|
|
................... |
|
................... |
TÜRKİYE'DEKİ
ABAZALAR
|
Aslan Aguajba
Çeviri: Talgat Nurbergen - Habat Şogan |
|
|
................... |
|
................... |
Tarih fırtınası tarafından
dünyanın dört bir yanına savrulmuş olan Kafkasyalıların
sayısı, günümüzde tam olarak bilinememektedir. Bazı
kaynaklarda 3 milyona kadar çıkan bu rakam, Ramazan Traho’nun
1950’li yılların başında Abaza ve Adigeleri kapsayarak vermiş
olduğu Çerkes nüfus dağılımına göre şu şekildedir: Türkiye’de 2 milyon, Mısır’da 100
bin, Suriye’de 15 bin, Ürdün’de 10 bin, Yunanistan’da 3 bin ve
Yugoslavya’da bin 300. Bir diğer araştırmacı yazar C. Özbay ise
daha farklı rakamlar vermektedir. O’na göre Türkiye’de 2
milyon 900 bin, Mısır’da 10 bin, Suriye’de 29 bin, Ürdün’de 15 bin,
Yunanistan’da 4 bin 800 ve Yugoslavya’da 2 bin 700 Çerkes
yaşamaktadır. Bugün Türkiye’de bu Kafkasya göçmenlerinin
torunlarını yaşadığı köyler hakkında 750 ile 830 arasında
değişen rakamlar verilmektedir.
Günümüz Türkiye’sinde araştırmacılar tarafından genellikle
200-300 bin, hatta kimi zaman 400-500 bin gibi rakamlarla
ifade edilen Türkiyeli Abaza (Abhaz ve Abazin) nüfusunun 100
bin’den az olmadığı konusunda hemen herkes hemfikirdir. Bu
Abaza nüfusun yaşadığı başlıca yerleşim bölgeleri, Adapazarı,
Hendek, Bolu, Düzce, Eskişehir, Bursa, İzmit, Samsun, Trabzon,
Sivas, Yozgat, Kayseri-Uzun Yayla ve Adana’dır. Türkiye’de
yaşayan Abazalar, Kafkasya’da atalarının göç ettiği coğrafya
ve konuşma aksanlarına göre birtakım alt gruplar içerirler.
Abhaz-Abazalar Axçıps, Bzıp, Guım, Sadz (Ciget), Dal ve Tzabal,
Tsüijı, Abjua dallarına ayrılırken Abazin-Abazalar ise Aşuva
ve Aşkarawa kollarından oluşurlar.
Ahçıps Abazaları Gubaade, Pshu ve civar bölgelerden
gelmişlerdir. Bunların ataları, 21 Mayıs 1864’de sonlanan
Kafkas-Rus savaşlarında silahlarını bırakmayı en son kabul
edenlerden olup Sadz Abazaları ve Wubıhlarla birlikte
Türkiye’ye göç etmişlerdir. Türkiye’de Adapazarı ve Hendek
yöresine dağılmış şu köylerde bulunmaktadırlar: Apsara,
Tshinara, Psırdzxa, Hucacbey, Tsuijbaa, K'uaratsuge, Gundza,
Şaratxua, K'ucza, K'uadza, Hacim-yikıta, Kalayık, Çakallık,
Bıçkı.
Bzıp Abazaları, genel olarak Adapazarı ve Düzce dolaylarında
yaşamaktadırlar. 230 haneli bir Bzıp köyü olan Kadir-yikıta’da
şu sülaleler bulunmaktadır: Mukba, Bganba, Kuadzba, İnapha,
Jiba, Agumba, Zuhba, Kobahiya, Watırba, Kaguş. Bu isimlerin,
günümüzdeki tipik Abhaz soyadları olmaları ilgi çekici...
Türkiye’de, Dal-Tzabal şeklinde isimlendirilen 24 köy vardır.
Bu gruptaki Abazaların dedeleri, Kafkasya’dan ayrılmadan önce
Abhazya’da şu 30 köyde yaşamaktaydılar: Akıtartsuh, Shotsaa
hable, Amhel, Awşta, Pşaur, Gerzaul, Untpır, Nawş, Guaa, Beş-yik'uara,
Maramba, Şukuran, Abgara, Campal, Pıuşta, Abgalahuara, Azantha,
Kada, Abgıdzara, Cegaşkar, Dal, Ajara, Kamgara, Zıma, Şeaku,
Warda, Tapş-ipa hable, Amzara, Lata, Dgentsış. Türkiye’de
Bursa, Bilecik, İnegöl ve Eskişehir’de karşımıza çıkan Dal-Tzabal’lı
Abhazların arasında şu sülaleler yer almaktadır:
Ajiyba, Samehxuaa, Şharıwa, Ahba, Awıbla, Abıgba, Kurdgelaa,
Capua, Papba, Ağanaa, Hurxumal, Brıtskil, Tsıtsba, Mollaa,
Calakuaa, Huaraa, Baüğdan, Abıcba, Watırba, Çengeliya, Akaüğba,
Arıüğta, Hripsaa, Bıtba, Agrba, Pıştar, Kuarciya, Mihaliya,
Abgımba, Nartıya, Cakuaa, Gıgaa, Abataa, Kabba, Klıç, Lapan,
Smır, Masaa, Kucba, Marşen, Kardan, Çaçaa, Amıçba, Aguasba,
Harziyaa, Gırcın, Hılpahtsua, Yuardan, Tılapsıguaa, Sugaa,
Sıdıkaa, Hıçınaa, Gogıya, Parhalıya, Agumaa, Samanıkua,
Gocapiya, Beya, Huhua, Tşıkuaa, Yaşba, Gumsaa, Huatışaa,
Erınaa, Trapşinaa, Kuablıhuaa, Tamşiguaa, Çatsuaa, Guasagiya,
Mışuaa, Tıkua, Bhazawa, Bjaraa, Auxba, Keaç-ipa, Tsudzı, Çakua,
Kbıcaa, Adzınba, Matsaa, Tagun, Tsuatsuaa, Çıguaa, Cincal,
Humat, Tsıtsba, Taldiya, Capraa, Karaç, Gumba, Kuaçaa, Tuanba,
Çegemaa, Hagba, Tapşeaa, Bgapş. Bütün bu aile isimlerine, 1867
yılında Çarlık Rusyası’ndaki yönetim tarafından düzenlenmiş
Tzabal savaş bölgesinde yaşayan ailelerin isim isim
kaydedilmiş oldukları listede rastlanılmaktadır.
Tsüijı Abazaları, bugün Eskişehir ve Bilecik’te yer alan 3
köyde yaşamaktadırlar. Bu grubun 1864 yılına dek Abhazya’da
bulunduğu bölge, Mzımta nehrinin orta kesimlerini çevresiydi.
Tsüijı Abhazları arasında şu aileler görülmektedir: Bağba,
Aşuıkuba, Guajba, Mıcdzaa, Egdzaa, Hakuts, Kap, Baştar, Harha,
Dgenaa, Kuçışuaa, Paşuaa, Ampar, Başeaa, Ahba, Dutaa, Barakua,
Pshu, Çaçıraa, Pısaa, Hiçajuaa, Ahetsaa, Tstuı, Latsaa, Sadzwa,
Abzıp, Huhuaa, Trışba, Geçba.
Sadz Abazaları ya da bir başka deyişle Hiltsis boyu,
Bolu-İzmit hattı arası ile Adapazarı civarında yer alan
çeşitli köylerde yaşamaktadırlar. Bunların bazıları Karadere,
Kuzuluk, Taşburun, Mesudiye, Açba Hapug-yikıta, Gagraa ve
Lıhaa’dır. Sadz Abazaları arasında sadece 19. yüzyıl
kayıtlarında ve Abhaz folklöründe yer alan, çok nadir görülen
soyadlarına rastlanmaktadır: Arınba, Gumılaa, Aşuaşaa,
Muşhacba, Kitasba, Aşmeyba, Şundaa, Aykusba, Başnuhaa, Trışba,
Geçba, Kaltsba, Araznıya, Açpıhua, Samehhua, Kukundzaa, Watraa,
Palaa, Kapş, Hiçajua, Abdaa, Tsıba, Nanba, Aylımhuaa, Layhuaa,
Gumdzaa, Kutaa, Hıntuaa, Agrba, Açba, Mukba, Argun, Tsımtsım,
Jiba, Çatanaa, Akuıtba, Lahtageraa.
Gumlular, Düzce’de yaşamaktadırlar. Türkçe ismi Derdin olan
Guma köyü, onların merkezidir. Bu köy, Türkiye’nin en yüksek
dağ köylerinden biridir. Guma’da genellikle Avidzbalarla
birlikte Argun, Cguadar, Tıkua, Pıştar ve Trapş sülalelerine
mensup kimseler yaşamaktadır.
Abjua ve Cigerdalı Abazalar Adapazarı ve Düzce havalisinde
bulunmaktalar. Abhazların yaşadığı bazı köylerdeki sülale
isimleri şunlardır:
Malan: Kabba, Suktar, Argun, Marçan (Yeldar-ipa),
Tuanba, Şamba.
Bıçkı: Adzınba-Kuadzba, Kaçaa, Ahba, Kabba, Gamsaniya,
Keatsuba, Brıtskil, Trışba, Mazah, Urısaa, Gupaa.
Karadere: Trışba, Kutaa, Hıntba, Nanba, Nanba,
Samehhuaa, Tsıba, Açpııhua, Tarba, Keatasba, Gumba, Kaytan,
Aylımhuaa, Layhuaa, Jiba.
Yardara: Kabba, Kutarba, Kuadzba, Argun, Paçaa, Şamba,
Yardaraa, Koblıhuaa, Hiyaa.
Şaliman-yikıta: Aşuba, Kuadzba, Adzınba, Trapş, Giygaa,
Dguaa, Kabaa, Jiba, Wardaniya, Batıraa.
Mtsara: Haşıg, Şundzaa, Gıtsba, Kuadzba, Kurwa, Tsıblaa,
Huraa, Kutıblaa, Gurdzan, Tarba, Kuaçaa, Abuhba, Ağüdzba,
Kilba, Lapşeaa, Agrba.
Efteniye: Cic-ipa, Kupalba, Tarba, Lazba, Urısaa, Hışba,
Ketsuba, Yaşba, Hagba, Bganba, Kalgba.
Mezit: Abıgba, Agrba, Argun, Brıtskil, Tsıtsaa, Ahba,
Mihaliya, Tagun, Akusba, Amıçba, Giygaa, Taldıya, Hurhumal,
Capraa, Karaç, Gumba.
Rüşdiye: Kayuğüaa, Kurdgel, Kardan, Tuanba, Kuadzba,
Kbıcaa, Adzınba.
Kestanealanı: Nartıya, Bhazawa, Brıtskil, Bjara, Ahuba, Keaç-ipa,
Tsuıdzı, Çakuwa, Şharıwa, Aşuba, Argun.
Tsabal: Marşen, Harziyaa, Capraa, Argun, Samaa, Bgaa,
Papba. Soğuksu (Cigerda): Aşuba, Şlarba, Barçan,
Gıbniya, Haraniya, Bediya, Arüğta, Hirıpsaa, Tsuijba, Tsueyba.
İstanbul-Ankara hattı olarak kabul edebileceğimiz bölgede,
Abhazya’nın Host dolaylarından gelmiş Şumhuaa, Jiba ve Çıwaa
gibi gibi Abhaz ailelerinin bulunduğu, Çıwaa-rkıta ve daha
birkaç Abhaz köyü daha yer almaktadır.
Türkiye’deki Abazin yani Aşuwa ve Aşkarawa Abaza köyleri,
Düzce-Efteniye, Eskişehir, Sivas-Şarkışla, Kayseri-Pınarbaşı,
Çorum-Alaca, Yozgat, Tokat ve Adana-Tufanbeyli’de
bulunmaktadır. Bu köylerin bir bölümünün Abazaca isimleri
şunlardır: Klıç-kıt, Sid-kıt, Bzagua-kıt, Darıkua-kıt.
Abhaz-Abazalara yakın bir akraba topluluk olan Wubıhları da,
Türkiye’de görmek mümkündür. Wubıh dilini bilen tek kişi
olarak kabul edilen Tevfik Esenç’in 1992’de vefatıyla birlikte
artık bu dili konuşabilen kimse kalmamıştır. Wubıhlar,
genellikle dil olarak Adigece’yi kullanırken dil anlamında
Abhazlaşan Wubıhlar da görülmektedir. Dillerini yitirmiş
olmaları rağmen Wubıhlar millî duygularını korumayı
başarmışlardır.
Türkiyedeki Kafkas diyasporası, ilk dönemlerinden başlayarak
seyyahların ve araştırmacıların ilgi alanlarından biri
olmuştur. 1880’li yıllarda Abhaz ve Adige toplumlarını
üzerinde incelemelerde bulunan tanınmış Alman antropolog
Luschan, şunları kaydeder: “Anadolu’ya Kafkasya’dan kısa bir
zaman önce gelen Çerkesleri ve diğer onlara akraba Kafkas
boylarına dahil kimseleri görünce tanımak, bir zenciyi
farketmek kadar kolaydır. Bu insanlar, çeşitli yönleriyle
kendilerini Türklerden ve diğer komşularından ayrı tutuyorlar.
Onları, özel yapılarıyla uzaktan göze çarpan kendilerine has
köy ve kasabalarda yaşıyorlar. Yine kendilerine ait milli
giysilerini ve atları donatmada kullandıkları özel eyer
takımlarını muhafaza etmekteler. Hâlâ safkan at
yetiştiriciliği yoluyla binicilik okullarına binek
sağlamaktalar. Kafkas cinsi atları, hemen her yerde en fakir
olan Kafkasyalı da dahi görmek mümkündür.”
20. Yüzyılın başlarında İzmit dolaylarındaki Abhaz yerleşim
birimlerini ziyaret eden Alman seyyah G. Grote ise şu
bilgileri vermiştir: “Çerkes erkeklerini, Anadolu’nun Müslüman
nüfusuna dahil erkeklerden uzaktan bile ayırt etmek mümkündür.
Başta koyun postundan ya da yünden yapılmış iri bir kalpağı;
vücudunu tamamen saran sıkı iplerle süslenmiş koyu renkli
“çerkeska”sı ve dar kesimli özel şalvarı Çerkes’i cesur, güçlü
ve savaşçı göstermekte. Atının üzerinde yaptığı şaşırtıcı
hareketleri, adeta onunla birlikte büyüdüğünü akıllara
getiriyor. Zevk için trenle yarışarak atının maharetlerini
gösteren çok Çerkes gördük. En fakir Çerkes dahi
davranışlarında ve mimiklerindeki gururla ayrıcalıklı
görünür.”
Macar gezgin Y. Meszaros, Alman A. Dirr, Hollandalı G. Fogt ve
özellikle Fransız araştırmacı G. Dumezil’in Kafkasya dışındaki
tüm Abaza ve Adigeleri “Çerkes” ismiyle tanımlayarak onların
özgün dillerinin, folklor ve tarihlerinin incelenmesinde büyük
rolleri olmuştur. Wubıh dilini incelemek üzere 1927 yılında
Türkiye’ye gönderilen V. Kukba’nın Abhaz ve Wubıhların
yaşadığı bölgelere girmesine izin verilmediği için bu girişim
sonuçsuz kalmıştır. Kukba, sınır dışı edilmesi sonrasında
yazdığı raporda, şunları kaydeder: “Wubıhlar, İzmit’e sınır
bir şekilde Adapazarı ilçesinde yaşamaktalar. Burada iki
kasaba, tamamen Wubıhlardan oluşmaktadır. İstanbul’da
görüştüğüm Abhaz ve Adigelerin ifadelerine göre Wubıhlar,
yoğun olarak yerleştikleri bölgelerde kendi dillerini bir
ölçüde korumuşlar. Genel anlamda da muhafazakar tavırlarıyla
örf ve adetlerine karşı hassasiyet göstermekteler. Ancak
yaşlılar dışında kendi ana dillerini bilmeyen gençlerin
bulunduğu Wubıh köyler de bulunmakta. Wubıhların temel geçim
vasıtaları tarımdır. Diğer köy ve kasabalarda Abhaz ve
Adigelerle birlikte yaşayan olan Wubıhların konuştukları dil,
içiçe bulundukları bu toplulukların dilidir.”
Yaklaşık otuz yıl sonrasında bu bölgelerde incelemelerde
bulunan G. Dumesil ise tamamen farklı bilgiler aktarmaktadır:
“Kırpınar köyü’nün kaderi çok ilginç. Burası, Dirr tarafından
ziyaret edildiği1913 yılında tipik bir Wubıh köyü idi. Aynı
köy, 1930 yılında bizzat gördüğümde de hala Wubıh karakterini
korumaktaydı. Köydeki tek yabancı, köy camisinde imamlık yapan
bir Lazdı. Ancak şu anda bu köyün dörtte üçü Lazlardan
oluşuyor. Önce birkaç aile halinde gelen bu Lazlar, çalışmak
için İzmit ve İstanbul’a giden Wubıhların evlerini ve
topraklarını satın alarak Karadeniz bölgesinden akrabalarını
ve çevrelerini çağırmışlar. Şu an bu köyde Wubıhça yerine
Lazların Hopa aksanı duyulmakta...”
Bizi ilk planda ilgilendiren konu, diasporadaki Kafkas
muhacirlerinin kendi çalışmalarıdır. Bu bağlamda zikredeceğim
ilk çalışma, daha 1892’de Kahire’de Bjeduğ Lahşoko Hacı
Mustafa’nın Osmanlıca olarak kaleme aldığı Kafkas aile
damgaları hakkındaki eserdir.
1908 yılında, Kafkasya dışında yaşayan Kafkas kökenli aydınlar
tarafından Paris’de “Musulmanin” (Müslüman) isimli Rusça bir
dergi yayınlanmaya başlamıştır. Özellikle Ortadoğu ve Anadolu
coğrafyasındaki Kafkas muhacirlerinin durumları hakkında
önemli bilgiler veren “Musulmanin” dergisinde bu insanların
sorunları, beklentileri ve çözüm önerilerine de değinilmiştir.
1911 Nisan ayından 1915 yılına dek İstanbul’da Çerkesce ve
Türkçe olarak yayınlanan “Guâze” yada Türkçe ismiyle “Kafkas”
isimli gazete, özellikle Kafkasya tarihi üzerinde önemli
bilgiler veren bir süreli yayın olmuştur.
Daha önce ise, Türkiye’de Shapsugh ÇUNATIKO Yusuf İzzet
Paşa’nın Yunan halkının Kafkasyalılarla (Abhaz ve Adigeler)
akrabalığını ele alan “Eski Kavimler ve Çerkesler” adlı üç
ciltlik çalışması yayınlanmıştır.
Bir dönem Moskova’da Ankara yönetiminin temsilciliğini yapan
Abazin profesör Meker Aziz, 1919’da Türkiye, Mısır ve
Ortadoğu’daki Kafkasyalıların yaşamlarına dair bir eser
yayınlanmıştır. Meker sülalesinin ismini aldığı dağ, bugünkü
Abhazya Karaçay-Çerkes sınırında bulunmaktadır.
Yine bu dönemlerde ve daha sonraki yıllarda Abhazya’nın
Zuandrıpş kasabasından göç eden AŞUANBA Atkug’ın oğlu Mehmet
Fetgeri, gazeteci, araştırmacı-yazar ve sporcu kimliğiyle
Kuzey Batı Kafkasyalılar üzerine tarihî, etnografik ve
sosyolojik içerikli çok sayıda kitap ve broşür kaleme
almıştır.
1908-1923 yılları arasında Türkiye’de “Çerkes Kültürel
Aydınlatma Topluluğu” faaliyet göstermiştir. Önemli bir Kafkas
aydınlar tabakası oluşmuştur. Bu insanlar arasında gazeteci
Ziya Bertsıts, besteci Muhlis Sabahattin (Bıjnau), meşhur
bayan piyanist Neveser Kökdeş (Bıjnau-pha), 1920 yılında
Beşiktaş’ta Muhlis Sabahattin’in öğretmen olarak çalıştığı
İstanbul’da Çerkes (Abhaz ve Adige) kızları için açtığı müzik
okulu, iki yıl kadar faaliyet göstermiştir. O’nun müzikal
eserlerinden biri, Kafkas göçmenlerinin trajedisinin
anlatıldığı “Çerkes ocakları bakımsız kaldı; artık ocakları
tütmüyor” isimli çalışmaydı. Yazar, burada vatanı Kafkasya’ya
olan özlemini dile getirmiştir.
Abhaz ve Çerkesler için Mustafa Butba bir alfabe hazırlamıştı.
Onun daha öncesinde ise ÇKALAPUA Şirin Efendi tarafından
Osmanlı alfabesi harfleri esas alınarak bir Abhaz alfabesi
hazırlama girişimi olmuştur. Shapsugh Reşid Paşa’nın hanımı
Çanba Hasibe o zamanlarda 12 yaşlarında bir çocuk olan Ömer
Beygua, Arap harflerini esas alarak bir Abhaz alfabesi ortaya
koymuşlarsa da bu alfabe geniş bir kullanım imkanı
bulamamıştır.
Abhazya’nın ilk kültür emekçilerinden biri, Osmanlı Devletinde
yaşamasına karşın Abhazya ile sıkı ilişkiler kurmuş bir aydın
olan Simon Basaria’dır. Muhacirlik konusunda Bolşevik devrimi
öncesinde yayınlanmış “Türkiye’deki Kafkas Dağlıları” ,
“Abdülhamit’in Annesi”, “Wubıh ve Sadzlar-Kaybolmuş Halklar”
adlı makaleleri halen önemini korumaktadır. 1918 yılında
Abhazya’yı işgal eden Gürcü Menşeviklerin kurduğu hükümet
zamanında Kutol köyünün yakılması olayında hayatını kaybeden
Simon Basarya, 1912 yılında Türkiye’de yaşarken önde gelen
Abhaz ve Adige aydınları için yüzlerce resim malzemesi
toplayarak büyük bir hizmet gerçekleştirmiştir.
Uzun süredir ciddi bir şekilde Kafkas halklarının mitolojileri
hakkında çalışmalar yapan Abazin-Aşkarawa yazar Yismeyl
Özdemir Özbay’ın bu konudaki kitabı, Ankara’da yayınlanmıştır.
1989 yılında Kafkas-Rus Savaşlarının sona erişi ve Büyük
Sürgün’ün 125. yıldönümünde Adige İzzet Aydemir tarafından
Kafkasyalıların Osmanlı Devletine göçleri ve burada iskan
edilişleri üzerine bir kitap yayınlanmıştır.
1990 yılında Mustafa Butba’nın “Kafkasya Hatıraları” adlı
çalışması yayınlanmıştır.
Özellikle Ömer Beygua (Büyüka)’nın Abhazlar ve Abhazca üzerine
yaptığı çalışmalar, son derece kayda değer girişimler
olmuştur. Sohum yakınlarındaki Abjakua bölgesinden göç etmiş
bir muhacie ailenin çocuğu olarak Türkiye’de doğan Ömer Beygua,
kendini “Akuatuı psıwaup” (Sohum Abhazı) olarak
isimlendirmiştir. Yetmiş yıldan daha uzun bir süredir
Abhazların dil, tarih, etnografya ve mitoloji gibi özgün
değerlerini incelemekte olup birikimlerini Abhazoloji serisi
başlığı altında peyderpey yayınlamaktadır. Aynı zamanda usta
bir şair olan Beygua’nın Abhazca şiirlerinin bir bölümü kitap
halinde Sohum’da basılmıştır. Özel arşivinde, Abhazca şiirler
yazan yakınlarının ve arkadaşlarının çalışmalarını da muhafaza
etmektedir. Ömer Beygua’nın altına imzasını attığı yararlı
çalışmalardan birisi de 1969 yılında Abhazca ve Türkçe renkli
duvar takvimi hazırlanması olayıdır.
1971 yılında İstanbul’da yayınlan “Abhaz Mitolojiis Anaç mı?”
adlı eserinde, Abhaz mitolojisini ayrıntılı bir şekilde analiz
ederek Abhaz tanrılar panteonu, Abhazca ve akraba dilleri ile
olan ilişkileri üzerinde durmuştur. Abhaz tanrılar panteonunda
şu isimleri sıralamıştır: Atana, Tsublak, Tsuaha, Dzakua,
Dzızlan, Tsawına, Anan, Ahi Zaushan, Huaşta, Arışna-Yarış-Yarışna,
Rirara, Hantsisa, Gunda, Awıbla, Natsukıltsua, Şeaşuı,
Ajueypşea, Dzar, Aynarji, Aytar, Mışındaw, Aşhua Makepsıs,
Anarhe, Cmaran, Cabran... Kısmen mitik Abhaz tanrı ve
tanrıçaları ile bunların antik Yunan ve Anadolu’daki
benzerleriyle olan ortak noktaları değerlendiren Beygua, bu
konuda Abhazya ve Kafkasya hakkında tarihçi, filozof,
dilbilimciler görüşleri ile çeşitli ansiklopedilerden
bilgilere ve Abhaz folklöründen çeşitli metinlere yer vererek
değerlendirmelerini ortaya koymuştur.
1975 yılında yayınladığı diğer bir eseri “Hazret-i İbrahim’le
Awubla ve Kafkaslılar” adlı yapıtında etnoloji, folklor ve
dilbilim malzemelerinin verileri açısından antik zamanlarda
asıl doğduğu ve yaşadığı yer Abhazya olan önder bilgin ve
medenileşmenin öncüsü olan Awubla (İbrahim) adlı bir
peygamberden sözeder. O’na göre Gılgamış, Zerdüşt, Apollon,
Krişna ve eski mitolojinin kahramanları gibi İbrahim peygamber
de Abhazların ecdadlarının soyundan gelmektedir.
1986 yılında “Kafkas Kaynaklarına Göre İlk Yaratılış-İlk
İnsanlık-Kafkas Gerçekleri”, adıyla Kafkas tarihi ve eski
dünya sahnesinde Abhazların ilk dönem tarihi hakkında iki
ciltlik eseri yayınlanmıştır. Abhazlar hakkında bu denli geniş
ve titiz bir çalışma bugüne dek yayınlanmamıştı. Kitapta çoğu
bilim adamı ve araştırmacının hiç bilmedikleri pek çok malzeme
yer almaktadır. Örneğin, Ortaçağ Abhaz bayrakları ve 8. yy’da
yaşamış bir Abhaz hükümdarın Arapça yazılmış metinlerinin
çözümlemeleri son derece orijinal verilerdir.
1993’de önde gelen Abhaz aydınları hakkında küçük bir kitabı
basılan yazarın yakında “Abhaz Dili” adlı bir çalışması
yayınlanacaktır.
Ömer Büyüka’nın baskıya hazırlanan çalışmaları ise şunlardır:
* Abhazca’nın etimolojik sözlüğü (3 ciltlik)
*Abhazca’nın Grameri
*Warada -Abhaz İliadası- (Şiirler): 15 bin beyitlik bir
çalışma.
İlerlemiş yaşına rağmen araştırmalarına devam eden Beygua’nın
bu çalışmaları, kuşkusuz gelecek nesiller için sadece
Abhazoloji ile ilgili değil, bütün olarak Kafkasoloji
alanındaki çalışmalarda buşvurulacak birer kaynaktır.
Türkiye Abhazlarının hayatından folklorik malzeme toplayan
Cgerda köyü kökenli Cemal Haraniya’nın iki ciltlik şiirsel
derlemesi önemli bir olay olmuştu. 1984 yılında Cemal Haraniya,
Fehmi Agırba ile birlikte Adapazarı’nda 11 bin’i aşkın kelime
içeren bir Abhazca-Türkçe sözlük basmıştır. Bu sözlük, 1990
yılında çeşitli eklemelerle tekrar basılmıştır. Fehmi Agrba,
kendi imkanlarıyla Türkiye’deki Abhaz çocukları için bir de
Abhazca “Anban” (Alfabe) bastırmıştır.
Mahinur Papa-pha 1973 yılında, Türkiye’li tanınmış sporcu
Orhan Şamba ise 1975’de Sohumda Sohum’daki Abhaz Devlet
Müzesi'ne Türkiye'deki Abhaz Halk müziklerinin ilk teyp
kasetlerini getirmiştir. Bunlar: yaklaşık 200 beyitlik
“Acgirey-ipa Küçük’ün Ezgisi”, üç değişik versiyona sahip
“İnci Hanım’ın Ezgisi”, altı versiyonlu “Kaytames-ipa
Halıbee’nin Ezgisi”, “Geç Reşit’in Ezgisi”, iki versiyonlu
toplu danslı şarkı “Awraaşea” ve Türkiye’nin en iyi akardeon
çalan isimlerinden olan Menliki Argun-pha’nın müziği eşliğinde
Abhaz enstrümantal dansları gibi malzemeler... Şunu belirtmek
gerekir ki, bu malzemelerin tamamı Abhazya’dan taşınmış
olmasına rağmen bugün Abhazya’da unutulmuş yada çok az bir
kısmı korunmuştur. Bu nedenle eşsiz özelliğe sahip bu
müziklerle birlikte Nart söylenceleri, masallar, Abhaz
mitolojisine ait rivayetler ve Abhazca ve Türkçe olarak
İstanbul’da basılmış renkli duvar takvimi de getirilmiştir.
Yurt dışındaki vatandaşlarımızla yirmi beş yılı aşkın bir
süredir irtibat halindeyiz. Bu zaman zarfında diasporadan
etnografik, demografik, sosyolojik, linguistik ve özellikle
folklorik anlamda önemli miktarda bilgi içeren yüzlerce mektup
aldık. Bunları yazanlar, genellikle Abhazya’nın Gum, Ahçips,
Ciget, Bzıp, Abjui, Dal-Tzabal ve Pshu bölgelerinden göç etmiş
Abhazlar ile Abazinler ve Adigeler... Bu yolla elde dilen
kullanılabilir materyal toplamı 40 sayfayı bulmakta.
Bilinçlenme yani millet kendi gerçeklerinin farkına varma, son
zamanlarda Kafkas muhacirlerinde daha net bir şekilde
gözlemlenmektedir. Gönderilen mektuplarda sürekli olarak
kitap, alfabe, şarkı ve müzik kasetleri, plaklar, Abhazya
hakkında belgeseller ve Abhazca öğretim malzemeleri talep
edilmekte.
Maalesef, biz Abhazya olarak bu alanda henüz ilk adımlarımızı
atıyoruz. Bu konularda başarılı olmuş başka halklardan örnek
almamız gereken çok şey var. Özellikle bilimsel-eğitsel
nitelikli malzeme basımına önem vermeliyiz. Örneğin milli
kimliklerini yaşatma savaşı veren Basklar, yirmi yıl önce
“Basklar Ülkesinin Genel Resimli-Açıklamalı Ansiklopedisi”
adlı yapıtı yayınlamışlardı. Bu çalışmaya paralel olarak
Basklar, on ciltlik “Büyük Bask Ansiklopedisi” ve 500 bin
kelimelik “İspanyolca-Baskca” sözlük oluşturmuşlardır. Bizim
ciddi anlamda basım-yayın çalışmalarına eğilmemiz, en azından
diasporadaki insanlarımızın verdiği derecede hassasiyet
göstermemiz gerekmektedir. Bu, geleceğimizi şekillendirecek
bir yatırımdır.
Bütün bunlarla birlikte, Kafkasyalıların soyundan gelen
insanların yaşadıkları ülkelerden bazı folklorik, etnografik
ve linguistik bilgileri derlemek için buralara sistemli
seyahatlerin yapılması da bir başka gerekliliktir.
Kafkas halklarının benzersiz kültürlerinin yeterli şekilde
incelenmeye başlanmasının tarihi yenidir. Prof. White Kafkas
kültürü hakkında şunları dile getirmiştir: “Kafkasya, dünyanın
yetenekli insanların çıktığı bölgelerinden biri olmakla
birlikte dünyanın en zengin maden yataklarına sahiptir. Antik
dönemlerin tüm ileri gelen boyları ve Tanrıları bu bölgeden
çıkmıştır. Her ne ise bu geçmiş bir gerçekti. Eğer yerli
halkın kendi temsilcileri bu araştırmalarda yer alırlarsa bir
çok şey daha iyi anlaşılacaktır.” Bundan dolayı da geniş bir
alana yayılmış Kafkas diasporasının kültürünü, tarihini,
dilini, folklorunu, adet ve geleneklerini ilgilendiren
verileri toplamak için bir an önce planlı bir girişim
başlatmamız kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Dünya’da çoğunluğu ata topraklarının dışında kalmış halklar
sayılıdır. 19. yy’da Kuzey Kafkasyalılara yaşatılan sürgündeki
acı unutulur gibi değildir. Bugün dahi tüm Kafkas halkı bu
trajediyi yüreklerinde hissetmektedir. Makalemin sonunda,
geçmişte zorla topraklarından koparılmış ve bugün dünyanın
onlarca ülkesine dağılmış şekilde yaşayan tüm Kafkasyalılara
şu soruyu yöneltiyorum: “Neden bugüne kadar Kafkasyalılar
resmî olarak ‘sürgün edilmiş halk’ statüsü alamadılar? Bu
soru, en son soydaşımızın birkaç kuşak önce trajedik bir
sürgün sonucu terketmek durumunda kalınan bu kutsal topraklara
geri dönmesine kadar hep sorulacaktır. |
|
|
|
|
|
|
|