanunla Posta Telgraf ve
Telefon İdaresi’nin kurumsal yapısı ve görevleri
tanımlanmıştır.
PTT, 1953’de 6145 sayılı yasa ile İktisadi Devlet Teşekkülü’ne
dönüştürülmüş, 1983’de 120 sayılı KHK ile yapısı, organları,
görev ve yetkileri yeniden belirlenmiş, 1984’de 233 sayılı KHK
ile Kamu İktisadi Kuruluşu statüsüne geçirilmiş ve PTT Genel
Müdürlüğü’nün ana statüsü belirlenmiştir (15).
1933 yılından 1994 yılına kadar 61 yıl PTT Genel Müdürlüğü
adıyla faaliyet gösteren kuruluşun hükmi şahsiyeti, 4000
sayılı yasayla 1-5-1995 tarihinden itibaren resmen ve fiilen
ortadan kalkarak PTT ismi tarihe karışmıştır.
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketi’nin Kurulması
10-6-1994 tarih ve 4000 sayılı kanun, 4-2-1924 tarih ve 406
sayılı Telgraf ve Telefon kanununun birinci maddesini
değiştirerek posta ve telgraf hizmetleriyle telekomünikasyon
hizmetlerini birbirinden ayırmıştır (16).
4000 sayılı kanunun birinci maddesinde, posta ve telgraf tesis
ve işletmesine ilişkin hizmetlerin, T.C. Posta İşletmesi Genel
Müdürlüğü’nce, telekomünikasyon hizmetlerinin ise Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketi tarafından yürütülmesi hükme
bağlanmıştır.
4000 sayılı kanunun gerekçesinde “telekomünikasyon
hizmetlerinin posta ve telgraf hizmetlerinden ayrılarak daha
verimli bir şekilde yürütülmesi ve aynı zamanda finansman
kaynağı sağlanmasının amaçlandığı” belirtilmiştir (17).
Telekomünikasyon hizmetlerinin kanun gerekçesinde belirtildiği
gibi “finansman kaynağı sağlamak” ya da başka bir ifade ile
özelleştirilebilmesi amacıyla bu hizmetleri yerine getiren
kuruluşun yüzde 49 hissesinin satılabilmesi ancak bu kuruluşun
anonim şirket olarak örgütlenmesi ile mümkün olmaktadır. Bu
nedenle Türk Telekomünikasyon şirketi anonim şirket olarak
kurulmuş ve 233 sayılı KHK, Türk Ticaret Kanunu (kuruluş ve
tescile ilişkin hükümler hariç) ve özel hukuk hükümlerine
bağlı tutulmuştur.
Yasa ile sermayesinin yüzde 51’i devlete ait diğer bir ifade
ile KİT olan bir şirketin denetimi, TBMM tarafından yapılması
gerekirken yasada yapılan değişiklik ile özel hukukla
ilişkilendirilmiştir (18). Yapılan değişiklik ile TBMM
denetimine bağlı olan bir KİT, ikiye ayrılmış, bir bölümü
anonim şirkete dönüştürülmüş, diğer bölümü de KİT statüsünde
bırakılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, yasada Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin
denetimiyle ilgili özel bir kural bulunmadığını belirterek,
şirket denetiminin 233 sayılı KHK’nin 39. maddesinde
belirtilen kurala bağlı olduğuna dikkat çekmektedir (19). Bu
maddeye göre teşebbüsler, müesseseler ve bağlı ortaklıklar,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun mali, idari ve teknik
yönden sürekli denetimine tabidir. Denetim raporlarının
Başbakanlıkça, TBMM KİT Komisyonu’na sunulacağı ve böylece
Anayasa’nın 165. maddesine göre öngörülen TBMM adına denetimin
gerçekleştirileceği belirtilmiştir.
Türk Ticaret Kanunu esaslarına göre 30 Haziran 1994 tarihinde
tescil edilen ve kısa adıyla “Türk Telekom” olan şirketin
amaçları ana sözleşmesinde belirtilmiştir (20). Buna göre
şirket: Ulusal ekonominin hedeflerine uygun olarak karlılık ve
verimlilik ilkeleri doğrultusunda telekomünikasyon alanında
çalışmak, sermaye birikimine yardım etmek, daha fazla yatırım
kaynağı yaratmak, telekomünikasyon sektöründe yatırım, tesis
ve işletmecilik yapmak, mal ve hizmet pazarlaması, ithalat ve
ihracat yürütmek amacıyla kurulmuştur.
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün amaçları ise, çok yönlü
hizmete cevap verebilecek düzeyde çağın süratine ve
verimliliğine ulaşmak, haberleşme hizmetlerini yurt düzeyine
dengeli bir şekilde götürmek ve gelişmiş teknolojiyi
kullanmak, yılların ihmaline uğramış posta hizmetlerine olan
talebi yükseltmek, gelişmiş ülkelerde uygulanan modern posta
hizmetlerinin ülkemizde de uygulamasını gerçekleştirmektir
(21).
Haberleşme Hizmetlerinde Konsorsiyumlar (22) Dönemi
Telefon Hizmetleri
PTT, ilk olarak 1985’de malzeme ve kablosu kurum tarafından
verilmek üzere telefon şebekesi için ihaleler yapmaya
başlamıştır. Kar oranı yüksek alanların çeşitli sermaye
gruplarına verilmesi bu dönemin en önemli özelliğini
oluşturmaktadır. Örneğin Ankara, üç bölgeye ayrılmış ve her
bölge farklı gruplara ihale edilmiştir. Ankara’yı paylaşan
şirketler, kazı yapmak gibi karlı işleri kendileri yapmış ve
kablo temin etmiş, kabloların döşenmesi gibi emek yoğun işleri
ise çok düşük ücretlerle işçi çalıştıran taşeron firmalara
yaptırmışlardır. Bu şirketlere 1991-1996 yılları arasında 1996
birim fiyatlarıyla 3,5 trilyon TL. ödenmiştir (23).
Data Hizmetleri
PTT’nin data (veri) haberleşmesi alanında önemli bir girişimi
olan Türkiye Paket Anahtarlamalı Data (TURPAK) şebekesinin
(24) kurulması için 15 Aralık 1988’de Kanada kökenli çok
uluslu bir firma olan Nothern Telecom International Limited
Şirketi ile gelir paylaşımına dayalı yedi yıllık bir sözleşme
imzalanmıştır. Sözleşmeye göre şirket, teçhizatlarını ve
yazılımlarını PTT’ye teslim edecek, montajını yapacak ve
PTT’den gelir payını alacaktır. Gelir payı ödemesinin
başlangıç tarihi olarak sözleşmeye göre en az 60 abonenin
şebekeye bağlandığı Mart 1990 dönemi alınmıştır (25). Yedi
yılın 1996’da tamamlanmasıyla tüm teçhizat Türk Telekom’a
devredilmiştir. Ancak şirket, gelir paylaşım sözleşmesinin
bitiminde bile Türk Telekom’dan büyük boyutlarda gelir elde
etmiştir. Çünkü TURPAK altyapısının iyileştirilme kapsamında
Tellabs marka sayısal veri şebekesi cihazları, Netaş
tarafından Türk Telekom’a satılmıştır. Netaş’ın 1994 yılındaki
hisse dağılımına göre yüzde 51’lik hissesi Nothern Telecom’a
aittir. Firmada büyük ölçüde yabancı ortağın teknolojisi
kullanılmaktadır (26). Burada dikkat edilmesi gereken bir
nokta da yabancı ortakların kendi çıkarları doğrultusunda
teknolojik bağımlılığa yol açmış olmalarıdır.
Bir başka data hizmeti ise TURNET’tir. Bilgi sağlayıcılar ile
kullanıcılar arasında bilgisayarlar aracılığı ile data
haberleşmesine olanak veren global bir şebeke olan İnternet’e
bağlantı sağlamak amacıyla TURNET (Ulusal İnternet Altyapı
Ağı) projesi geliştirilmiştir. Bu proje ile ticari kuruluşlara
hizmet vermek amaçlanmıştır (27). Gelir paylaşım esasına
dayalı bu sözleşme de Türk Telekom ile Satko ve Sprint
Konsorsiyum’u arasında 1-3-1996 tarihinde imzalanmıştır
(28).Yedi yıllık sözleşmeye göre Konsorsiyum ilk yıl gelirin
yüzde 30’unu alacak, yedi yıl sonunda geliri yüzde 20’ye
düşecektir. Satko, Konsorsiyumdan 1997’de ayrılmıştır. Gelir,
Amerikan Telekomünikasyon Şirketi Sprint ile Türk Telekom
arasında paylaşılmaktadır. Telekomünikasyon sektörünü
özelleştirmiş bir çok ülkede başrol oynayan bir şirket olması
ve TURNET’te sadece bir yıl içinde tek başına kalması,
şirketin tekel olma yeteneğini ve gücünü ortaya koymaktadır.
Türk Telekom’un TURNET kapsamında Global-One ile yaptığı
sözleşme gereğince, yurt dışı hatları yüzde 70 doluluğa
eriştiği zaman, Global-One, hat kapasitesini arttırmakla
yükümlü olmasına ve hat kapasitesinin tamamen dolu olmasına
rağmen bu yatırım 1998 başında hala yapılmamıştır. Bu durum,
uluslararası bir şirket olan Global-one’ın hizmet anlayışına
ve Türk Telekom’un çok uluslu şirketler karşısındaki yaptırım
gücüne tipik bir örnektir (29).
Kablo TV Hizmetleri
PTT, Kablo TV hizmetleri için ise altı konsorsiyum ile
sözleşme imzalamıştır. Özel radyo televizyon yayınlarının
çoğalması ile birlikte giderek sıkışık hale gelen frekans
spektrumuna Kablo TV hizmeti bir alternatif çözüm olarak
sunulmuştur. 1989 yılında başlatılan bu uygulamada abone
sayısı 1992’den bu yana on kattan fazla artmıştır. Mevcut
dokuz ilde hizmet vermekte olan kablo-TV şebekesine yeni
özellikler kazandırmak ve kanal kapasitesini arttırabilmek
amacıyla gelir paylaşım esasına dayalı sözleşmeler ilk olarak
1991 yılında imzalanmıştır (30). 1997 yılının sonunda ise
kablo-TV yayınına başlanan dokuz ildeki teknolojinin
yenilenmesi için ihaleler yapılmıştır. 1997’de yapılan
ihalelerin 1991’deki ihalelerden önemli farkları vardır. Bu
ihalelerle, sadece kablo yapımı değil, kablolu TV işletmesi de
10 yıllığına özel şirketlere devredilmiştir. Türk Telekom,
artık sadece para tahsil eden ve özel şirketlere payını ödeyen
bir aracı haline gelmiştir. Şirketler, kablolu TV’nin her
aşamasında söz sahibi olurken, konsorsiyumlarda da medya
tekelleri yer almıştır (31).
Uydu Haberleşme Hizmetleri
PTT, uluslararası özel data, teleks ve fax türü
hizmetlerin sağlanabilmesi için 18-2-1991 tarihinde ABD’nin
resmi uydu haberleşme kurumu olan Comsat firması ile bir
anlaşma imzalamıştır. Anlaşma, gelir paylaşım esasına göre
yapılmış ve Comsat Dijital Hizmetleri Ticaret A.Ş., gelirin
yüzde 60’ını almak koşulu ile PTT hizmet binasına uydu yer
istasyonu sistemleri monte etmiştir. Bu sözleşme ile
sağlanacak IBS (Intelsat Business Service) hizmeti,
İstanbul’da kurulan bir yer istasyonu aracılığı ile Türkiye,
Avrupa ve ABD arasında özel ve ticari alanlarda haberleşmeyi
gerçekleştirecektir.
TÜRKSAT uyduları üzerinden dağınık birimlere sahip holding,
otel, banka gibi özel şirketlere çok küçük çaplı uydu
terminalleri aracılığı ile data haberleşmesi sağlayan VSAT (Very
Small Aperture Terminal) şebekeleri gelir paylaşım yöntemi ile
kurulmuştur. 25-1-1994 tarihinde VSAT ihalesini iki
konsorsiyum kazanmıştır. Konsorsiyumlardan biri Koç Unisys,
Comsat ve Sumitomo firmalarından oluşmaktadır. Diğer
konsorsiyum ise Netaş, Hughes Erba ve Çukurova Holding
tarafından oluşmuştur. Birinci konsorsiyum Comsat adıyla
ikinci konsorsiyum da kurduğu Verinet firması ile hizmet
verecektir. VSAT hizmetinden, 10 yıllık yapılan anlaşmaya göre
elde edilecek gelirin yüzde 72,1’i PTT’ye, yüzde 27,9’u da
konsorsiyumlara ait olacaktır (32).
Mobil Telefon Hizmetleri
Hareket halindeki abonelere hizmet vermek için GSM (Global
System for Mobile Communication) sayısal teknolojiye dayalı,
hücresel bir mobil telefon sistemidir. Uluslararası serbest
dolaşım, cep boyutlarında hareketli cihazlar, yüksek
haberleşme kalitesi ve gizlilik sistemin üstünlüğünü
oluşturmaktadır. Bu sistemin Türkiye’de kurulup hizmete
verilmesi amacıyla 30-3-1993 tarihinde ihaleye çıkılmıştır.
İhaleyi Detecon, Alcatel-Sel, Siemens AG, Teletaş ve Simko’nun
oluşturduğu TELSİM Konsorsiyumu ile Ericson, Telekom Finland,
Çukurova Grubu, Kavala Grubu, Penta Tekstil A.Ş.’nin
oluşturduğu TÜRKCELL Konsorsiyum’u kazanmıştır. Yapılan
sözleşmelerde, “yasal düzenlemelerle daha sonra lisansa
dönüştürülmek üzere” kaydı yer almış ve sözleşmelerin 15 yıl
geçerli olacağı belirtilmiştir. Gelir paylaşım esasına dayanan
sözleşmelerde gelirler, tesis ücreti, aylık sabit ücret ve
mobil orijinli aramalardaki konuşma ücretine ait gelirler
olarak tanımlanmıştır. Burada belirtilen gelirlerden vergiler
(KDV+ Haberleşme Vergisi) düşüldükten sonra kalan net tutarın
yüzde 32,9’u Türkcell ve Telsim’e, yüzde 67,1’i ise Türk
Telekom’a kalacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da ulusal
telefon şebekesi orijinli aramalarda her dakika için, bir
kontürlük telefon ücretinin, Türk Telekom tarafından
konsorsiyumlara ödenmesidir. Yani normal bir telefon abonesi,
cep telefonu abonesi olmadığı halde, herhangi bir cep
telefonunu aradığı zaman Türk Telekomla birlikte konsorsiyuma
da ücret ödemek zorunda bırakılmıştır.
Gelir paylaşım sözleşmelerinde, lisans devri bedeli olarak,
firmanın birinci yıl bedelin yüzde 50’sini, ikinci yıl yüzde
25’ini, üçüncü yıl da geri kalanını ödemesi
kararlaştırılmıştır. Sözleşme ile Türkiye’de GSM abone sayısı
400.000’e ulaşana kadar lisans devrinin bu iki firma ile
sınırlı tutulması, yani başka şirketlere lisans verilmemesi de
güvence altına alınmıştır. Gelir paylaşım sözleşmelerinin
yapıldığı dönem, GSM sistemi abonelerinin sayısı 1994’de
81.968, 1995’de 332.716 olurken 1996 yılında ise 691.000’e
ulaşmıştır (33).
1996 yılında 4161 sayılı yasaya (34) lisans sözleşmeleri ile
ilgili bir geçici madde konulmuş; bu geçici altıncı
maddenin”...bu sözleşmelerdeki lisans esasına geçişle ilgili
hükümler saklı kalmak üzere” hükmü Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmiştir. Mahkeme bu iptale yönelik
yürürlüğün durdurulması istemini ise reddetmiştir. Anayasa
Mahkemesi Başkanı, bu konuda yaptığı açıklamada bu durumun bir
“karar açıklaması” olmadığını, sadece “sonuç bildirme”
olduğunu ifade ederek ilgililere bir an önce Anayasa’ya
uygunluk denetimi konusunda yararlanıp, gereken çalışmaları
yapma olanağı vermek amacıyla sonuç bildirdiklerini
belirtmiştir (35). Bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin
gerekçeli kararı beklenmeden ve Devlet İhale Kanunu’na uygun
ihale açılmadan gelir paylaşım sözleşmeleri, 27 Nisan 1998’de
lisans sözleşmelerine dönüştürülmüştür. Peşin bir milyar
dolara gerçekleştirilen lisans devri sözleşmesine göre, cep
telefonlarından elde edilen gelirin yüzde 74’ünü Türkcell ve
Telsim, yüzde 15’ini Hazine ve yüzde 11’ini Türk Telekom
alacaktır. 25 yıl süre ile geçerli olacak sözleşme ile cep
telefonu, özel şirketlere neredeyse tamamen devredilmiş
olmaktadır.
1996 yılında cep telefonlarından elde edilen 31 trilyon TL.lik
gelirin 20 trilyon 816 milyar lirasını Türk Telekom alırken,
10 trilyon 206 milyar lirasını Türkcell ve Telsim almıştır.
Lisans devrinin yapıldığı Nisan 1998’de toplam cep telefonu
abonesi 1,5 milyon civarındadır. 1996 yılı rakamları ile
691.000 cep telefonu abonesinden elde edilen gelir, dönemin
döviz kuru ile ifade edildiğinde 300 milyon ABD doları
olmaktadır. Bu durumda lisans devri yaklaşık 15 aylık gelire
karşılık 25 yıllığına devredilmiştir. Oysa aynı dönemde
Almanya\'da, Mannesman firması Türkiye\'de devredilen hakkın
60 katını önermişti (36). Buradan da anlaşıldığı gibi
Türkiye\'deki cep telefonu lisans hakkı, Almanya\'dakinin
60\'ta birine verilmiş olmaktadır. Ayrıca her biri 500 milyon
dolara devredilen lisans haklarının abone ve alt yapısının da
hazır olduğu düşünüldüğünde bedelin oldukça düşük tutulduğunu
söylemek mümkündür.
GSM\'de üçüncü lisans ise 2000 yılında İş Bankası ve Telekom
Italia konsorsiyumuna verilmiştir. Lisans bedelinin 2.5 milyar
dolar olması, abone ve alt yapısının bulunmaması ve bunların
maliyetinin de en az lisans bedeli kadar olabileceği dikkate
alındığında aradaki farkın büyüklüğü daha iyi ortaya
çıkmaktadır.
Türk Telekom’un, Ulaştırma Bakanlığı ile ilişkisi göz önünde
tutulduğunda, lisans ve ruhsatlar konusunda piyasaya giriş ve
çıkış koşullarının belirlenmesinde fiilen düzenleyici konumda
olduğu söylenebilir. Böyle bir konumda bulunmasına rağmen
tekel gücünü kullanamamış, gelirden alacağı pay azaldığı için
tüketici rantını konsorsiyumlar lehine kaybetmiştir.
SONUÇ
Haberleşme hizmetlerinde, Tanzimat Dönemi’nin mültezim
uygulamaları ile bugünün konsorsiyum uygulamaları arasında
bazı ortak paydalar olduğu söylenebilir. Örneğin her iki
dönemde de devlet,toplu gelire kavuşmak amacı ile bu
hizmetleri özel yönetimlere bırakmıştır. Her iki uygulamada da
firma ya da kişiler, toplum yararını gerçekleştirme yerine
kişisel çıkarlarını ön planda tutmuştur. Mültezimlerde olduğu
gibi konsorsiyumlarda da ticari kaygı ve az giderle çok gelir
sağlama düşüncesi egemendir. Mültezim uygulamasında hazine
büyük kayıplara uğramış, hizmette verimlilik sağlanamamıştır.
Benzer kayıplarla konsorsiyum uygulamalarında da
karşılaşılmıştır. Konsorsiyumlara devredilen hizmetlerin
değeri doğru saptanamamış, alıcının belirlenmesinde ayrıcalığa
yol açılmıştır. Lisans devri gerçekleştirilen GSM
konsorsiyumları ile yapılan sözleşmede hazinenin çok büyük
kaybı olduğu yukarıdaki örneklerle açıkça ortaya çıkmıştır.
Ayrıca gelir paylaşım sözleşmelerinde toplam abone sayısının
400.000’i geçmesi halinde, pazara yeni firmaların gireceği
koşulu olmasına rağmen, Türkiye’deki GSM piyasasına, yapılan
ihaleye başka firmaların girmesi engellenerek iki
konsorsiyumla sınırlandırılması da rekabete engel
oluşturmuştur. Bu durum da alıcıların belirlenmesinde
ayrıcalık yapıldığına bir örnektir. Konsorsiyum uygulamaları
ile tekelciliğin önüne geçildiği şeklindeki gerekçelerin de
inandırıcılığı bulunmamaktadır. Çünkü tekelciliğin en açık
uygulaması, konsorsiyumlar altında büyük bir işbirliği ile çok
uluslu şirketler tarafından yapılmaktadır. Ülkemizdeki cep
telefonu hizmetinin pahalılığı bu durumu doğrulamaktadır.
Eğitimde ilerlemek ve bilgi çağının gerisinde kalmamak için
yurdun her köşesine ve her vatandaşa ulaşan bir haberleşme
altyapısı oluşturmak, ülkemiz için son derece önemlidir. Bu,
kamu hizmeti ilkesinin de bir gereğidir. Türk Telekom,
konsorsiyumlarla işbirliği sürecinde, bu derecede önemli bir
işlevi yerine getiremeyecek bir duruma gelmek üzeredir.
Özelleştirme uygulamaları, devletin ülke ekonomisi üzerindeki
denetimini azaltmış, buna karşılık uluslararası sermayeye
bağımlılığını arttırmıştır. Bu uygulamalar sonucunda
hükümetler, kendilerini iktidara getiren halka karşı değil de,
uluslararası sermayeye karşı sorumlu hissetmişlerdir. Çünkü
özelleştirme, uluslararası sermaye iktidarını, yerli
iktidarlara göre daha güçlü hale getirmektedir. Bir ülkenin
ulusal bağımsızlığı ve güvenliği açısından çok önemli olan
telekomünikasyon hizmetlerinin, uluslararası konsorsiyumlara
bırakılması ile devletin bu alandaki denetimi de uluslararası
sermayeye geçmiştir. Bu derecede önemli bir sektörün, devlet
eliyle yabancı firmaların egemenliğine bırakılmasının diğer
bir sonucu ise teknolojik bağımlılığa da yol açılmış
olmasıdır. Özellikle telekomünikasyon cihazları üretiminde
önemli paya sahip Netaş ve Teletaş şirketlerinin
özelleştirilmeleri sonucu oluşan durum, teknolojik bağımlılığa
iyi bir örnektir. Bu iki firma, özelleştirme sonrası teknoloji
üretmek yerine, çok uluslu firma tarafından belirlenen küresel
politikalar gereği sadece ürün geliştirmeye yöneltilmiştir.
Türkiye’de haberleşme sistemi siyasal iktidarın denetiminden
giderek uzaklaşmaya başlamıştır. Özellikle son yıllarda sıkça
görülen konsorsiyum uygulamaları, uluslararası sermaye ile
farklı bir ilişkiye girilmesini de beraberinde getirmiştir.
Haberleşme dün mültezimlerin elindeydi, bugün
konsorsiyumların. Mültezim uygulamalarının olumsuz sonuçları,
merkezi denetime alınma zorunluluğu, Tanzimat döneminde fark
edilmiş, bu doğrultuda çeşitli adımlar atılmıştır. Bu sorun,
özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün başlattığı
girişimlerle çözülmeye çalışılmıştır. Ancak, bugünkü
konsorsiyum uygulamaları tüm bu gelişmelere bir tezat teşkil
etmektedir. Ne şekilde uygulanırsa uygulansın en azından
mültezim yerli idi. Oysa telekomünikasyon sektöründeki
konsorsiyumlar yabancı firmalardan da oluşabilmekte, bu durum
denetim, politika oluşturma, sermaye ve teknolojik bağımlılık
açısından birçok sakıncaya da yol açmaktadır. Bu türden bir
gelişmeyi ise ne imparatorluk ne de ulus devlet geleneğine
sahip ülkelerde görmek pek mümkün değildir.
KAYNAKÇA:
1) Katma değerli hizmetler: Temel hizmeti (abone
tarafından gönderilen bilgiyi) biçim, içerik, protokol veya
diğer yönleriyle bir işleme tabi tutan bilgisayar
uygulamalarıyla birleştiren veya aboneye ilave farklı veya
yeniden şekillendirilmiş bilgi sunan ya da abone ile
stoklanmış bilgi kaynağı arasında karşılıklı ilişki sağlayan
hizmettir.
2) Korkmaz ALEMDAR, Türkiye’de Çağdaş Haberleşmenin
Tarihsel Kökenleri, AİTİA Yayın No: 165, Ankara:1981, s.,21.
3) Hakkı Dursun YILDIZ, 150 Yılında Tanzimat, Türk
Tarih Kurumu Yayını, Ankara: 1992, içinde: Nesimi YAZICI,
“Tanzimat Döneminde Osmanlı Haberleşme Kurumu” ss., 139-141.
4) YAZICI, agm., s.,175.
5) YAZICI,agm.,s.176.
6) Devletin gelirlerinden (maden ocağı, tuzla,
darphane, gümrük v.b.) birisi üzerindeki hakkını arttırma
usulü ile ve belirli bir süre için bir kimseye ondan aldığı
peşin veya taksit para karşılığı devretmesidir. Hazine,
mültezimlerin yaptığı teklifler arasından en yüksek teklifi
yapan mültezime 3-69 yıl arasında değişen bir süre ile bu
hizmeti devrederdi. Bu süre içinde mültezim, devletin
sağladığı mali, idari ve adli kolaylıklardan faydalanarak
kanunların çizdiği sınırlar içinde tam bir özel girişimci gibi
hareket ederek arttırmada saptanan miktarı hazineye ödedikten
sonra kalan kısmını kendi şahsi ve meşru karı olarak
kazanırdı. Mültezim, bir şahıs olabileceği gibi bir ortaklık
da olabilirdi.( Mustafa YILMAZ ve diğerleri, Atatürk ve
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ekim 1998, s.,
75)
7) Mehmet Ali, “Posta Mebahisi; Postanın İltizam
Devri”, Posta Telgraf Mecmuası, 1331 (Miladi 1915), Sayı:169,
Cilt:15,ss., 45-46.
8) YAZICI, agm.,s., 178, dipnot.
9) Altemur KILIÇ, “Manyetolu Telefondan Cep
Telefonuna”, Tarih ve Toplum, Temmuz 1994, Sayı:5, ss., 55-57.
10) Korkmaz ALEMDAR, İletişim ve Tarih, İmge Kitabevi,
Ankara, 1996, s.,60.
11) ATATÜRK’ün TBMM’ni Açış Konuşmaları, TBMM Kültür
Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:30, TBMM Basımevi, Ankara:
1987,s., 6.
12) Bülent VARLIK, “Mütareke ve Milli Mücadele Basını”,
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim
Yayınları, 5. Cilt, s.,1205.
13) ATATÜRK’ün TBMM’yi Açış Konuşmaları, age., s.,98.
14) Aliye ÖNAL, “Türkiye’de İlk Telefon Teşkilatı”,
Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Dün-Bugün-Yarın, Nisan 2000,
Sayı 39, ss., 47-52.
15) RG., 9-11-1984, Sayı: 18570.
16) RG., 18-6-1994, Sayı: 21964.
17) RG., 28-1-1995, Sayı: 21185.
18) Anayasa’nın 165. maddesine göre “sermayesinin
yarısından fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıklarının TBMM’nce
denetlenmesi öngörülmüştür.
19) Anayasa Mahkemesi’nin 22-12-1994 tarih ve
E.1994/70, K.1994/65-3 sayılı kararı. RG., 24-12-1994,
Sayı:22151.
20) Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi Ana sözleşmesi
(Md.3), Ticaret Sicil Gazetesi, 1-7-1994, Sayı:3564, Sicil No:
103633.
21) Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü Faaliyet Raporu
(1995-1996), APK Daire Bşk., s.,5.
22) Konsorsiyum, genel anlamda bir amaca ulaşmak için
çeşitli kuruluşların geçici olarak işbirliği yapmalarını ifade
etmektedir. (Rona TURANLI Taner İŞGÜDEN, Ekonomi Sözlüğü,
Bilim Teknik Yayınları, İstanbul:1987, s., 188.
23) Funda BAŞARAN- Önder ÖZDEMİR, Telekomünikasyonda
Özelleştirme, KİGEM Yayını, Ankara:l998, s., 100.
24) Bilgisayar sistemlerine haberleşme olanağı sağlayan
TURPAK, yurt dışı bağlantıları aracılığı ile dünyaya entegre
olmuş biçimde aranılan bilgiye, hangi sistemde saklandığına
bakılmaksızın anında ve kolay erişim sağlamaktadır.
25) PTT Genel Müdürlüğü, 3-6-1993 tarihli Brifing
Raporu, s.,34.
26) Alkan SOYAK, Teknolojik Gelişme ve Özelleştirme,
Kavram Yayınları, İstanbul: 1996, ss., 103-107.
27) Bu projeye kadar Tübitak ve ODTÜ’nün internet
hizmeti için kullandığı TR-NET sistemi akademik ve araştırma
kuruluşlarınca kullanılmaya devam ederken, internet
hizmetlerinden yararlanma olanaklarını genişletmek ve mevcut
kapasite sorunlarını çözmek için başlatılmış bir girişimdir.
28) Türk Telekom, Nisan 1996, Sayı: 4, s., 27.
29) BAŞARAN-ÖZDEMİR,age., s., 107.
30) Ankara ve Adana bölgelerinde, 30-1-1991 tarihinde
Hollanda kökenli NKF Kabel, PHILIPS Kommunikations Industrie
A.G. ve STFA Konsorsiyum’u; İstanbul, Ankara ve Konya’da
1-2-1991 tarihinde SIMKO A.Ş., SIEMENS A.G. ve KATHREIN
Konsorsiyum’u; Ankara, Antalya ve İstanbul’da 3-3-1991
tarihinde TELETAŞ ve ERE A.Ş. Konsorsiyum’u ile sözleşme
imzalanmıştır.
31) Doğan Medya Grubu, SIEMENS Konsorsiyumunda yer
almış, İnterstar’ın sahibi Rumeli Holding ise birçok ihaleye
doğrudan katılmıştır.(Başaran-Özdemir,age., ss.,100-101)
32) Türk Telekomünikasyon A.Ş. Faaliyet Raporu,
1996-1997, ss., 18-21.
33) Telekomünikasyon İstatistikleri,1996, s.,241.
34) RG., 5-8-1996, Mükerrer sayı: 22718.
35) Milliyet, 24-1-1997.
36) Cumhuriyet, 17 Haziran 2000,s.,15.
37) İ.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisim No: 23-24
(Ekim 2000-Mart 2001) |
|
|
|
|
|
|
|